YÜZÜCÜ Umut Ünlü (23), Paris Paralimpik Olimpiyatları’ndan Türkiye’ye 2 altın madalya getirdi. Olimpiyatların hemen öncesinde, herkesin altın madalya beklediği Umut’un talihsiz bir sorunu ortaya çıktı. Ünlü’nün sağ kolunda korkunç bir ağrı ve his kaybı oluşuyordu. Bu şekilde yarışması bile zor görünüyordu. Tedavisi için gerekli olan steroid türü ilaçları kullanması ise yasaktı. Çünkü doping olarak kabul ediliyordu. Tam o noktada devreye ‘sihirli bir el’ girdi. Algoloji ve Ağrı Uzmanı Dr. Mehmet Çelik ile Umut Ünlü’nün yolları kesişti. Dr. Çelik, Ünlü’ye “Seni iyileştireceğim” dedi. Umut Ünlü ise “Altın madalyamı alıp ilk size geleceğim” diye söz verdi. Yarış başladı, Umut ilk kez 4 yıl önce tanıştığı havuzdan çıktı ve skor tahtasına baktı. Birinci sırada ismini görse de bir süre algılayamadı. Sonra Paris’te gelen 2 farklı birincilik gururu ve Türkiye’ye dönüp onu iyileştiren sihirli elleri madalyası ile ziyaret etti.
Dr. Mehmet Çelik - Umut Ünlü
ÖZEL TEDAVİ UYGULANDI
Uzman Dr. Mehmet Çelik, yaşadıkları süreci şöyle anlattı: “Umut olimpiyatlara yaklaşık 1.5 ay kala omzunda şikâyetler ile geldi. Tedavi olarak Umut’a girişimsel ağrı tedavisi uyguladık. Omuz ekleminin, ağrı sinirlerine radyofrekans kullanarak sinir blokajı yaptık. Aynı zamanda başka tedaviler de uyguladık. Normalde bu tedavilerde steroid türü ilaçlar kullanılır ancak Umut sporcu olduğu için bu tarz ilaçlar kullanmamamız gerekiyordu. Çünkü doping kategorisine giriyordu. Bu nedenle radyofrekans tercih ettik.”
BONESİNİ HEDİYE ETTİ
Altın madalya sözünü tutan Umut Ünlü ise “Olimpiyatlara 1.5 ay kala sağ kolumda uyuşma başladı. Sinir sıkışması olduğunu öğrendim ve kaslarım çalışsam dahi güçsüzleşiyordu. Tedavilerden sonra kolum gerçekten çok hızla iyileşti. Altın madalyalarımda Mehmet Bey’in katkısı çok büyük. Aramızda artık bir abi kardeş ilişkisi var. Kendisine madalyalarımı gösterdiğimde çok mutlu oldu. Ben de orada taktığım bir bonemi hediye ettim. Olimpiyatlara gelirsek aslında ben ikinci altın madalyayı beklemiyordum. Skoru sudan çıktıktan sonra idrak ettim ve komite başkanımızla sarılıp ağladık. Bizim için çok zor bir süreçti aslında her gün 2, 3 yıl sonraki bir yarış için antrenman yapıyorsunuz. 2 yıl sonra ne olacağını bilmiyorsunuz ama her gün onun için yine de çalışıyorsunuz” dedi.
Ameliyattan korktuğu için her defasında hastaneden tedaviyi reddederek çıkan Demiral, en son otomobilinin içinde kalp krizi geçirdi.
TRAFİKTE KALP MASAJI
Neyse ki iyi olacak hastanın ayağına doktor gelirmiş misali, arkasındaki araçta İstanbul’a birkaç günlüğüne gezmeye gelen doktor Şamil Gerek vardı. Adana Kadirli Devlet Hastanesi Başhekimi olan Dr. Gerek, hemen araçtan inerek Demiral’a kalp masajı yaptı hastaneye götürülerek hayatının kurtulmasını sağladı.
GÖĞÜS KAFESİ AÇILMADAN
Bu mucize kurtuluşa rağmen yine de göğüs kafesinin açılmasından korktuğu için ameliyat olmak istemeyen Demiral’ı kızı ikna etti. Uzun araştırmalar sonucu koltuk altından girilerek, göğüs kafesi açılmadan da baypas ameliyatı olabileceğini öğrenen Pınar Demiral, babasını Prof. Dr. Cengiz Köksal’a götürdü. Demiral’ı bu kez sağlığına kavuşturan Prof. Dr. Köksal, “Uygun hastalarda göğüs kafesi yarılmadan da baypas yapabiliyoruz. Enfeksiyon riski ve hastane yatış süresi daha az oluyor. En önemlisi hasta, ameliyat izi görmediği için psikolojik olarak kendisini iyi hissediyor” dedi.
Obezite dünyanın sağlıkta en önemli gündem maddelerinden. Hipertansiyon ve Ateroskleroz Derneği Başkanı ve eproBes Projesi yönetim kurulu üyesi Prof. Dr. Serap Erdine, İspanya Cordoba Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ma-nuel Tena-Sempere, Fransa’dan yapay zekâ araştırmacısı Peter Atanasov ve yine İspanya’dan projenin yöneticisi olan Javier Carrero Proje obeziteyi İstanbul’da masaya yatırdı. Avrupa Birliği’nin 10 milyon Euro’luk bütçe ile finanse ettiği araştırma Türkiye’nin yanı sıra İspanya, Polonya, Almanya, Belçika, Estonya, Litvanya, Fransa ve Danimarka’da gerçekleşecek. Bebeklerin kordon kanının dahi inceleneceği araştırmada sonuçlar ise yapay zekâ ile değerlendirilecek. Prof. Dr. Serap Erdine, “Türkiye’nin yüzde 20’si obez, yüzde 35’i ise aşırı kilolu. Ancak 2060’ta obezitenin dünyada yüzde 70, ülkemizde ise yüzde 94’e ulaşması bekleniyor” diye tehlikeye dikkat çekti.
İNTERNET ŞİŞMANLATTI
- İspanya Cordoba Üniversitesi’nden Prof. Dr. Manuel Tena-Sempere:
“Biliyoruz ki obezite bir pandemi artık dünyada. Bunu anne karnından başlayıp nasıl önleyebileceğiz? Bu araş-tırma sonuçları ile doktorlar, sağlık otoriteleri, aileler, öğretmenlere yönelik neler yapılması gerektiği konusunda da materyaller hazırlanacak. En önemlisi, bir uygulama geliştirilecek. Obezitede sadece kalıtsal faktörler değil beslenme alışkanlıkları, uyku düzeni, son yıllarda artan aşırı internet kullanımı da etkili. Daha gebelikten önce döllenmeden başlayarak bebeklik, çocukluk, genç erişkinlik döneminde obezitenin ortaya çıkmasına neden olan faktörleri ele alan bir proje. Her 4 kişiden 1’inde obeziteyi görüyoruz. Bunların risk faktörlerini belirleyeceğiz. Gıda endüstrisinin obezite üzerinde büyük bir etkisi olduğu kesin. 30 yıl önce en önemlisinin çok fazla yağ tü-ketmek olduğu söyleniyordu. Şimdi ise şekerin daha önemli olduğu söyleniyor. Bence ikisi de doğru.”
- Yapay Zekâ Araştırmacısı Peter Atanasov: “Obezite çevresel, genetik ve sosyoekonomik faktörlerin etken olduğu karmaşık bir yapı. Yapay zekâ yöntemleri ile bunları değerlendirip basit bir şekilde nelerin yapılması gerektiğini söylemeyi amaçlıyoruz. Bu karmaşık veriler bize en yalın haliyle gelecek ve ne yapmamız gerektiğini söyleyecek.”
Türkiye obezitede uzun zamandır ne yazık ki Avrupa birincisi. Harvard’da obezite ve diyabet üzerine çalışmalar yapan Türk biliminsanı Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil obezitenin sebep olduğu ve çok yeni keşfedilen bir organ yağlanması açıkladı. Sabri Ülker Bilim Merkezi ve Harvard Üniversitesi’nin de içinde yer aldığı çok merkezli yeni bir çalışmaya göre, obezite nedeniyle akciğerde astım benzeri bir hastalık gelişiyor. Karaciğer gibi yağlanan akciğerler de astım benzeri ve tam tanımlanmamış bir hastalık yaparak nefes almada güçlüğe, nefes darlığına neden oluyor. Henüz ön basımı gerçekleşen çalışmada buna FABP4 isimli hormonun neden olduğu belirtiliyor.
YENİ BİR HASTALIK
Sabri Ülker Vakfı’nın düzenlediği Bilim Ödülleri için Türkiye’ye gelen Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil ile vakıf binasında bir araya geldik. Harvard Sabri Ülker Metabolik Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil, yeni bulunan hastalıkla ilgili şunları söyledi: “Her sene diyabetten 5 milyon insanı kaybediyoruz dünyada. Salgınlarda dahi buna yakın gelecek bir kayıp yok. Kalp hastalığı, yağ metabolizması ile ilgili pek çok araç elimizde olduğunu düşünerek birçok insan sorunun bittiğini düşünebilir ama bu da her yıl 40 milyon insanın hayatını kaybetmesine neden oluyor. Obeziteye bağlı yeni fark ettiğimiz ve az bilinen problemler de var. Astım riski yükseliyor. Bu şişmanlığa bağlı astım gibi geçmiş, ama şişmanlıkta çok başka bir akciğer hastalığı ortaya çıkıyor. Bizim yeni tarif ettiğimiz bir hastalık.
NEFES ALDIRMIYOR
Tıpkı karaciğerde olduğu gibi akciğerde de yağlanma olması. Hatta biz buna yağlı akciğer hastalığı diyoruz. Bu hastalık klasik astım tedavilerine cevap vermiyor ve bu insanlar çok zor durumda. Nefes alamıyorlar ve tedavi bekliyorlar. Milyonlarca insan nefes alamıyor. Bu insanlara sadece diyet yapın, kilo verin demek ise manasız kalıyor.”
BİLİM ÖDÜLÜ KARSLIOĞLU’NA
-Her yıl önemli çalışmalara imza atan genç Türk biliminsanlarına verilen Bilim Ödülleri’nde, bu yıl ödülü alan isim Dr. Aydan Bulut Karslıoğlu oldu. Karslıoğlu, memeli hayvanlarda bulunan bir hücre çalışma prensibinin insanlarda da olduğunu gösteren çalışmasıyla ödüle layık görüldü. Çalışma özellikle kadınlarda üreme tedavilerine ışık tutabilecek nitelikte.
EVDE YAPILMASI BÜYÜK YANLIŞ
Acil Tıp Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Semih Korkut: “Hastane koşullarında verilmeyen tüm ilaçlar ciddi risk taşıyor. Her ilaca karşı alerji gelişebilir. Müdahale edilemeyecek durumlarda serum verilmesi doğru değil. İlaç verilir verilmez ortaya çıkan alerjilerde solunum kapanabilir ve müdahale edilmezse ölüm gerçekleşebilir. Geç alerjik reaksiyonlar ise birkaç saat sonra ortaya çıkabilir. Damardan alınan vitaminlere karşı da alerji gelişebilir. Damar ya da kas içi uygulamalar uygun şartlarda yapılmalı. Evde yapılması çok büyük yanlış. Türkiye’de mevzuatlara göre ilaç verme kararını alabilecek birinci kişi hekim, ikinci kişi de acil müdahale görevlisi yani paramediktir. Paramedik de hayati bir durum söz konusuysa karar verebilir.”
KALP KRİZİNE NEDEN OLABİLİYOR
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ramazan Özdemir: “Kendini yorgun hisseden, internetten dahi vitamin karışımı almak istiyor. Bu doğru değil. Dışarıdan alınan maddeye vücudun nasıl tepki vereceğini bilemiyorsunuz. Bunların kalbe direkt etkisi var. Ritim bozukluğuna, hatta kalp damarlarını kasarak kalp krizine neden olabiliyorlar. Ayrıca insanlar kalp krizi şikâyetlerini soğuk algınlığı halsizliği zannederek de bu vitaminlere başvurup hata yapabilir. Kırgınlık, halsizlik veya terleme ile gelen kalp krizlerinde insanlar soğuk algınlığı yaşadığını zannedebilir. Hele ki kalp hastalığı, hipertansiyon, diyabeti olanlarda bu tarz takviyeler daha riskli.”
ALERJİK REAKSİYONA YOL AÇABİLİR
Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Yıldız: “Kalp krizi geçiren hastaların büyük çoğunluğu hastaneye ulaşamadan, ani ritim bozukluğuna bağlı kaybedilmektedir. Metin Bey’in sahne öncesinde kendini kötü hissediyor olması da o dönemde başlayan kalp krizinin belirtisi olabilir. Zayıflama ilaçları veya iğnelerle ilgili kesin bir şey söylemek zor. Ancak bu tür ilaçların bir hekim gözetiminde kullanılması gerekmektedir. Evde enjeksiyon tarzı takviye gıdalar veya tedavi amaçlı ilaç kullanımı uygun değildir. Her ilacın yan etkisi olabileceği gibi bu ilaçlar alerjik reaksiyonlara ve ani ölümlere neden olabilir. Ayrıca daha önce çalışması olmayan ilaçlar kalp krizine ve akciğere pıhtı atmasına yol açabilir.”
Muş’ta bu yıl 11’incisi düzenlenen ve 10 ülkeden toplam 350 gönüllünün katılımıyla gerçekleşen ‘Onkoloji Günleri’nde çarpıcı veriler paylaşıldı. Fulya Soybaş’ın sunuculuğunu yaptığı Onkoloji Günleri’nde konuşan Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Yakup Arslan, “Akciğer kanseri adı konmamış bir pandemi” diyerek son yıllarda yaşanan artışa şöyle dikkat çekti:
ZİRVEYE OYNUYORUZ
“Dünyada her yıl 9.7 milyon insan çeşitli kanserler nedeniyle hayatını kaybediyor. Ancak ölümlerin 1 milyon 800 bini akciğer kanseri nedeniyle oluyor. Bizde ise 129 bin insan her yıl kanserden hayatını kaybederken 38 bin insan akciğer kanserine bağlı ölüyor. Yani dünyada akciğer kanserinden ölüm oranı 5’te 1 iken, Türkiye’de 3.5’ta 1 oranında. Maalesef bu oranların yüksekliği sigara kullanma oranlarının yüksekliği ile de denk. OECD ülkelerinde sigara kullanma oranı yüzde 16.5, bizde ise yüzde 28. En kötüsü de kadınlarda da artmış. Akciğer kanseri bir paradoks. Hâlâ en yaygın ölüm nedeni olmasına rağmen kansere yönelik plan ve politikalar ihmal edilmekte. Başta yüksek sigara içme oranları olmak üzere hava kirliliği gibi risk faktörleri ile ilişkilendirilmektedir.”
SORUMLUSU SİGARA
- Hiç tütün kullanmamış birisine göre 40 yıl günde 1 paket sigara içen birinin akciğer kanserine yakalanma riski 20 kat artıyor.
- Sigarayı bıraktıktan 15 yıl sonra bu oran 2 kat azalıyor.
KOLERA VE HUMMA RİSKİ
Prof. Dr. Ahmet Özbek (Altınbaş Üniversitesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı): Özellikle deniz seviyelerinin yükselmesi ve artan yüzey sıcaklıkları, Vibrio cinsi bakterilerin yayılmasını kolaylaştırarak kolera gibi hastalıkların daha yaygın hale gelmesine yol açabilir. Küresel ısınma aynı zamanda grip salgınlarının yayılma hızını da artırabilir. H5N1 ve H7N9 kuş gribi virüsleri sıcak ve nemli hava koşullarını sever. Ayrıca, artan sıcaklıklar vektörlerin, yani hastalık taşıyıcı canlıların yaşam döngüsünü hızlandırır. Batı Nil Virüsü, Sarı Humma, Dang Humması ve Zika Virüsü gibi hastalıklar, sivrisinekler aracılığıyla daha geniş alanlara yayılabilir. Sıtma ve Leishmaniasis gibi hastalıklar da vektörler aracılığıyla daha yaygın hale gelecektir. Artan ultraviyole ışınları, bağışıklık sisteminin ilk savunma hattı olan cildin direncini de zayıflatıyor. Tüberküloz, enfeksiyona bağlı ölümlerde halen birinci sırada yer almakta olup, küresel ısınmanın etkisiyle daha da tehlikeli hale gelebilir.
VAHŞİ HAYVAN TEMASIYLA...
Prof. Dr. Sebahat Genç (Türk Toraks Derneği Çevre Sorunları Çalışma Grubu Başkanı): İklim değişikliğinin nedenlerinden biri doğal ortamların ortadan kalkması. Mesela ormanların azalması. Ormanlar iklim değişikliğine karşı bizim sigortamız. Ormanlar yok oldukça insanlar ile yaban hayvanların teması daha fazla oluyor. Zaten koronavirüs de vahşi hayvan etlerinin satıldığı bir pazarda ortaya çıktı. Biz bunları daha sık göreceğiz. Ayrıca tropikal bölgelerde görülen sıtma, Zika Virüsü, Batı Nil Virüsü gibi hastalıklar da ısınma kuzey bölgelere doğru yayıldıkça artış gösterecek. Normalde Türkiye, Akdeniz iklimi kuşağında ve ısınıyoruz ancak ısınma ile birlikte tropikal hastalıklar bizde de artacak.
AFRİKA VE ASYA’DAN YAYILACAK
Yaklaşık 2 yıl önce yapılan ve ünlü bilim dergisi Nature’da yayınlanan bir makaleye göre, gelecekte hayvanlardan insanlara yeni virüslerin çok daha fazla bulaşabileceği tahmin ediliyor. Bunlar arasında en fazla yayılımın ise insan nüfusunun yoğun yaşadığı Asya ve Afrika kıtalarındaki ülkelerden olacağı düşünülüyor.
Tütün endüstrisinin “Kötü kokmuyor”, “İçinde tütün yok”, “Sigaradan daha az zararlı” gibi iddialarla pazarladığı elektronik sigaralar, genç kuşak arasında gittikçe yaygınlaşıyor. Tütün endüstrisinin bu pazarlama tekniği ile ülkemizde kullanımı hızla artan e-sigaraların içerisinde hangi maddeler olduğu ve tehlikeli sonuçları ise tam olarak bilinmiyor. Hamdi Alkan’ın manevi kızı İlknaz Bektaş’ın geçen günlerde elektronik sigara nedeniyle hastaneye kaldırılıp ameliyata alınması e-sigarayı tekrar gündeme taşıdı. “Çok sağlıklı beslenip her gün spor yapıyorum. ‘Benim başıma gelmez’ diyordum ama bu olay fikrimi değiştirdi” diyen İlknaz Bektaş’ın elektronik sigara kullanımından dolayı göğsüne hava kaçtığı tespit edildi. Uzmanların yeni ölüm silahıyla ilgili uyarıları şöyle:
BİLİNMEYEN BİR SÜRÜ MADDE AKCİĞERE GİDİYOR
Türk Toraks Derneği Tütün Kontrolü Çalışma Grubu Başkanı Doç. Dr. Pelin Duru Çetinkaya: “Sigaranın içinde ne olduğu biliniyor ama bu cihazlarda ne olduğu bilinmiyor. Maalesef içinde tütün olmadığı söylenen e-sigaralar içinde dahi tütün olduğu saptanmış. İçinde kanserojen maddeler, nitrozaminler, benzenler gibi bir sürü toksik kimyasallar ve aromalar var. Toplam 16 bin farklı aroma saptanmış. Gençleri kandırabilmek için çilek, muz, kek, bebe bisküvisi aromalı gibi aromalar var. Bu aromaların akciğere ne yaptığı konusunda ise bilgimiz yok. Bunlar bu şekilde masum gösterilmeye çalışılıyor. Ayrıca EVALİ dediğimiz bir hastalık tanımlandı Dünya Sağlık Örgütü tarafından. Şu ana kadar dünyada 2 bin 800 vaka var. Ancak bunun çok daha fazla olduğunu düşünüyoruz. Bunlar zararı azaltılmış ürünler değil. Bunlar endüstrinin satış taktikleri. İçinde kanserojen maddeler, nitrozaminler, benzenler gibi bir sürü toksik kimyasallar ve aromalar var. Akciğere ufacık bir çilek parçası kaçsa normal şartlarda zatürre gelişir. Bu sigara ile bilinmeyen bir sürü madde akciğere gidiyor. Kısa vadeli etkilerini bilsek de bu sigaraların uzun vadeli zararları yeni yeni çıkıyor.”
KİMSE NE OLDUĞUNU BİLMİYOR VE SORMUYOR
Sağlığa Evet Derneği Başkanı ve Çocuk Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Elif Dağlı: “E-sigara ürünlerinin masum gösterilmeye çalışıldığını ve masum olmadığını yıllardır biz söylüyoruz ancak İlknaz Bektaş, bizden çok daha etkili oldu. Gördüğüm kadarıyla bu genç kızımız çok büyük olgunlukla ve çok iyi bir şekilde yaşadığını anlatmış. E-sigara içine istediğinizi atıyorsunuz. Kimse ne olduğunu bilmiyor ve sormuyor. Bu sigaraların içerisinde mutlaka onu içilebilir yapacak bağımlılık maddesi olmalı. Yoksa kimse almaz. Çoğu zaman bunların içinde nikotin ve birçoğunda ise kenevir var. Bunlar ülkemizde yasal değil ancak internette satıldığını görüyoruz. E-ticaret sitelerinde hiç çekinmeden satılabiliyor. Bunların içinde nikotin, esrar ve içmeyi yumuşatacak mentol türevleri, aromalar var. Bu aromaların yanı sıra başka kimyasallar da oluyor. İçeriği yüzde 100 bilinmiyor. İstediğiniz her şeyi üretebilirsiniz. Hammaddeleri bile satılıyor. Mesela bidonlarla litrelik sıvı nikotin satılıyor. İnternet grupları oluşturulmuş ve birbirlerine tarif veriyor insanlar. Bunların karışımı son derece tehlikeli olabiliyor.”
HANGİ HASTALIĞA NEDEN OLUYOR
* Başta kanser olmak üzere sigaranın neden olduğu tüm sağlık sorunları.
* Dünya Sağlık Örgütü’nün son yıllarda e-sigara kullanımına bağlı yeni bir hastalık olarak tanımladığı, öldürücü olabilen EVALİ hastalığı.
Hasta yatağında verdiği pozu sosyal medyada paylaşan Bektaş, “Ben de kendi yaşıtlarım gibi bu ürünlere bağımlılık geliştirmiştim ve böyle bir şey başıma geleceğini hiç beklemiyordum. Çok sağlıklı beslenip her gün spor yaparım; ‘Benim başıma gelmez’ diyordum. Fakat bu olay, fikrimi değiştirdi” dedi. Selen Görgüzel de “Bu zor dönemi atlatacağımıza inanıyoruz” diye konuştu.
E-sigara hastalığı: Evali
Türk Toraks Derneği Tütün Kontrolü Çalışma Grubu Başkanı Doç. Dr. Pelin Duru Çetinkaya konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı: “E-sigaraya bağlı EVALİ diye bir hastalık tanımlandı. Akciğerlerde baloncuk denilen hava kistleri oluyor, ani solunum sıkıntısı çok hızlı bir şekilde ölüme kadar götürebiliyor.”
Bu yıl Türkiye’de vaka görülmediği bildirilirken, enfeksiyon hastalıkları uzmanı Dr. Songül Özer’e risk olup olmadığını sorduk.
‘KORKMAYA GEREK YOK’
Dr. Özer, şunları söyledi: “1980 öncesi çiçek virüsüne karşı aşılanan herkes büyük ölçüde bu virüse karşıda koruma altında. 1980 yılında çiçek virüsü aşı sayesinde dünyadan silindiği için 1980 sonrası doğanlar aşılı değil. Ancak gerekirse yeniden aşı üretebilecek virüs Türkiye’de tutuluyor. Koronavirüs gibi bir pandemi de beklemiyoruz. Bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde, gebelerde, 12 yaş altı ve 65 yaş üstünde çok daha ağır seyrediyor ama onun dışındaki insanlarda bağışıklık sistemi hastalığı sınırlandırabiliyor. Korkmaya gerek yok.”
BELİRTİLERİ NELER
Maymun çiçeği virüsü hayvanlardan insanlara ya da insandan insana geçebilen bir virüs. Solunum ve yakın temas yoluyla bulaşmasından 6 ila 14 gün sonra ilk belirtiler ortaya çıkıyor. İlk belirti sırt, boyun, baş ağrısı gibi yaygın kas ağrısı ile başlıyor. Virüs solunum yolu ile alındıysa öksürük, balgam çıkarma ve yüksek ateş meydana geliyor. Çiçek ve su çiçeği hastalığından farkı lenf bezlerinde büyüme meydana geliyor. Tanı koyulmazsa ikinci haftada içinde berrak sıvıların olduğu deri döküntüleri meydana geliyor.
‘MOBBING VAR’
Türk Tabipleri Birliği Asistan Hekimler Kolu’ndan Dr. Baran Yüksekyayla:
“Çok uzun yıllar asistan hekimler 36 saate varan mesailerle çalıştı. Nöbet ertesi can kayıpları yaşandıktan sonra düzenleme getirilerek ‘nöbet ertesi izin kullanma hakkı’ tanındı ve bu da inisiyatife bırakılmadı. Asistanlar bu haktan yararlanmaya başladı. Ancak nöbet izinlerine başladığımız andan itibaren fazla mesailerimiz kesintiye uğradı. Burada asistan hekimler idari izinli sayılması gerekirken normal mesai yapmıyormuş gibi gösteriliyor. Asistan hekimler zaten ücret anlamında mağdur. İdareler, yönetimler tüm angaryaları asistan hekimler üzerinden yürütürken, maaş söz konusu olunca ‘Siz eğitim alıyorsunuz’ diyor. Kaldı ki eğitimde de sıkıntı yaşıyor asistan hekimler. Çünkü asistanlar eğitim alabilmek için eğitim veren hekime muhtaç durumdalar. O bilgiyi sunmak için de asistanlara birçok angarya iş yaptırıyorlar ve mobbing burada başlıyor.”
‘MAĞDURLAR’
Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) Başkanı Prof. Dr. İsmail Mete İtil:
“Nöbet ertesi izin kullanan asistanların nöbet gelirlerinde, ertesi gün işe devam etmemek kaynaklı olarak önemli düşüşler meydana geldi ve sıklıkla şikâyet edilen bir mağduriyete dönüştü. Nöbet ertesi dönemde sağlık hizmeti sunumunda yer almayan asistan arkadaşlarımızın bir kısmı tez çalışmaları olsun, akademik çalışmaları olsun çalışmaya devam ediyor. Dolayısıyla sağlık hizmeti sunumuna devam etmese bile çalışıyorlar. Bakanlığın yönetmelikle amaçladığı nöbet sonrası dinlenme olup, gelirlerin düşmesi elbette değil. TJOD olarak inanıyoruz ki, yönetmelik değişikliği ile amaçlanan canla başla hizmet veren asistan arkadaşlarımızın mağduriyetinin önlenmesi iken, bunun maddi gelirlerinde meydana gelen önemli kayıplarla başka bir mağduriyete yol açması değildir.”
TÜRKİYE’de geçen yıl 41 bin kişiye akciğer kanseri tanısı konuldu. Türkiye aynı zamanda erkeklerde akciğer kanseri görülme oranının en yüksek olduğu ülkelerden biri. Akciğer kanserinde en önemli neden hâlâ sigara olsa da hava kirliliği de artık önemli nedenler arasında gösteriliyor. İstanbul’un 2023 yılı ölçümlerine göre hava kirliliği bir önceki yıla göre yüzde 3 arttı. Türk Toraks Derneği merkez yönetim kurulu üyesi Prof. Dr. Çağlar Çuhadaroğlu, “Yenibosna semtinde hava kirliliği yüzde 69.54 oranında arttı. Büyükşehirlerdeki trafik yoğunluğu, fosil yakıt kullanımı kirliliğin başlıca sebeplerinden” dedi.
ÇİN EN ÇOK VAKANIN OLDUĞU ÜLKE
Türk Toraks Derneği Torasik Onkoloji Çalışma Grubu başkanı Prof. Dr. Tuncay Göksel ise “Çin,1 milyon 60 bin 584 yeni vaka ile en yüksek akciğer kanseri vakasına, ABD ise 226 bin 33 yeni vaka ile ikinci en yüksek vaka sayısına sahip. Türkiye erkeklerde en yüksek akciğer kanseri oranlarına sahip ülkeler arasında. Vakaların yüzde 85’inden hâlâ sigara sorumlu. Bu nedenle sigarayı bırakma akciğer kanserini önlemede en etkili yöntemlerden. Ayrıca, işyerlerinde, evlerde hava kalitesinin artırılması, zararlı gaz ve kimyasallara maruziyetin azaltılması da önemli tedbirler arasında.”
