23 Aralık 2006
- Marianna’nın flörtü var. İki haftadır çıkıyorlarmış... - Allah... Keseceğim onu!
- Lise 2’ye gidiyormuş çocuk. İyi bir öğrenci imiş. Motosikleti varmış.
- Doğrayacağım onu. Bir bu eksikti.
- Ne yapmasını istiyorsun? Bütün arkadaşlarının flörtü var. Onun niye olmasın?
- Ne diyorsun sen?.. Marianna nisanda daha 15 yaşına girecek.
- Konuştuk. Uzakta durmam kaydıyla çocuğu görmeme izin verdi. Biraz zaman geçsin, tanıştıracakmış da.
- Nerde tanımış, neyin nesi?
- Almanca kursundaki bir arkadaşının arkadaşı imiş. Bir iki kez birlikte çıkmışlar. Cep telefonlarından sürekli birbirlerine mesaj atıyorlar.
- Bana da söylemeyi düşünüyor mu?
- Hayır.
- Aman bildiğimi sakın söyleme. O zaman kesin keserim.
Kızım Marianna’nın annesiyle yaptığımız bu telefon görüşmesi hiç de iyi bitmedi. Sorumluluklarımız hakkında birbirimize epey şey söyledik.
Önce kızıma epey kızdım. Ne güzel geçinip gidiyorduk. Her gün birkaç kez telefonda konuşuyorduk. Hafta sonları bana geliyordu. İşimiz gülmek, işimiz gezmek, işimiz gırgırdı... Nerden çıktı şimdi bu motosikletli?
Daha birkaç hafta önce yazıp verdiği, "Hayat pahalılığından haberin yok. Geçinemiyorum. Haftalık harçlığıma 5 Euro zam istiyorum. Ekmek, zam, hürriyet!" diyen mektubu, çizdiği resimler, bir sürü fotoğrafı çekmecemde duruyor. Nerden çıktı bu flört şimdi...
Daha birkaç gün önce kafelerin birinde hesabı istediğimizde garsonun getirdiği paranın üstünü almak için "bir kilo fasulye yedibuçuk lira / hem kaynasın hem oynasın" türküsünü söylemişti. Nerden çıktı bu mesajlar şimdi?
Ya o ciddi ciddi sohbetlerimize ne demeli? Hayata bakışı, tahsili, geleceği için düşünceleri. Benim hakkımdaki eleştirileri. Nerden çıktı bu Atinalı şimdi?
Hele hele şakalaşırken sarılmalarımız. Kuvvetle yanaklarımıza verdiğimiz öpücükler...
ARKADAŞLARIM DA HAİN!
Kızgınlığım bir süre sonra yerini kızım için yapamadıklarıma bıraktı. Vicdanımla hesaplaştım bir süre. Onunla yapamadığım tatilleri, birlikte olamadığım yılbaşı gecelerini düşündüm. İhmal ettiğim oldu, inkar edemem.
Sonra sonra Marianna’nın flört etmesinde bir sakınca bulunmadığını, endişemin ve kızgınlığımın arkasında belki de kafamdaki kötü düşüncelerin ve acı tecrübelerimin etkisi olduğunu düşündüm. Yoksa neden kötü olan her şeyi adını bile bilmediğim bu delikanlıya mal ediyor, kızımı da neden "kesime giden koyun" gibi görüyorum?
Çok eskilere döndüm bir ara. İlk flörtüm Anita 15, ilk aşkım Rena 13 yaşındaydı. "Ama bizim zamanlarımız masumdu" diye kandırdım kendimi.
Kiminle konuştuysam "Bu doğal. O kendi yolunda gidecek. Müdahale etmen daha kötü olabilir" diye bana bir sürü nasihatte bulundu. Hainler işte ne olacak... Nasihatlerini hep gülerek verdiler. İnternette "ilk flört" hakkında bir sürü şey okudum. Hepsi sanki "sen haksızsın" diyordu.
Marianna çok çabuk büyüyor. Bunu kabullenmiyor değilim, ancak bir türlü ona karşı davranışlarımdaki duygusallığı yenemiyorum. İnsanın çocuğu söz konusu oldu mu mantık, sağduyu filan pek işe yaramıyor değil mi?
Nazım Hikmet’in dediği gibi "Bilirim. O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim. Ama bu yürek o bu dilden anlamaz pek" işte.
İtalyanlar Ege’de!
İtalyanlar "Aristomorpha Foliacea" operasyonu çerçevesinde uzun yıllar sonra Ege’nin mavi sularında görülmüşler. Ege’de avlanan Yunanlı balıkçılara göre Oniki Adalar bölgesi etrafında suları yarıyormuş İtalyanlar.
Türkler ile Yunanlılar arasındaki Ege sorunları yetmiyormuş gibi şimdi bir de İtalyanlar mı çıktı? Nedir bu garip adlı operasyon?
Efendim, Aristomorpha Foliacea, bol miktarda Mozambik’te bulunan, boyu 25-32 santim arasında değişen, 500 metreden fazla derinlikte yaşayan, koyu kırmızı renkte, lezzetli mi lezzetli bir karides türüdür.
Rodos civarından başka, Tilos, Astipalea ve Anafi adaları civarında da rastlanmış bu karideslere. Ancak, Yunanlı balıkçıların avlanmak için gerekli teçhizatı bulunmadığından İtalyan balıkçılar bayram ediyormuş.
Kilimli Adası Balıkçılar Derneği Başkanı Yorgos Kaçutarhis’e bakılırsa, İtalyanlar Yunan karasuları içinde ve avlanmanın yasak olduğu bölgelerde atıyorlarmış ağlarını. Buna karşı, Ta Nea gazetesinin "jumbo karides için savaş" başlıklı haberinde, İtalyan balıkçıların uluslararası sularda avlandıkları belirtildi.
OLSA DA YESEK
Kilosu balık pazarlarında 40 Euro’dan satılan Aristomorpha Foliacealar avlandıktan sonra ya Atina ve Rodos’tan uçakla ya da derin dondurucuları bulunan gemilerle İtalya’ya götürülüyormuş.
Yunanlı balıkçılar, bu canım karidesleri avlamak amacıyla gerekli teçhizat için tarım bakanlığından para istemişler ama, ne ses var ne seda...
Bizim bugüne kadar bildiğimiz, Oniki Adalar’da genellikle yağda kızartılarak ince kabuğu ile yenen küçük Simi karidesi ünlüdür. Demek jumbosu da yaşıyormuş Ege’nin derinliklerinde.
Sahi, 30 santimlik karidesleri şöyle şişe geçirip mangalda pişirmek. Oradan alıp üstüne tereyağı, sarmısak ve hardal karışımını sürdükten sonra karidesleri karışım eriyinceye kadar birkaç dakika sıcak fırında bekletmek kim bilir ne lezzet cümbüşüdür!
Yazının Devamını Oku 16 Aralık 2006
Yunanca’da Türkçe kökenli kaç kelime var dersiniz? Binlerce! Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalan ya da Anadolu’dan gelen Yunanlıların beraberlerinde getirdikleri Türkçe kelimeler, zaman içinde bazıları anlam değişikliğine uğrasalar da hálá kullanılıyor. Türkçe’de kullanılan Yunan kökenli kelimelerin aksine, Türkçe kökenli kelimeler Yunan halk dilinde revaçta.
Yazdığı Türkçe şiir kitabıyla birkaç ay önce "Suyun Öte Yanından"a konuk olan İstanbullu Yianni Boziki, bu kez Yunanca’da kullanılan Türkçe kökenli kelimeleri bir cep sözlüğünde topladı. Kitapta, Türkçe kökenli tam üç bin kelimeye yer verilmiş. Bize göre, daha binlercesi var...
BİNLERCE KELİME
Ne dersiniz, Boziki’nin cep sözlüğünde A’dan başlayalım mı?
Ayiazi (ayaz), ayiari (ayar), atzamis (acemi), aide (haydi), alana (alan), aleti (alet), amanati (emanet), ambari (ambar), aptalis (aptal), arabas (araba), arkadasi (arkadaş), arsizis (arsız) asikis (aşık), askeri (asker), aslani (aslan), astari (astar), ati (at), aferim (aferin) ahuri (ahır).
Şimdi de B harfi:
Bakkalis (bakkal), baltas (balta), baksisi (bahşiş), bacanakis (bacanak), bahtses (bahçe), bekaris (bekar), belalis (belalı), boyatzis (boyacı), bolikos (bol olan), bostani (bostan), bureki (börek), briki (ibrik).
KISSADAN HİSSE
Sözlükte C harfinde rastladığımız kelimelerden bazılarını da aktaralım: (Yunanca c harfi, t ve z harflerinin birleşmesiyle okunur)
Caki (Ocak), cami (cam), camba (caba), canabetis (cenabet), caciki (cacık), cepi (cep), cieri (ciğer), cerceles (zerzele).
Gelelim D harfine: (Yunanca d harfi, n ve t harflerinin birleşmesiyle okunur)
Dalgas (dalga), damari (damar), delalis (tellal), deres (dere), defi (tef) dorvas (torba), duvari (duvar), dulapi (dolap), dumani (duman), dunias (dünya), dufeki (tüfek).
Her sayfasında bir sürprizle karşılaştık bu 244 sayfalık sözlüğün.
Z harfi bölümünde, Zamania (zamanlar), zarzavati (zerzevat), zari (zar), zeibekiko (zeybek tarzı), zori (zorluk), zorbas (zorba) kelimeleriyle karşılaştık.
Yunanistan’da ve sanırız sadece burada değil, bazen gerçekleri değiştirip her şeyi kendine mal etme, her şeyi sahiplenme eğilimi vardır. Bu uğurda "öteki"nden miras kalan şeyleri silmek, yok etmek ise kolay bir çıkış yoludur.
Boziki de bütün bunları iyi bildiğinden sözlüğünün önsözünde "Yabancılara verdiklerimiz için nasıl iftihar ediyorsak, onlardan aldıklarımız için de aynı şeyi hissetmeliyiz" diyor.
Papa ziyaretinin ardından
Papa’nın İstanbul ziyareti sırasında, dini konuları iyi bilen meslektaşlarımızdan duyduklarımızı paylaşmak istiyoruz sizlerle:
Hıristiyan kilisesinin 1054 yılında bölünmesinin bir nedeni de, meğer bir kadınmış. Adını hatırlamadığımız bir kralın üçüncü evliliğini Papa takdis etmiş ama patrik etmemiş. Var olan anlaşmazlıklar bu evlilik yüzünden iyice ayyuka çıkmış.
"Papa" kelimesi Homeros’tan geliyormuş ve anlamı "baba". "Patrik" ise "soyun başı" demekmiş.