İSTANBUL’DA HAVA KİRLİLİĞİ HER GEÇEN GÜN ARTIYOR
Prof. Dr. Çağlar Çuhadaroğlu: “Akciğer kanserinin hâlâ dünyada en önemli nedeni sigara ancak buna yeni faktörler de ekleniyor. Hava kirliliği önemli bir çevresel faktör. Özellikle ince partiküller, solunum yollarına girerek hücre hasarına ve enflamasyona yol açabilmekte. Bu durum, uzun vadede akciğer kanseri gelişme riskini artırmaktadır. DSÖ’ye göre, hava kirliliği her yıl dünya genelinde yaklaşık 7 milyon erken ölüme yol açmakta olup, bu ölümlerin önemli bir kısmı akciğer kanserinden kaynaklanmaktadır. İstanbul’da hava kirliliği 2023 yılında bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 3 artmış olup, bazı bölgelerde daha yüksek artışlar gözlemlenmiştir. Yenibosna’da hava kirliliği yüzde 69.54 oranında artmıştır. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlerde sanayi faaliyetleri, trafik yoğunluğu ve fosil yakıt kirliliğinin başlıca sebepleridir.”
KANSERDEN EN FAZLA ÖLÜM AKCİĞER KANSERİNDEN KAYNAKLI
- Akciğer kanseri, 2022’de yaklaşık 1.8 milyon ölümle kanserden kaynaklanan ölümler arasında en yüksek paya sahiptir.
- 2022’de dünya genelinde yaklaşık 2.48 milyon yeni akciğer kanseri vakası tespit edilmiştir.
Doçent Dr. Elvan Böke ODTÜ’den mezun olduktan sonra İngiltere’de Cancer Research UK Manchester Institute’da yüksek lisans yapan ve sonrasında da Harvard Tıp Fakültesi’nde doktorasını tamamlayan bir bilim kadını. Geçtiğimiz yıl, kadınlarda 40 yaş ve sonrasında ortaya çıkan doğurganlık sorunları üzerine yaptığı çalışmalarla Sabri Ülker Bilim Ödülü’nün de sahibi olan Doç. Dr. Böke bu yıl Avrupa’da ödüllendirildi. Böke, Avrupa Moleküler Biyoloji Örgütü’nün (EMBO) bu yılki büyük ödülünün sahibi oldu. Doç. Dr. Elvan Böke uzun yaşamın sırlarıyla ilgili çalışmaları Hürriyet’e şöyle anlattı: “Çalışmalarımızın temelinde şu sorunun cevabını arıyoruz: Doğumdan önce oluşan yumurtalar, 50 yıla varan uzun süreler boyunca kadın vücudunda nasıl hayatta kalabiliyor? Kadınlarda doğurganlık sorunlarının çoğu düşük yumurta kalitesinden kaynaklı. 40 yaşından sonra birdenbire yaşlanmasına neyin sebep olduğu ise bilinmiyor. Kadınlarda doğurganlık sorunlarının yüzde 25’inden fazlasının açıklanamadığını gösteriyor. Laboratuvarımızdaki çalışmalarla bu eksikliği kapatmaya çalışıyoruz.
RUHSAL-FİZİKSEL İYİLİK
Şu aralar bilim dünyasının bir diğer popüler gündemi var: Longevity. Uzun yaşamın yanı sıra ruhsal ve fiziksel anlamda da iyilik halini kapsayan bir kavram. Yaşlanmayı önlemek için tüm literatürü incelediğimizde kanıtlanmış üç faktör var: İyi beslenmek, iyi uyumak ve egzersiz yapmak. Bunları büyükannelerimiz/ babalarımız da bize söylerdi. Bu üçü dışında hiçbir faktörün yaşam süresinde anlamlı bir uzamaya yol açtığı kanıtlanmadı şu anki bilgimiz dahilinde. Bilimsel gelişmeler, uzun yaşamla ilgili yeni bakış açılarını da beraberinde getiriyor. Mesela, maksimum insan ömrü ya da sağlıklı yaşlanmayla ilgili pek çok olumlu gelişme var ama bunların büyük çoğunluğu hastalıkların erken teşhisi ya da tedavisi ile ilgili.”
Medical Park Bahçelievler Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. İsmail Erbaş, “Açık büfede uygun koşullarda saklanmayan gıdalardan bulaşabilen salmonella, campylobacter, escherichia coli ve listeria gibi bakteriler ve hepatit A, hepatit E, norovirüs ve rota virüsü gibi virüsler gıda zehirlenmelerine yol açabilir. Gıda zehirlenmeleri önemli bir halk sağlığı sorunudur. İşgücü kaybı, yaşam kalitesinde bozulma ve direnci zayıf olan kişilerde ölüm gibi ciddi sonuçlara neden olabilir. Karın ağrısı, mide bulantısı, kusma, ishal, tansiyon düşüklüğü, kırgınlık ve yorgunluk gibi belirtilerle kendini gösteren gıda zehirlenmesi, bazen yüksek ateş gibi ek belirtilerle de ortaya çıkabiliyor. Besin zehirlenmelerine neden olan kontamine gıda sorunları asla hafife alınmamalıdır” dedi.
Medipol Üniversitesi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Bengisu Ay "Gıda kaynaklı enfeksiyon etkenlerinin başında bakteriler daha sonra virüsler gelir. Campylobacter ve salmonella vakaların büyük çoğunluğunu oluşturan bakterilerdir. Bunları shiga toksin üreten escherichia coli, shigella , cyclospora , yersinia , vibrio ve listeria gibi bakteriler takip eder. Ayrıca bazı gıdalar çok daha fazla hastalık oluşturur. Özellikle çiğ veya az pişmiş kırmızı et ve kanatlı eti, çiğ veya az pişmiş yumurta, pastörize edilmemiş (çiğ) süt ile çiğ kabuklu deniz ürünleri en riskli gıdaları oluşturmaktadır. Meyve ve sebzeler de kontamine olabilmekte ve salgınlara neden olabilmektedir" ifadelerini kullandı.
GIDA GÜVENLİĞİ İÇİN ÖNERİLER
- Alışveriş yaparken ürün etiketlerini mutlaka okuyun.
- Gıda zehirlenmesi ilk 30 dakika ila 48 saat arasında kendini gösterir.
- Bazı toksinler öldürücü olabilir.
- Özellikle yaz aylarında artan sıcaklık, mikroorganizmaların üremesini kolaylaştırır.
- Listeria bakterisi, işlenmiş et, pastörize olmayan peynir ve donmuş füme deniz ürünlerinde görülebilir.
Deniz sezonu artık tam olarak açıldı. Birazcık güneş, hemen herkeste lekeler oluşturmaya başlıyor. Birçok kişi güneş kremi kullanmasına, güneşten korunmasına rağmen zararlı etkilerden cildini koruyamıyor. Sebebi ise hem ozon tabakasının incelmesi yüzünden UV ışınlarının daha yoğun hissedilmesi hem de küresel ısınma nedeni ile güneşli günlerin artması.
SADECE PLAJDA DEĞİL ŞEHİRDE DE SÜRÜLMELİ
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Burhan Engin, çocukluk döneminde geçirilen güneş yanıklarının ileriki yaşlarda cilt kanseri için önemli bir risk faktörü olduğunu söyledi ve sözlerine şöyle devam etti: “Çocuklarda güneş yanığına daha fazla dikkat edilmesi gerekiyor. Çocuklar için olan güneş koruyucular kullanılmalı. İnsanlar sadece tatilde güneş kremi kullanmaları gerektiğini düşünüyor ancak şehirde de 10.00 ila 16.00 arasında kullanılmalı. Güneşe çıkmadan 20 dakika önce sürülmeli. Ayrıca en az 50 faktörlü güneş kremlerini öneriyoruz.”
‘OZON TABAKASI İNCELDİ GÜNEŞİN ETKİSİ ARTTI’
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Zekayi Kutlubay ise “Son yıllarda ozon tabakasının iyice inceldiğini, güneş etkilerinin daha çok arttığını söylüyoruz. Küresel ısınma nedeniyle de daha çok ultraviyole ışınlara maruz kalıyoruz. Bu nedenle hem güneş lekeleri artıyor hem de ben tarzı oluşumlar oluyor. Güneş kremini 2 saatte bir yenilemek önemli” diye konuştu.
Dermatoloji Uzmanı Dr. Burcu Yamangöktürk Solak da güneş sonrası benlerde değişim olup olmadığının takip edilmesi gerektiğine dikkat çekerek “Var olan benlerde kısa süre içindeki hızlı değişimler, büyüme, renk değişimleri, şekil değişimleri, üzerinde düzensizlikler, şişlikler, şiddetli kaşıntı, kanama gibi bulgular benlerde olumsuz bir değişimin habercisi olabilir” dedi.
NASIL KORUNULUR
Yakın gelecekte insanlığı bekleyen en önemli tehlikelerden biri dirençli bakteriler. Antibiyotiklere dirençli bakterilerin en sık görüldüğü yerler ise hastaneler. Yoğun antibiyotik tedavilerine rağmen bazen dirençli bakterilerde tedavi işe yaramıyor. Ancak bu antibiyotiklerin bir diğer önemli etkisi daha var. O da bağırsaklarda bulunan faydalı bakterilere verdiği zarar. Faydalı bakteriler sindirim sistemi başta olmak üzere birçok yerde önemli görevler üstleniyor.
BAĞIRSAK FLORASINA ZARARSIZ
Faydalı bakteriler azaldığında kişinin bağışıklık sisteminde de düşüş meydana geliyor. Önemli bir bilim dergisi olan Nature’de yayınlanan çalışma bu nedenle umut veriyor. Çalışmayla bağırsaktaki faydalı bakterilere zarar vermeyen ve en zor bakterilere karşı etki eden bir antibiyotik bulundu.
Prof. Dr. Vedat Turhan
HEDEFE YÖNELİYOR
Medicana International İstanbul Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Vedat Turhan, “Bu makalede lolamisin adı verilen bir antibiyotik molekülünden bahsediliyor. Bu antibiyotiğin bağırsaklarda yer alan ve hastalık yapıcı olmayan bakterileri etkilemediği ve bakteri tedavisinin olası yan etkilerinden hastaları koruduğu iddia ediliyor. Çalışmaya göre bu antibiyotik bağırsak florası bakterilerini etkilemiyor ve doğrudan gram negatif bakterileri hedef alıyor. Artık günümüzde yeni bir antibiyotik molekül geliştirme olasılığı oldukça azaldı. Bu nedenle bilimsel bir başarı olarak görülüyor” dedi.
Dünya genelinde yaklaşık her 6 ölümden biri, Türkiye’de ise her 5 ölümden biri kanser nedeniyle gerçekleşiyor. Kadınlarda en sık görülen meme kanserinin bir türü olan ‘üçlü negatif meme kanseri’ ise genç kadınları hedef alıyor. Üçlü negatif meme kanserinin, meme kanseri vakalarının yüzde 15’ini oluşturuyor. Bu konuda Kanser Savaşçıları Derneği ile birlikte gerçekleştirilen araştırmanın sonuçları açıklandı.
Meme kanserinin bir alt türü olan üçlü negatif meme kanseri, diğer meme kanserlerinden daha farklı bir tür. Üçlü negatif meme kanseri genç kadınlarda da görülen bir meme kanseri türü. Diğer meme kanserleri genellikle 60 yaş üstünde görülürken, üçlü negatif meme kanseri 50 yaş altında görülür. Türkiye için ortalama görülme yaşı 44 ila 50 arasında. Bu nedenle teşhiste bazen geç kalınabiliyor.
‘TOPLUM BİLİNÇLİ DEĞİL’
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Gürkan Sert, şunları söyledi: “Araştırma sürecinde üçlü negatif meme kanserinin teşhisi için toplumda yeterince bilinçlenmenin olmadığı, hastaların tanı alma ve tedavi konularında önemli bilgi eksikliklerinin bulunduğu, tedavi sürecinde yaşanacakları öngöremediği, tanı ve tedavi süreçlerinin hastanın ve ailesinin yaşamında zorluklara neden olduğu gibi bulgular elde ettik. Hastalar tesadüfen ellerine kitle gelmesi nedeniyle tanı almak için başvururken, genç yaş ve ailede kanser öyküsü olmaması tanı alma süresinin uzamasına neden oluyor. Hastaların tanı alma sürelerinin uzaması ise tedavi süreçlerini güçleştiriyor.”
YAŞADIKLARINI ANLATTILAR
Prof. Dr. Gürkan Sert araştırma sürecinde yer alan hastaların anlattıklarını da aktardı:
- “26 yaşındayım hocam, bilmiyorum nereye gideceğimi mesela genel cerraha gidilmesi gerektiğini bilmiyorum... Ailede olmayınca! Annemde var, ablamda var diyenler sürece biraz hâkim olabiliyor... Ama ben hiçbir şey bilmiyordum.”
Akademide dünyanın çeşitli yerlerinden başarılı genç beyin cerrahisi asistanlarına da burs verilerek eğitim almaları sağlanacak. Akademinin ilk toplantısında konuşan Prof. Dr. Uğur Türe, 36 ülkeden 218 konuşmacının geldiğini söyledi.
Prof. Dr. Gazi Yaşargil de “24 saat yetmez daha çok çalışacaksınız ve 1-2 yıl değil, bütün ömrünüzü vakfedeceksiniz. İyi bir mikronöroşirürjiyen bu şekilde olabilirsiniz. İnsan beyni ile hayvan beyni farklıdır, insan beyninin anatomisini öğrenmek gerekir” dedi. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Yaşargil Mikronöroşirürji Akademisi Başkanı Prof. Dr. Ossama Al-Mefty şunları söyledi: “Dünyanın en iyi beyin cerrahları Türkiye’de ve bu bir tesadüf değil. Beyin cerrahisinde karanlık dönemden bugüne geçiş dünyanın en iyi beyin cerrahı Prof. Dr. Yaşargil önderliğinde oldu. Yaşargil sadece bizim değil tüm dünyadaki beyin cerrahlarının hocasıdır.”
ABD’de bulunan Rush Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin yaptığı araştırmada, geç saatte yemek yiyen ve kolonoskopi yapılan hastalarda kanser gelişme riskinin daha fazla olabileceği ortaya koyuldu. Uzmanlara göre gece geç saatte yemek yendiğinde beyin gece olduğunu düşünüyor, bağırsaklar ise gündüz olduğu algısına kapılıyor ve buna göre çalışıyor. Bu durum da kişinin sirkadiyen ritmini bozuyor. Medipol Üniversitesi Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Vedat Göral, araştırma sonuçlarıyla ilgili şunları söyledi: “Araştırmada geç yemek yiyenlerin bağırsaklarında adenom bulunmuş. Adenom kanser değildir ancak yüzde 5 ila yüzde 10’u zamanla kansere dönüşür. Fakat bunlar kolonoskopi ile fark edilir ve alınırsa kansere dönüşmez. Akşam az yenmeli ve yatmadan 3-4 saat önce yeme işlemi sonlandırılmalıdır.”
Halk arasında kısaca MS olarak bilinen Multiple Skleroz hastalığı merkezi sinir sistemini yani beyni ve omuriliği etkileyen bir nörolojik rahatsızlık. 29 Mayıs Dünya MS Günü’nde uzmanlar, MS hastalarını dikkat etmeleri gerekenler konusunda uyardı.
SİGARADAN UZAK DUR
Prof. Dr. Hüsnü Efendi: Özelikle sigaranın hastalığın ortaya çıkışında, hastalık seyrinde ve tedavi yanıtında olumsuz etkisini gösteren kanıtlar giderek artmaktadır. D vitamini eksikliği de benzer özellikler nedeniyle önemlidir. En önemli uyarım hastaların yalan yanlış bilgilerle kendi kafalarını karıştırmamaları.
UMUT TACİRLERİNE DİKKAT
Prof. Dr. Ayşe Altıntaş: Bitkisel tedaviler gibi tuzaklara düşen, içeriğini bilmediği bazı bitkisel ürünleri kullanan pek çok hasta mevcut. Maalesef kullandığı ürünler nedeniyle istenmeyen yan etkilerin geliştiği hastalarımız var.
TEDAVİYİ KABUL ET
Doç. Dr. Osman Özgür Yalın: MS hastalığında en büyük tehlike kişinin tanı alamaması ve tedavisiz kalmasıdır. İkincisi, tedavinin uygun şekilde yapılmaması ve tedaviyi kabul etmemek.
YOGAYLA İLİŞKİSİ
Türk Uyku Tıbbı Derneği Üyesi Prof. Dr. Hikmet Yılmaz: “Çalışmalar bize kadınların erkeklere göre her gece için ortalama 11 dakika daha fazla uyumaya ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Kadınlarda âdet dönemleri, hamilelik ve menopoz dönemlerinde değişen hormonlar, huzursuz bacak sendromunun daha fazla görülmesi uyku ihtiyacında artışa neden oluyor. Genellikle kadınlar uykuya biraz daha geç dalıyor. Bir erkek ve kadın aynı anda yatağa girse bile erkek daha hızlı uykuya dalıyor. Yüzeysel uyku erkeklerde daha fazla, kadınlarda daha az. Derin uyku ise kadınlarda daha fazla. Bizim gibi kadınların sorumluluğunun, yükünün daha fazla olduğu coğrafyalarda kadınların uykuya ihtiyacı daha fazla. Bir ev dağınıkken erkekler uykuya dalabiliyor ancak kadınlar dalamıyor.”
30 DAKİKA FAZLA
Medicana Çamlıca Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Uzm. Dr. Selda Özşahin: “Uluslararası Uyku Bilimleri ve Teknolojileri Birliği tarafından yapılan son çalışmalarda kadınların genetik olarak yaklaşık yarım saat daha fazla uykuya ihtiyacı olduğu görülmektedir. Bazı görüşler bunu hormonlar, metabolizma hızı gibi farklılıklara dayandırmaktadır. Yapılan araştırmalar kadınların günlük rutin içerisindeki aktif rollerinin, zamanı daha verimli kullanma çabalarının fiziksel ve mental yorgunluk
düzeylerini artırdığı ve bu
durumun daha fazla uyku ihtiyacına sebep olduğu sonucunu ortaya koymaktadır. Özellikle kaygı ve depresyon, kadınların kaliteli uyku alışkanlıklarını azaltmakta, uyku ihtiyacı
süresini uzatmakta.”
İŞTE NEDENLERİ
- Kadınlarda insomnia yani uykusuzluk yüzde 40 daha fazla görülüyor.
Kütahya’da yaşayan Halise Kaygısız’ın en büyük hayali anne olabilmekti. Eşi Yavuz Kaygısız ile yıllarca çocuk sahibi olmayı denediler. Ancak doğal yollarla olmayınca çift birkaç doktora gitti. Her seferinde aynı yanıtı aldılar: “Her şey normal görünüyor. Çocuk sahibi olabilirsiniz.” Halise Kaygısız, 31 yaşına geldiğinde ise kötü bir sürprizle karşılaştı. Menopoza girmişti ve tedaviyle dahi çocuk sahibi olamayacağını öğrendi. Dünyaları başına yıkılmıştı Kaygısız çiftinin. Sonra doktor arayışına girdiler bir umutla. Bursa’da bir doktora ulaştılar. Yapılan kontrollerde son bir yumurtası kaldığı öğrenildi.
‘HAYAL’ GERÇEK OLDU
Bu onların tek şansıydı, tutmazsa tek umutları da ellerinden kaçacaktı. Son kalan altın yumurta ile embriyo elde edildi. Kaygısız hamile kaldı. Hayallerine kavuştular ve ona “Hayal Mira” adını verdiler. yaparızHalise Kaygısız yaşadıklarını şöyle anlattı: “31 yaşımda menopoza girdiğimi duyduğumda sadece donup kaldım, aklım almadı. Yıllarca bize hiçbir problem yok denildi. Bu sebeple çok zaman kaybettik. Böyle bir sonuçla karşılacağımı hiç düşünmüyordum. Alışmak hiç kolay olmadı. Benim yüzümden çocuğumuz olmayacak diye hep kendimi suçladım ama eşim en büyük destekçim oldu. Elimi hiç bırakmadı, düştüğümde hep o ayağa kaldırdı. Son kalan yumurtamla tüp bebek tedavisi tek ve son şansımdı. Tedavinin olumsuz sonuçlanma ihtimaline kendimizi alıştırdık ama doktorumuzun verdiği moral ve motivasyonla inancımız arttı, tedavi pozitif sonuçlandı.
Hayal Mira, Kaygısız Ailesi’nin evlat hasretine son verdi.
İMKÂNSIZI BAŞARDIK
Hamile olduğumu duyunca saatlerce ağladım, ‘Anne olmanız imkânsız’ cümlesi zihnimde yankılandı. Gebelik sürecimde çok tedirgin oldum. Bebeğime bir şey olursa, onu kaybedersem diye çok endişelendim. Çünkü başka şansımız yoktu. Kucağıma aldığımdaki duygularım ise tarifsiz. Bu süreçte olan çiftlere de asla vazgeçmemelerini öneririm. Mucize bir gün mutlaka kapılarını çalacaktır. Biz imkânsızı başardık. Umarım dileyen herkes bu duyguyu tadar.”
İLK ANNELER GÜNÜ
Dünyada 600, ülkemizde ise 12 milyon diyabetli bulunuyor. Yahya Tan da bu milyonlarca diyabet hastasından biri. Ancak Tan diyabetten önce, kalp hastalığıyla mücadele ediyordu. 2017 yılında yapay kalp cihazı takılmıştı. Kalp pili takılması için 2021 yılında hastaneye gittiğinde ise tip 2 diyabet olduğunu öğrendi. İnsülin kullanması gerekiyordu. Böylece hayatını kolaylaştıracak yapay kalbinin yanında yapay pankreas cihazı da kullanmaya başladı. Koluna takılan bir başka cihaz sürekli kan şekerini ölçerken, yapay pankreas cihazı ise gerektiğinde insülin pompalıyor. “Tıp teknolojileri hayatımı kolaylaştırdı” diyen Yahya Tan, biyonik yaşamını şu sözlerle özetledi: “Kalp yetmezliği nedeniyle 2017 yılında yapay kalp cihazı takıldı. Yapay pankreas ise 2021 yılında takıldı. Kalp pili için hastaneye yatmıştım ancak değerlerim çok yüksek çıkınca tip 2 diyabet hastası olduğum söylendi. Hem kalp pili hem yapay pankreas cihazı takıldı bunun üzerine. Ancak çok memnunum. Günlük rutin işlerimi yapabiliyorum. Hiçbir dezavantajı yok. Tıp teknolojileri hayatımı kolaylaştırdı.”
3 KADEMELİ KONTROL
Acıbadem Uluslararası Diyabet Yüksek Teknoloji Merkezi Koordinatörü Prof. Dr. M. Temel Yılmaz da bu özel hastasına yapılan uygulamalar hakkında şu bilgileri verdi: “Kapalı şeker ölçümü yapan sistemler yaklaşık 5 yıldır kullanılıyor. Riski, teknolojinin aksaması ile ilgili olabilir. En fazla kişiye insülin vermez ve sistemi durdurur ama genel olarak çok ciddi alarm sistemleri var. İnsan hayatı söz konusu olduğu için 3 kademeli kontrol sistemleri var. Yüksek teknoloji bu riski minimalize etmiş.”
Sürekli şeker ölçüm cihazı, Tan’ın kolunda takılı./Prof. Yılmaz’ın 2 hastası Şükran Usta ve Burcu Kırmızıgül’e de hamilelik sürecinde yapay pankreas takılmış. 2 genç kadın da bebeklerini sağlıklı bir şekilde kucaklarına almış.
UZAKTAN KUMANDA
Peki sürekli şeker ölçüm cihazı ne ve nasıl çalışıyor? Prof. Dr. Yılmaz şöyle anlatıyor: “Geleneksel glikoz ölçüm aletlerinin zorluklarını ortadan kaldıran ve her iki-üç dakikada bir kan şekerini ölçebilen sistemlerle, hasta, izni olduğu takdirde diyabet ekibi tarafından 24 saat takip altında tutuluyor. Bu cihazlar ani kan şekeri düşüklüğünde (hipoglisemi) veya ani kan şekeri yüksekliğinde size ya da sağlık ekibine ve sizi izleyen yakınlarınıza alarmla uyarı gönderebiliyor. Sağlıklı insan pankreasının insülin salgı dinamiğine en yakın olan sistem de sürekli insülin infüzyon pompa sistemleri. İnsülin pompaları, kablolu ve yeni kuşak cilde yapışan ‘patch’ olmak üzere 2 gruba ayrılıyor. Bu sistemlerle, en az 3 gün enjeksiyon yapmadan bazal ve bolus insülini uzaktan kumandayla vermek mümkün.”
SESSİZ PANDEMİ DİYABET
Selahattin Tustaş, 27 yıl kesintisiz günde 2 paket sigara içti. Babası da akciğer kanserinden vefat eden Selahattin Tustaş (59), ailesinin uyarılarına da aldırış etmedi. Basit bir grip olduğunu zannederek doktora giden Tustaş’ın sağ akciğerinin tamamında tümör tespit edildi. Tustaş’ın sağ akciğeri zor bir ameliyatla tamamen alındı. Tustaş, yaşadıklarını şöyle anlattı:
ÇOCUKLARIMI DÜŞÜNDÜM
“Bir türlü geçmeyen bir öksürük ve soğuk algınlığı gibi şikâyetlerim vardı. Akciğer kanseri çıktı. Böyle bir sonuç çıkacağını az çok tahmin ediyordum. Babamda da aynı süreci yaşamıştım. İlk önce çocuklarım aklıma geldi. Onlar o dönem çok küçüktü. Erdal Hocamın önerisiyle ameliyattan başka şansım da yoktu. 14 yıldır Allah’a şükür en ufak bir sağlık sorunum olmadı. Tek akciğerle yaşamak eski hayatımdan farklı değil. Sadece daha çabuk yoruluyorum ve yokuş çıkarken nefes sıkıntısı yaşayabiliyorum. Tüm bunları sigara yüzünden yaşadım. Herkese sesleniyorum; sigarayı bırakın.”
SAĞLIKLI YAŞIYOR
- Göğüs Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Erdal Okur da hastasıyla ilgili şu bilgleri verdi: “Ameliyatla temizlemezsek kanserin metastazı kaçınılmazdı. Ancak akciğerin birinin tamamının alınması riskli ve zorlayıcı bir operasyondu. Ameliyattan önce solunum testi ve başka birtakım testler yapıldı. Bu testler ile ameliyat sonrası tek akciğerle yaşamını sürdürebileceğinden emin olduk. Sonra da ameliyatını gerçekleştirdik. Ameliyatla sağ akciğerin tamamını ve lenf bezlerini temizledik. Hastamızın ameliyatının üzerinden 14 yıl geçti. 14 yıldır sağlıklı bir şekilde yaşamını sürdürebiliyor.”
Demansın en yaygın görülen türlerinden biri olan Alzheimer için bilim dünyası uzun yıllardır çalışıyor. Ancak ne hastalığın seyrini değiştirecek ne de tedavi edecek bir ilaç bulunabildi. Biliminsanları bugüne kadar hastalığın, beyinde amiloid plak birikimi nedeniyle olduğunu düşünüyor ve plakları azaltmanın yolunu arıyordu. Columbia Üniversitesi’nde yapılan çalışmada, milyonlarca potansiyel hastayı korumanın yolları bulundu. Çalışmaya göre Alzheimer’dan yüzde 71 gibi önemli bir oranda koruyan bir gen keşfedildi.
MİLYONLARA UMUT OLACAK
Araştırmayı yapan ekipte görevli Prof. Dr. Çağhan Kızıl, keşifle ilgili şunları söyledi: “Araştırma, fibronektin genindeki özel bir mutasyonun Alzheimer riskini önemli ölçüde azaltabileceğini gösterdi. Fibronektin, kan-beyin bariyerinin çevresindeki koruyucu katmanın bir parçasıdır. Normalde Alzheimer hastalarında, bu bariyerde aşırı fibronektin birikir ve hastalığın ilerlemesine katkıda bulunur. Ancak keşfettiğimiz genetik varyasyon, bu aşırı birikimi engelliyor ve böylece beyin hücrelerini koruyor. Bu korumanın temelinde de Alzheimer durumunda beyinde biriken zararlı maddelerin beyinden uzaklaştırılması yatıyor. Fibronektin çok olduğunda temizlenme etkili yapılamıyor. Fakat koruyucu varyasyon ile bu temizlenme gerçekleşiyor ve beyin Alzheimer’dan korunmuş oluyor.
Prof. Dr. Çağhan Kızıl
BİR SONRAKİ ADIM İLAÇ GELİŞTİRME
Araştırmamızda, farklı etnik gruplardan on binlerce insan üzerinde yapılan klinik çalışmalar ve bu kişilerin genom dizilerini ele aldık. Bu bulgular, Alzheimer’ın önlenmesi ve tedavisinde yeni hedefler sunuyor ve hastalığın temelinde yatan mekanizmalar hakkında daha derin bir anlayış sağlıyor. Önümüzdeki adım, koruyucu etkiyi güçlendirecek ya da koruyucu genetik değişimleri olmayan insanlarda ortaya çıkarabilecek ilaçların geliştirilmesi. Bu yeni bulguların, hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak veya önlemek için yeni tedavi yöntemlerinin geliştirilmesine olanak tanıyacağını umuyoruz. Bu, Alzheimer’a yönelik tedavilerde önemli bir ilerleme anlamına gelebilir ve hastalığın tedavisinde yeni bir dönemi başlatabilir. Bu yeni yaklaşım, hastalığa karşı mücadelede önemli bir adım olabilir ve milyonlarca insanın yaşam kalitesini iyileştirebilir.”
Türkiye sağlık turizmi konusunda Sağlık Bakanlığı’nın da girişimleriyle son yıllarda çok ciddi bir atağa kalktı. Pandemi döneminde dahi Türkiye’ye birçok ülkeden hasta, sağlık turizmi amacıyla seyahat etti. Sağlık turizmi yapan Türk kuruluşları da yurtdışındaki otellerde tanıtım toplantıları düzenledi. Bu toplantılar kapsamında bir otelde hastalarla görüşen Dr. Serkan Süleyman Aslan’a İngiliz The Sun gazetesi muhabiri de kalça kaldırma operasyonu olmak istediğini söyleyerek hasta gibi görüşmeye gitti. Dr. Aslan’ı gizli kamera ile görüntüleyen muhabir, doktorun kalçasına izin almadan dokunduğunu söyleyerek eleştirdi. Türkiye Sağlık Turizmi Geliştirme İcra Kurulu Başkanı Dr. Köksal Holoğlu, bu tarz haberlerin Türkiye’nin sağlık turizminde atağa kalkmasından sonra bilinçli olarak yapıldığını söyledi.
‘OLUMSUZ ETKİLEDİ’
Türkiye’de 4 bin 226 sağlık turizmi yetki belgesi verilmiş sağlık tesisi olduğunun bilgisini veren Dr. Köksal Holoğlu şunları söyledi: “Türkiye sağlık turizminde dünyada önemli bir atağa kalktı. Bunun üzerine İngiltere başta olmak üzere Türk doktorlarını karalayan haberler yapmaya başladılar. Türk doktorları şu anda dünyada bir marka. Çünkü bizim doktorlarımız iyi yetişmiş, bilgili, tecrübeli ve kaliteli. Ancak haberlere baktığınızda ‘Türkiye’ye gittim, kötü oldum’ gibi basit, detayı olmayan ifadeler var. Halbuki ABD’nin sağlık istatistiki verilerine göre her 100 bin operasyonda 678 komplikasyon kabul edilebilir ve olağan görülüyor. Yani burada ‘Türkiye’ye gittim, kötü oldum’ diyenler bir doktor hatası nedeniyle mi kötü olmuş, olağan komplikasyon mu gelişmiş belli değil. Tabii ki merdiven altı yerlerin de önlenmesi gerekiyor. Ancak bu haberler gerçeği yansıtmıyor. 2023’te Türkiye sağlık turizminde büyüme beklerken yüzde 30 küçülme yaşadık. Nedeni tamamen karalama haberleridir.”
İstanbul’da yaşayan ve uzun yıllardır bir markette çalışan Zehra Apaydın, yıllarca her regl döneminde karın ağrıları çekmiş. Ağrıların şiddetiyle bayılmasının ardından endometriozis teşhisi koyulan 38 yaşındaki Apaydın, Endometriozis Farkındalık Ayı’nda gerçekleştirilen toplantıda hikâyesini şöyle anlattı:
“Evlenmeden önce de sonra da regl ağrılarım vardı ama hep normalleştirdim. Sonra bir gün ağrıdan bayılınca hastaneye kaldırıldım. Acildeki doktorum kadın hastalıkları uzmanına gitmem gerektiğini çünkü karnımda kitle olduğunu söyledi. Üstelik 10 - 11 santim endometriozis kitlesi varmış ve ben bununla yaşamışım. Sosyal hayatım sıfırdı. Hiçbir davete gidemiyordum. Zira sık sık tuvalete çıkmam gerekiyordu. Sancı en az bir saat sürüyordu. Ağrıdan iki büklüm olduğumda beni anlayışla karşılıyorlardı. Sonra Taner Hoca’ya rastladım, Adanalıyım ben. Tek başıma İstanbul’a geldim. Hemen ameliyat kararı verdiler. Hastalık bağırsağa ve mesaneye yapışmış. 6 endometriozis odağı çıkardılar. Meğer çektiğim ağrılar, bu odakların mesaneye, bağırsağa baskı yapması nedeniyle oluyormuş. Bu odaklar nedeniyle organlarım adeta yer değiştirmiş.”
11 YIL AĞRI ÇEKTİ
2 çocuk annesi Canay Serim Sarıcıoğlu da “Şiddetli ağrı ile yaşıyordum. Tam 11 yıl sürdü endometriozis tanısı almam. Çevremdekiler bu ağrıları psikolojikmiş gibi algılıyordu. Çok zayıf olmama rağmen ayva göbeği dedikleri karın şişliğim, göbeğim hep vardı. Bunun endometriozisten olduğunu öğrenmem çok uzun zaman aldı. Üç kez ameliyat olmak zorunda kaldım. İşimi bıraktım. Yoga ve yüz yogası eğitmeni oldum. İkinci üniversiteye başladım. Ağrılı zamanlarda, bir gün bin yıl gibi gelirdi. Şimdi ağrılarımdan kurtuldum” diye konuştu.
TEŞHİS SÜRESİ 6 İLE 10 YIL
-Endometriozis dünyada her 8 kadından 1’inde görülüyor. Alt karın bölgesindeki tüm organları etkiliyor. Bazen ultrasonda da görünmediği için tam olarak teşhis edilemiyor. Hamidiye Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Cengiz Andan hastalıkla ilgili şu bilgileri verdi: “Sinsi ve kronik bir hastalık. Öldürmüyor ancak süründürüyor. Kadınlarda şiddetli âdet sancıları, cinsel ilişkinin ağrılı olması, tuvalete çıkarken ağrılara ve kısırlığa neden oluyor. Endometriozis yüzde 30 ila 40 arasında bir oranda kısırlığa neden oluyor. Zannedildiğinden daha yaygın bir hastalık. Ortalama teşhis koyulması için geçen süre 6 ile 10 yıl arasında bir süre. Endometriozis olan kadınlar her ayın 10 günü sosyalleşemez, çalışamaz, işini yapamaz. Erken yaşta teşhis edilirse önlem alırız. Şiddetli adet sancıları masum değil.”
ŞIMARIK BİR NESİL GELİYOR
· Psikiyatr Prof. Dr. Arif Verimli: “Bu tip ebeveynler çocuklarına yokluğu öğretmeyen, yokluk karşısında da dayanma gücü vermeyen in-sanlar. Dolayısıyla sosyal yaşantıları içinde çocuklarının yeterince bilimsel anlamda üzerine düşmemiş, fikir geliştirmemiş insanların sonucu da bu. Emeksiz kazanç peşinde koşan, emek harcamadan sosyal medyadan para kazanmaya çalışan, zaman zaman suç davranışı olan, yasak bilmeyen, hedonik yani zevk veren davranışları benimsemiş şımarık bir nesil yetişiyor. Aşırı korunma nedeniyle çocuklar istediği her şeyi istediği an elde edebiliyor. Paraysa para, eğlenceyse eğlence, arabaysa araba, tatilse tatil gibi. Dolayısıyla çocuklar yaşamda karşılarına çıkan yokluklara hazırlanmı-yor. İnsanın ruh sağlığı, karşısına çıkan zorluklar karşısında takındığı tutum ile ölçülür. Anne-babalar ortak bir yol çizerek, çocuklarını arzu ettikle-rine ulaşamadıklarında yaşadıkları hayal kırıklığına katlanacak kişiliği vermeliler. Dolayısıyla burada halk dilinde söylersek ‘şımartılmış, kural tanımayan, annem-babam yardım eder’ gibi düşünen bir riskli grup oluşuyor. Bunlara ABD’de ‘risk taker’ yani risk alan diyorlar. 16 yaşında bir çocuk ehliyetsiz araba kullanmanın suç olduğunu bilmiyor mu? Biliyor ama demek ki aldırış etmiyor.”
SÜREKLİ ‘SEN ÇOK ZEKİSİN ÇOK GÜZELSİN’ DİYORLAR
· Psikiyatrist Dr. Emine Kılınç: “Son zamanlarda yaşanan olaylar ile ebeveynlik modelleri tartışılmaya başladı. 4 tip ebeveynlik modeli var; demokratik, otoriter, ilgisiz ve hoşgörülü ebeveynlik. Hoşgörülü ebeveyn tipinde anne-babanın çocuklara sınır ve sorumluluk anlayışı vermediği, tam tersi çocuklara aşırı ilgi ve sevgi verdikleri görülüyor. Çocuklara sürekli, ‘Sen çok başarılısın, çok zekisin, çok güzelsin, çok yeteneklisin, çok özelsin, diğer insanlardan üstünsün’ mesajı veriliyor. Bu çocuklardan bir sorumluluk beklenmiyor. Aile sürekli veriyor ve çocuk sürekli alıyor, çocuk hiçbir şey için çaba göstermeye ihtiyaç duymuyor. Bu çocuklar büyüyünce fazlaca dürtüsel, her istediğini hemen almak isteyen kişilere dönüşebiliyor ve dominant tavırlara sahip olabiliyor; hoşgörüsüz ve empati yeteneği olmayan kişilere dönüşebiliyor. Bu aslında halk arasında aşırı şımartılma denilen tutum sonucu ortaya çıkan bir insan modeli. Yetişkinlikte de her şeyi yapabileceğini düşünen, özel olduğunu, her şeye hakkı olduğunu düşünen insanlar oluyorlar. Buna haklılık şeması diyoruz. Bu haklılık algısına sahip kişiler, kendilerini ayrıcalıklı görüyor ve küçüklükten üstünlük hissi oluyor. Bu kişilerin de tabii ilişkilerinde benmerkezci olmaları muhtemel. Bu kişiler yaptıklarının sorumluluklarını almada ve yüzleşmekte yetersiz kalıyorlar. Hoşgörülü değil de demokratik ebeveyn tipi daha sağlıklı. Çocuklara sorumluluk vermek, kurallar koymak, kuralı algılaması önemli.”
VİCDAN VE EMPATİDEN YOKSUNLUK
· Klinik Psikolog Irmak Kerimoğlu: “Konuyu sadece yeni nesil annelik üzerinden açıklamanın yersiz ve yetersiz olduğunu düşünüyorum. Yeni nesil bir ebeveynlik tutumu var gerçekten. Helikopter ebeveynlik dediğimiz, çocuğun sorumluluklarını üzerine alan, kendi kararlarını vermesine daha az izin veren ama bir yandan da her şeyi yapabileceğine inandıran, davranışlarının sonuçlarını görmelerine müsaade etmeyen bir ebeveynlik tutumu. Ama bu olay sadece bununla açıklanamaz. Biraz daha insanlık boyutundan, vicdani ve empati becerisi üzerinden değerlendirmek gerekiyor. Bu insanların geçmişlerine, varsa patolojilerine bakmak daha sağlıklı olur. Sadece bir anne-babalık tutumuna bağlamak tüm diğer anne babalara haksızlık olacak. Burada çok daha fazlası var çünkü. Çocuğunu bu yanlış tutumla sorumluluk aldırmadan büyüten bir anne-baba bile olsa yaşananlar karşısında vereceği tepkiler bu olmayabilirdi. Bu herkesin vereceği bir tepki türü değil. Bu tartışmanın zeminin anne-babalık zemininden alınıp insanlık üzerinden yapılması gerekiyor.”
COVID-19 aşılarıyla ilgili en çok tartışılan konulardan biri de kalp krizine ve beyne pıhtı atıp felce neden olmasıyla ilgili iddiaydı. Yeni yapılan ve 21 milyon insanın sağlık verileri taranarak yapılan çalışma bu tartışmaya son noktayı koydu. 10 milyon 700 bin aşılanan ve 10 milyon 39 bin aşılanmayan insan üzerinde gerçekleştirilen araştırma, aşıların kalp krizine neden olmasının aksine, virüsü geçiren kişilerde oluşan emboli (pıhtı) riskini azalttığını gösterdi. İngiltere, İspanya ve Estonya’dan 21 milyon insanın sağlık verilerinin 365 gün boyunca izlenerek gerçekleştirilen araştırma Heart Journal’da yayımlandı.
COVID AŞISI OLANLARDA DAHA AZ GÖRÜLDÜ
-Türk Kardiyoloji Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ertuğrul Okuyan: “Bu çalışmaya dahil edilen ve aşılanan hastalar Astra Zeneca, Pfizer/Biontech ve Moderna’ya ait mRNA aşıları ile Janssen’e ait viral vektör aşısı olan kişiler. Aşı olan grupta toplardamarlarda, venöz sistemde ve atardamarlarda oluşan pıhtılaşma, kalp krizi ve inme gibi problemlerin, aşı yapılmayan gruba göre çok daha az olduğu görülmüş. Bu da bizim bugüne kadar savunduğumuz aşının koruyuculuğunu kanıtlıyor.”
AŞI OLUP CİDDİ PROBLEM YAŞAYAN GÖRMEDİM
-Prof. Dr. Bingür Sönmez: “Koronavirüs aşısı olup ciddi problem yaşayan hasta görmedim. Hastanemizde 1250 personel var ve hepsine 2 Sinovac, 3 Biontech olmak üzere 5 aşı yapıldı. Bundan daha büyük bir laboratuvar olabilir mi? Aşı karşıtları o kadar çok uydurma şeyler çıkarıyor ki. Ben size sigaranın sağlığa faydalı olduğuna dair makale de bulabilirim ama bu demek değildir ki sigara faydalıdır.”
14 Mart Dünya Böbrek Günü nedeniyle düzenlenen basın toplantısında konuşan Türk Nefroloji Derneği Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr. Mustafa Arıcı, özetle şunları söyledi: “Dünya genelinde yaklaşık 850 milyon kronik böbrek hastası var. Bu sayı, dünya genelindeki diyabet hastası sayısının 2 katı, kanser hastası sayısının ise 8 katı. Dünyada her 10 kişiden 1’inde böbrek hastalığı mevcut. Diğer birçok hastalıkla karşılaştırıldığında 2000 yılından 2019 yılına küresel olarak en hızlı büyüyen üçüncü ölüm nedeni böbrek hastalığıdır. Bu hızın devam etmesi durumunda, 2040 yılına gelindiğinde kronik böbrek hastalığının dünya çapında yaşam kaybı nedenleri arasında beşinci sıraya yükseleceği tahmin edilmektedir.”
YILDA 3 BİN 500 NAKİL
Türk Nefroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Alaattin Yıldız ise “Ülkemizde yılda yaklaşık 3 bin 500’ün üzerinde böbrek nakli gerçekleştirilmektedir. Böbrek nakli ülkemizde yüksek uluslararası standartta, çok başarılı olduğundan nakillerin yaklaşık yüzde 10’u yurtdışından gelen hastalara canlı vericiden nakil şeklinde, sağlık turizmi kapsamında yapılmaktadır.” Türk Nefroloji Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Nurhan Seyahi de erken tanı çağrısında bulundu.
‘SENEDE BİR GÜN’ ÇAĞRISI
- Dünyada böbrek sağlığına dikkat çekmek üzere her yıl farklı bir tema ile ele alınan ve çeşitli etkinliklerle tüm ülkelerde gündeme getirilen Dünya Böbrek Günü 2024 yılı Türkiye teması, “Senede Bir Gün” oldu.
Türk Böbrek Vakfı Başkanı Timur Erk, gönüllüler ve uzmanlar TBV’nin maskot horozları eşliğinde Bakırköy’de “Senede Bir Gün Düzenli Kontrol” çağrısında bulundu. TBV Başkanı Erk, “Dünyada 2 milyondan fazla kişi diyaliz tedavisi görüyor. Bunların yılda yaklaşık yüzde 10-15’i böbrek nakline ihtiyaç duyuyor. Sinsice ilerleyen kronik böbrek hastalığına ‘Dur’ diyebilmek için yılda bir doktor kontrolü şart” diye konuştu.
Sosyal medya influencer’ı olan Leyla Kuşatman, yıllar içinde sağlık sorunları nedeniyle aldığı kilolar yüzünden zaman zaman dış görünüşüyle dalga geçenlerin zorbalığına uğramış. Ama pek de umursamamış. Ta ki 8 yaşındaki kızı, kendisinin kiloları nedeniyle akran zorbalığı yaşayana kadar. Tam da bu noktada karar verip büyük bir azimle 8 ay içinde 40 kilo zayıflayan genç kadın, akran zorbalığına dikkat çeken bir toplantıda kendi hikâyesini şöyle anlattı:
‘NE KADAR DA ŞİŞMAN’
“Kızım Arven’in arkadaşı ‘Şu kadın senin annen mi? Ne kadar da şişman’ demiş. Kızım bana ilk söylediğinde çok ağladım. Günlerce ağladım ama bir yandan da düşündüm. Bu yol benim için başlamalıydı ve kalıcı bir yol olmalıydı. Kızım daha 8 yaşında. Artık böyle şeylere maruz kalmasın, akran zorbalığına uğramasın diye ciddi bir karar aldım. Bu beni çok mutlu etti. 8 ayda 40 kilo verdim. Tabii bir 15 kilo daha vermem gerekiyor. Çok mutluyum ve kızım da çok memnun. Beni kırmaktan çok korkuyordu ama neticeyi görünce çok mutlu oldu.
ZORBALIĞA EN İYİ CEVAP
Sonra arkadaşı beni tekrar gördüğünde “Annen ne kadar zayıflamış” demiş. Kızım da ona annem kendi istediği ve sağlığı için zayıfladı. Ben onu her türlü güzel buluyorum” demiş. Şu anda da iyi arkadaşlar. Ben şanslı bir anneyim çünkü kendim büyütebildim ve o yüzden güçlü duran bir kızım var. Arkadaşına doğru bir ders verdiğini düşünüyorum. Hayatım boyunca ben de zorbalık gördüm ama hiç umursamamıştım. Ta ki kızım bana böyle bir şeyle gelene kadar.”
UZMAN GÖRÜŞÜ: ERKEKLER FİZİKSEL KIZLAR SÖZLÜ ZORBALIK YAPIYOR
- Pedagog Tansu Oskay: “Son araştırmalarda yüzde 50’den fazla çocuğun akran zorbalığına maruz kaldığını görüyoruz. Ortaokul yıllarında yüzde 55 gibi, ilkokulda daha az, lise sona doğru oranlar düşüyor. Çünkü yetişkinliğe geçildikçe akran zorbalığı azalıyor. Ülkeler bazındaki oranlar da aşağı yukarı aynı. Fiziksel zorbalıkta erkeklerde oran daha yüksek, kız çocuklarında ise sözel ya da sosyal medyada zorbalık daha fazla görülüyor. Burada öncelikle okul yönetimi ile iletişime geçmek gerekiyor. Yine de devam ediyorsa bu kez profesyonel yardım almak gerek. Eğer çocukta bir değişiklik seziyorsak ve anlatmıyorsa da oyunlar ile anlattırmaya çalışmak, ergenlikte ise yürüyüşe çıkarıp konuşmak daha iyi olabilir.”
BİLGİ NOTU
DÖKÜLEN saçlar en büyük travma kaynaklarından biri kanser tedavisi gören kadınlar için. Pembe İzler (Pİ) Kadın Kanserleri Derneği ve Pantene de bir işbirliği yaparak peruk bağışında bulunmaya başladı. Yıllardır devam eden kampanyada 1685 kişinin kanser tedavisi gören kadınlar için saçlarını bağışladığını belirten Pİ Kadın Kanserleri Derneği Başkanı Arzu Karataş, yaşadığı deneyimi ve kendi tedavisini şu sözlerle anlattı:
PERUK DUYGUSAL KALKAN
“Ben çocukluğumdan itibaren uzun saçlıydım. Kestirmek istesem bile kestiremiyordum. Bir anda saçlarımı kaybettim ve o gün kendimi çırılçıplak hissettim. Peruk duygusal bir kalkan. Mesela çocuğunu, anneni, kardeşini korumak istiyorsun. Çünkü annem beni görünce benden daha çok ağlıyordu. Bir gün Yargı dizisinin de senaristi olan Sema Ergenekon’la tanıştık ve ağlayarak dertleştik. Şimdi o da derneğimizin çok önemli bir destekçisi ve üyesi. Tabii medikal peruk takmamız gerekiyor. Ancak çok pahalı. Sonra dernek olarak Pantene ile görüştük ve sihirli bir davet geldi. Kampanyamız başladı. Bağışçılarımız 1685 kadını değil onların ailelerini de korudular. Tercihen kemoterapiye başlamadan önce gidip kestirmeyi öneriyoruz. Elinize döküldüğü anda saçlar çok travmatik bir duygu yaratıyor. Öncesinde saçları kestirip peruğu hazır hale getiriyoruz.”
SAÇSIZ OLMAK İSTEMEDİM
Meme kanseri atlatan, Yargı dizisinin senaristi Sema Ergenekon da yaşadıklarını şu sözlerle özetledi: “Bir gün yolda yürürken bir kadın bana ‘Yazık, çok genç’ dedi. Ben de dönüp “Ölmüyorum” dedim. Belki çok sert, hızlı ve kısa bir ömrüm olabilirdi. Kanser bana bir tokat attı ve ‘Dur, kendine gel’ dedi. Bu aslında bir hediye, uyarı atışı gibiydi. 10 yıl önce Altın Kelebek’te saçlarım dökülmeye başlamıştı ve saçlarımı kazıttırıp normal saçtan peruk yaptırdım çünkü ödül törenine çıkacaktım. Saçsız çıkmak istemedim. Ama Allah bana tekrar gidip kendi saçımla aynı ödülü almayı nasip etti.”
MÜSEBBİBİ FAST FOOD
Türkiye Obezite Araştırma Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Dilek Yazıcı:
“Obezitenin en önemli nedeni şehirleşmenin de getirdiği daha kolay ve hızlı hazırlanabilen fast food ve karbonhidrat ağırlıklı yeme alışkanlığı. Şehirleşme ve yaşamın hızlanmasının sonucu olarak hızlı yemek tüketimine gidiliyor, hem kolay ulaşılması hem de hızlı tüketilmesi açısından kaloriden zengin fast food, hamur işleri veya paketli gıdalar daha çok tercih ediliyor. Tabii bunların yanında hem çok ve sağlıksız beslenen hem de çok fazla hareket etmeyen, birçok işini teknolojik cihazlar aracılığıyla halletmeye alışmış, saatlerce hareket etmeden bilgisayar karşısında çalışan ağırlıklı bir kesim var. Tüm bunlar maalesef ülkemizi Avrupa’da birinci sıraya taşıdı.”
ÇAĞIMIZIN PANDEMİSİ
Türk Obezite Cerrahisi Vakfı Başkanı Prof. Dr. Oktay Banlı:
“Öyle bir yayılış var ki obeziteyi ‘çağın pandemisi’ olarak nitelendiriyoruz. Erişkin nüfusumuzun 3’te 1’inde fazla kilo problemi var. Hem çocuk hem yetişkinlerde ciddi artış yaşanıyor. Böyle giderse 20-25 yıl sonra nüfusumuzun yüzde 50’den fazlası obez olacak. Şu anda ameliyat olacak düzeyde obezite yaşayan 3.5-4 milyon insanımız var. Diyabet de 3-4 kat artmış durumda. Okullardan başlayarak topyekün bir seferberlik olmalı. Her yere arabayla, servisle gidiyoruz. Biraz yürümemiz gerekiyor. Alışveriş merkezlerinde 10 metre aralıklarla bir sürü dükkânı geziyoruz. Alışveriş yapmak için bile hareket etmiyoruz. Bedenimizi kullanmayı, hareket etmeyi öğrenmeliyiz.”
HASTALIKLARA KAPI AÇIYOR
Novo Nordisk Türkiye Medikal Direktörü Dr. Ömer Buğra Bahadır:
Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği tarafından bu yıl Türkiye’de nadir hastalıklar raporu hazırlandı. Bu rapordaki veriler nadir hastalıklardan muzdarip kişilerin yaşadıklarına dair bir fikir sunuyor.
- Türkiye’de 5 milyondan fazla bireyin herhangi bir nadir hastalığı olduğu tahmin ediliyor.
- Türkiye’de nadir hastalıklara sahip bireyler doğru tanı alana kadar yaklaşık 7 yıl geçiriyor ve ortalama 8 uzmanın kontrolünden geçiyor.
- Avrupa’ya kıyasla Türkiye’de akraba evliliği çok yüksek olduğu için nadir hastalıkların görülme sıklığının da çok daha yüksek olduğu düşünülüyor.
- Dünya çapında, bugüne dek tanımlanmış yaklaşık 8 bin nadir hastalık buluyor ve bunlara her yıl yenileri ekleniyor.
- Tanımlı hastalıkların yüzde 70’ten fazlası genetik geçişli olmakla birlikte yaklaşık yüzde 70’i çocukluk çağında ortaya çıkıyor.
- Bugüne dek tanımlanmış nadir hastalıkların ancak yüzde 5’i için tedavi geliştirilebilmiştir.
- Tarama çalışmaları Türkiye’de çok yaygın olarak uygulanıyor ancak hem ülkemizde hem dünyada taramalar geliştirilmeye muhtaç durumda.
AMERİKA’da kardiyoloji alanında 412 bin 413 insan üzerinde, bilimsel araştırma yapıldı. Araştırma kardiyoloji alanında önemli kabul edilen bilimsel dergilerden biri olan Amerikan Kardiyoloji Koleji’nin dergisinde yayımlandı. Araştırmaya katılanların yüzde 55’i kadın, yüzde 45’i ise erkeklerden oluştu. Araştırma 1997 ile 2019 yılları arasında gerçekleştirildi. Bu çalışmaya göre egzersiz sadece kalp hastalıklarına karşı değil, diğer hastalıklardan ölüm risklerine karşı da kadınları yüzde 24, erkekleri yüzde 15 koruyor.
‘BİRBİRİNDEN FARKLI’
Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Muhammed Keskin, “Bu çalışmada kadınlar için en fazla sağkalım avantajının 140 dakikalık, erkekler için ise 300 dakikalık haftalık orta-şiddetli fiziksel aktivite ile elde edildiği gözlemlenmiş. Avrupa Kalp Cemiyeti haftalık minimum 150 dakika orta düzeyde veya haftada 75 dakika şiddetli egzersiz yapılmasını öneriyor. Kadınlar daha düşük kas gücüne sahip olsalar da hem erkek hem de kadınlar direnç antrenmanı yaptıklarında, kadınlarda daha fazla iyileşme sağlanmış. Ayrıca kas lifinin tipi ve kas lifinin metabolik, kasılma ve dinamik fonksiyonu üzerinde farklı yanıtlarına katkıda bulunabilir. Erkeklerde daha fazla tip II glikolitik kas lifi bulunurken, kadınlarda ise daha fazla oranda tip I oksidatif lif bulunur. Tip II glikolitik kas lifleri kısa süreli, yüksek şiddetli aktivitelerden sorumludur. Tip I oksidatif kas lifleri ise dayanıklılık gerektiren hareket ve egzersizlerde kullanılır” dedi.
Muhammed Keskin
‘ZORLAMADAN UZUN VADEYE YAYILMALI’
- KALP sağlığı için tempolu yürüyüşü önerdiklerini söyleyen Kalp damar cerrahı Prof. Dr. Kubilay Korkut, “Kişinin olduğu yerde yaptığı statik egzersizleri önermiyoruz. Vücudu zorlamadan, kişinin hastalık riskini artırmadan, uzun yıllar içerisinde iyilik hali sağlamalıdır. Yavaş çalışan kalp hem daha çok kanlanıyor hem de kalbin strese karşı kendini korumasını sağlıyor” diye konuştu.
Prof. Dr. Kubilay Korkut
Tür adı Latince kuşla ilgili anlamına gelen madımak otu, çok sayıda tohum üretiyor ve bu tohumlar çoğu kuş türü tarafından sevilerek yeniyor. Türkiye’de en çok Yozgat, Sivas, Amasya, Tokat, Kayseri ve Gümüşhane’de yetişen madımak, sebze olarak tüketiliyor. Araştırmalarda, madımak bitkisinin insan beslenmesi ve sağlığı için önemli besinsel içeriğe sahip olduğu belirlendi. Özellikle kırsal kesimde yaşayan halk, madımak bitkisini doğal floradan toplayarak zeytinyağlı ya da kıymalı yemeklerini yapıyor.
NELERE İYİ GELİYOR
Madımak otu, özellikle insülin direnç olan hastalarda, düşük kan şekerine sahip kişilerde kan şekerini dengeleyen bir ot türü. Mide ve bağırsak sistemine çok iyi gelen madımak otu, kronik kabızlıklarda kullanılabiliyor. Başta grip ve nezle gibi enfeksiyonların etkisini azaltıyor. Çünkü içeriğinde bol miktarda antioksidan barındırıyor. Bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Böbrek taşlarını düşürmede yardımcı.