Patrik Bartolomeos, Papa’dan AB desteği istemiş. Nasıl mı? Paskalya tatili AB’de Katoliklerin kutlamalarına göre düzenleniyor. Ama Katolikler ile Ortodokslar pek ender paskalyayı aynı tarihte kutlarlar. AB’de Ortodoks Yunanlı ve Kıbrıslı Rum memurlar var. Bunlara yakında Bulgar ve Rumen memurlar da eklenecek. İşte Patrik, AB’deki Ortodoks memurların da kendi paskalyalarında tatil yapabilmelerini istemiş Papa’dan.
Kıbrıs fıkrası
Köşe yazarının fıkra anlatmasına prensip olarak karşıyız. Ancak, söz konusu Kıbrıs oldu mu; istisna kaideyi bozmaz, aksine güçlendirir misali, hele bir de düşündüreceğine inanıyorsak, anlatırız.
Politis Gazetesi’nde okuduğumuz ve Lefkoşa’daki Hilton Oteli’nde düzenlenen bir konferans sırasında Danimarkalı bir Avrupa parlamenterinin anlattığı fıkra, sanırız bazı Avrupalıların Kıbrıs sorununa nasıl baktıklarını da ortaya koyuyor:
Biri İngiliz, biri Alman, biri Kıbrıslı Rum üniversite öğretim üyesi üç profesör, "Filler ve dünya tarihi" konulu bir toplantıya konuşmacı olarak katılırlar. İngiliz profesör, fillerin İngiliz sömürgesi altında bulunduğu dönemde Hindistan’daki imar çalışmalarına katkılarından bahseder. Alman profesör, Darwin Teorisi çerçevesinde fillerin günümüze kadar gelişimi başlıklı bir konuşma yapar. Sıra Rum profesöre gelir: "Bayanlar, baylar. Konuşmamın teması Filler ve Kıbrıs sorunu... "
Bu şehirde bir gece...
Perşembe akşamıydı. Vakitlerden gece yarısı. Mutat halimiz. Canımız sıkkın. Direksiyona geçtik. Yola çıktık. Sezen çalıyordu: Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem. Unutamam acı tatlı, ne varsa hazinemdir...
Şehir merkezinde tıpkı Taksim gibi her yolun çıktığı Omonia Meydanı’ndan geçtik. Birkaç yüz metre ötede müzikhollerin peş peşe dizildiği "İera Odos"a yani "Kutsal Cadde"ye vardığımızdaki trafik kaosu, paydos zamanı Boğaziçi köprüsüne çıkan yolları hatırlatıyordu.
Neredeyse 50’sinde keşfedilen ve bu diyarın şarkılarını en iyi seslendiren isimlerden birisi olan Pashalis Terzis ile Eurovision birincisi Elena Paparizu’nun sahne aldığı müzikhole daldık. Siz deyin 500, biz diyelim 800 kişi tıka basa doldurmuş mekanı. Yaşımızı başımızı aşmışız, saatlerce barda ayakta duramayacağımıza göre masa istedik. Şef garsonun gösterdiği köşede bucakta bir iki masayı beğenmeyince de, tekrar Omonia Meydanı’na döndük.
Bu sefer hedef, eskiden tiyatro salonu olan Rex Müzikholü. Buralarda sahnelerin "imparatoru" sayılan Yorgos Mazonakis ile Türkiye’de de popüler olan Despina Vandi’nin sahneye çıktığı Rex’teki kalabalık, birkaç dakika önce teftiş ettiğimiz müzikholden az değildi. Hiç ara vermeden önce biri söyledi, sonra öteki. Sonra da ikisi birden çıktı sahneye. "Kendim için gidiyorum. Yapacak daha çok şeyim var" dedi Mazonakis, "Yeni sevgilin hayırlı olsun" dedi Vandi.
Saatimize baktık, 04.00, cuma sabahı olmuş. Millet pistte, millet masaların üstünde... Sonra herkes yerlerine oturdu. Her masada bilmem kaçıncı kez tokuştu kadehler. Bilmem kaç kadın, bahşettikleri buselerle bilmem kaç erkeği mutlu etti. Bilmem kaç göz, usulca, günahkarca buluştu...
Işıklar söndü. Hüzünlü bir şarkıyı seslendirdi iki sanatçı: "Birazdan gideceğim. Bu tüttürdüğüm son sigara..."
Şafak ha söktü ha sökecekti ki çıktık Rex’ten. Yoldaki trafik, çimento yığını bu şehri neden sevdiğimizi bir kez daha teyit ediyordu.
Dönüş yolunda Sezen’in aynı şarkısını bir daha dinledik: "Acının insana kattığı değeri bilirim, küsemem. Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir."
Yazının Devamını Oku 9 Aralık 2006
Rahat... Hazır ol... Dikkat... "Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak / Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak..." İstiklal Marşı’nı en son yıllar önce Burdur’da o zamanlar iki ay olan kısa dönem bedelli askerliğimi yaparken söylemiştim.
Papa’nın ziyareti için geldiğim İstanbul’da 1977’de mezun olduğum Zoğrafyon Rum Lisesi’nde duygu seli içinde söyledim yine İstiklal Marşı’nı.
Patrik Bartholomeos’un Hilton Oteli’ndeki daveti sırasında karşılaştığım okul müdürü Yianni Demircioğlu’na, yarın uğrarım, dediğimde beni bekleyen sürprizden habersizdim.
Papa İstanbul’dan ayrıldıktan ve şehir sakinlerine iade edildikten sonra Beyoğlu cıvıl cıvıldı yine. Bu kadar genç insanı Avrupa’nın başka herhangi bir caddesinde görebilmek imkansız sanırım. Ayaklarım emir almayı beklemeden beni okulun kapısına kadar götürdü.