BAĞIRSAK KANSERLERİ ZENGİN ÜLKE HASTALIĞI
YAPILAN bir araştırmaya göre 1990’larda doğanlar 1950’li yıllarda doğanlara göre 2 kat fazla kolon kanseri, 4 kat fazla da rektum kanserine yakalanıyor. Bunun en önemli nedeni ise paketlenmiş ve işlenmiş gıdalar. Ayrıca bu artış daha çok gelişmiş ülkelerde çünkü insanlar daha az hareket ediyor, daha çok çalışıyor, trafikte kalıyor ve hazır gıdalar tüketmek zorunda kalıyor. Kolon kanserinin “zengin ülke” hastalığı haline geldiğini belirten Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Kamil Özdil, şunları söyledi: “Kolon kanserine yakalanma oranı Afrika’da daha az çünkü rafine, paketli gıdalara erişemedikleri için lifli besleniyorlar. Dolayısıyla bu biraz da zengin ülke hastalığı. Fruktoz şurubu içeren gıdalar, aldığımız karbonhidratlar, çok fazla kullanılan kızartma yağı, tütsülü, tuzlanmış, yanık gıdalar bunun sebebi. Her gün düzenli sebze ve meyve yiyin.”
Uzun yıllar gazetecilik yapan Hüzün Yücel, önce KOAH’a yakalandı. Daha sonra kardeşine kanser teşhisi konuldu. Doktor “Genetik olabilir” diyerek aile bireylerini kontrol edince Yücel’de çok erken evrede kanser saptandı. Ameliyat oldu, kemoterapi dahi görmeden akciğer kanserini atlattı. 4 Şubat Dünya Kanser Günü’nde doktoru Şule Karabulut Gül ile birlikte MYK Gastroarena’da kendisi gibi kanseri atlatan birçok insanla birlikte mutfağa girdi. Hüzün Yücel hikâyesini Hürriyet’e anlattı:
‘BU SAÇLARI KEMOTERAPİYE KURBAN VERMEYECEĞİM’
“Kardeşime kanser teşhisi konulunca Prof. Dr. Çağatay Tezel bu kanserin genetik olabileceğini söyleyerek diğer aile bireylerini de kontrol etmek istedi. Doktor benden detaylı tahlil isteyince dünyam başıma yıkıldı. Haberi öğrendiğimde minibüsteydim. Bir ileri bir geri gitmeye çalışmışım. Çok uzun saçlarım vardı. ‘Bu saçları kemoterapiye kurban vermeyeceğim’ diye saçlarımı kısacık kestirdim. Ancak sonra kemoterapi görmeme gerek kalmadan kurtuldum. Hâlâ saçlarımı kısacık kullanıyorum. Kanser çok korkutucu bir hastalık. Duyunca dünya başına yıkılıyor. ‘Öleceğim’ diyorsun. Ancak kanserden değil, geç kalmaktan korkun.”
Herkesin farklı bir hikâyesi olduğunu söyleyen Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği yönetim kurulu üyesi Doç. Dr. Şule Karabulut Gül, “Bizler biliyoruz ki kanser günümüzde erken teşhis edildiğinde tedavi edilebilir bir kronik hastalık olarak düşünülmelidir” dedi.
Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Uğur Selek ise şunları söyledi: “Erken teşhisin önemini ne kadar çok tekrar edersek o kadar dikkat çekeceğimize inanıyoruz. Erken teşhis, kanserin başlangıç aşamasında yakalanması, tedavi şansının artması, daha az agresif tedavilerle kontrol altına alınabilmesi ve hatta tamamen iyileştirilebilme şansının yakalanabilmesi demektir.”
Hali hazırda kullanılan yöntemlere bir alternatif geliştirdi. Jel embolizasyon sayesinde hastaların kanamalarının hızlıca durdurulabildiği görüldü. Geçtiğimiz yıl Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi olarak bilinen FDA’den onay alan bu jel, 1 Ocak 2024 itibarıyla ABD’de kullanıma girdi. Şu ana kadar Amerika’da 200’den fazla vaka gerçekleştirildi. Ancak yaygın kullanım ile binlerce insan için kurtarıcı olması bekleniyor.
‘MACUN GİBİ JEL’
Prof. Dr. Öklü, yöntemini Antalya’da düzenlenen Türk Girişimsel Radyoloji 19. Yıllık Toplantısı’nda anlattı: “2012 yılında bir hastam öldü. Çünkü kanamayı durdurmak için kullandığımız malzemeler çalışmadı. Benim biyokimya doktoram da vardı ve bu jel aklıma geldi. Macun gibi bir şey yapalım dedik. Karaciğer, böbrek tümörlerinde olan kanamaları durdurmak için de kullanıyoruz.”
Avrupa’da yeni yeni konuşulmaya başlayan bir terim var; paylaşma ve ebeveynlik kelimelerinin birleşimi olan Sharenting. Bu terim çocuklarını sürekli sosyal medyada paylaşan aileleri anlatmak için kullanılıyor. Bir yandan Instagram’da bebekliğinden itibaren bir ünlü gibi büyüyen, sürekli kamera karşısında oynayan küçük prens ve prenseslerden oluşan çocuklar, diğer yanda ağlarken, özel bir anda görüntüleri paylaşıp bir anda Türkiye’ye yayılan ve zorbalığa maruz kalan çocuklar. Fransa geçen aylarda, dünyada ilk kez belli bir yaşın altında çocukların fotoğraflarını sosyal medyada paylaşan ailelere yönelik dava yolunu açtı. Çocuklar ilerleyen zamanlarda ailelerine sosyal medyadaki paylaşımlarından dolayı dava açabilecekler.
Bu konuda çalışmalar yapan ve bir yüksek lisans tezi hazırlayan avukat Bahar Yıldız Oğuz, bu konudaki tehlikelere dikkat çekiyor. Burada çocukların mahremiyet hakkının ihlal edildiğini belirten Oğuz, ayrıca siber tehlikelerin belki de en büyüğü olan pedofiliye karşı uyarıyor.
DAVA YOLU GÖRÜNDÜ
Dünyada çocuğun sosyal medyada mahremiyetinin korunması konusunda ilk adımı Fransa atmış durumda. Bu paylaşımlar dolayısıyla çocukların istemediği halde bir “dijital ayak izi” oluşuyor. Bahar Yıldız Oğuz bu yasayı şöyle özetliyor:
“Fransa’nın çıkarmış olduğu yasa 6 Mart 2023’te kabul edildi ve ebeveynlere sosyal medyada çocuk paylaşımıyla ilgili sınırlamalar getirmeyi amaçlıyor. Özetle, Fransa’da çocuklar ebeveynlerine sosyal medyadaki paylaşımlarından ötürü dava açabilirler, birkaç yıl içerisinde bu türden davaları sıklıkla görmeye başlayacağız. Umarım ülkemizde de bu türden bir özel düzenlemenin önü açılır.”
Bahar Yıldız Oğuz, hiç paylaşım yapmamak değil, sosyal medyanın tehlikelerini göz önünde bulundurarak paylaşmanın önemine vurgu yaptı.
İSVEÇ’te araştırma yapan arkeologlar yaklaşık 10 bin yıl önceye ait bir çiğnenmiş sakız buldu. Sakızı inceleyen ekipten Türk biliminsanı Dr. Emrah Kırdök, 10 bin yıl önce, ‘avcı toplayıcı çağ’daki insanın ağız mikrobiyatasını öğrendi. Avcı toplayıcı çağda ilkel aletler yapmak için huş ağacının reçinesini çiğneyen insanların diş eti hastalıklarına sahip olduğunu, elma, fındık, balık ve geyik eti yedikleri öğrenildi. Sakızda diş izlerinin dahi durduğunu belirten Dr. Kırdök’ün farklı ülkelerdeki üniversiteler ile işbirliğiyle gerçekleşen araştırması 6 yıl sürdü. Mersin Üniversitesi Biyoteknoloji Bölümünden Dr. Emrah Kırdök, İstanbul Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı'ndan Dr. Andres Octavio Aravena Duarte ve Stockholm Üniversitesi Paleogenetik Merkezi'nden Prof. Dr. Anders Götherström çalışmada aktif rol aldılar.
Emrah Kırdök
DNA’SI ÇIKARILDI
‘Avcı toplayıcı’ denen dönemde, insanların huş ağacından reçine ile sakız benzeri bir madde elde ettiğini belirten Dr. Emrah Kırdök, “Bu maddeyi kullanarak kendi eşyalarını üretiyorlar ve yapıştırıyorlar. Bunun yanı sıra sağlık için de kullanıyorlar. Hatta diş izleri hala duruyor. Madde ağızda çiğnendiği için insan mikrobiyatasını da elde ettik. Daha önce insan DNA’sını elde ettik ve inceledik. Çalışmanın ağızdaki bakteriler ile ilgili kısmını da şimdi yaptık. Bizim ilk amacımız madde içerisindeki mikrobiyataları kullanarak insanların ağız sağlığı, beslenme şekilleri hakkında bilgi sahibi olmaktı. İlk olarak ağız bakterilerine ait birçok DNA dizisi elde ettik. O dönemki insanlarda diş eti hastalığına sebep olan bakteriler çok fazlaydı. Yani ağız sağlıklarının çok iyi olmadığını gördük. Ayrıca fındık, balık, elma ve geyik ile beslendiklerini gördük. Bu insanlar bu sakız parçasını çiğneyip atmadan önce bunlarla besleniyormuş. Bununla birlikte hem bir diş eti hastalığı olan periodontit ile ilişkili olduğunu bildiğimiz bakterileri de bulduk. Çalışmamız perşembe günü Scientific Reports’da da yayımlandı” dedi.
Prof. Dr. Anders Götherström
ESTETİK operasyonlara ilgi her geçen gün artıyor. Bu operasyonlar son yıllarda erkekler tarafından da yoğun şekilde tercih edilmeye başlandı. Son günlerde tartışılan isimlerden olan ve botoks yaptırdığını itiraf eden El Roman, “Yaptırmaz olaydım, bazı insanların kesinlikle botoks yaptırmaması lazım. Ben de onlardan biriyim. Karizmam, yakışıklılığım resmen mahvoldu” dedi. “Erkekler botoks yaptırmalı mı?’ tartışması başladı. Peki estetik yaptırırken nelere dikkat edilmeli. Uzmanlar şunları söyledi:
Dr. Yasemin Savaş - Medikal Estetik Derneği (MESTDER) Başkanı: “Erkeklerin yüz ve kemik yapısı, kadınlara nazaran daha güçlü ve belirgindir. Erkek cilt derisi de daha kalın ve büyük gözeneklidir. Ayrıca deri altı yağı az olduğundan da daha fazla ter ve sebum üretir. Dolayısıyla uygulamalarda bu noktalar dikkate alınmalı, var olan korunarak doğal dokunuşlarla ve maskülen çizgi bozulmadan uygulama yapılmalıdır.”
Dermatoloji Uzmanı Dr. Emre Araz: “Erkekler açık ara en çok botoks yaptırıyor. Botoks yaptıran kadınlar eşlerini de getiriyor. Ayrıca iş hayatında da genç görünmek isteyen erkekler botoks yaptırıyor. Ancak bazen yanlış uygulamalar olabiliyor. Kaş çatma çizgisi ve kaz ayakları ile elmacık bölgesindeki mimik kaslarına yanlış enjeksiyonlar yapıldığını gözlemliyoruz. Bunun sonucunda da yapay ya da içten pazarlıklı gülüş olarak adlandırılan sanatçılardaki görünüş ortaya çıkıyor. Ayrıca bu bölgeye yapılan aşırı uygulamalar kaşlarda feminenleşme olarak ortaya çıkan kavisli kaşları ortaya çıkarıyor. Kaz ayaklarının ardından da alındaki yatay çizgileri problem ediyorlar. Bu bölgede de kişinin kas yapısına ve beklentisine özel bir uygulama yapılmazsa kaşlarda düşme gözleniyor. Bu da üzgün, karamsar yüz görünümüne neden olabiliyor. Bir erkekte bu yan etkilerin biri olabileceği gibi bir çoğu da aynı anda olabiliyor. Bu yüzden alanında uzman hekimler olan dermatolog ve plastik cerrahi uzmanlarına gidilmesi gerekiyor.”
EN ÇOK TERCİH ETTİKLERİ
Botoks
Daha erkeksi görünüm için dolgu
Cilt bakımı
Saç ekimi
Uzmanlar, yoğun bakım servislerinin neredeyse tamamen dolduğunu söyledi. Türk Yoğun Bakım Derneği Başkanı Prof. Dr. Tuğhan Utku, “Son haftalarda özellikle yoğun bakımlara başvuruda artış söz konusu. Yoğunluk tüm Türkiye’de ancak ağırlıklı olarak İstanbul’da. Bunun da ağırlıklı olarak farklı viral enfeksiyonlar nedeniyle olduğunu düşünüyoruz” dedi. İstanbul Tabip Odası yönetim kurulu üyesi Prof. Dr. Ayşen Yavru da şu bilgileri verdi: “Meslektaşlarımızdan alınan bilgilere göre COVID, influenza ve RSV enfeksiyonu şikayetiyle acile başvuran hasta sayısında eylül-kasım dönemine göre aralık ayında yaklaşık yüzde 50 artış var. Şu anda yoğun bakımlar pandemi zamanını aratmayacak kadar dolu.” Prof. Dr. Yavru şu anki duruma dair rakamları da şöyle açıkladı:
- Yoğun bakım yatak doluluk oranı yüzde 100’e yakın ve yaş ortalaması 80.
- Yatışlar genel olarak zatürre, viral-bakteriyel enfeksiyon olup çoğunda böbrek yetmezliği eşlik ediyor.
- Genel durumu bozuk, 80 yaş üstü, son dönem kanser hastaları da yoğun bakımda yatıyor.
Cem Vakfı Genel Başkanı ve uluslararası hukuk uzmanı Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın uzun zamandır demans hastalığıyla mücadele ettiğini ve akıl sağılığının yerinde olmadığını öne süren oğlu Sedat Doğan, babasının sağlığını hiçe sayarak izinsiz şekilde dışarı çıkardıkları ve kişisel menfaatleri için notere götürerek yeni vekaletname düzenlettikleri iddiasıyla Cem Vakfı’nda görevli iki kişi hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. Sedat Doğan, iki şüphelinin vakıfta pozisyonlarını koruyamayacaklarından endişe eden bazı kişiler adına hareket ettiklerini de öne sürmüştü.
OĞLUM YANLIŞ YAPTI
Ancak akıl sağlığının yerinde olduğunu belirten Prof. Dr. İzzettin Doğan, haberi olmadan akli melekeleri yerinde olmadığına ilişkin hastaneden sahte rapor aldırdığı iddiasıyla öz oğlu Sedat Doğan ile 7 hekim hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. Hürriyet’e konuşan İzzettin Doğan, şunları söyledi: “Oğlum, demans hastası olduğumu söylemiş. Oğlum yanlış yaptı. Öyle bir şey söz konusu değil. Ben onunla hastaneye gitmedim. Öyle bir rapor yok. Oğlumun bu eyleminden sonra tekrar hastaneye başvurup akıl sağlığımın yerinde olduğuna ilişkin rapor aldırdım. Konuyla ilgili de hukuki yollara başvurdum.
Tabii doktorlarla da konuşulması lazım. Onları suçlamak ayrı bir şey. Hastanede bu işin disiplinini kim sağlıyor, o soracak. Doktorlar hastaneyi korumazsa o hastaneye kim itibar eder. Bu işte bir yanlışlık var. Oğlum herhalde farkına varıp yanlışı düzeltecektir.”
‘İZİNSİZ DIŞARI ÇIKARMADIK’
Sedat Doğan’ın şikâyetçi olduğu Cem Vakfı Genel Başkan Vekili Hasan Sezgin, şunları söyledi: “Ben ve eşim İzzettin Bey’i izinsiz şekilde dışarı çıkarmadık. Koruması, şoförü, avukatı ve torunuyla birlikte Perpa Ticaret Merkezi’ndeki Beyoğlu 25. Noterliği’ne geldi. Sedat Bey’in iddiaları asılsızdır. Sayın İzzettin Doğan’ın akli melekeleri yerindedir. Bu konuda doktor raporu var. Sedat Doğan hakkında iftira suçundan şikâyetçi olacağız.”
Türk Böbrek Vakfı yönetim kurulu üyesi ve nefroloji uzmanı Prof. Dr. Mehmet Şükrü Sever, düzenlenen basın toplantısında bilinçsiz ilaç kullanımı konusunda önemli uyarılarda bulundu: “Vücuttaki tüm organlar birbiri ile işbirliği içindedir. Kalp ve böbrek arasında bu işbirliği diğer organlara göre daha fazladır. Böbrek bu organların başında geliyor. Bu nedenle kardiyorenal sendrom dediğimiz kalp - böbrek sendromu karşımıza sıklıkla çıkmaktadır. Bu hastalığın 5 alt grubu var. Kardiyorenal sendrom kalbin hastalanıp böbreği etkilemesi, renokardiyak sendrom ise önce böbreğin hastalanıp kalbi etkilemesi. Şeker, yüksek tansiyon, şişmanlık, metabolik sendrom, damar kireçlenmesi, kolesterol yüksekliği, iki organ için de risk faktörüdür.
TAHRİBAT YARATIYOR
Romatizmal ilaçlar, bazı kontrast madde ilaçları, antibiyotikler, rasgele ilaç kullanmak, bitkisel adı altında kullanılan ilaçlar kardiyorenal sendroma neden olabilir. Ancak bilinçsiz kullanılan her ilaç böbrek, kalp ve diğer organlarda tahribata neden olabilir. Hekiminize sormadan ilaç kullanmayın. Böbrek hastalığı görülme sıklığı yüzde 15, koroner kalp hastalığının görülme sıklığı yüzde 42 civarında. Böbrek hastalıklarının çok büyük bölümünün zaten farkında olmadığımız için görülme sıklığını söyleyemiyoruz.”
ÇOCUK KARDİYOLOĞU YETİŞMİYOR
Türk Kalp Vakfı Başkanı Kenan Güven de toplantıda Türkiye’de çocuk kardiyoloji uzmanının azlığına da dikkat çekti: “Türkiye’de çocuk kardiyoloğu sayısı 490 adet. 85 milyon ortalama kayıtlı Türk insanı ve yaklaşık 5 milyon göç alan bir ülkede 90 milyona 490 çocuk kardiyoloğu çok az bir sayıda. Biz vakıftan bir çocuk kardiyoloğu doktorumuz ile Batman’da yolda yürüyemez hale geldik çünkü herkes bize hastalıklarını anlatır oldu.”
Kış aylarının gelmesiyle birlikte hastanelerde yoğunluk başladı. Üst solunum yolu hastalıklarında patlama var. Üstelik vakalar ağır geçiyor ve uzun sürüyor. Gribin yanı sıra COVID-19 ve Avrupa’yı alarma geçiren mikoplazma pnömonisi (bir çeşit zatürre) hem vakaları hem de hastalık süresini arttırdı.
Yaşanan bu vakaları uzmanlara sorduk. İşte yanıtları...
ARKA ARKAYA FARKLI VİRÜSLER
Prof. Dr. Berna Kömürcüoğlu (Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği):
Kış sezonunun başlaması ile birlikte mevsimsel grip vakalarında artış görüyoruz. Bu sene karışık bir etken ile karşı karşıyayız. Hem COVID-19 hem influenza hem de domuz gribi var. Ancak bunların yanı sıra çocuklardan geçen üst solunum yolu enfeksiyonları ile yine Çin’den bildirilen ve Avrupa’da da artmaya başlayan mikoplazma pnömonisi (bir çeşit zatürre) vakaları da görüyoruz. Geçmiş yıllarda COVID-19’a bağlı çok önlem aldık ve bu nedenle diğer enfeksiyonlara karşı antikorumuz kalmadı, bağışıklık kazanmadık. O nedenle tüm toplum özellikle de erişkinler viral enfeksiyonlara karşı çok hassas ve antikor oluşmadığı için herkes enfeksiyonu geçirebiliyor. Genel anlamda erişkinlerde ciddi bir salgın ile karşı karşıya değiliz. Ancak 2-3 kere hasta olan ve “Hastalığım geçmiyor” diye gelenler oluyor. Bunlar aslında farklı ajanlar nedeniyle arka arkaya enfeksiyonları geçiriyor. Onun dışında çocuklarda mikoplazma enfeksiyonu olarak oldukça artmaya başladı. Avrupa’da da Danimarka ve Fransa alarm veriyor. Burada 40 yaşaltı genç erişkinler daha risk altında. Bu da grip şeklinde başlayıp zatürreye dönüşebiliyor. O nedenle geçmeyen enfeksiyonlarda mutlaka bir hekime başvurmakta yarar var.
YÜZDE 15 İNFLUENZA YÜZDE 15 COVID-19
ÖLÇÜMLERE göre şu anda Türkiye’nin birçok yeri temiz hava solumuyor. Özellikle nüfus yoğunluğunun fazla olduğu Marmara Bölgesi’nde birçok yer temiz hava standartlarını yakalayamıyor. Bu durum özellikle astım, KOAH gibi hastaları tehdit ediyor. Havası alarm veren İstanbul’da Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı’nın yaptığı ölçümlere göre, hava kirliliğinin en yoğun olduğu yer Anadolu Yakası’nda Göztepe olarak görünüyor. Göztepe’de hava diğer tüm ilçelere göre daha üst düzey bir kirliliğe sahip. En temiz olduğu yerler ise Adalar olurken Kandilli, Kağıthane’nin bir bölümü, Avcılar, Fatih de ‘iyi’ kategorisinde yer alıyor. Geri kalan ilçelerin birçoğu ‘orta’ kirlilik kategorisinde bulunuyor. Marmara Bölgesi’nde ayrıca alarm veren bir diğer yer ise Tekirdağ. Araştırmalara göre küresel hava kirliliği seviyesinin azaltmasıyla insanlarda ortalama yaşam süresinin 2.2 yıl uzayabileceği düşünülüyor.
‘İKİ ANA SEBEBİ VAR’
Hava kirliliği yaratan 2 unsurun olduğunu belirten CNN TÜRK Meteoroloji Danışmanı Prof. Dr. Orhan Şen, “Bunlar havayı kirleten kömür gibi yakıtlar, trafiğin yarattığı kirlilik gibi unsurlar ile hava şartları. Çıkan kirliliğin atmosferde dağılması gerekiyor. Dağılmazsa konsantrasyon artar. O zaman da ölçümler bize havanın kirli olduğunu gösterir. Rüzgâr olmadığı için hava kirliliği, sis, pus birbirine karışıyor” dedi.
TEMİZ HAVA ÖMRÜ DE UZATIYOR
- Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre hava kirliliğinin her yıl 7 milyon insanın erken ölümüne neden olduğunu belirten Türk TORAKS Derneği’nden göğüs hastalıkları uzmanı Dr. Nilüfer Aykaç, şöyle konuştu: “Dünyada her 10 kişiden 9’u kirli hava soluyor. Yine DSÖ standartlarına göre bir bölgede temiz hava solunabilmesi için PM 2.5 değerinin metreküp başına en fazla 5 mikrogram olması gerekiyor. Hava kirliliğinin bu seviyeye indirilmesi halinde ortalama yaşam süresinin 2.3 yıl artacağı belirtiliyor. Ülkemizden de Dr. Kayıhan Pala, ben ve Dr. Yeşim Yasin bir çalışma yaptık ve partikül maddeye maruz kalmanın 2018 yılında 44 bin 617 kişinin erken ölümüne yol açtığını gördük. İstanbul’da son yıllarda kentleşmenin plansız yapılması, nüfus artışı, ısınmanın karbon içeriği yüksek fosil yakıtlar aracılığıyla yapılması artışa katkı sunmaktadır. Kış dönemlerinde ısınma ihtiyacının artması ile birlikte hava sirkülasyonunun azalması, meteorolojik olaylar da bu artışa önemli katkı sağlar. Ayrıca yeşil alanın gittikçe azalması, kentlerdeki dikey yapılaşma kentte yaşayanları nefessiz bırakmaktadır.”
Hastaneye kaldırılan Bilgin’in aort damarı içeriden yırtılmıştı. Hızla müdahale edilmesi gerekiyordu, aile onayı şarttı fakat ailesi yanında yoktu. Vakit kaybedilirse hastanın hayatını kaybetme riski büyüktü. Prof. Dr. Murat Uğurlucan hastayı görünce, “Tüm sorumluluğu ben alıyorum” diyerek ameliyata aldı. Hasta başarılı bir operasyon sonrası hayata döndü.
Aradan 4 yıl geçti. Servet Bilgin’in kalbi bir kez daha yorgun düştü. Bu kez aort kapağı değiştirilmeliydi. Ancak göğüs kafesinin tekrar açılması riskliydi. TAVİ yöntemi normalde sık uygulanan bir yöntem olsa da bu durumdaki sadece 4 hastaya dünyada operasyon gerçekleştirilmişti. Prof. Dr. Murat Uğurlucan ve ekibi Türkiye’de ilk kez, dünyada ise 5’inci kez başarıyla bu operasyonu gerçekleştirdi.
LİTERATÜR BEKLENTİSİ
Literatüre girmek için çalışma başlattıklarını açıklayan Biruni Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Murat Uğurlucan şöyle konuştu:
“TAVI yöntemi bugüne kadar aort darlığı tedavisinde kullanılıyordu. Biz ilk kez aort yetmezliğinde kullanmış olduk. TAVI’de hastanın göğsü açılmadan, kalbi durdurulmadan, kasıktan girerek kateter aracılığıyla aort kapağı değiştiriliyor.”
Servet Bilgin ise Prof. Dr. Murat Uğurlucan’a minnettar olduğunu söyledi.
Kırklareli Lüleburgaz’da yaşayan Selin Gençer (26), dokuz yıl önce bir endüstri mühendisi olarak iş hayatına girdi. Bir yandan da evlilik için gün sayıyordu. Sürekli şiddetli karın ağrısı yaşıyordu. Şikâyetler bitmeyince Gençer’e tomografi çekildi. Doktorlar, “Pankreas başında bir büyük, karaciğerinde de metastaz yapmış 100’den fazla tümör var” dedi.
Biri 10, biri 8 saat süren 2 ameliyat olan Gençer, hastalığını atlattı. Yaklaşık 1 buçuk yıl süren tedavisi bittikten sonra eşiyle birlikte, 6 yıl kanser nüksetmesin diye beklediler. Çift, bebek sahibi olmak istiyordu. Gençer çifti, Mert bebeği 6 ay önce kucağına aldı.
‘HEP İYİYE ODAKLANDIM’
Selin Gençer, Hürriyet’e yaşadıklarını anlattı:
“Hep iyiye odaklandım. Başka şansım yoktu. Doktorum Mert Erkan, Almanya’dan yeni gelmişti. Moralim diplerdeydi. O zorlu süreçleri Mert Hocamın sayesinde en kolay şekilde atlatabildim. Bir gün oğlumuz olursa eşimle oğlumuzun adını ‘Mert’ koyacağımızı o kadar iyi biliyorduk ki. Altı ay önce oğlumuzu sağlıkla dünyaya getirip, hep hayalini kurduğum anne olmanın mutluluğunu yaşıyorum.”
HIV şüphesi taşıyan hiç kimse hastalığının bilinmesini istemiyor. Çünkü toplumda hâlâ ‘stigma’ denilen damgalama çok yüksek. HIV taşıyanlar iş bulamıyor, sosyal çevresi hatta ailesi tarafından dışlanıyor. Bunun için Gönüllü Danışmanlık ve Test Merkezleri (GDTM) hizmet veriyor. Özellikle birçok büyük şehirde bulunan bu merkezlere gidilerek hiçbir kimlik bilgisi paylaşmadan test yaptırabilir ve tanı alınabilir.
Türkiye’de HIV pozitif kadınlar genelde tek eşli ve hastalık eşlerinden bulaşıyor.
KADINLAR KORUNMASIZ
Dünya genelinde HIV pozitif tanısı alan bireylerin yarısını kadınlar oluştururken ülkemizde bu oran yüzde 18.5 dolayında. Türkiye’de HIV ile enfekte kadınlar genelde tek eşli ve hastalığı eşleri tarafından kendilerine bulaştırılan kadınlardan oluşuyor. HIV’in en yaygın bulaş yollarından biri cinsel ilişki. Birçok erkek eşleri tarafından sadakatsizliğin ortaya çıkmasını göze alamadığı için kendisi HIV tanısı alsa dahi eşini bu konuda bilgilendirmiyor. Kadınlar da virüsü taşıdıklarından habersiz şekilde yaşıyor ve hastalık ilerliyor.