O kapıdan ne zaman içeri girsem, ne sihirdir ki her şeyi unutuyorum. Sanki zaman makinesi devreye giriyor bir anda.
DEĞİŞEN ZAMANLAR
Müdür Yianni, az sonraki İstiklal Marşı töreni için öğrencileri toplamaya çalışıyordu. Bir ara müdür baş yardımcısı Nurşen Duman’ı tanıştırdı. Kısa sohbetimizde, öğrencilik yıllarımdan beri değişen ne çok şey olduğunu anlamak zor değildi.
Bizim, yüzümüzde tebessüme bile izin vermeyen bir müdür yardımcımız vardı. Kapısını çalmayı hayal bile edemediğimiz; bırakın sosyal etkinliği, okulda top oynamamızı, gülmemizi, bağırmamızı bile suç sayan müdür yardımcımız...
Sohbet ederken sezdim, Nurşen öğretmen var gücüyle öğrencilere yardımcı oluyor. Hatta eşi Prof. Dr. İsmail Duman, önümüzdeki günlerde Zoğrafyon Lisesi öğrencilerinin Hasköy’deki Güner Akın Lisesi öğrencileri ile "sanayinin gelişmesi" konusunda münazara yapmalarına bile önayak olmuş. Sağ olsun.
Tiyatro, folklor gibi bir sürü etkinliği var şimdiki öğrencilerin.
Okulun girişinde, üzeri cicilerle süslü Noel ağacının ışıkları yanıp sönüyor. Az ilerideki vitrinde kupalar, sertifikalar. Yanındaki cam dolapta da Türk ve Yunan basınında Zoğrafyon Lisesi için çıkan yazılar.
Öğrenciler üç sıra halinde toplandı. Sayıları, benim öğrencilik yıllarıma kıyasla çok ama çok az.
Toplam 49 öğrenci var okulda. Artık sadece erkek lisesi değil, kız öğrenciler de var. 13 Rum, bir Yunan ve yedi Türk öğretmen ders veriyor.
Müdür Yianni, "Çocuklar, aramızda 1977 mezunlarından Hürriyet’in Atina muhabiri Yorgo Kırbaki var" deyince alkış koptu. Ne yalan söyleyeyim, başka zamanlar da alkış aldım ama hiç gözlerim dolmamıştı.
EN İYİ KAVAFİS ANLATIR
Bir şeyler söylemem gerekti, sadece "Teşekkür ederim" ve Yunanca "Merhaba çocuklar" yani "Yia sas pedia" diyebildim.
O kadarı çıktı işte.
İstikal Marşı’nı hep birlikte söyledik. Gözlerde dolan yaşlar bir an geliyor, akıyormuş meğer.
Sonra Yianni kısa bir konuşma yaptı. Sözgelimi erkek öğrencilerin saç ve sakal tıraşı yapmaları gerektiğinden bahsetti.
Bazı şeyler 30 yıl sonra da değişmiyor...
Bir grup öğrenci geldi yanıma. Tek tek tanıştım. Artık bir şeyler söylemem gerekiyordu. Kostas Kavafis’in mısraları geldi aklıma:
"Yeni bir ülke bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın.
Aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de."
"Çocuklar," dedim. "Arkamdan gelen bu şehir değil sadece. Zoğrafyon da her adımımda."
Yolunuz Beyoğlu’ndan, Turnacıbaşı Sokağı’ndan geçerse, 1893 yılında kurulan ve İstanbul’un en eski okullarından birisi olan Zoğrafyon’a bir bakın...
Yazının Devamını Oku 2 Aralık 2006
Ege’nin iki yakasında siyasi ilişkiler iyi, diyenler parmak kaldırsın. Sayıyoruz. Kalkan parmaklar çok az. Ama bugün cumartesi, bu yüzden iki ülke arasında altın çağını yaşayan ekonomik ilişkilere değinelim.
Abdullah Öcalan Kenya’daki Yunan Büyükelçiliği rezidansından çıktığında takvimler 1999’u gösteriyordu. Türkiye ile Yunanistan arasında ticaret hacmi yılda 200 milyon dolardı. O zamandan bu zamana yedi yıl geçti. Ticaret hacmi bu yıl sonunda 2,6 milyar dolar olacak. Yani alışveriş tam 12 katına çıktı. Üstelik bu rakamlara Yunan bankalarının Türkiye’deki banka hisselerini (Finansbank, Tekfenbank, Alternatifbank) satın alımları dahil değil.
İhracatta bugün Türkiye’nin en iyi 12. müşterisi Yunanistan; Yunanistan’ın en iyi beşinci müşterisi Türkiye. Türk ve Yunan işadamları üçüncü ülkelerde de ortak yatırımlar gerçekleştiriyorlar.
İLGİNÇ ÖNERİ
Türkiye’de 120’den fazla Yunan firması faaliyet gösteriyor. 2005 yılında yaklaşık 600 bin Yunanlı Türkiye’yi ziyaret etti. Buna karşın, ikamet izni, çalışma izni gibi bürokratik engellerin yanı sıra, anketlerin de gösterdiği gibi Yunanlıların Türk yatırımlarına iyi gözle bakmamaları nedeniyle, suyun bu tarafında faaliyet gösteren Türk firması yok denecek kadar. Yunanistan’ı ziyaret eden Türk turistler de 60 bin civarında.