DÜNYADA 85 MİLYON KİŞİ HIV’LE TANIŞTI
1 Aralık Dünya HIV/AIDS Farkındalık Günü dolayısıyla basın toplantısı yapan HIV Enfeksiyonu Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Dilek Yıldız Sevgi dünyada ve Türkiye’deki HIV vakaları ile ilgili dikkat çekici rakamlar paylaştı:
Bu durumun içinden çıkılmaz bir boyuta geldiğini belirten Türk Radyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Can Çevikol, “Özellikle hastane yönetimlerinin baskısıyla cihazlarda çok fazla tetkik yapılması yönünde meslektaşlarımız zorlanmakta. Bu da çekim süresinin kısalmasına ve o tetkikin doğru tanıya yardımcı olmaktan uzakta olmasına neden oluyor. Bazen bir radyoloji doktorunun bir gün içerisinde 2 bin, 3 bin raporda imzası olduğunu duyuyoruz. Fakat bu raporu o hekimler yazmıyor. Radyoloji teknikerleri ya da radyoloji öğrencileri gibi yetkin olmayan insanlar bu raporları doktor adına yazıyor. Bu da önemli hastalıkların gözden kaçmasına neden oluyor” dedi.
Avrupa HIV Testi Farkındalık Haftası kapsamında Gilead Türkiye, AIDS ve CYBHD, EKMUD, GUNIDER, HAKED, HIVEND, KLIMIK gibi hekim dernekleri ile sivil toplum kuruluşu olan Pozitif-iz, Pozitif Yaşam, TAPV bir araya gelerek HIV testinin önemine dikkat çekti. Uzmanlar, Türkiye’de HIV’in 2012 yılından beri 4 kat arttığını belirtirken vakaların yüzde 80’inin erkekler olduğunu açıkladı. Eşinden ya da partnerinden HIV bulaşan birçok kadın virüsü taşıdığının farkında bile olmuyor.
KADINLAR TAŞIDIĞINI BİLMİYOR
HIV pozitif olanların büyük bölümü erkeklerden oluşuyor. Ancak bunun nedeni kadınların virüs taşıdığını bilmiyor olması. Örneğin 50 yaşında bir kadın tek eşli olduğu için test yaptırma gereği duymuyor. Pozitif Yaşam Derneği’nden Canberk Harmancı bu noktada uyarıyor: “Siz tek eşli olabilirsiniz ancak eşinizin tek eşli olduğundan emin olamazsınız.”
TÜRKİYE İÇİN DSÖ’DEN UYARI
AIDS Korunma ve Eğitim Derneği’nden Prof. Dr. Yeşim Taşova da şu çarpıcı bilgileri veriyor: “HIV pozitiflerde ölüm oranı yüzde 52 oranında azaldı. Ancak her yerde azalırken vakalar Türkiye’de artıyor. Sağlık Bakanlığı veri tabanının 15 Kasım 2022 verilerine göre, Türkiye’de 36 bin 600 yeni vaka var. Bunların yüzde 80’i erkek. Burada kadın vakaların olup olmadığını sorgulamak gerekiyor. Yani kadınlar HIV pozitif olduklarının farkında değil. Bulaş yolları ülkemizde yüzde 44 civarında cinsel yolla. Bunların yüzde 30’u heteroseksüel ilişkide oluşmuş durumda. Kalan yüzde 55’e nasıl bulaştığını bilmiyoruz. Bildiğimiz şey 2012’den bu yana Türkiye’de HIV 4 kat artmış durumda. Dünya Sağlık Örgütü dahi Çekya, Slovenya gibi ülkeler ile birlikte bizim de konuya dikkatimizi çekiyor.”
Antibiyotikler insan ömrünü uzatan en önemli ilaçlardan biri. Ancak antibiyotiklerin fazla kullanımı antibiyotik direncine neden oluyor. Bir insan ne kadar gereksiz ve uygunsuz dozda antibiyotik kullanırsa dirençli mikroorganizma gelişme riski o kadar artıyor. Yakın gelecekte antibiyotik direnci dünyanın en önemli sağlık sorunlarından biri haline gelecek. Acıbadem Atakent Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. İftahar Köksal, 18-24 Kasım Dünya Antimikrobiyal Direnç Farkındalık Haftası’nda önemli uyarılar yaptı.
KULLANIMDA AVRUPA BİRİNCİSİYİZ
“Avrupa’da antibiyotik kullanımı bakımından birinci sıradayız ve bunların çoğu gereksiz kullanım. En çok gereksiz kullanılan alan ise nezle, grip gibi solunum yolu enfeksiyonları. Bir insan ne kadar gereksiz ve uygunsuz dozda antibiyotik kullanırsa dirençli mikroorganizma gelişme riski o kadar artıyor.
BESİN ZEHİRLENMELERİ
Peki insanlar antibiyotiği vücudundan nasıl atıyor? Dışkıları ile atıyor. Buna göre kanalizasyonun aktığı yerlerdeki flora bozuluyor ve o bölgede yaşayan balık, tavuk ya da yetişen bitkileri yiyen insanlara dirençli mikroorganizmalar geçiyor. Örneğin tavuk zehirlenmeleri çok sık yaşanıyor.
HER GÜN 3 UÇAK DOLUSU İNSAN ÖLÜYOR
2050 yılında insanlar kanserden daha çok tedavi edilememiş bakteriyel enfeksiyonlardan dolayı ölecek. Bugün bile her gün 3 uçak dolusu insan dirençli mikroorganizmalar nedeniyle hayatını kaybediyor. Yani yaklaşık 2 bin insan. 2050 yılında ne yapacağımızı araştırmak yerine dikkatli antibiyotik kullanalım.”
ACİL servisler kuşkusuz hastanelerin en yoğun birimlerinden. Antalya’da Türkiye Acil Tıp Vakfı tarafından düzenlenen kongrede acil servisteki hasta yoğunluğuna dikkat çekildi. Türkiye Acil Tıp Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Semih Korkut, acil servislerle ilgili şu bilgileri verdi:
BİR YILDA 140 MİLYON BAŞVURU
“2020 yılı için 140 milyonun üzerinde acile başvuran hasta sayısı var. Batı toplumlarında bu başvuru oranı çok daha az. Bunun nedeni orada aile hekimine gitmenin daha çok tercih edilmesi. Türkiye’de acil serviste bekleme süresi yine Batı ülkelerine göre de daha kısa. Avrupa’da bekleme süresi minimum 4 saat ancak bu 12 saate kadar uzayabiliyor. Üstelik eğer hastanın durumu gerçekten acil değilse yüksek bir fatura ödemesi gerekebiliyor. Bekleme süresi Türkiye için genel bir sayı veremem ama bizim hastanemizde yoğun bir günde bekleme süresi 20-25 dakika. Kan tahlillerinin sonuçlanması yaklaşık iki buçuk saat.
DİZİ AĞRIYAN GELMEMELİ
2 bin 500 hastanın geldiği bir yerde bu kadar bekleme süresi çok normal. Acil servise bu yüksek başvuru oranını azaltmamız için sağlık okur yazarlığını yükseltmemiz gerekiyor. Birkaç gündür dizi ağrıyan hasta ya da grip olan hastanın acil servise gelmemesi gerektiğini bilmesi gerekiyor. ABD’nin en büyük üniversitesinin acil servis klinik şefine günde 2 bin 500 hasta geldiğini söylediğimizde o kadar şaşırdı ki 7 günlük başvuran hasta sayısı olduğunu sandı. Ayrıca Avrupa ve ABD’de acil servise başvuran hastaların yüzde 5’inin ‘yeşil hasta’ dediğimiz ve aslında acil müdahale gerektirmeyen hasta olmasını bekler. Bizde ise acil servise başvuran yeşil hasta sayısı yüzde 25-30 civarında. Yani her 100 hastanın 30’u acil müdahale gerektirmiyor.”
Türkiye Acil Tıp Vakfı Başkanı Prof. Dr. Şahin Çolak da “Batı ülkelerinde acile başvuran hastaların yüzde 5’i yeşil hasta dediğimiz acil müdahale gerektirmeyen hastalardır. Türkiye’de ise bu oran yaklaşık yüzde 30” dedi.
Aygün Mengelli 2010 yılında henüz 33 yaşında İstanbul’da hemşire olarak çalışırken, bir arkadaşını doktora götürdü. Bu sırada arka arkaya öksürünce şüphelenen doktor “Sende ciddi bir şey var. Seni de muayene edeyim” dedi. O zamana kadar hep solunum problemleri yaşayan ancak bunun normal olduğunu düşünen Mengelli, doğuştan mutasyona uğramış kistik fibrozis hastası olduğunu öğrendi.
5 YIL ÖMÜR BİÇİLMİŞTİ
Mengelli yaşadıklarını şöyle anlattı: “O dönemlerde akciğer nakli bu kadar iyi düzeyde değildi. Bana nakil olmamın zor olduğunu, nakil olmazsam da 5 yıl kadar yaşayabileceğimi söylediler. Ancak ben kendime çok güvendim ve ciddiye almadım. Hayatıma olduğu gibi devam ettim. Hatta o kadar güvendim ki bir de üstüne evlendim. Ancak bir sağlık çalışanı olarak organ nakli ile ilgili hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Organ nakli koordinatörü olmak için eğitim aldım ve 2013 yılında İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’nde organ nakli koordinatörü olarak çalışmaya başladım.
Aygün Mengelli, yaşadıklarını Hürriyet muhabiri Buse ÖZEL’e anlattı.
TELEFON ÇALDI VE...
Babamı 2020 yılında akciğer kanserinden, annemi ise 19 Temmuz 2021’de aniden kaybettim. Annemin vefatından 7 gün sonra duasını yaptım. Nefes alamıyordum. ‘Beni de al yanına’ diyerek dua ettim ve uyudum. Yarım saat sonra telefon çaldı ve akciğer bulunduğunu söylediler. ‘İstemiyorum’ deyince telefona eşimi istediler. Sonra üstümü giyindim. Öleceğimi düşünüyordum. Hastaneye gittim. Nakil de olsam öleceğimi düşünüyordum. Yeniden doğdum.”
‘HER GÜN 7 İNSANI ORGAN BEKLERKEN KAYBEDİYORUZ’
UYUZ vakaları 2018 yılından beri katlanarak devam ediyor. Düzenli tedavi ile geçse de hızla bulaşan bir hastalık olan uyuz, eğer toplumda belli bir seviyenin üzerine çıkarsa tüm toplumun ilaç kullanmasını gerektiriyor. Antalya’da düzenlenen 31’inci Ulusal Dermatoloji Kongresi’nde uzmanlar uyuz vakalarının artışına dikkat çekti. Geçen yıla göre bu yıl yüzde 30 oranında uyuz vakalarının arttığını söyleyen Türk Dermatoloji Derneği yönetim kurulu üyesi Prof. Dr. Murat Durdu şunları söyledi:
TOPLUM UYARISI
“Günde en az 4-5 uyuz hastası görmeye başladık. Uyuz hastalığı bir toplumda yüzde 40’ı geçtiğinde ise tüm topluma ilaç vermemiz gerekiyor. Deprem bölgesinde şu anda yüksek oranda uyuz olduğunu gözlemliyoruz. Bir ailede uyuz vakası varsa ailedeki kalan herkese bulaşabilir. Bu nedenle aynı evde yaşayan herkes tedavi edilmeli. Bir diğer bulaş kaynağı da bebekler. Yenidoğan bebeklerin çok sayıda kişiye yakın temasının olması ve kaşıntıyı ifade edemedikleri için geç tanı alması nedeniyle bebekler önemli bir bulaş kaynağı olmakta. Yenidoğan bebeklerin şu dönemde herkes tarafından sevilmemesi, öpülmemesi ve buna dikkat edilmesi gerekiyor.”
Prof. Dr. Murat Durdu, günde en az 4-5 uyuz hastası görmeye başladıklarını söyledi.
ALIŞVERİŞTE DİKKAT
Prof. Dr. Durdu, kıyafet alışverişi yaparken de riskleri şöyle sıraladı: “Sizden önce uyuz taşıyan birisi denediyse size de bulaşabilir. Hasta giydikten 1 gün sonra o kıyafette parazit kalmaz ancak aynı gün içerisinde ise risk var. Kıyafet denedikten sonra yaklaşık 1 saat içinde hemen yıkanılır ise parazit varsa dahi bulaş engellenebilir ancak kesin bir yöntem değildir.”
- KAŞINTINI birçok nedeni vardır. Her kaşıntının nedeni uyuz olmayabilir. Gece artan kaşıntılar, el bileğinde, parmak aralarında, koltuk altında ve göbek çevresindeki kaşıntılar ve ailede aynı anda başlayan kaşıntılar uyuzu ayırt edilebilecek belirtilerdir. Tedavide ise ilaçlar iki kür olarak 3’er gün boyunca vücuda uygulanıyor. Bir de özel içerikli krem kullanılıyor.
Bu yıl ikincisi düzenlenen TUBİD (Tüp Bebek ve İnfertilite Derneği) Kongresi’nde konuşan dernek başkanı Prof. Dr. Bülent Traş, “Mitokondri nakli üzerinde çalışmalar yapıyoruz” dedi.
Kısırlık tedavisi sırasında şu anda tüm dünyada kullanılan yöntemlerden biri olan mitokondri nakli, hücrede enerjiyi sağlıyor.
Hulusi Bülent Zeyneloğlu - Bülent Traş
Prof. Dr. Hulusi Bülent Zeyneloğlu, mitokondri naklinin başarılı olması durumunda, 48 yaşında bir kadının bile çok rahat çocuk sahibi olabileceğini söyledi.
Mitokondri nakli, özellikle ileri yaşlarda anne olmaya çalışan ya da başka bir nedenle enerjisi düşük yumurtaya sahip kadınlarda kullanılması planlanıyor.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, kadınlar arasında en sık görülen meme kanserinin tüm kanserler arasında yüzde 11.7’lik oranla ilk sıraya yükseldiğini açıkladı. Meme kanseri son yıllarda gerçekleştirilen farkındalık çalışmaları ve tarama programları sayesinde erken teşhis ediliyor. Ancak yine de ölüm oranları da görülme sıklığına bağlı olarak yükselmiş durumda. Meme ve yumurtalık kanserinde erken teşhisi sağlamak ve bu konuda farkındalık oluşturmak amacıyla bir internet platformu açıldı. “Kontrol sende, cevabı gende” sloganı ile açılan cevabigende.com isimli internet sitesi, düzenlenen basın toplantısı ile tanıtıldı.
Toplantıda konuşan Türk Tıbbi Onkoloji Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Nuri Karadurmuş, “Uygulamaya giren kadınlar çeşitli sorulara yanıt vererek kanser riskine dair bilgilendirilecek. İnternet sitesi canlı bir site olacak ve bize oradan soru gönderen kadınlarımıza bir hafta içerisinde Türk Tıbbi Onkoloji Derneği tarafından yanıt gönderilecek. Böylece birebir uzmanlara danışma şansı da bulunacak” dedi ve şu bilgileri verdi: “Kadınlarda eğer BRCA-1 ve BRCA-2 geni varsa ve sağlıklı bir kadın ise memenin içini boşaltarak protez takılmasını ve 40 yaşın üstündeyse de rahim ve yumurtalığı almayı öneriyoruz. Çünkü bu iki gen varsa o kişide yaşam boyu kanser riski yüzde yetmiş oluyor. Bu çok ciddi bir oran.”
AMAÇ FARKINDALIĞI ARTIRMAK
Türk Tıbbi Onkoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Gökşen İnanç İmamoğlu da şunları söyledi: “Yumurtalık kanseri dünyada kadınlarda en sık görülen 7. kanser ve en çok ölüme neden olan türler arasında da 8. sırada. Dünyada yılda 314 bin kadına yumurtalık kanseri tanısı koyuluyor, bu kadınların 207 bini bu hastalıktan dolayı ölüyor. Bu projeyle, meme ve yumurtalık kanseriyle mücadelede yeni bir sayfa açıyoruz. Kadınları sağlıkları üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmaya ve anketler aracılığıyla risk faktörleri hakkında bilgi sahibi olmaya çağırıyoruz.”
Dünyada her yıl 4 milyon ton pestisit kullanılıyor. Heinrich Böll Stiftung Derneği tarafından hazırlanan ‘Pestisit Atlası’na göre her yıl pestisitler nedeniyle 11 bin kişi hayatını kaybediyor. Avrupa’da yapılan çalışmalara göre ise şehirlerde yaşayan insanların saç telinde dahi pestisite rastlandı. Gıda mühendisi Dr. Bülent Şık, “Pestisit tarım ilacı olarak adlandırılıyor ancak ilaç denilince ‘masum’ algısı oluşuyor. Pestisit ilaç değil, zehir. Pestisit Atlası’nda kullanılan pestisit miktarının yaklaşık yüzde 50’sinin Adana, Mersin, Manisa, Aydın, Bursa, İzmir ve Antalya’da kullanıldığı ifade ediliyor. Çocukları, yetişkinlere göre 4 kat daha fazla etkiliyor. 1 yaşına kadar çocuklarda kan - beyin bariyeri denilen bariyer henüz oluşmadığı için pestisitler beyni etkiliyor ve nörolojik gelişimsel bozukluklara yol açıyor” dedi.
İRAN’da yaşayan Athareh Karimzadeh ve Muhammedreza Mahmoudnejad yerleşmek amacıyla, oğulları Barad ile birlikte Türkiye’ye geldi. Oturum izni alamayan aile tam İran’a dönecekken 5 yaşındaki çocukları Barad geri manevra yapan kamyonun altında kaldı. Barad’ı görmeyen kamyon şoförü ilerleyince bir kez daha üstünden geçti. Küçük çocuk hemen Başakşehir Çam ve Sakura Hastanesi’ne kaldırıldı. Sol akciğer bronşlarından biri kopmuştu. 10 milimetre çapındaki parçalar akciğerde bulundu ve 4 saatlik operasyon ile tekrar yerine dikildi.
‘AKCİĞERİ SÖNMÜŞTÜ’
Dr. Mehmet Çakmak, Barad’ın kendilerine geldiğinde ne durumda olduğunu şu sözlerle anlattı: “Kaburgası kırılmıştı. Akciğerinde hava kaçağı olmuş ve tamamen sönmüştü. İki toraks tüpü taktık solunumunu rahatlatmak için. Ancak solunumu rahatlamadı. Böyle olunca sol ana bronşun koptuğunu düşünerek açık ameliyata aldık. Sol ana bronş çok önemli yapılarla komşuluğu olan bir yer. Kalbe giren ve çıkan iki ana damarın bitişiğinde, yemek borusuyla da oldukça yakın. Bu ana bronşun onarımı komşuluk nedeniyle ve tamamen kopmuş olması sebebiyle oldukça güç.”
Dr. Mehmet Çakmak - Athareh Karimzadeh - Dr. Özgür Kuzdan
‘NADİR BİR DURUM’
Dr. Özgür Kuzdan da şu bilgileri verdi: “Radyoloji ve çocuk göğüs hastalıkları ile bir konsey yapıp operasyona aldık. Kopan hava yolu sol akciğeri havalandıran en temel hava yolu. Biz kopan parçaları bulduk, dikebildik ve yaptığımız destekler tuttu, akciğer kendini toparladı. Hiçbir komplikasyon olmadı.”
ANNE: TÜRK DOKTORLARA MİNNETTARIZ
Sağlığına kavuşan küçük Barad, ailesiyle İran’a döndü. Anne Athareh Karimzadeh, Türk doktorlarına minnettarlığını dile getirdi.
Türkiye, Esra Erol’un programındaki ‘ikiz bebek’ olayını konuşuyor. ATV’de yayınlanan Esra Erol’da programına katılan Betül Yurulmaz, eşi Veysel Yurulmaz’ın kendisini aldattığını söyledi. Betül Yurulmaz’ın, eşinin Özge Çelik isimli bir kadından ikiz çocukları olduğunu söylediği programda taraflar yüzleşti. Betül Yurulmaz, boşanmak için, Veysel Yurulmaz ve Özge Çelik’in ikiz bebeklerine DNA testi yapılmasını istedi. DNA testi sonucunda, Veysel Yurulmaz, ikizlerden sadece birinin babası olduğu çıktı.
Olayın ardından Betül ve Veysel Yurulmaz, Küçükçekmece Adliyesi’ne giderek resmi olarak boşandılar. Adliye çıkışında ise Betül Yurulmaz ve Özge Çelik’in tartıştığı görüldü. Adliyede çıkan olayda Betül Yurulmaz, Özge Çelik’e “Yuva yıkanın sonu böyle olur. Diğer çocuk kimin Özge Hanım” diye bağırdı. İkilinin arasında demir parmaklıkların olduğu tartışmada Özge Çelik’in, Betül Yurulmaz’ın kafasına su şişesi fırlattı. Tartışan ikiliyi çevredekiler ve güvenlik güçleri ayırdı.
10-15 VAKA VAR
İkiz bebeklerin babalarının farklı olmalarını, konunun uzmanlarına sorduk. Perinatoloji Uzmanı Doç. Dr. Mustafa Behram, “Bu duruma süper fetasyon deniyor. Şimdiye kadar literatürde tamamlanmış 10 ila 15 arasında vaka var. Normalde bir kadın bir âdet döneminde tek yumurta bırakır ve eğer gebe kalırsa hormonal mekanizmalar devreye girip o dönemde yumurtlaması durur. Ama bu süper fetasyon durumlarında, ikinci kez yumurtladığında tekrar ilişkiye girerse tekrar hamile kalıyor. Aynı âdet döneminde iki yumurtlama bu olayın temel sebebi” dedi.
12-24 SAAT ARASI
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Pınar Kadiroğulları ise kadınlarda bazı aylarda 2 yumurta çatlaması olayının meydana geldiğini, bu süreçte kadının 2 farklı partner ile 12 ile 24 saat arasında birliktelik yaşarsa çift yumurta ikizi şeklinde hamilelik yaşayacağını ifade etti. Doç. Dr. Kadiroğulları, bu durumun teorik olarak nadir görülen bir durum olduğunu ancak yaşanabileceğini söyledi.
Bugün Dünya Kuduz Günü. Ancak Türkiye, Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (Center for Disease Control and Prevention - CDC), Türkiye’de sokak köpeklerinin fazlalığı nedeniyle Türkiye’nin yüksek riskli olduğunu belirtiyor ve buraya seyahat edecek vatandaşlarının kuduz aşısı olmalarının iyi olabileceği yönünde uyarıyor. Geçen yıl Bitlis’te 10 yaşındaki Mustafa Erçetin, bu yıl ise Şanlıurfa’da 28 yaşındaki mimar Lütfü Seray, kuduz köpeğin ısırması sonucu acı şekilde hayatlarını kaybetti.
LİSTEDE 109 ÜLKE YER ALDI
Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Buket Ertürk Şengel, “Kuduza yakalanma ihtimali olan hayvanların en üst sırasında yüzde 43.3 oranıyla köpekler yer almaktadır. Birçok Avrupa ülkesinin aksine Türkiye’de köpekler sokaklarda serbestçe dolaşabilmektedir. Bu faktörler bir arada değerlendirildiğinde ülkemiz kuduz açısından oldukça riskli durumdadır. CDC tarafından yayınlanan listede Türkiye ile birlikte toplam 109 ülke kuduz açısından yüksek riskli olarak kabul ediliyor. Bu ülkeler içinde Afganistan, Bangladeş, Çad, Nijer, Kuzey Kore, Kenya, Umman, Yemen gibi ülkeler yer alıyor” dedi.
Sosyal medyada bazı marketlerin sattığı tavuk, kırmızı et gibi ürünlerde paketlerin yırtık olduğuna dair görüntüler yayıldı. Pakette yırtık varsa, kokuyorsa ve rengi griye dönmüşse kesinlikle kullanılmaması gerektiğine vurgu yapan uzmanlar, besin zehirlenmesi yaşanabileceğine dikkat çekti. Medipol Mega Üniversite Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Esin Korkut şunları söyledi:
ETLERE İYİ BAKILMALI
“Paketli ürünler yırtık olduğu zaman hava teması olduğu için bakterilerin ve mikro organizmaların üremesine neden oluyor. Bu da ürünün bozulmasına ve besin zehirlenmesine yol açacaktır. Süt ürünleri de mutlaka paketinde ve paketi korunmuş olmalı ancak et ve et ürünlerinde bu daha önemli. Kusma, ishal gibi tipik besin zehirlenmesi ile başlıyor ancak kişi bunu tolere edemezse kanlı ishale kadar ilerleyebiliyor. Besini tükettikten sonra 1 ila 3 saatte belirtiler ortaya çıkıyor. Eğer 3 saati geçerse ve ishal çok ciddi şekilde oluyorsa hemen hastaneye başvurmak gerekiyor. Bu arada ürünü alırken üstünde çok fazla buz olması da ürünün orada çok uzun süre kaldığı anlamına geliyor.”
NASIL ANLAŞILIR
Bozulduğuna dair kararsız kalınıyorsa şunlara dikkat edilmeli:
- Pakette minik bir yırtık dahi olsa bakteri ürediği düşünülerek kullanılmamalı.
- Tavuk alırken rengi pembe değil de beyaz ve özellikle de griye dönmüş ise kesinlikle bozulmuş demektir.
Hilal Gündüz bundan yaklaşık 7 yıl önce meme kanseri tanısı aldı. Kanser olduğunda henüz 30 yaşındaydı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tedavi olurken Prof. Dr. İsmail Çepni ve ekibi tarafından Gündüz’ün yumurtalık dokusu alındı. Kemoterapiler, tedaviler derken 5 yılın sonunda Gündüz sağlığına kavuştu. Yaklaşık 2 yıl önce “Anne olmak istiyorum” dedi. Bu kez yine Prof. Dr. İsmail Çepni, Prof. Dr. Ertan Kervancıoğlu, Prof. Dr. Mahmut Öncül, Dr. Elif Akşahin ve Prof. Dr. Semih Kaleli’nin yer aldığı geniş bir ekip ile tatlı bir telaş için tedaviler başladı. Prof. Dr. Ertan Kervancıoğlu’nun yıllar önce alıp sakladığı yumurtalık dokusu anne adayına tekrar nakledildi.
TÜRKİYE’DEKİ İLK BEBEK
Baba Burak Gündüz (37) ile anne Hilal Gündüz’ün (37) geçen haziran ayında kucağına aldığı Güneş bebek, dünyada bugüne kadar bu şekilde doğan 200 çocuktan biri, Türkiye’de ise meme kanseri tedavisi sonrası yumurtalık dokusunun nakledilmesi ile dünyaya gelen ilk bebek oldu. Anne Hilal Gündüz, Güneş bebeğin birçok hasta için de umut aşılayan mucizevi doğuş serüvenini şöyle anlattı: “Bilime inandım, doktorlarıma güvendim. İyi birer akademisyen olmanın yanı sıra hepsi çok iyi insanlar. Ben kanser teşhisi aldıktan sonra hemen tedaviye başlamam gerekiyordu. Yumurtalıklarımı almak için vakit yoktu. O yüzden bana deneysel bir tedavi olan yumurtalık dokusunu almayı önerdiler. O dönem dünyada sadece 80 bebek bu şekilde dünyaya gelmişti. ‘Neden 81’incisi benim bebeğim olmasın?’ diye düşündüm ve denemeye karar verdim. Kanser teşhisi aldığımda 3 yıllık evliydim. Şu anda çok mutluyum.”
KADIN KANSER HASTALARINA ÖNERİYORUZ
- Prof. Dr. İsmail Çepni, başarılı operasyonla ilgili şu bilgileri verdi: “Yumurtalıklardan aldığımız yumurtalık parçası yerine yerleştirildi ve kendiliğinden çalışmaya başladı. Anne Hilal Gündüz, Güneş’e gebe kaldı. Türkiye’de meme kanserini atlatıp bu şekilde anne olan ilk vaka oldu. Kadınlara kanser tedavisi öncesi üreme hücrelerini bu şekilde saklama şanslarını kullanmalarını öneriyoruz. Dünyada 2004 yılından beri bu yöntemle doğan 200 bebek var.”
Prof. Dr. Ertan Kervancıoğlu da şunları söyledi: “2011 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde bu yönteme ilk başladığımızda herkes bize inandı. Bu işlem sadece kanser hastası kadınlara değil çocuklara da uygulanabiliyor. 2 yaşında bebek hasta da var 40 yaşında kadın hasta da var. Çocuk hastalarda üreme hücreleri olgunlaşmadığı için gerek yumurtalık dokusu gerek erkek çocuklarda testisi zarar görmesin diye dondurup saklıyoruz. Yumurta dondurduğunuzda 1 ayda 5-10 yumurta alabiliyorsunuz. Ancak doku dondurduğunuzda 2 yıl normal âdet görmeye devam ediyor. Menopozdan çıkmış oluyor. Bu dokuların ne kadar devam edeceğini bilmiyoruz. Şu an Hilal Hanım’da 2 yıldır sürüyor. Literatürde 10 yıla kadar devam eden var. Ancak olur da tekrar menopoza girerse diye 2 parça daha doku dondurduk.”