Geçtiğimiz günlerde Atina’da 10. Türk-Yunan İş Konseyi toplantısı gerçekleştirildi. Eş başkan Selim Egeli bize göre ilginç bir öneri ortaya attı. Bugüne kadar işadamlarını buluşturma, iş yapılabilmesi için gerekli koşulları oluşturma misyonunu üstlenen Türk-Yunan İş Konseyi’nin hedefine büyük ölçüde ulaşmasından sonra sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler gibi başka alanlara da eğilmesini önerdi
Bize göre, iki ülke işadamları siyasetçilere ilerlemeleri için hani neredeyse kırmızı halı döşedi ama bir türlü olmuyor işte.
Hedef 10 milyar dolar
Hürriyet Atina bürosunun bu haftaki konuğu Türk-Yunan İş Konseyi eş başkanı Panayotis Kutsikos. Genellikle sağlık ve sigorta alanlarında yatırımları olan Kutsikos, yaklaşık 10 yıldır Konsey’in Yunan tarafının başkanlığını yapıyor.
1997 yılından beri Türk-Yunan İş Konseyi eş başkanısınız. En mutlu ve en mutsuz günleriniz hangileri idi?
- En mutlu günlerim, işadamlarına büyük imkanlar sağlayan, dokuz farklı işbirliği anlaşmasının imzalandığı günlerdi. En mutsuz günlerim ise Abdullah Öcalan’ın yakalanması döneminde iki ülke arasındaki tüm temasların kesildiği günlerdi.
Ticaret hacmi 2,6 milyar dolara ulaştı. Tavan ne kadar olabilir?
- Önümüzde uzun yol var. 10-12 milyar dolara kadar ulaşabiliriz. Zaten ticari ilişkiler bu hızla devam ederse önümüzdeki üç yıl içinde Türkiye, Yunanistan’ın en iyi ya da ikinci en iyi müşterisi haline geline gelecek.
İyi de, Türk işadamlarının Yunanistan’da neredeyse hiç yatırımı yok...
- Haklısınız. Bunda biz Yunanlılar suçluyuz. Sadece Türk değil, sözgelimi Japon işadamları da yatırım yapmakta büyük güçlüklerle karşılaşıyorlar. Yasalar nedeniyle yabancı bir şirketin Yunanistan’da tam faaliyete başlayabilmesi için neredeyse dört yıl geçmesi gerekiyor. Şimdi yeni bir yasa çıktı ve bu yılın başında uygulanmaya başlandı. Tabii sonuçlarını görebilmek için zaman gerek.
İşadamlarının bu kadar yakınlaşmasında en büyük katkıları kimler gösterdi?
- Yorgos Papandreu (eski dışişleri bakanı), Kostas Miçotakis (eski başbakan) Dora Bakoyani (dışişleri bakanı) İsmail Cem (eski dışişleri bakanı) ve Şarık Tara’yı sayabilirim. Şarık Tara, Türk-Yunan İş Konseyi’nin eş başkanı iken çok büyük işler başardı. Umarım halefi Selim Egeli de aynı şekilde başarılı olur.
Konsey’in iş çevreleri dışında da etkinlikleri olmasına nasıl bakıyorsunuz?
- İşimiz, iki ülke işadamlarının daha çok ve daha elverişli ortamlarda çalışabilmelerini sağlamak. Ancak Türk-Yunan İş Konseyi olarak Marmaris’teki son toplantımızda bir karar aldık: Son yıllarda Yunanistan’da hiçbir etkinlikte bulunmayan Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü’ne yeniden hayat vermek istiyoruz. Yeni yönetim kurulu ile İstanbul’a gidip bu ödülü birlikte nasıl yeniden hayata geçirebiliriz, onu konuşacağız.
Nümayişlere çare
Mitolojide, Atina’da yılın 300 gününün güneşli geçtiği anlatılır. Günlerden kaçı güneşli, kaçı bulutlu saymadım ama Yunan başkentinde yılın yaklaşık 300 gününde yürüyüş düzenlenir. Atina şehir merkezinin bir iş kolu, bir örgüt ya da bir derneğin protesto gösterisi nedeniyle birkaç saatliğine trafiğe kapanmadığı gün sayısı azdır. Hani arabanızla yola çıksanız, eğer biraz trafikle karşılaşırsanız, aklınıza ilk gelen soru, "Merkezde gösteri mi var?" olur.
TRAFİĞİ KİLİTLEMEYE 40-50 KİŞİ YETER
Bu gösterilere öyle binlerce kişinin katıldığını zannetmeyin sakın. Hani 40-50 kişilik bir gösterici grubu bile Atina’nın merkezini altüst edebiliyor. Adamlar koskoca caddenin ortasında yürümeye başlıyorlar ve polisin buna hiçbir müdahalesi olamıyor.
Kamu Düzeni Bakanı Viron Polidoras, şehrin bu büyük sorununa bir çözüm bulabilmek için siyasi partileri toplantıya çağırdı. Ana muhalefet partisi Pasok’un yanı sıra Sol İttifak ve komünist partileri ile İşçi Konfederasyonu Sendikası’nın temsilcileri bu toplantıya katılmadılar. Bakan Polidoras’ın davetine gidenler ise iktidar partisi Yeni Demokrasi’ye yakın parti ve örgütler oldu.
Toplantıda, "Hoşgörü muhtırası" adı altında 500 kişiyi aşmayan yürüyüşlerde göstericilerin kaldırımdan ilerlemeleri, yani caddeleri trafiğe açık bırakmaları kararlaştırıldı.
Bize göre bu "hoşgörü muhtırası"na buralarda pek aldıran çıkmaz.
Yazının Devamını Oku 25 Kasım 2006
Büyük aşk bittiğinde ya da yatak odasındaki vıdı-vıdı çekilmez hale geldiğinde ne olur sorusuna, bu diyarın bize göre büyük seslerinden Eleni Vitali "Bir Kış Sabahı" adlı şarkısı ile cevap veriyor sanki. "Bir kış sabahı evden deli gibi çıktım. Rüzgar, deldiği bedenimden kahramanca bir karar vermesini istiyordu" diye başlıyor şarkı.
Buraya kadar iyi hoş... Katılmamak elde değil. Yapacak bir sürü şey var çünkü. "Öteki" yüzünden ertelenmiş onca şey...
"Gazete aldım, bir de kalem. Kiralamak için ev aradım. Ucuz olmalı. İki oda bir şey. Üç kira depozit ödemeli, eşya alıp çekidüzen vermeli ve seni bir daha görmemeli..."
KADIN HAKLI AMA...
Haklı Vitali. Yerden göğe kadar haklı. Yeni bir hayat, yeni insanlar, yeni aşklar. Hangimiz yeninin heyecanını duymadık ki?
Ama gelin görün ki şarkının ikinci bölümünde işler değişiyor.
"Ve acımasız gece geldi. Kendimi yapayalnız hissediyorum. Geri dönmek ve özür dilemek istiyorum ama utanıyorum."
Hoppala nereden çıktı bu Vitali? Hani her şey iyi güzeldi?
Anlıyorum aslında seni. Bir süre sonra toz duman dağıldığında "kaybedilen" nasıl da koyuyor insana. Artık acımasa da koyuyor işte.
"Sensiz hayatımın yarım olduğunu söylemek isterim. Bir hayatın öyle atılamayacağını. Geri dönmek, özür dilemek isterim ama sanki bir hırs peşimi kovalıyor."
ZOR İŞLER BUNLAR
Kovalayacak tabii. Özür dilemek de, affetmek de zor. "Ne değişecek ki, niye ki" diye başlayan binbir soru geçiyor insanın kafasından.
Eleni Vitali büyük bir ses. Medyatik olmadığı için bugün olması gereken yerde değil. Tipik Yunan müziği söylüyor ama rock’u da (dikkat, pop-arabesk değil) içinde taşıyor. Mesela Haris Aleksiu’yu seviyorsanız, pekálá Vitali’yi de beğenebilirsiniz.
Bakan koltuğunun sırrı
1996 yılında iktidarda, şimdi ise anamuhalefette olan Pasok partisinin liderliğine oynayan, bu yarışta eski başbakanlardan Kostas Simitis’e yenilen, sonra savunma bakanlığına getirilen ve 2001 yılına kadar bu görevi yürüttükten sonra da üç yıl boyunca kalkınma bakanı olan Akis Çohacopulos’a değineceğiz.
Pasok muhalefete düşünce, Çohacopulos, iki çocuk sahibi olduğu Alman eşinden ayrılıp, kendisinden çok küçük Vasiliki Stamati ile dünyaevine girdi.
Adam yakışıklı, boyu bosu yerinde. Yüreği de var madem, bize söz düşmez o zaman. Kaldı ki, gönül işlerine akıl ermez.
Çohacopulos geçenlerde baba oldu. Bayan Stamati, nurtopu gibi bir erkek çocuğu getirdi dünyaya. Bunu duyunca eski savunma bakanının yaşını araştırdım. 1939 yılında doğmuş. Yani 67 yaşında bugün. Önümüzdeki ay da kızı doğuracakmış. Bir ay içinde hem baba hem dede olacak Çohacopulos.
İlerlemiş yaşına rağmen baba olan sadece Çohacopulos değil tabii. Halen iktidardaki Yeni Demokrasi Partisi’nin 2004-2006 döneminde savunma bakanı olan Spilios Spilotopulos da birkaç ay önce baba olmuştu. Spilotopulos 1946 doğumlu. Yani 60 yaşında.
Yoksa savunma bakanlığı koltuğunda bir sihir mi var?
FERHAT GÖÇER KONSERİ
Galatasaray Üniversitesi’nde düzenlenen bir toplantıya konuşmacı olarak davet edilmem nedeniyle gerçekleştirdiğim kısa İstanbul ziyaretimde, BKM’de Ferhat Göçer’i tekrar dinleme fırsatı buldum. Göçer’in okuduğu şiirler ve rol yeteneği hakkında bir görüş yürütemeyeceğim ama söylediği her şarkıda mest olduğumu belirtmem gerek.
Özellikle ikinci bölümde büyük bir ustalık ve kendine has tarzıyla peş peşe sıraladığı şarkıları unutmak mümkün değil. Kendi şarkılarını yüreğinden okudu, Sezen Aksu’nun şarkılarına ayrı bir anlam verdi. Özellikle de final bölümünde söylediği "Çok Yorgunum Beni Bekleme Kaptan"ı dinlerken, perdenin hiç kapanmamasını istedim.
Konserin adı "Aşk ve Hüzün" idi. Hem aşkı, hem hüznü yaşattı Göçer ve şarkılarıyla İstanbul özlemimi giderdi.
Eski Rum lider yazar oldu
Kıbrıs Rum Kesimi Lideri Tasos Papadopulos hakkında 2004’ten bu yana Türk basınında yazılanlara bakarsanız, olumlu bir şeye rastlamanız güç olacaktır. Kıbrıs sorununun çözümü için bugüne kadar ortaya çıkan en ciddi fırsat olan Annan planında "hayır" demesinden tutun da, bugün Türkiye-AB ilişkilerinde çıkardığı engellerle Papadopulos hep gündemde.