IRAK’TA dondurmacılık yapan Shamal Ahmed Yasin (35) ve eşi Eman Tarik Raouf’un (28) ilk çocukları Lina’ya, yaklaşık 2 yaşına geldiğinde Akdeniz anemisi hastalığı teşhisi koyuldu. Ondan 2 yaş küçük olan Omar’da da 1 yaşında aynı şikâyetler ortaya çıktı. Bir süre kan nakliyle tedavi oldular. Sonrasında ilik nakli arayışı başladı. Irak’ta, çevrelerindeki insanlar Hindistan’ı önerdiler ve orada daha ucuza çocuklarını tedavi ettirebileceklerini söylediler. Ancak aile, Türkiye’ye geldi. Prof. Dr. Barış Malbora ve ekibi, Yeni Yüzyıl Üniversitesi Özel Gaziosmanpaşa Hastanesi’nde nakil işlemini gerçekleştirdi.
ÖZEL KURYEYLE GELDİ
Çocuk Hematoloji Uzmanı olan Prof. Dr. Barış Malbora, İstanbul’da gerçekleştirilen başarılı operasyonların detaylarını Hürriyet’e şöyle anlattı: “Iraklı 2 kardeş Türkiye’ye geldikten sonra önce aile içinde uyumlu verici aradık. Aile içinde olmayınca TÜRKKÖK’te tarama yaptık. Omar’a önce yüzde 90 uyumlu bir verici bulduk. Sonra, nakil öncesi taramalar devam ederken yüzde 100 uyumlu bir verici denk geldi. Ardından da Lina için aynı süreç oldu. Türkiye’de uyumlu verici bulamadığımız için dünya bankalarını taramaya başladık ve Hindistan’dan bir verici bulundu. Vericiden alınan kemik iliği uçakla ve özel bir kurye ile Türkiye’ye getirildi. İki kardeşe de sırayla 1 yıl içinde nakil yaptık.”
5 yaşındaki Omar - Prof. Dr. Barış Malbora - 7 yaşındaki Lina
BAĞIŞÇILAR 2 YIL GİZLİ TUTULUYOR
Dünyada her yıl 50 bin kişiye çeşitli hastalıklar nedeniyle kemik iliği nakli yapıldığını söyleyen Prof.Dr. Malbora, “Türkiye’de de 2013 yılında kurulan TÜRKKÖK sayesinde birçok hasta kemik iliği nakli oldu ve sağlığına kavuştu. Dünya genelinde uygulanan kararlara göre bağışçı ile bağış bekleyen kişiyi korumak ve bağışın maddi bir nitelik kazanmasını önlemek için alıcı ile vericinin 2 yıl tanışması yasak. Sonrasında iki taraf da isterse görüşebiliyorlar” dedi.
BİZ DE BAĞIŞÇI OLACAĞIZ
İki çocuğu da verilen kemik iliği ile sağlığına kavuşan anne Eman Tarik Raouf bağışçıya teşekkür ederken, baba Shamal Ahmed Yasin kendilerinin de bağışçı olmayı düşündüklerini ve isimlerini de yaşlarını da bilmedikleri vericilere minnet duyduklarını söyledi.
Irmak Kerimoğlu Türkiye'de yapılan araştırmalara göre her 3 çocuktan 1'inin, OECD verilerine göre ise 4 çocuktan 1'inin akran zorbalığına maruz kaldığını belirtiyor. Akran zorbalığı artık sadece okul içinde de yaşanmıyor. Sosyal medya hesaplarında, okul dışında hem fiziksel hem ruhsal anlamda çocuklar şiddete maruz kalabiliyor. Bu durum sadece zorbalığa uğrayan çocuğun değil, zorbalık yapan çocuğun da okul başarısını ve sosyal ilişkilerini kötü etkiliyor. Peki çocuğumuzun ne hissettiğini, neler yaşadığını anlamak için nasıl davranmalıyız?'TÜRKİYE'DE HER 3 ÇOCUKTAN 1'İ AKRAN ZORBALIĞINA MARUZ KALIYOR'Kerimoğlu "Çocuğun sizinle konuşmuyor olması mutlaka başına kötü bir şey geldiği anlamına gelmiyor. Bu çocuğun mizacından kaynaklı. Ama yine de çocukların günlük rutinlerinden haberdar olmak, tatsız bir olay yaşadıysa bunu anlamak, bir şeye üzüldüğünde, bir tehlike hissettiğinde bilmek için çocuğumuzla konuşma alışkanlığını oturtmamız gerekiyor. İlla çocuğun başına bir şey gelmesine gerek yok ama bunu yapmadığımızda çocuğun ne yaşadığından haberdar olmamız zor. "Çocuğu nasıl konuşturabiliriz?" yaklaşımı benim sağlıklı bulmadığım bir yaklaşım aslında. Eğer çocuğumuz bir akran zorbalığı ya da kötü bir durum yaşıyorsa onu sorgulamak yerine bunu oyunlarla yapmak ve uzman desteği almak en iyisi. Akran zorbalığı sadece arkadaşlarından gördüğü fiziksel bir şiddet değil. Dışlanmak, dalga geçilmesi de akran zorbalığına giriyor. OECD raporlarına göre de yaklaşık 4 çocuktan 1'i akran zorbalığına maruz kalıyor. Artık akran zorbalığı sadece okul saatlerinde olmuyor. Hem okul dışı sosyal hayatlarında hem de çok yaygın şekilde sosyal medyada oluyor artık. Akran zorbalığı çocuğun veya ailenin tek başına çözebileceği bir problem değil. Okul, her iki tarafın da aileleri ve çocuk ruh sağlığı uzmanı ile çözülebilir. Akran zorbalığı hem zorbalığa uğrayan hem de zorbalık yapan çocuğun akademik başarısını, sosyal ilişkilerini olumsuz etkiliyor. Sadece çocuğun sınıfını, okulunu değiştirmek kalıcı çözümler değil. Bu kolektif bir çalışma" dedi.
NASIL YAKLAŞMALI?
- Çocuğunuzu sorgular şekilde konuşmayın.
- Sohbet etmeye ve duygularını anlamaya çalışın.
- Oyun kurarak, onunla oyun oynayarak da ne yaşadığını anlamanız mümkün. Onunla oyun oynayın.
- Bir tehlike seziyorsanız mutlaka bir uzman ile görüşün ve anlamaya çalışın.
- Çocuğunuzu eleştirmeyin ve yaşıtları ile kıyaslamayın. Bu tavır duygularını açmasını engeller.
Bakan Koca sosyal medya hesabından şunları söyledi: “Endişe konusu sayılmayacak bir gelişme. Hasta etme gücünün (virülansının) düşüklüğünü bildiğimiz Eris varyantı Referans Laboratuvarı’mızda yapılan incelemede 9 kişide görüldü. Yurtdışı temaslı ve aynı ildeler. Mevcut tedbirlere gündelik hayatımıza devam edeceğiz. Durum başka ülkelerde yaygın, bizde de ortaya çıkması muhtemeldi. Büyüklerimizi, kronik hastalarımızı koruyacağız.”
GRİPTEN FARKLI DEĞİL
Şu ana kadar virüsün en hızlı bulaşan varyantlarından biri olan Eris’in iyi tarafı hastalığın seyrinin hafiflemiş olması. Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği (TÜSAD) Enfeksiyon Çalışma Grubu Sözcüsü Prof. Dr. Berna Kömürcüoğlu, “Eris bize yabancı bir varyant değil. Omikron’un bir alt varyantı” dedi ve şunları söyledi: “Eris şimdiye kadar saptanan en hızlı bulaşan varyant. Ancak sevindirici olarak ağır hastalık ya da mortalitede artışa neden olmadığı düşünülüyor. Belirtileri gribal semptomlardan çok farklı değil. Mevcut aşılar ve tedavi bu varyantta da etkin ancak 2023-2024 kışı için Biontech’in geliştirdiği monovalan COVID-19 aşısı, XBB varyantı içerdiği için Eris’e karşı da daha yüksek koruyuculuğa sahip. Yeni varyant ve sonbaharın gelmesiyle vaka sayılarında artışlar gözlenebileceği tahmin ediliyor. Kapalı alanlar, sinema ve konser gibi kalabalık aktivitelerde yayımı arttırdığı gösterildi. Global olarak bakıldığında dünya çapında COVID-19’a bağlı hastane yatışları ve ölüm oranlarında azalma eğilimi devam ediyor ama özellikle kış aylarında vaka artışları olabilir. Önlemleri elden bırakmamak gerekiyor.”
BELİRTİLERİ NELER?
- Boğaz ağrısı
- Burun akıntısı
Pekkan, sosyal medyada gündem olurken “Haftada bir saç mı yıkanır?”, “Kokar” gibi yorumlar yapıldı. İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burhan Engin, “Saçın 2 günde 1 yıkanmasını öneriyoruz ancak haftada 1 yıkamak uzun bir süre çünkü o zaman da yağ salgısı artar ve saç dökülmesi olur” dedi.
HAFTADA 1 YIKAMAK DA SAĞLIKLI DEĞİL
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zekayi Kutlubay da şöyle konuştu: “Normalde en az haftada 2 yıkamayı tavsiye ediyoruz. Saçın durumuna göre bu yıkama sıklığı değişiyor. Ancak 1 hafta yıkamadığınızda mikroplar için uygun bir ortam oluşturur. 1 hafta ya da daha uzun süre yıkamamak da sağlıklı değil. 1 hafta yıkanmadığında nahoş bir koku da meydana gelebilir.”
İstanbul Üniversitesi - Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Ender Dulundu, “Türkiye’de her 4 kadından ve her 5 erkekten 1’i obez. Daha kötüsü çocukluk çağı obezitesi yüzde 6’ya çıkmış durumda. Obezite kadar ne kadar uzun süre obez olduğumuz kanser gelişiminde önem taşıyor. Bu nedenle çocukluk ve gençlik çağlarındaki obezite bizi daha çok endişelendiriyor. Vücut kitle indeksinde her 5 birimlik artış karaciğer kanseri riskini 1.5 kat arttırıyor” dedi.
SÜRE ÇOK ÖNEMLİ
Prof. Dr. Ender Dulundu şöyle devam etti: “Norveç’te yapılan bu çalışmada 1968 yılından itibaren kişilerin kayıtlarını inceliyorlar. Karaciğer, safra yolu, safra kesesi kanserlerinde risk artıyor. Burada önemli bir nokta daha var. Obez olarak geçirilen süre ne kadar uzunsa kanser riski de artıyor. Yani bugün obez oldunuz hemen yarın kanser olacaksınız anlamına gelmiyor ama ömrünüzün ne kadar uzun zamanını obez olarak geçiriyorsunuz. Bu önemli. O yüzden çocukluk çağındaki obezitenin artışı da daha tehlikeli.”
TÜRKİYE’DE BÜYÜK ARTIŞ
TÜRKİYE’de çeşitli yıllarda yapılan araştırmalarda obezitenin 2000’lere doğru artış gösterdiği görülüyor.
- Erkeklerin yüzde 16.8’i obez iken yüzde 40.4’ü ise fazla kilolu kategorisinde, kadınlarda ise yüzde 23.6 obezite kategorisindeyken yüzde 30.9’u fazla kilolu oldu.
- 2001 yılında erkek çocuklarının yüzde 1.6’sı obez iken, kız çocuklarında obezite oranı yüzde 2.1. 2016-2017 yıllarında ise çocuklarda obezite oranının yüzde 6.6 olduğu görülüyor.
İnsan gen haritası 90’lı yıllarda çalışılmaya başlayıp 2003 yılında tamamlandığından beri tıp dünyasının tedavilere bakış açısı büyük ölçüde değişti. Aynı tedavi, bir hastada çok iyi sonuç verirken başka bir hastada hiç işe yaramamasının genlerimiz ile alakalı olabileceği anlayışı yaygınlaştı. Ancak biliminsanları zamanla genetiğimizin yanı sıra bir de çevresel faktörlerin genler üzerindeki etkisini incelemeye aldı. İyi beslenme, hava koşulları, temiz gıda ve temiz suya ulaşmak, hareketli yaşamın kalıtsal etkilerinin de DNA kadar önemli olduğu ortaya çıktı.
BESİNLERE DİKKAT
2-3 Eylül tarihlerinde İstanbul’da bulunan Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Osmanlı Arşivi Külliyesi’nde bir Nutrigenetik ve Epigenetik Kongresi düzenlenecek. Dünyanın birçok yerinden biliminsanları epigenetiği ve nutrigenetiği masaya yatıracak. Nutrigenetik ve Epigenetik Derneği Başkanı Doç. Dr. Gülsen Meral, kongre öncesinde bu kavramlarının hayatımıza etkisini anlattı: “Hassas tıp, kişiye özel bir tedavi ile kronik hastalıkları önlemeye yardımcı olan ve tedavi başarısını arttıran yeni bir bilim dalı. Burada iki önemli nokta var. Birincisi genleri tanıyarak kişiye özel beslenme, yaşam tarzı sağlayarak hastalıklardan korumak. Besinler genler üzerinde ifadelenmeler dediğimiz epigenetik değişiklikler yapıyor. Mesela kanser önleyici bir gen çalışmazsa kişinin kansere yatkınlığı artar.
8 HAFTADA 3 YIL KAZAN
Bir diğer önemli konu ise nutriepigenom denilen kavram. Burada önemli olan kişinin anne karnında başlayan programlanmasında annenin çevre koşulları, yaşadığı olaylar, kullandığı vitaminler, bağırsak florası bebeğin programını etkiliyor. Bir çalışmaya göre kişiye özel bir dizayn ile beslenmeyi 8 hafta değiştiren kişilerin biyolojik saatinin 3 sene geriye gittiği bulunmuş. Artık dünyada bazı hastalıkların tedavisine epigenetik testler ile karar veriliyor. Kanada ve İngiltere’de bazı genetik testlerin sonuçlarının olduğu kartlar veriliyor insanlara. Bu kartlar ile kişiler tedaviye gidiyor ve ilaçlara, ilaçların dozuna karar veriliyor. Dünya artık buna doğru gidiyor.”
BİYOLOJİK YAŞ GERİ ALINABİLİR
- Doç. Dr. Gülsen Meral, “DNA kaderiniz değil” diyor ve bunu şöyle anlatıyor: “Mesela herkese spor öncesi kahve içmenin yağ yaktırdığı söyleniyor. Ancak kişilerin genetik testleri yapıldığında bir bakıyoruz ki kahve içmek bu kişiye iyi gelmiyor. Çünkü o insanın epigenetiği farklı ve başka şeylere ihtiyacı var. Doğru beslenme, doğru bir yaşam tarzı ile genetiğindeki olumsuz faktörleri iyiye çevirebilir. Bu şekilde biyolojik yaşı da geriye almak mümkün.”
Kalıtımsal olan ancak genetiğimizi değiştirmeyen farklılıkları inceleyen bir bilim dalı var: Epigenetik. Türk Kanser Derneği’nin desteğiyle Nutrigenetik ve Epigenetik Derneği tarafından, İstanbul’da dünyadan ve Türkiye’den birçok biliminsanını bir araya getirecek bir Epigenetik Kongresi düzenleniyor. Kongrede kişiye özel beslenmenin, çevresel faktörlerin, hangi sporun yapıldığının insanların hayatını ve sağlığını nasıl farklı etkilediği ele alınacak.
YOL HARİTASI ÇİZİLECEK
2-3 Eylül tarihlerinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Osmanlı Arşivi Külliyesi’nde gerçekleşecek kongrenin moderatörlüğünü Merva Ulusoy Bilginer üstlenirken, Emeritus Prof. Mustafa Camgöz, Prof. Kenneth White, Dr. Öğr. Üyesi Elif Sibel Aslan gibi uzmanlar yer alacak. Kongreye, Revna Demirören gibi iş dünyasının önde gelen isimleri de destek veriyor.
Kongrede, epigenetik ve genetik faktörlerin etkileşimi ele alınarak, çevresel etkilerin sağlık üzerindeki rolü de incelenecek ve interaktif oturumlar sunulacak. Biliminsanları epigenetik alanındaki en son gelişmeleri tartışacak ve bu alandaki geleceğe yönelik yol haritasını çizecek.
COVID-19 önlemleri tüm dünyada kalktı ancak yeni varyantlar çıkmaya devam ediyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 9 Ağustos’ta Eris varyantına ilişkin bir rapor yayınlayarak “izlenmesi gereken varyant” kategorisine aldı. DSÖ her yeni çıkan varyantı yayılma hızına ve etkilerine göre değerlendirmeye alıyor ve bu konuda düzenli olarak rapor yayınlıyor.
KIŞ AYLARINDA BASKIN OLABİLİR
TÜSAD (Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği) İnfeksiyon Çalışma Grubu Sözcüsü Prof. Dr. Berna Kömürcüoğlu: “Eris şimdiye kadar en hızlı artışa neden olduğu saptanan varyant. Ancak ağır hastalık ya da mortalitede artışa neden olmadığı düşünülüyor. Özellikle sonbahar ve kış aylarında artışa neden olabilir. COVID-19’da aylar sonra EG.5 ya da kısa adıyla ERİS adında yeni bir varyant tanımlandı. Bu varyant Omikron’un bir alt varyantı ve Omikron’a benzer özellikleri var. Dünyada halen 51 ülkede tespit edildi ve yayılmaya devam ediyor. En sık göründüğü ülkeler Çin, ABD, Kore, Japonya, Avustralya ve İngiltere. İngiltere’de 7 olgudan birisi şu an Eris’e bağlı COVID-19. Kapalı alanlarda, sinema ve konser gibi kalabalık aktivitelerde kolaylıkla yayılabileceği ortaya kondu. Ancak sevindirici olarak ERIS’in daha ağır seyirli hastalık yaptığına dair veri yok. Mevcut aşılar ve tedavi bu varyantta da etkin.”
DSÖ ayrıca BA.2.86 varyantının da geliştiğini bildirdi. BA.2.86’yı da gözlem altına aldı.
BA.2.86 VARYANTI NEDİR?
Prof. Dr. Kömürcüoğlu DSÖ’nün yeni açıkladığı ve gözlem altına aldığını duyurduğu varyanta ilişkin olarak şunları söyledi: “BA. 2.86 çok sayıda mutasyonu bir arada bulundurma nedeniyle yeni izleme alınan bir varyant, henüz dünyada çok yaygın değil. İzleyip ne kadar riskli olduğu görülecek.”
ERiS’İN BELİRTİLERİ
* Boğaz ağrısı
Halk arasında omurga eğriliği olarak bilinen skolyoza sahip olanlarda çene ve diş yapısında da bozukluk görülüyor. Daha önemlisi ise diş tedavisi yaptırıldığında da skolyoz daha hızlı iyileşme kaydediyor. Ergenlik çağındaki gençlerde yüzde 2 -3 oranında skolyoz görülüyor. Ancak skolyoz ile diş yapısındaki bozukluk arasında önemli bir ilişki var. Özellikle ilerlemiş çene kapanma bozukluğu ve diş problemleri olanlarda skolyoz daha sık.
DAHA HIZLI DÜZELİYOR
Romatem Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Hülya Şirzai şu bilgileri veriyor: “Eğer bir çocukta çene ekleminde asimetri, dişlerde çarpıklık varsa, omurgada ağrı, kamburluk, kifoz daha sık görülüyor. Böyle çocuklarda erken skolyozu tanımak için fizik tedavi hekimi ile diş hekiminin ortak çalışması gerekiyor. Bir çalışmada özellikle 705 sağlıklı birey ile skolyozu olan 85 çocuk incelenmiş ve sağlıklı grupta çene problemleri yüzde 8.1 oranında görülürken, skolyozu olan çocuklarda yüzde 25.9 oranında görülmüş. Bu anlamlı bir oran. Bir diğer önemli nokta çene problemi olan çocuklarda ileri derecede skolyoz olması. Yani bu arada ciddi bir ilişki olabileceğini gösteriyor. Özellikle diş hekimleri çocukluk ve ergenlik döneminde biraz ileri evre dediğimiz ikinci evrede çene problemi ve diş kapanma bozukluğu, çapraz kapanma bozukluğu gördüğü zaman hastayı mutlaka fizik tedavi hekimine yönlendirmeli. Aynı zamanda boyun eğriliği olan, yüz asimetrisi olan çocuklarda da omurga kontrol edilmeli. Dişlerdeki sorun çözüldüğünde skolyoz da daha hızlı iyileşiyor.”
HATAY’da yaşayan Aysel Ezal, 6 Şubat’ta 11 ili etkileyen depremde birçok insan gibi büyük dehşeti yaşadı. Evleri başlarına yıkılan Ezal ve eşi, 1 gün boyunca enkaz altında kaldıktan sonra çevredekilerin yardımıyla kurtuldu. Ancak böbrek hastası olan ve o güne kadar tedavisi çok iyi bir şekilde devam eden 4 çocuk annesi Aysel Ezal’ın hastalığı hızla kötüye gidince böbrek nakli oldu.
CRUSH SENDROMU
Operasyonu Pof. Dr. Remzi Emiroğlu ile yapan Acıbadem Atakent Hastanesi Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Borçak Çağlar Ruhi, şu bilgileri verdi: “Aysel Hanım 30 yıllık bir diyabet hastası. Böbrek hastalığının en önemli nedenlerinden biri diyabet. Ancak bu hastamızın hikâyesi farklı. Hastalığının seyri aslında gayet iyi giderken yaklaşık 1 gün göçük altında kalıyor. Depremde bizim en çok korktuğumuz şey crush sendromu dediğimiz kasların ezilmesine bağlı, yıkılan kas kütlesi içeriğindeki potasyumun hücre dışına salınması nedeniyle aniden hastaları kaybetmemiz. Aynı zamanda kronik böbrek hastalarında da sürecin hızlanmasına neden oluyor. Bu bizim çok çekindiğimiz bir konu ve bu hastamızda yaşadık bunu. Normalde 30 yıllık diyabet hastası ancak hastalığı kontrol altında ilerlerken enkaz altında kaldıktan sonra bir anda diyalize girecek duruma geldi. Hastamızın şansı ise oğlunun verici olmak için çok gönüllü olması. Bu kadar uyumlu bir hasta grubu hiç görmedim. Oğlu annesine böbreğini vermek için çok hevesliydi. Annesini diyalize girmeden kurtarmak istiyordu. Dokuları ve organları uyduğu için çok hızlı şekilde iyileştiler.”
ÇADIRDA KALAMAZ YARDIM BEKLİYOR
- Böbrek nakli olan depremzede Aysel Ezal’ın hijyen koşulları iyi bir yerde kalması gerekiyor. Çadırda kalan Ezal’a yardım eli çevresindeki vatandaşlardan geldi. 3 aylık bir süre için yardımlar sayesinde Mersin’de ev tutuldu. 3 ay sonra ne olacağını bilmeyen Ezal yardım beklerken, annesine böbreğini veren evli ve 2 çocuk babası 39 yaşındaki Suphi Ezal ise “Anneme elimden gelse kalbimi bile veririm. İki böbreğim lazım olsa ikisini verirdim. Yeter ki iyi olsun” dedi.
DÜNYADA uzuv kaybı yaşayanlar için geliştirilen birçok biyonik kol var ancak bunlar kısıtlı hareket kapasitesine sahip. Bilgi Üniversitesi Mekatronik Mühendisliği Bölümü öğrencileri İlker Uygun ve Berk Reçber, bu eksikliği görerek bitirme projelerini sağlık alanında hazırlamaya karar veriyorlar. Tamamen kendi maddi imkânlarıyla olabilecek en düşük maliyete, en iyi biyonik kolu hazırlamaya çalışıyorlar. Yine kendi geliştirdikleri bir sinyal algılama sistemi ile hangi parmak hareketinin beyinde hangi alanı harekete geçirdiğini tespit ediyorlar. Böylece beyindeki sinyaller biyonik kolda doğru hareketi yapabiliyor.
MALİYETİ 10 BİN LİRA
Ampute insanların hayat kalitesinin çok aşağıda kaldığını tespit ettiklerini belirten Berk Reçber, “Bu tarz protezler 1 veya 2 hareketi yapabilme kapasitesine sahip. Örneğin sadece bir bardak suyu tutup bırakma hareketi yapabiliyor. Fakat bizim tasarladığımız bu protez 15 hareketi kusursuz şekilde yapabiliyor. Bu proje tam potansiyeline ulaştığı zaman bu protezi kullanan hastalar isterlerse piyano bile çalabilecek, el yazısı yazabilecek. ABD ve diğer ülkelerde bu tarz ürünlere çok yatırım var ancak bizde ne yazık ki yok. Biz bu ihtiyacı fark ettik ve temsilci olmak istedik. Şu an satışta olan protezler yurtdışında 10 bin İngiliz Sterlin’inden satışa sunuluyor. Biz ise toplam maliyetini 10 bin liraya çıkardık” dedi.
Biyonik kolun şimdilik 15 hareket ile sınırlı olduğunu ancak bunları artırabileceklerini söyleyen İlker Uygun, “Bizim kollarımızdaki kaslarımız beynimizden gelen sinyaller ile hareket ediyor. Bu sinyalleri okumak için bir adet mikro işlemcimiz vardı ve özel bir yazılım kullandık. EMG denilen sensörler ile kasın yaptığı her hareketin beyinde hangi sinyalle yapıldığını haritaladık. Yani bir parmak oynatma hareketini yapmak için beyinde nerenin çalıştığını gözlemledik“ diye konuştu.
3 BOYUTLU YAZICIYLA YAPILDI
İstanbul Bilgi Üniversitesi Mekatronik Mühendisliği Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Yeşim Öniz ise şunları söyledi: “3 boyutlu yazıcı ile malzemeleri basıp standart ve kolayca erişilebilecek motorlar kullandık. Amacımız bunu herkese ulaştırabilmekti. Malzeme olarak da bir plastik çeşidi olan PLA kullandık. Bu malzeme 3 boyutlu yazıcılarda kullanılan bir malzeme. Ayrıca oldukça dayanıklı ve bu malzemeler bozulduğu zaman aynısını tekrar 3 boyutlu yazıcıdan alıp tamir edebiliyoruz. Öğrencilerimiz bu projeyi kendi öz kaynakları ile yaptı. Çok düşük bir maliyetle bu kadar yüksek bir performans sergilediler. Bu çok önemli.”
Yeterince hijyen kurallarına dikkat edilmemesi, gerekli denetimlerin yapılmaması ve ortak aletlerin kullanımı virüsün yayılmasını arttırıyor. Türk Karaciğer Araştırmaları Derneği Başkanı Prof. Dr. Zeki Karasu, bu tarz bir hizmet alacak kişilerin mutlaka hijyen kurallarına dikkat eden yerlere gitmesi gerektiğini açıkladı.
Türk Karaciğer Vakfı Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Çakaloğlu da 28 Temmuz Dünya Hepatit Günü'ne istinaden herkesin Hepatit B ve C virüslerine karşı test yaptırmaya çağırdı. Prof. Dr. Çakaloğlu, "Viral Hepatit beklemez. O yüzden tedaviye geç olmadan başlamak için öncelikle tanı koyulması gerekiyor" dedi.
TÜRKİYE’DE 2 MİLYON HEPATİT B, 400 BİN HEPATİT C HASTASI OLDUĞU TAHMİN EDİLİYOR
Prof. Dr. Zeki Karasu: Ülkemizde erişkin nüfus içinde Hepatit B sıklığı yüzde 3-4, Hepatit C sıklığı ise yüzde 0,5 ila yüzde 1 arasında olup, yaklaşık 2 milyon hepatit B ve 300 bin ila 400 bin arası Hepatit C hastamız olduğu tahmin edilmektedir.
Bu virüslerde kan yoluyla bulaş oluyor ancak bu illa ki kan transeri ile olmuyor. Sizden önce Hepatit virüsü taşıyan herhangi birinin kullandığı manikür aleti de virüsün size bulaşmasına neden olabiliyor. İnsanların bir kısmında öncelikle sarılık hastalığı ile belirti verebiliyor. Ancak çok büyük bir çoğunlukta hiç belirti olmadığı gibi oldukça da sinsi ilerliyor. Hasta doktora başvurduğu zaman siroz olmuş olabiliyor. Bu nedenle riskli ortamlarda bulunan kişiler kan tahlili yaptırmalı ve hepatit virüsü taşıyıp taşımadığını kontrol ettirmeli.
Viral Hepatitle Savaşım Derneği Başkanı Prof. Dr. Rahmet Güner: Dünya Sağlık Örgütü 2030 yılına kadar hepatit hastalarının yüzde 90'ının tanı koyulmuş olmasına yönelik bir hedef yayınladı. Tanı koyulan hastaların yüzde 80'inin de tedavi edilmesi ve böylece hepatit nedeniyle ölümlerin de yüzde 65 oranında azaltılmasını hedefliyor.
TÜRKİYE'DEKİ HASTALARIN YÜZDE 80'İ HEPATİT VİRÜSÜ TAŞIDIĞINI BİLMİYOR
Prof. Dr. Yılmaz Çakaloğlu hepatit virüslerinde en önemlisinin teşhis olduğuna dikkat çekerek bazı önemli verileri paylaştı:
Şanlıurfa Siverek’te yaşayan mimar Lütfü Seray, 1 yıl önce henüz yavruyken iki köpek sahipleniyor. Sonrasında köpekler büyüyünce apartman dairesinde bakmakta zorlandığını söyleyerek bir arkadaşına vererek köpekleri sahiplendiriyor. 20 gün sonra yani 12 Haziran tarihinde arkadaşı Lütfü Seray’ı arayarak “Köpekler çok saldırgan bir gelip bakar mısın?” diyor. Veterinere götürdüklerinde köpeklerden biri iyice saldırganlaşıyor ve Lütfü yardım etmek isterken elinden, boynundan, yüzünden ve çeşitli yerlerden ısırılıyor. Hemen 1 saat içinde aşı oluyorlar. Veteriner sonrasında köpeği uyuşturarak sakinleştirdiğini söylüyor. Seray ise “Sahibini ısıran köpekten hayır gelmez” diyor ve köpeği istemediğini söylüyor.
BİR GÜN SONRA KÖPEK ÖLÜYOR
Belediye ekipleri gelip köpeği alıyor. Sonrasında bir belediye çalışanı cins köpek olduğu için köpeği çok beğendiğini ve kendisi bakmak istediğini söyleyerek köpeği alıyor. 1 gün sonra köpek ölüyor ve çöpe atılıyor. Kuduza dair herhangi bir numune alınmıyor ve kimseye haber verilmiyor. Bu süreçte Seray’ın şikâyetleri başlıyor, “Işıktan korkuyorum, sudan korkuyorum, bazen karıncanın sesini bile duyuyorum, bazen hiçbir şey duyamıyorum” diyor. Hatta Lütfü Seray bağırarak konuşmaya başlayınca abisi Kenan Seray, neden bağırarak konuştuğunu soruyor. Lütfü Seray ise duymadığını ve bu yüzden bağırdığını belirtiyor. Kolunda uyuşmalar oluyor.
SÜREKLİ AYNI CEVABI ALDI
Birçok defa Siverek Devlet Hastanesi’ne, bölgedeki özel kliniklere gidiyor. Ancak bir sorunu olmadığı, bir nöroloji uzmanına gitmesi gerektiği söyleniyor. Bu arada Lütfü Seray sadece son doz aşısını, kendisini iyi hissetmediği için 4 gün geciktiriyor. 2 Temmuz günü ise arkadaşlarıyla pikniğe gidiyor. Burada nehre girerek yüzüyor ve sonrasında ateşi yükseliyor. Ateşinin yükselmesini buna bağlıyor. Tekrar Siverek Devlet Hastanesi’ne gidiyor ve acil servise başvuruyor. Tahliller sonrasında yine bir sorunu olmadığı söyleniyor ancak Diyarbakır Devlet Hastanesi’ne gitmesini öneriyorlar. Ertesi gün Diyarbakır Devlet Hastanesi’nde de tahliller gerçekleştiriliyor. Ancak yine aynı cevabı alıyorlar: “Psikolojik olabilir.”
Sonrasında Gaziantep’e götürmeye karar veriyorlar. Gaziantep’te acil servis doktoru, kardiyoloji, nöroloji ve enfeksiyon hastalıkları uzmanlarını çağırıyor. Bu süreçte köpeğin ısırılmasından bahsetmedikleri için uzmanlar sorular sormaya başlıyor. Yüzünde ve kolundaki izleri sorunca doktorlar kuduz üzerine yoğunlaşıyor. Kenan Seray’a “Ne yazık ki kardeşiniz kuduz. Çok hızlı bir şekilde izolasyonu olan yoğun bakım servisinde tedavi edilmesi gerekiyor” deniliyor. Bunun üzerine yine Gaziantep’te şartları buna uygun bir özel hastanede tedavi altına alınıyor. Kenan Seray, “Gittiğimizde bir katı bizim için ayarlamışlardı. Her yer izole edilmişti. Biz orada durumun ciddiyetinin farkına vardık. O ana kadar kuduzun böyle ölümcül olabileceğini düşünmüyorduk” diyor.
ISIRIK İZİNDEN FARK EDİLDİ
Burada kardeşine tüm müdahaleler yapılıyor. Verilmesi gereken immünoglobülin veriliyor. Kanı temizleniyor. Son olarak doktorlar yurtdışında satılan etkili bir ilaç olduğunu ve denenebileceğini belirtiyor. İlacı Şanlıurfa’da bulup getiriyorlar ancak buna rağmen aynı gün kaybediliyor.
Yeşilköy’de bulunan ve COVID-19 sürecinde açılan Murat Dilmener Acil Durum Hastanesi’ne taşınan İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa’nın Rektörü Prof. Dr. Nuri Aydın, her gün binlerce insana hizmet veren Cerrahpaşa’nın yenilenme süreci hakkında bilgi verdi. Prof. Dr. Aydın, deprem riski nedeniyle boşaltılan Cerrahpaşa’nın taşınma işleminin tamamlandığını, yenilenmede tek bir etabın kaba inşaatının 2 yıl sürmesinin öngörüldüğünü belirtti. Buna göre toplam 3 etaptan oluşan yenilenme en az 6 yılda tamamlanacak.
HİZMET İKİ YERLEŞKEDE
Şu anda Cerrahpaşa’nın tüm poliklinik hizmetleri ile çocuk hastalıkları ve nöroşirürji bölümleri Cerrahpaşa Yerleşkesi’nde devam ederken, cerrahi birimlerin büyük bir bölümü ve yatan hastalar Yeşilköy’de bulunan Prof. Dr. Murat Dilmener Hastanesi’nde olacak. Cerrahpaşa’nın iki yerleşkeye bölündüğünü ve hizmetlerine uzun süre böyle devam edeceklerini açıklayan Rektör Aydın, yenilenmenin 5 ayrı proje ile eşzamanlı olarak yürütüldüğünü belirtti. Rektör Aydın şu bilgileri verdi: “Tarihi Cerrahpaşa Yerleşkesi’nde bir yandan tarihi yapıların restorasyonu devam ederken bir yandan da yeni hastane binalarının yapım sürecinde önemli bir aşamaya gelmiş bulunmaktayız. Toplam 650 bin metrekarelik kapalı alana sahip ve üç etaptan oluşan projenin 1. etap hastane yapıları bölümünün ihalesi yapılmış ve yüklenici firmaya yer teslimi gerçekleştirilmiştir. Bu etap yaklaşık 220 bin metrekare kapalı alana sahip sismik deprem izolatörlü hastane binalarından oluşmaktadır. Kaba inşaat süresi 2 yıl olarak öngörülen 1. etap tamamlandığında gerek hasta hizmetleri gerekse eğitim ve araştırma faaliyetleri modern imkânlara kavuşmuş olacaktır. Konumu itibarıyla denizden ve havadan hasta transferine imkân sağlayacak Yeni Cerrahpaşa Projesi, ‘Türkiye Yüzyılı Vizyonu’na yakışır bir proje olarak dünyadaki sayılı sağlık merkezlerden biri olacaktır.”
MARMARA BÖLGESİ’NİN YÜKÜNÜ KARŞILIYOR
- İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi hem tarihi anlamda önemi olan hem de sadece İstanbul’un değil, Marmara Bölgesi’nin sağlık yükünün önemli bir kısmını karşılayan bir hastane. Yoğun tartışmalar ile taşınan Cerrahpaşa’nın bünyesinde bulunan “Haseki Kardiyoloji Enstitüsü” ise Samatya olarak da bilinen İstanbul Eğitim Araştırma Hastanesi’nde hizmet verecek.
Lütfü Seray'ın köpeğinin bir süre kaybolduğu ve bulunduktan sonra saldırgan davranışları nedeniyle hemen veterinere götürdüğü öğrenildi. Seray’ın sağ el bileğinden ısırıldığı ortaya çıkarken, immünoglobülin verilip verilmediği ise bilinmiyor. Geçtiğimiz yıl kasım ayında da Bitlis'te bir köpeğin ısırdığı 10 yaşındaki Mustafa Erçetin isimli talihsiz çocuk da kuduz nedeniyle tedavi altına alınsa da hayatını kaybetmişti. Kesin bir tedavisi bulunmayan kuduz için hemen ısırılan bölgenin su ve sabun ile yıkanması, hiç vakit kaybetmeden aşı yapılması ve riskli durumlarda aşının antikoru oluşana kadar immünoglobülin verilmesi gerekiyor.
"KUDUZ SİNİRE ULAŞIRSA AŞI DA FAYDA ETMİYOR"
Bilim Kurulu Üyesi ve Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz: Aşının yüzde 100'e yakın bir koruyuculuğu var. Ancak el bileği, baş bölgesi, yüz gibi beyne veya sinirlere yakın bölgelerde oluşan ısırıklar çok tehlikeli. Bu tür durumlarda hastalara aşı yapılırken aynı zamanda immünoglobülin verilmeli, mümkünse hemen dikiş atılmamalı veya kanamayı durdurmak için dikiş atılmak zorunda kalınıyorsa da sık olmayan dikişler atılmalı. Ancak çok nadiren bazı vakalarda hem immünoglobülin hem aşı yapılmasına rağmen kişiyi korumayabiliyor. Bu çok nadir gördüğümüz bir şey ama kişinin vücudunda antikor üretmekte bir sıkıntı olabiliyor ya da bunu engelleyen bir ilaç kullanıyor olabiliyor. Bu hastadaki durumu bilmiyorum elbette ama genel olarak kuduz için konuşuyorum. Burada sıkıntı kuduz mikrobunun sinire ulaşması. Sinire ulaştıktan sonra ne immünoglobülin ne de aşı fayda etmez. O nedenle bir ısırık varsa hemen, hiç vakit kaybetmeden aşı öneriyoruz. Ancak ısırık derinse, mikrop sinire ulaşırsa artık yapacak hiçbir şey kalmıyor. Bu durumda ne aşı ne immünoglobülin fayda etmiyor.
EVCİL VE SOKAK HAYVANLARININ HER YIL KUDUZ AŞISI YAPILMALI
Kuduz mikrobu herhangi bir sinir yerleşirse ve beyne ulaşırsa hastaların kurtulma imkânı kalmıyor. Bu nedenle kuduz aşısı için hiç vakit kaybetmeden ve ısırılma gerçekleştikten hemen sonra aşı olmak gerekiyor. El, yüz, baş bölgesine yakın bölgelerde gerçekleşen ısırılmalar çok daha riskli çünkü mikrobun beyne yerleşmesini hızlandırıyor. Tırmalama da ısırılma kadar olmasa da riskli çünkü hayvanın salyasından bulaşsa dahi kuduz mikrobu tırmalamada da risk var. Ayrıca evcil hayvanların ve sokak hayvanlarının hepsinin her yıl kuduz aşısının yenilenmesi gerekiyor. Eğer evcil hayvanınız varsa evden kaçma, kaybolma riskine karşı her yıl kuduz aşısının yapılması önemli.
KARACİĞER yetmezliği ile gündeme gelen ve karaciğer nakli olması gerektiğini söyleyen oyuncu Ufuk Özkan, rolü için zayıflamak isterken sadece meyve ile beslendiğini açıkladı. 2011 yılında hayatını kaybeden Steve Jobs’ın da sadece meyve ile beslendiği geçen yıllarda gündeme gelmişti. Daha sonra Jobs’ın hayatını oynamak için hazırlanan Ashton Kutcher’ın de uzun süre meyve ile beslendiği ve sonrasında pankreas iltihabı yaşadığı medyaya yansıdı. Uzmanlara tek tip beslenmeyi ve sadece meyve ile beslenmeyi sorduk.
‘DENGE BOZULUYOR’
Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Kadir Demir: “Tek tip beslenme mikrobiyata dediğimiz kalınbağırsakta bulunan ve bağışıklığımızı destekleyen faydalı bakterilerin dengesini bozuyor. Bu özellikle karaciğerde yağlanmayı getirebiliyor. Mısır şurubu dediğimiz yapay tatlandırıcı içinde fruktoz bulunuyor. Karaciğerde yatkınlığı artırıyor ve sirozun, karaciğer kanserinin yolu açılıyor. Karaciğer yağlanmasının tek sebebi bu değil elbette. Bir tek meyve tüketmek ile karaciğer sirozu olmaz. Mutlaka altta başka nedenler vardır. Hepatit B, Hepatit C, metabolik hastalık, şeker hastalığı, alkol, şişmanlık gibi etkenler olabilir.”
‘KOLAY AMA ZARARLI’
Okan Üniversitesi Beslenme Uzmanı ve Diyetisyen Derya Fidan: “Tek tip beslenmede meyve kaynaklarını çok fazla tüketmek pankreası yoracağı için, kan şekeri yüksekliği, insülin direnci ve sonrasında da diyabeti getirebilir. Tek tip beslenme böbrek hastalığına da neden olabiliyor. Tek tip beslenme insanlara kolay geliyor ancak vücut metabolizmasına zarar verebilecek ve organ hasarı yaratabilecek, önerilmeyen bir beslenme türüdür. Önerimiz dengeli, planlanmış bir beslenme modeli. Ancak tek başına meyve tüketmek karaciğer zararına neden olmaz, altında yatan başka etkenler olabilir.”
‘İŞE YARAMAZ’
Hacettepe Üniversitesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız:
SERİNLEMEK İSTERKEN ÇARPILMAYIN
- Prof. Dr. Cengiz Köksal: Sıcak havalarda klimalar yoğun çalıştırılıyor ancak çok soğuk ortamdan çok sıcak ortama ani geçişleri doğru bulmuyoruz. Bu, dolaşım sistemini olumsuz etkiliyor. Örneğin saunadan çıkanların soğuk duşa girmesi gibi. Çok sıcaktan klima altına geçmek doğrudan olumsuz etki göstermeyebilir ama kalbi yorar. Ani damar genişlemesi, ardından damarlarda büzüşmeye neden olur. Ofis çalışanları da sürekli ayaklarını sarkıtarak oturduğu için kan aşağıda gölleniyor. Sıcaklarda ekstra damar genişlemesi oluyor ve pıhtı atma riski yükseliyor. Özellikle ofis çalışanları bacak egzersizleri yapsın, ayaklarını hareket ettirsin, baldırlarını çalıştırsın.”
SIVI KAYBINA DİKKAT
- Türk Kalp Vakfı Kardiyoloğu Dr. Hüseyin Deniz Kılıç: “Aşırı sıcaklarda vücut, ısısını korumak için bazı tepkiler verir ve bu durum kalbin iş yükünü artırır. Bu iş yükü artışıyla kalp yetersizliği olanların şikâyetleri ağırlaşabilir, çarpıntı, solunum sıkıntısı gelişebilir. Sıvı kaybı nedeniyle kanın akışkanlığı azalır ve kanda pıhtılaşma eğilimi artar, bu durum kalp krizlerini tetikleyebilir. Terlemenin neden olduğu sıvı ve elektrolit dengesizlikler nedeniyle ritim problemleri artış gösterebilir. Bu dönemlerde tansiyonu takip ederek ilaç dozunu azaltmak gerekebilir fakat tansiyonu ölçmeye devam etmek lazım. İlaç bırakılırsa bir süre sonra ani yüksek tansiyon atakları gelişebilir.”
BAKANLIKTAN UYARI
Sağlık Bakanlığı, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla vatandaşları sıcak havanın olumsuzluklarına karşı uyardı. Yapılan uyarıda "Aşırı sıcak havada mecbur kalmadıkça dışarı çıkmayın. Mecburen dışarı çıktığınız durumlarda gölge yerleri tercih edin ve dışarıda uzun süre kalmamaya dikkat edin." denildi.
BİR kalıp çikolata, üstüne fındık kreması, üstüne baklava, biraz da kremalı bisküvi. Son zamanlarda Instagram başta olmak üzere çeşitli video paylaşım platformlarında karşımıza sıkça çıkan abartılı tariflerin temel malzemeleri. Yurtdışında #foodporn yani yemek pornosu adı verilen etiket ile yayınlanan videolar ise özendirici ve tehlikeli. Uzmanlar, ‘Nasıl yenilecek’ dedirten bu tür abartılı yiyeceklerin tek seferde bile kan şekerini çok yükseltebileceğini ve sorunlara neden olabileceğini belirtiyor. Bir diğer önemli nokta ise bu tarz görüntülere sürekli maruz kalmanın yeme davranışını değiştirmesi. Bu durumdan da en çok gençler etkileniyor.
Sosyal medya ve geleneksel medyada bu tarz ürünler pompalandığı için ailelerin gayret göstermesi gerekiyor.
NELER YAPMALI
-Çocuklar ve gençler söyleneni değil ailelerinin yaptığını yapar. Bu nedenle ebeveynler kendileri de sağlıklı beslenmeli ve bunu özendirmeli.
- Ailecek yapılan yürüyüşler, açık havada voleybol, basketbol gibi sporlar, imkân varsa yüzme gibi sporlar hayatın rutini haline gelmeli.
- Tatlı ihtiyacı için öncelikle sağlıklı besinler tercih edilmeli ve bunların tatlı isteğini kesmesi beklenmeli.
- Alışkanlıkların değişmesi için 21 gün kuralını hatırlamak gerekiyor. 21 gün bir yiyeceği hayatınızdan çıkarabilirseniz sonrasında devam ettirmek çok daha kolay olacaktır.
- Kan şekerini aniden yükseltmek yerine yavaş yavaş yükseltecek, glisemik indeksi düşük sağlıklı karbonhidratlar tercih edilmeli. Hızla yükselen kan şekeri hızla düştüğü için kısa süre sonra ani acıkmalar yaşanabilir.
Omega-3 yağ asitleri kadınların menopoz döneminde yaşadığı ‘korkunç menopoz üçlüsü’ olarak adlandırılan sıcak basması, gece terlemesi ve kilo alma şikâyetlerini gidermede yardımcı olabilir. En sağlıklı protein kaynaklarından biri olan balık, içindeki Omega-3 ile kalp damar sağlığından, beyin gelişimine kadar birçok noktada insan vücuduna fayda sağlıyor.
‘SPOR DOĞRU BESLENMEYLE DESTEKLENMELİ’
Menopoz döneminde Omega-3’ün destekleyici olduğunu belirten Beslenme Uzmanı-Diyetisyen Taylan Kümeli, Hürriyet’e şöyle konuştu: “Menopoz başladığı an itibarıyla Omega-3 alındığı zaman menopoz semptomlarının çok azaldığını gözlemliyoruz. Bu yönde araştırmalar da var. Sıcak basması, gece terlemesi, anksiyete, kilo alma gibi şikâyetlerin azaldığına dair araştırmalar var. Omega-3 alındığı zaman vücuttaki trigliserid oranı düşüyor ve protein de alındığı için kas kaybı yaşanmıyor. Maydanoz, nohut, Omega-3 içeren balıklar, avokado gibi besinler tüketmek önemli. Tabii bunları doğru miktarda tüketmek gerekiyor. Mesela günde 3 ceviz, 10 fındık, 15 tane badem gibi oranlarda... Bunun yanında spor, doğru beslenme ile desteklemek lazım.”
HANGİ BESİNLERDE BULABİLİRİZ
- Yağlı balıklar
- Ceviz
- Chia tohumu
- Semiz otu
Gun’s N Roses grubunun efsane gitaristi Slash, geçen günlerde çok genç bir gitarist olan Can Sayar’ın videosunu 4 milyon takipçisi ile paylaştı. İlk kez 6 yaşında bir konserde gördüğü gitarist ile gitar virtüözü olmaya karar veren ve bugün 11 yaşında bir konservatuvar öğrencisi olan Can Sayar’ın çaldığı, Tamburi Cemil Bey’e ait ‘Çeçen Kızı’nın melodisini bu sayede tüm dünya duydu.
4 YAŞINDAN BERİ HAYALİ
Bir anda milyonlarca takipçili, dünyaca ünlü bir gitaristin paylaşması ile tanıdığımız Can Sayar aslında hiç de tesadüfen dikkat çekmiş genç bir müzisyen değil. Can’ın annesi Demet Sayar, oğlunun bebekliğinden beri müziğe ilgisi olduğunu, ritim tuttuğunu belirterek hikâyesini şöyle anlattı: “Anaokulunda çocuklara hayallerindeki meslek sorulduğunda Can henüz 4 yaşındayken ‘Müzisyen olmak istiyorum’ diye yanıt vermişti. 6 yaşındayken de onu Kenan Doğulu konserine götürdük. Konser arasında gitarist bir gitar solo çaldı. Can bize dönüp ‘Bana gitar alır mısınız?’ dedi. Biz de ertesi gün gidip ona gitar aldık. Her aile gibi aslında hayatını garanti altına alacağı, mühendislik gibi bir mesleği olmasını istedik ancak Can hiç ikinci bir meslek istemedi. İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Müzik Ortaokulu sınavını birincilikle kazandı.”
‘İLK BAŞTA İNANAMADIM’
Okul dışında her gün, günde en az 2 saat çalıştığını söyleyen Can Sayar, Slash’in paylaşımına şaşırdığını belirterek, “Babam gösterdi önce ancak ilk başta inanamadık. Hesap orjinal mi diye kontrol ettik. Sonra baktık gerçekten Slash paylaşmış. Herkes paylaşınca alıştım tabii o duyguya. Dünyaca ünlü bir virtüöz olup dünyayı dolaşmak istiyorum. Daha önce birkaç kişi daha paylaşmıştı. Metin Türkcan, Ceylan Ertem, Sena Şener, Funda Arar, Tuğkan da hesabımı paylaştı” dedi.
LEGO GİTARI BİRLİKTE TASARLADILAR
- Tolgahan Çoğulu ise hikâyenin bir başka kısmında. Hem Can’ın öğretmeni hem de lego gitarın tasarımcısı. Dünya çapında bir enstrüman tasarım yarışmasında birinci olan gitarı tasarlayan Çoğulu, 30 yıl önce İstanbul’da verdiği konserde hayranlıkla dinlediği Slash’in paylaşımından nasıl mutlu olduğunu şöyle anlattı:
COVID -19 aşısının etkinliğini gösteren Türkiye’deki en büyük çalışmalardan birinin sonuçları açıklandı. Hastalık nedeniyle yoğun bakıma yatan hastaların yüzde 60’ını erkek ve ortalama 65 yaşında hastalar oluşturdu. Araştırmayı gerçekleştiren doktorlardan biri olan Göğüs Hastalıkları ve Yoğun Bakım Uzmanı Prof. Dr. Cenk Kıraklı, “Yatan hastaların yüzde 58.5’i aşısız, yüzde 55’i 2 doz Sinovac aşılı, yüzde 26’sı 3 doz Sinovac aşısı olmuş, yüzde 7’si ise 2 doz BioNTech aşısı olmuş idi” dedi.
3 BİN HASTA İNCELENDİ
COVID -19 nedeniyle yoğun bakıma yatmak zorunda kalan yaklaşık 3 bin hastanın incelendiği araştırma 2021 yılının tamamını kapsadı. Araştırmada yoğun bakıma yatan hastalarda aşılı veya aşısız olmalarının ölüm oranlarını çok değiştirmediği görülürken, yoğun bakıma yatanların yüzde 60’ına yakınının tamamen aşısız ya da tek doz aşılı olduğu görüldü.
17 SERVİSTEN 36 HEKİM
Araştırmayı 17 farklı yoğun bakım servisinde çalışan 36 uzman hekim gerçekleştirdi. Türk Yoğun Bakım Uzmanları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, Göğüs Hastalıkları ve Yoğun Bakım Uzmanı Prof. Dr. Cenk Kıraklı, “Bizim amacımız 2021 yılında Türkiye’deki yoğun bakımda yatan COVID - 19 hastalarının durumunu ortaya koymaktı. Yoğun bakıma yattıktan sonra aşılı ve aşısızlar arasında ölüm oranları çok fark etmiyor ama son periyotta mRNA aşısı olanların ölüm oranı daha düşük. Bu noktada inaktif aşılar zayıf kalmış gibi duruyor. Bir de önemli noktalardan biri gebe hastaların durumu. Yoğun bakıma yatan 35 gebe hastanın hepsi aşısız. Yoğun bakıma yatanların yüzde 60’ını erkekler oluştururken az sayıda 40 yaş altında hastalar da vardı. 40 yaş altı hastaların hemen hemen hepsi aşısızdı. Yoğun bakıma yatan hastalarda aşı olanların çoğunluğunun yaşı ileri ve çok fazla ek hastalığı olduğu görüldü” diye konuştu.
Daily Mail gazetesinde köşe yazarı olarak işe başlayan eski İngiltere Başbakanı Boris Johnson, ilk makalesinde “zayıflama iğnesini” övdü. İğneyi, henüz görevdeyken bir kabine toplantısında “verdiği kilolarla dikkatini çeken bir bakandan öğrendiğini” anlatan Johnson, bu ilacın milyonlarca insanın hayatlarını değiştirebileceğini söyledi.
UZMANLARA SORDUK
Johnson, değişimi sorduğunda kabine üyesinin iğneyi anlattığını ve “Yemek yeme isteğini kesiyor” dediğini ifade etti. İlacı önce bir doktora danıştıktan sonra aldığını belirten eski Başbakan, bunun “beyne tok olduğu sinyalini gönderen hormonları yapay olarak ürettiğini”, bu sayede kilo vermeye yardımcı olduğunu kaydetti. Daha önce ünlü işinsanı Elon Musk’ın da kullandığını açıkladığı, Kim Kardashian ve Chelsea Handler gibi Hollywood ünlülerinin de denediği zayıflama iğnesi ne kadar sağlıklı sonuç veriyor. Uzmanlar Hürriyet için yanıtladı:
Boris Johnson
ACİL İHTİYACI OLAN KULLANMALI
- İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tufan Tükek: “Bu ilaçların çoğunun diyabet tedavisi araştırılırken kilo verdirici özelliklerinden dolayı obezite tedavisinde de kullanılması gündeme geldi. Vücutta glukagon benzeri bir etki meydana getirerek, glukagon hormonunu baskılıyor ve iştahı kesiyor. Mide boşalmasını geciktirmek sureti ile hastaların daha az yemesini sağlıyor ve iştah merkezini de etkiliyor. Belli bir süre içinde 10-12 kiloya kadar kilo kaybı sağlıyor. Gerçekten de zayıflatıyor. Ancak bu bir kozmetik değil. ‘Alayım da bir 10 kilo vereyim’ diyebileceğimiz ilaçlar değiller. Kozmetik kremler gibi kontrolsüzce kullanılamazlar. Pankreatit yapıcı etkileri var. Zaten kullanımı sırasında 'Karın ağrısı olduğunda hemen doktora başvurun' diye uyarıyoruz. Bir miktar pankreas kanseri insidansını yükseltme ihtimali bulunuyor. Çok acil zayıflaması gereken hastalar kullanmalı.”
Anlaşmaya göre, öncelikle kanser hastalığı olmak üzere nörolojik ve enfeksiyon hastalıkları alanında klinik araştırmalar yapılacak. İlerleyen zamanlarda hastalar bazı ilaçların deneme aşamasında gönüllü olabilecek. İşbirliğinde ilk hedef, kanser alanında çalışmalar. Biontech Türkiye Genel Müdürü Anıl Özkan, anlaşmayı şöyle anlattı: “Ana hedefimiz kanser. 24 tane klinik çalışmamız kanser üzerine şu anda. İkincil olarak da enfeksiyon hastalıkları. Hedefimiz onlar üzerine yoğunlaşmak. Biontech’in Türkiye’de ilk işbirliği. Başka üniversitelerle de anlaşma yapacağız. Almanya, İngiltere, Avustralya ve Asya ülkeleri ile de anlaşmalarımız var. Türkiye’de şu anda 3 üniversite ile sürdürdüğümüz akciğer kanseri aşısı üzerine bir çalışmamız var. Sonrasında baş - boyun kanseri üzerine olabilir.” Koç Üniversitesi Hastanesi’nden Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. İhsan Solaroğlu da “Kanser, öncelikli alanlardan birisi olacak” dedi.
Uğur Şahin ve Özlem Türeci geçen aylarda 2030 yılına kadar kanser alanında tedavi edici aşı üretebileceklerini açıklamıştı.
DAVA YORUMU
- BİONTECH Türkiye Medikal Direktörü Dr. Ruşen Oran da Almanya’da COVID-19 aşısıyla ilgili açılan davayla ilgili şunları söyledi: “Tüm sorumluluğu ciddiye alarak değerlendiriyoruz. Dünya çapında 1.5 milyardan fazla insan ve yalnızca Almanya’da 64 milyondan fazla insanın aşılandığını biliyoruz. Mevcut verilere dayanarak aşıyla bağlantı kurulamayan sağlık sorunlarını kapsamaktadır. Davanın haksız olduğu sonucuna vardık.”
Koronavirüs salgınının ardından yükselişe geçen aşı karşıtlığı nedeniyle eski hastalıklar yeniden görülmeye başlandı. Türk Pediatri Kurumu Yönetim Kurulu üyesi Doç. Dr. Kenan Barut, çocuklarda kızamık salgını riskine karşı uyararak, “Yaptığımız çalışmalar aşı karşıtlığının yükseldiğini ve kızamık hastalığının ülkemizde patladığını gösteriyor” dedi.