Rum liderin icraatına baktıkça, selefi Glafkos Klerides’i hatırlamamak mümkün mü? 1993-2003 yılları arasında Rumların lideri olan Klerides, Kıbrıs için "kaçırılmış bir fırsat"tı demek çok mu abartı olur? Klerides seçimleri kaybetmesiydi Kıbrıs’ta durum bugün çok ama çok farklı olacaktı.
ÇOK KONUŞULACAK
86 yaşındaki Klerides, bugün sakin bir hayat yaşıyor. Aktif siyasetten uzak. Oturup bir kitap yazdı. Yılbaşında sonra yayınlanacak kitabına "Başkanlığım" adını verdi. Rum Yönetimi lideri olduğunda Kıbrıs sorunu ile ilgili Rumların AB üyeliği ile ilgili yaşananların perde arkasını anlatıyor.
Yunanistan’ın eski başbakanı Kostas Simitis’in yazdığı "Yaratıcı bir Yunanistan için politika" adlı kitap, özellikle 1996’daki Kardak krizi ile ilgili bölümleri nedeniyle Atina’da büyük tartışmalara yol açmıştı. Hatta Türk gazetelerine bile manşet olmuştu.
Klerides’in kitabının da Kıbrıs Rum Kesimi’nde -ve belki sadece orada değil- çok konuşulacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Yazının Devamını Oku 18 Kasım 2006
Brüksel’de buz gibi bir hava vardı Aralık 2004’te. Kritik bir AB zirvesiydi ve Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin başlaması için tarih verilecekti. Zirvenin ilk günü Yunan ve Rum propagandası ortalığı kasıp kavuruyordu. "İstediğimiz her şeyi elde ettik" diyordu Yunan Dışişleri Bakanı Petros Molivyatis. Ama ertesi gün durumun pek öyle olmadığı anlaşıldı.
AB’nin büyükleri toplanıp Yunan Başbakanı Kostas Karamanlis’i çağırdılar ve AB üyesi Kıbrıs Rum Yönetimi’nin lideri Tasos Papadopulos’a ne az ne çok "Sen kapıda bekle kardeşim" dediler. Kararlarını aldılar ve bunları açıkladılar. Bangır bangır bağıran Papadopulos’un sesi koridorlarda duyuluyordu.
MEVCUT DURUM RAPORU
O zirvenin üstünden iki yıl geçti. Bir ay sonra yine kritik bir AB zirvesi var. Konjonktür bu kez hayli farklı. Sözgelimi Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, iki yıl önceki gibi yumruğunu masaya vurmak niyetinde görünmüyor. Almanya’nın başında Schröder yok. Rum Yönetimi, AB üyeliğinin avantajlarını öğrendi ve o zamanlar mürekkebi kurumamış Annan planına Rum "hayır"ı gündemde değil.
Atina’nın bugüne kadar dümen suyunda gittiği Rum lider Papadopulos, Türkiye’nin limanlarını ve havaalanlarını Rum gemilerine ve uçaklarına "şimdi" ya da en azından "kesin belirtilecek bir tarihe kadar" açmasında diretiyor. AB’nin Kıbrıslı Türklere verdiği söz, yani serbest ticaret hatırlatıldığında ise "Tamam ama o zaman Maraş’ı versinler" cevabını veriyor. Yani hem Türkiye beni tanısın diyor, hem de toprak talebinde bulunuyor.
Bu aşamada, Rum Yönetimi de Atina da "Türkiye attığı imzaya saygı göstermeli. Yükümlülüklerini yerine getirmeli. Aksi halde yaptırımlar uygulanmalı" diyorlar.
Ya Türkiye’nin tavrı? Atina’dan bildiriyoruz, dolayısıyla bizim işimiz değil...
GÜL’ÜN ZİYARETİNİN ANLAMI
Aralık zirvesi yaklaşırken buralarda senaryo bulluğu yaşanıyor. Müzakerelerin direkt ertelenmesinden tutun da dolaylı ertelenmesine kadar...
Aslında Türkiye’nin AB’ye, AB’nin de Türkiye’ye büyük bir "evet" ya da büyük bir "hayır" demesi zor. Hani "tren kazası" tehlike edebiyatına dönüştü. 2004 zirvesindeki gibi AB’de birilerinin çıkıp taraflara "Durun bakalım" diyeceğini ve AB’nin bir uzlaşma platformu olduğunu bir kez daha kanıtlayacağını ümit ediyoruz.
İşin tuhaf tarafı, restleşmelerin sürdüğü bir sırada, bu satırlar yazılırken, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün aralık ayında üstelik AB zirvesinden birkaç gün önce (muhtemelen 7-8 Aralık) Atina’ya resmi ziyaret gerçekleştireceği haberlerinin dolaşması.
Bu ziyaret eğer kesinleşirse ne anlama mı geliyor? Yunan başkentinde yorumlar "AB, Rum ve Yunan taleplerine kısmen olumlu cevap verecek, ancak Türkiye’ye karşı da altından kalkamayacağı yaptırımlara gitmeyecek" şeklinde.
Kaptırdık mı? Fazla mı siyaset oldu? Eh o halde çok da eski olmayan bu fotoğrafa bir göz atalım.
İnşallah aralık zirvesinden sonra da benzerini görürüz.
Semiha’dan haber var
Takvimler 2005 yılının 2 Şubat’ını gösterirken, Radikal Gazetesi’nde Gümülcineli Semiha’nın öyküsünü anlatmıştık.