10 BİNLERİ BULABİLİR
Sadece İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde geçen 6 ayda 17 kızamık vakası gördüklerini belirten Doç. Dr. Barut, “Acil serviste günde 100 hasta gördüğümüz halde bu kadar çok kızamık vakası yakaladık. Günde 2 bin çocuk hasta bakan bir yerde çok daha fazla görülüyordur. Türkiye’ye oranlarsak bu rakam belki 10 binleri bulabilir” ifadelerini kullandı.
BÜYÜK SALGIN RİSKİ
Doç. Dr. Barut, “Kızamık için yüzde 95 aşılama kritik bir eşik. Yüzde 95’in altına düşerse büyük bir salgın başlar” uyarısı yaptı.
UZMANLAR: İSTANBUL’DA ARTIŞ VAR
Yeterli beslenemeyen genç kız çocuklarında özellikle vitamin ve mineral eksikliği görülüyor. Yani bir tarafta obeziteye gidiş tehlikesi görülürken bir diğer tarafta ise beslenme yetersizliği görülüyor. Prof. Dr. Fügen Çullu Çokuğraş, "Çocuklarda reklamlar çok önemli. Bir çikolata reklamı yapılacaksa aynı zamanda spor da reklamda mecburi kılınabilir. Ancak çocukların bir ellerinde bir tablet, bir ellerinde çikolata öyle besleniyorlar" dedi.
"HER 100 ÇOCUKTAN 16'SINDA BESLENME BOZUKLUĞU VAR"
Türk Pediatri Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi ve Çocuk Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme Prof. Dr. Fügen Çullu Çokuğraş: Yaklaşık 7 sene önce yatan çocuk hastalar üzerinde yaptığımız bir çalışmamız vardı. Bu araştırmaya göre 100 çocuktan 16'sında beslenme bozukluğu vardı. Bu çocukları hastaneye yatırdığınız zaman yaptığınız tedaviler etkili olmuyor çünkü beslenme bozukluğu olan çocuklar bir hastalığı olduğunda tedaviye iyi cevap vermiyor. Mesela beslenmesi iyi olan bir çocuğa verdiğiniz antibiyotik daha etkili oluyor.
"KANTİNLER KAPATILMALI"
"İlk 5 yaşta aile, sonrasında okul çağında kantinler, öğretmenler çok önemli. Kantinde hala gofret, renkli şekerler satılıyor. Ben kantinlerin yasaklanması gerektiğini düşünüyorum. Kantinler bir kazanç yeri olmamalı. Devlet okullarında yemek evden getirilmemeli. Çocuklar okulda proteini, karbonhidratı, yağı düzenlenmiş şekilde beslenirse ailede beslenemese bile çocukta beslenme bozukluğu ortaya çıkmaz."
GLÜTENSİZ BESLENME, SU DİYETİ, ARALIKLI ORUÇ HİÇBİRİ SAĞLIKLI DEĞİL!
Gençlerde beden algısı hakkında da konuşan Prof. Dr. Fügen Çokuğraş: Yaklaşık 1.5 yıl önce vitaminleri çok düştüğü için yatırdığımız genç, ergen bir hastamız vardı. Beyinde atrofi yani gelişim sorunu başlamıştı. Ancak biz burundan ya da damardan beslesek dahi çocuğu beslenmeye ikna edemiyoruz. Burada psikiyatri devreye giriyor. Eğer çocukları spora yönlendirebilirsek hem kilo almıyor hem psikolojik olarak beden algısını koruyor ve sosyalleşiyor. Glütensiz beslenme, su diyeti, aralıklı oruç bizim metabolizmamız ile bağdaşmayan bazı diyetler var. Bunlar daha sonraki yaşamları açısından hem beyin gelişimini etkileyerek entelektüel hayatlarını bozacak hem de erken dönemde bazı hastalıklara yol açabilecektir.
Uzun süre tedavi arayışıyla doktor gezen ancak yorgunluğunun nedeni çözülemeyen 63 yaşındaki emekli öğretmen Bilgiser’in böbreğinden, kalbe kadar uzanan bir tümör olduğu keşfedildi. 100 bin kişide sadece 3 kişide görülen bu tümör ameliyatı yapacak birini bulmak zordu. Kendisi de İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu bir doktor olan İbrahim Bilgiser’in eşi Nilgün Bilgiser’e bir arkadaşı “Bu ameliyat bir tek Cerrahpaşa’da yapılabilir” dedi. Tavsiye ile Prof. Dr. Bülent Önal’a ulaştılar. Prof. Dr. Bülent Önal, Prof. Dr. Emin Köse ve Doç. Dr. Ozan Balkanay’ın da katıldığı geniş bir ekip ile 8 saatlik ameliyatın sonunda İbrahim Bilgiser sağlığına kavuştu. Kötü huylu tümör tamamen temizlendi ve kemoterapi dahi görmesine gerek kalmadı.
‘HASTANEDEN KOŞARAK ÇIKTIM’
Ameliyattan önce merdiven bile çıkamayacak hale geldiğini söyleyen İbrahim Sercan Bilgiser, “Birçok doktor bu ameliyatı yapamayacağını söyledi. Prof. Dr. Bülent Önal’ın ‘Sürekli yapıyoruz. Endişe etmeyin’ diyince bana güven verdi. Ameliyat oldum. Kendimi özgürlüğüme kavuşmuş gibi hissettim, hastaneden koşarak çıktım” dedi. Nilgün Bilgiser, “Koşarak ve güvenle geldik. Cerrahpaşa olmasa ne yapardık bilmiyorum” diye konuştu.
9 Mayıs Dünya Çölyak Günü nedeniyle açıklama yapan İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Çocuk Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Ömer Faruk Beşer, “Lütfen bu fırsatçılara karşı uyanık olun” diyerek uyarılarda bulundu.
GELİŞİMİ ETKİLİYOR
Çölyak hastalığının diyet dışında hacamat, biorezonans, sözde aşı ya da sözde ilaç gibi yöntemler ile hastaları tedavi ettiğini iddia edenler olduğunu söyleyen Prof. Dr. Beşer, “Bu asla önerilmeyen ve çok da zararlı sonuçları olan bir durum. Bir çölyak hastası özellikle de gelişim çağında diyete uymadığı takdirde kalıcı boy kısalığı gelişir. Erişkinlerde de diyete uyulmadığı zaman kanser, otoimmün hastalık riski gibi riskler artıyor. Lütfen aileler bu tür şarlatanlara inanmasın ve diyeti uygulasın. Bunun bir geri dönüşü yok. Lütfen şarlatanlara inanmayın ve diyeti uygulayın” dedi.
Türkiye’de glütensiz paketli gıda üreticilerinden biri olan Eksun Gıda Genel Müdürü Ahmet Demir, “Glütensiz ürün üretim sürecinde, çoğu ürüne kıyasla çok daha hassas gerekliliklere ve yeterliliklere sahip bir üretim hattına ihtiyaç var. Her aşamada hammadde ve ürünlere analizler gerçekleştirmemiz gerekiyor” diye konuştu.
DÜŞÜNMEK ZORUNDA
Seray Ardıç 8 yaşında çölyak hastası teşhisi koyulmuş bir genç kadın. Şu anda 21 yaşında ve 13 yıldır bu hastalık ile yaşıyor. “Yediğim her öğünü, ağzıma attığım her lokmayı detaylıca düşünmem gerekiyor” diyor.
Her yıl mayıs ayının ilk haftası olarak belirlenen ‘Kalp Yetersizliği Haftası’ kapsamında, “Kalp Yetersizliğine Blok, Hayata 3 Sayı!” etkinliği düzenlendi. Hastalığa dikkat çekmek için basketbolcu Serdar Çağlan ve oyuncu Sarp Apak’ın da katıldığı etkinlikte konuşan Türk Kardiyoloji Derneği Kalp Yetersizliği Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Ahmet Çelik, Türkiye’de kalp yetersizliğine yakalanma yaşının diğer ülkelere göre daha genç olduğuna dikkat çekti. Prof. Dr. Çelik, şunları kaydetti:
KADINLARDA DAHA FAZLA
“Türkiye’deki kalp yetersizliği görülme sıklığı batılı ülkelerin çoğu ile benzer olmakla birlikte ortalama kalp yetersizliğine yakalanma yaşı daha genç. Türkiye’de batı ülkelerinden farklı olarak kadınlarda kalp yetersizliği görülme oranı erkeklerden biraz daha yüksektir. Türkiye’de ortalama yaş 68, daha gelişmiş ülkelerde ise 73-74 ortalama tanı alma yaşı. Biz batı toplumlarına daha yakınız, 15 sene önceye göre. Bu konuda iyi bir gelişim gösteriyoruz. Kadınlarda daha fazla olma nedeni kadınların yaşam sürelerinin daha fazla olması ve diyabet, hipertansiyon gibi ek hastalıkların fazla olması. En önemli nedenlerden biri kalp krizi geçirmek. Kalp krizi geçirenlerin önemli bir kısmında kalp yetersizliği gelişiyor. Hipertansiyon, diyabet gibi hastalıkların da kontrol edilmemesi de ayrıca kalp yetersizliği görülme oranını arttırıyor.
DEPRESYONUN DA NEDENİ
Kalp yetersizliği olan hastalarda birçok başka hastalık da eşlik edebilir. Türkiye’de kalp yetersizliği hastalarında en sık birlikte görülen hastalıklar, hipertansiyon, kalp damar hastalıkları, dislipidemi, anksiyete, diyabet, kronik obstruktif akciğer hastalığı (KOAH), anemi, atriyal fibrilasyon, demir eksikliği, depresyon, hipotiroidizm ve kronik böbrek yetersizliğidir. Kalp yetersizliği ile mücadele ilk olarak kalp yetersizliği olmayan fakat diyabet, hipertansiyon, kalp damar hastalığı gibi kalp yetersizliğine yol açan hastalıkları olan kişileri iyi tedavi etmekle başlamalıdır. Kalp yetersizliği ile mücadelenin ana hedefi buraya kaydırılmalıdır.”
ÇİN’de yapılan ve 140 bin insan üzerinde 11 yıl sürdürülen araştırma, ‘kızartma’nın ruh sağlığı üzerindeki etkilerini ortaya koydu. Zhejiang Tıp Fakültesi’nden araştırmacılar, 140 bin 728 insanı tam 11 yıl 3 ay izledi. Geçen günlerde yayınlanan araştırma sonucuna göre; 8 bin 294 kişiye anksiyete, 12 bin 735 kişiye depresyon teşhisi koyuldu. Araştırmada dikkat çeken bir diğer nokta ise, patates gibi nişasta oranı yüksek besinler kızartıldığında ortaya çıkan kimyasal madde akrilamidin, anksiyete ve depresyona neden olması.
DİKKATE ALMAK GEREKİR
Araştırma sonucunu Hürriyet’e değerlendiren iç hastalıkları uzmanı Dr. Ayça Kaya, “Bu araştırmada patates kızartması tüketenlerde özellikle yüzde 2 artış görülmüş. Bu araştırmayı hem çok insan üzerinde hem de 11 yıl süren bir araştırma olduğu için dikkate almak gerekiyor. Araştırmada dikkat çeken bir diğer nokta ise patates kızartmasında akrilamid maddesinin ortaya çıktığının ortaya konulması. Akrilamid nöronlara etki ediyor, bu da ruhsal durumunu etkiliyor. Bu yiyecekler ayrıca kilo artışına da sebep oluyor. Kilo artışı hormonal dengesizliklere, diyabete, insülin direncine neden olarak duygu durumunu olumsuz etkiliyor. Bu yiyeceklerin bir diğer özelliği de bağırsak florasını bozarak iyi bakterilerin sayısını azaltması. Bağırsaklar bizim ikinci beynimiz. Bu nedenle de halsizlik, yorgunluk, huzursuzluk, depresyona sebep olabilir.”
İYİ HİSSETMEK İSTERKEN...
- Araştırmada, kendini duygusal olarak kötü hisseden insanların da bu tip ‘iyi hissettirdiği sanılan’ yiyeceklere yöneldiği belirtildi. Yani kötü beslenmek ruh sağlığını bozabileceği gibi ruh sağlığı bozulanlar da kötü beslenmeye başlıyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre 2020 yılında depresyon yüzde 27.6, anksiyete ise yüzde 25.6 oranında arttı. Yine DSÖ verilerine göre dünya nüfusunun yüzde 5’i yani yaklaşık 400 milyon insan depresyondan mustarip.
Uzmanlara göre, insanoğlu tarihinde ilk defa bu kadar çok oturuyor. Önceleri her gün avlanan, yerleşik hayata geçtikten sonra da her gün yiyeceğini üretmek için çalışan insan artık sadece beynini yoruyor. ABD’li çok satan kitapların yazarı ve fizik tedavi uzmanı Kelly Starrett ile eski rafting dünya şampiyonu eşi Juliett Starrett’in yazdığı “Built to Move (Hareket İçin Tasarlandı)” adlı kitapta da buna dair ilginç veriler var. Starrett çifti, kitapta “Erkeklerde günde 6 saatten fazla oturmak, 3 saatten az oturanlara göre ölüm riskini yüzde 37, kadınlarda ise yüzde 18 artırıyor” diyor.
ADIM SAYISI ARTTIKÇA ÖLÜM RİSKİ AZALIYOR
Obezite ile hareket ilişkisine de değinilen kitapta, Amerikalılar günde ortalama 5 bin 100 adım atarken Avustralyalıların 9 bin 700 adım attıkları kaydedilerek, bunun obezite oranlarına yansıdığı tespiti yapılıyor. Ortalama 4 bin adım atan biri bunu günde 8 bine çıkardığında ise ölüm riskini yüzde 51 azaltmış oluyor. Günde 12 bin adım ise riskin yüzde 65 küçülmesi demek.
KAÇ ADIM ATILMALI
- Dr. Ayça Kaya “Günde ne kadar yürünmeli?” sorusuna da şu cevapları verdi:
- 2 bin 500 adımın altında adım atan birini hiç hareket etmiyor olarak kabul ediyoruz.
- Ortalama hareketli birisi 5-6 bin adım atmalı günde.
- Hareketten vücudumuzun şifalanması için 8-10 bin adımı bulması gerekiyor.
Yerli COVID-19 aşısını geliştiren ekibin başında bulunan Erciyes Üniversitesi Aşı Araştırma ve Geliştirme Merkezi (ERAGEM) Müdürü Prof. Dr. Aykut Özdarendeli, Hürriyet’e konuştu. Dünyanın ekolojik dengesinin bozulduğunu belirten Prof. Dr. Özdarendeli, “Artık pandeminin epidemiye evrildiği aşamadayız. Bundan sonra gelecek pandemileri konuşuyoruz artık. Pandemi ile mücadelenin en başında aşı geliyor tabii ki. Nüfusun çok ciddi artmasıyla birlikte ekolojik dengeler bozuldu. Bu da pandemilerin artacağı anlamına geliyor.
Pandemi önceki zamanlarda 100 yılda bir görülürdü ancak değişen şartlar, nüfus artışı, iklim değişikliği, ekolojik dengenin bozulması nedeniyle artık daha kısa sürede göreceğimizi düşünüyoruz. Aşı çalışmalarımıza devam etmek şartıyla çok daha kısa zamanda, hızlı refleksler vererek yeni pandemilerle savaşabiliriz.
‘DESTEK DEVAM ETMELİ’
Biz Erciyes Üniversitesi’nde kurulan bir aşı merkeziyiz. Şu anda 3 farklı platformumuz var. Sadece biz değil, Türkiye’de mRNA ile uğraşan başka platformlar da var. Özel sektörün de destek ve ödüller vermesinin devam etmesi gerektiğini düşünüyorum” diye konuştu.
Çocuk istiyorlardı ancak bebeğin de HIV pozitif olmasından korktukları için endişeliydiler. 2 HIV pozitif bireyin, virüs taşımayan bir bebek sahibi olduğunu öğrendiklerinde bu umuda tutunan çift, yola koyuldu. 1 ay önce dünyaya gelen mucize bebek HIV negatif çıktı. Anne Ayşe, yaşadıklarını şöyle anlattı: “Maalesef devlet hastanelerinde kadın doğum doktorları HIV ile ilgili bilgilendirme yapmıyor. Üstüne bir de saat 10.00’daki randevuma beni almayıp tüm hastaları muayene ettikten sonra saat 16.00’da almaları... ‘Sen HIV pozitifsin, senden sonra oda temizlenmeli’ diyen kadın doğum doktorlarına kadar bir sürü olaya maruz kaldık. Pozitif-İz Derneği’ni gördüm. Onların yönlendirmesi ve Prof. Dr. Mehmet Serdar Kütük yardımlarıyla bebeğimi gayet sağlıklı bir şekilde, normal doğum ile dünyaya getirdim.”
‘HER ŞEYE DEĞER’
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Aydın Altuntaş, “HIV’ın babadan bebeğe geçmesi söz konusu değil. Ancak anne adayı düzenli tedavi aldığında bebeğine HIV bulaşma olasılığı yüzde 1’in altında. Şu an bebeğimiz gayet sağlıklı” dedi.
Pozitif-iz Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Önder Bora, dünya genelinde 38.4 milyon insanın HIV ile yaşadığını söyledi.
BEYİNDE dopamin maddesinin eksikliği nedeniyle ortaya çıkan Parkinson hastalarının 2040 yılında 12 milyona ulaşması bekleniyor. Hastalık çoğunlukla 60 yaş ve üzerinde görülüyor, belirtiler ise genellikle vücudun tek tarafında başlıyor. Hastaların çoğu bu belirtileri ‘yaşlılık’ diye düşünerek doktora gitmiyor, bu nedenle de teşhis gecikiyor. Dinlenme halinde tek kolda başlayan titreme ve çene titremesiyle kendisini gösteriyor. Bunların haricinde koku almada güçlük, kabızlık, depresyon da erken belirtileri arasında yer alıyor.
Dr. Metin Güzelcik
GÜLAYFER HANIM ÇABUK YAKALADI
Bu belirtiler sayesinde hastalığı erken fark edenlerden biri de Samsun’da yaşayan Gülayfer Ersoy. 12 yıl önce koku alamama ile başlayan ve ardından bir ayağını sürüklemeyle şiddetlenen belirtiler sonucu Gülayfer Hanım’ın hemen doktora gitmesi ve erken evrede teşhis edilmesiyle hastalığın seyri yavaşlatılmış. Şu anda 63 yaşında olan Ersoy, “Bugün ailemin de desteğiyle yaşam kalitem bozulmadan günlük aktivitelerimi yapabiliyorum” diyor. Tedaviyi yürüten Samsun ROMATEM Nöroloji Uzmanı Dr. Metin Güzelcik de şu bilgileri veriyor: “Erken teşhise iyi bir örnek hastamız. Kontrollerini ve tedavilerini hiçbir şekilde aksatmıyor. Hastalığı ile uyum içinde yaşamayı öğrendi. Eğer genetik bir yatkınlık var ise daha genç yaşlarda görülebilen bu hastalığın bulgularının ağırlık derecesi beyindeki dopamin miktarıyla orantılı. Dopamin miktarı ne kadar düşükse bulgular o kadar fazla oluyor.”
UMUT KAN TAHLİLİNDE
Hastalık erkeklerde, kadınlara oranla 1.5 kat daha fazla görülüyor. 11 Nisan ‘Dünya Parkinson Günü’ olarak kabul ediliyor ve her yıl dünyada çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Son yıllarda geliştirilen yöntemler ile Parkinson hastalığının kan testiyle erken teşhis edilmeye başlanması bekleniyor. Belki birkaç yıl içinde Parkinson da artık basit bir tahlil sonucu belirlenebilecek.
Birçok tıp derneği, sivil toplum kuruluşu ve uzmanın bir araya geldiği Temiz Hava Hakkı Platformu, geçtiğimiz günlerde hava kirliliğine dair bir rapor yayınladı.
RUH SAĞLIĞINI ETKİLİYOR
Bu rapora göre, Türkiye’de Dünya Sağlık Örgütü standartlarına göre temiz hava soluyan hiçbir şehir yok. Hava kirliliği sadece fiziksel değil ruhsal sorunlara da yol açıyor. Peki, hava kirliliği nasıl oluyor da insanın ruh sağlığını bozuyor? Genellikle ‘PM’ ile kısaltılarak ifade edilen ‘partikül maddeler’ sinir sistemini harap ederek, beyin hasarına yol açıyor. Hava kirliliğinin bir halk sağlığı sorunu olduğunun altını çizen Türkiye Psikiyatri Derneği’nden Doç. Dr. İrem Ekmekçi Ertek, “Çalışmalar, hava kirliliğinin ruhsal hastalık riskinde artmaya, mevcut ruhsal hastalıklarda kötüleşmeye, psikiyatrik nedenlerle hastane başvurularında ve yatışlarında yükselişe neden olan faktörlerden biri olduğuna, ayrıca intihar düşüncesi ve eylemiyle de ilişkisine işaret etmektedir. Hava kirliliğinin çabuk öfkelenmeye ve keyif alamamaya yol açtığı, açık hava aktivitelerinde azalmaya sebep olduğu, hava kirliliğinin yol açtığı stresin kas-iskelet sisteminde ağrı gibi bedensel belirtilere, yorgunluğa ve uyku bozukluklarına yol açabileceği de gösterilmiştir. Buna dayanarak ‘Hava kirliliği bir halk sağlığı sorunudur’ diyebiliriz” dedi.
42 BİN KİŞİ ETKİLENDİ
Kara Rapor’ adını verdikleri hava kirliliği raporuna göre çarpıcı bazı sonuçlar ise şöyle:
‘HALİMİZ İÇLER ACISI’
Abdullah Polat (Malatya): “Kübra 1 yaşında teşhis aldı. Malatya’da kendi kendimize Kübra için bir şeyler yapmaya çalışıyorken bir proje kapsamında gönüllü çalışan Ali ve Sonay Hoca ile karşılaştık. Onların çabaları ile Kübra çok büyük ilerleme kaydetti. Daha sakin bir çocuk oldu, konuşmaya başladı. Deprem ile her şey başa döndü. Evimiz hasar almadı ancak annem, babam ve kardeşlerimin evi hasar aldı. O nedenle biz üç aile bir arada kalıyoruz. Bu da Kübra’da büyük strese yol açtı. Ayrıca gittiğimiz spor salonu, rehabilitasyon merkezi hasar aldı ve Kübra tamamen eve kapandı. Ev hem Kübra’nın alışık olmadığı şekilde kalabalık hem de eğitimi sekteye uğradı. Çok zor durumdayız. Kübra kendine dahi zarar vermeye başladı. Bu süreçte TOHUM Otizm Vakfı, üye olmadığımız halde eve gelip eğitim materyali bıraktı. Eve geldiklerinde çok şaşırdık ve sahipsiz olmadığımızı hissettik. Şu anda eşimin de psikolojisi çok bozuldu. Ben de iyi değilim. Sizinle konuşurken dahi zorlanıyorum. Eğitime tekrar ne zaman başlanacağını da bilmiyorum. Halimiz içler acısı. Belki 15 gün bir hava değişimi olsa psikolojileri düzelir ama şu an maddi olarak yapamıyoruz.”
‘KONTEYNER KENTTE KALAMAM’
Neriman Karatoz (Hatay’da otizmli ikizleri var): “2 çocuğum vardı. Daha sonra ikizlerim oldu. 1 yaşına geldiklerinde yürümeyi öğrenemeyince doktora götürdüm. Otizm diye bir şeyi hayatımda duymamıştım. İkiz oldukları için benim açımdan çok zor olacağını anlamıştım. Eşim zaten çalışmıyor ve beraber çocuklara bakıyoruz. Depremden beri üç aile bir çadırda kalıyorduk. Tohum OTİZM Vakfı bize bir çadır ve eğitim kiti getirdi. Kendi çadırımıza geçtikten sonra çocuklarım biraz daha sakinleşti. Ben konteyner kente gidemem. Çocuklarımın durumu çok ağır. Kaldığımız çadırı yırttılar, ısıtıcı koyamıyorum çünkü halıları yaktılar. Evimin bahçesinde duracak bir konteynere ihtiyacım var. Büyük çocuklarım bana yardımcı olmaya çalışıyor ancak çadırda yaşamak yine de çok zor.”
DEPREMDEN DAHA FAZLA ETKİLENDİLER
- TOHUM Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı Başkan Yardımcısı Aylin Sezgin: “Depremlerden 114 bin otizmli çocuğun etkilendiği tahmin ediliyor. Her bir çocuğun ortalama 4 kişilik bir ailenin üyesi olduğunu düşündüğümüzde deprem bölgesinde otizmden etkilenen toplam sayı 450 bin. Depremde afet durumunda bu çocuklarımız diğer çocuklara oranla 3-4 kat daha fazla etkileniyor, ebeveynler çocukların problem davranışlarıyla başa çıkmaya çalışıyor ve dışlanıyorlar. İşte bu yüzden ‘Eğitim ve Teknoloji Desteği’ projemizi hayata geçirdik, 11 ilde 2 bin 700 çocuğa ulaşmayı hedefliyoruz. Hatay ve Malatya’- da yaklaşık 300 aileye eğitici oyuncak kitlerini ve teknolojik eğitim kitlerini birebir ve elden dağıttık.” Türkiye’de yaklaşık 2 milyon otizmli çocuk olduğu tahmin ediliyor.
FARKINDALIK KONSERİ
Hürriyet’e konuşan İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sait Gönen son durum ile ilgili şunları söyledi:
Cerrahpaşa’da hasta kabulleri, deprem riski olmayan çelik konstrüksiyon binalarda başladı.
“Geçen hafta deprem riski nedeniyle yataklı hizmetleri durdurduk ve hastalarımızı başka yerlere yönlendirdik. Şimdi poliklinikleri, monoblokta bulunan çelik konstrüksiyon yerlere taşıyoruz.
Sosyal medyada, 1827 yılında kurulan Cerrahpaşa’nın eski fotoğrafları paylaşılıyor.
Pazartesi hasta kabulüne başladık, salı günü de randevu hizmetine açıyoruz. 120 bin metrekare yeri terk ettik ve 70 bin metrekarelik risksiz alanda devam ediyoruz. Üst Cerrahpaşa’nın ihalesi de yapılacak. Sonrasında 600 gün içinde o bölümün inşaatının bitirilmesi öngörülüyor. Ancak bize yine de geçici olarak yer gösterilmesini bekliyoruz.”
Depremin ilk gününden itibaren Türkiye büyük bir yardımlaşma içine girdi. Bireysel yardım yapmak isteyen bazı kişilerin davranışları ise depremzedeleri üzdü. Sosyal medyada Antakya’da bulunan bir depremzede “Biz daha önce çadırda yaşayan ya da dilenen insanlar değildik. Biz depremzedeyiz ve mağdur olduk. Lütfen acıyormuş gibi yaklaşmayın” şeklinde paylaşım yaptı.
HASSASİYET GÖSTERİLMELİ
Birçok depremzedenin “Bize acıyarak bakmayın” ya da “Biz dilenci değiliz” şeklinde serzenişleri özellikle bireysel yardımlarda dikkatli olunması gerektiğini gösterdi. Yardım yapılırken depremzedelerin ruhsal hassasiyetleri göz ardı edilmemeli ve insanlık onuruna yakışır şekilde yapılmalı. Uzmanlar depremzedelerin ruhsal durumlarına ve bu konuda dikkat edilmesi gereken hassasiyetlere dikkat çekti.
‘DİKKAT ETMEK GEREK’
Psikiyatrist Prof. Dr. Tamer Aker şunları söyledi: “Yardım ve desteğin hem öznel hem de nesnel boyutu var. Nesnel boyutu ne kadar kira yardımı yapıldı, ne kadar kıyafet gönderildi gibi şeyler. Ancak işin bir de öznel tarafı var. Yardımın nasıl değerlendirildiği gibi. Bu yardımlar kişiye kendisini dilenci gibi de hissettirebilir, çok yetersiz de bulunabilir. Kendisini tatmin de etmeyebilir. Baktığımızda bazı yardımların sokaklarda atıl vaziyette durduğunu görebiliyoruz. İnsanlar oradan seçmek zorunda kalıyor. Dikkat etmek gerek. İnsan onuruna ve saygınlığına uygun şekilde ulaştırılması gerekiyor. Depremler ve benzer afetler zihnimizde olan güven duygusunu yerle bir eder. Bunu iyileştirmenin en önemli yollarından biridir yardım eli uzatmak. Bunu güven ilişkisi içerisinde yapmaya çalışmak çok faydalı olur.”
‘ONLAR İÇİN YIKICI BİR DURUM’
Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İsmet Kırpınar ise “Evi, işi olan depremzedeler için ekmek veya çorba kuyruğunda beklemek veya birilerinin getireceği bir giysiyi giymek yıkıcı bir durum gibi algılanabilir. Bu durumdaki kişilere yardım götürenlerin, çok saygılı davranmaları, yardım malzemesi değil de onların kendi eşyasını götürüyormuş gibi davranmaları çok önemli” dedi.
GÖNÜLLÜYE İHTİYAÇ VAR