Semiha, Almanya’da işçi olarak çalışan bir hemşerisi ile Gümülcine’deki müftülükte nikahını kıymış, Yunan asliye hukuk mahkemesi bu nikahı tasdik etmiş, bir süre sonra da Almanya’daki kocasının yanına gitmişti.
Almanya’da ikamet tezkeresi için başvuruda bulunduğunda, memur, kimliğinden Semiha’nın 11 yaşında olduğunu görünce şaşkına dönmüştü. Alman memur araştırıp soruşturmuş ve AB hukuku gereğince AB üyesi Yunanistan tarafından onaylanmış da olsa Almanya’nın bu evliliği tanımayacağını geline ve kocasına bildirmişti.
Babasının, ne aklı varsa 11’inde kocaya verdiği, Yunan devletinin eline mühür teslim ettiği bir müftünün evlendirdiği ve koskoca AB üyesi Yunanistan adaletinin evliliğini tasdik ettiği 11 yaşındaki Semiha’nın öyküsü, Batı Trakya’da bazı köylerdeki getto yaşamını da, Türk-Yunan ilişkilerinin çarpıklıklarını da ortaya koyuyordu.
ALMANYA’NIN HASSASİYETİ SAHTEYMİŞ!
Henüz 13’üne girmemiş Semiha’dan yeni haberler var...
ABD’nin Atina Büyükelçiliği’nde insan hakları konusunu araştıran diplomat Patrick Conel geçtiğimiz günlerde Batı Trakya’da incelemelerde bulundu ve Yunan devletinin atadığı, ancak Türk azınlıkta itibar görmeyen "tayinli müftü" Meço Cemali ile görüştü.
Birçok konunun yanı sıra Semiha’yı da konuştular.
Aralarında geçen diyaloğu aktarıyoruz. (Kaynak: Elefterotipia Gazetesi)
12 yaşında bir kızı nasıl evlendirirsiniz?
- Reşit olmayan pek çok insan dünyanın pek çok yerinde evleniyor. Yani böyle evlilikler sadece azınlıkta yok. Kız ilişki kurmuştu. Evlenmek istiyordu. Ailesi de razıydı. Almanya’nın hassasiyeti bana göre sahte. Bu hassasiyet yüzünden kızın hayatı mahvoldu. Almanya’dan sınır dışı edildi. Kocası başka kadın buldu. Kız şimdi köyüne yaşıyor. Dedikodular aldı yürüdü. Namusunu temizleyebilmesi zor.
BU HAYATIN BEDELİNİ KİM ÖDEYECEK?
Yani suçlu, bu nikahı tanımayan Almanya diyor adam. Muhtemelen dini gerekçeleri de olabilir tayinli müftünün ama ya vicdanının sesi?
Semiha’nın öyküsünün uluslararası bir boyut almasında katkımız olduğu için sevindik bir ara ama çocuk yaşta kızlarını evlendiren anne-babaya, daha 11’indeki bir meleği, kadın diye yatağına alan kocaya, nikahı kıyan "tayinli müftü"ye ve bu rezilliğe hukuki kılıfı uyduran Yunan adaletine lanet yağdırdık.
Daha bebekleri ile oynaması, okula gitmesi, yaramazlık yapması gereken Semiha bu çirkinlikleri yaşamayı hak etmiyordu.
Mahvedilen bir hayatın bedelini kimse ödemeyecek mi?
SPOR DÜNYASINDAN...
AEK’NIN MUCİZELERİ İstanbullu Rumların 1926 yılında kurdukları AEK takımı, Yunanistan’ın üç büyükleri arasında olmakla birlikte, geçen hafta mutat bir "mucize"ye imza attı. Yunanistan Kupası’nda 1972 yılında Lamia (2. lig) 1973’te Kalamaria (2. lig) 1984’te yine Lamia (bu defa 3. lig) ve 1988’de Mihaliona (3. lig) takımlarına yenilerek elenen AEK, bu "geleneğini" sürdürerek, geçenlerde Atina’nın mahalle takımı Haydari’ye (2. lig) penaltılarda 5-4 yenildi. Üstelik rakibi dokuz kişi kalmasına rağmen... Üstelik hakem, Haydari’nin normal sürede bal gibi penaltısını da vermemesine rağmen... AEK yöneticileri çıkıp "Bu yenilgiyi unutmalıyız. Gücümüzü lige ve Şampiyonlar Ligi’ne vereceğiz" dedi. İki gün sonra AEK ligde Larisa’yı 5-0 yendi. Ama hálá konuşulan, Haydari "mucizesi".
UEFA’NIN GAFI Şampiyonlar Ligi’nin 23 Mayıs’taki finali Atina Olimpiyat Stadı’nda oynanacak. Geçtiğimiz günlerde bir İngiliz firmasına hazırlatılan ve eski Yunan’dan esinlenilen finalin amblemi basına tanıtıldı. Amblem, amfora ve kupanın karışımı. Tanıtımda UEFA’nın büyük bir gafına tanık olduk. Broşürlerde, Atina’daki finalin 17 Mayıs’ta oynanacağı belirtiliyordu. Geçen final 17 Mayıs’ta idi ya, birileri yine aynı tarih sandı. Oysa 17 Mayıs bu yıl perşembe gününe denk düşüyor. Durum UEFA’nın web sitesinde hemen düzeltildi ama broşürler için yapılabilecek bir şey yoktu. UEFA UEFA... Ayıp ettin bu defa!
Yazının Devamını Oku 11 Kasım 2006
"Sıla derdine düştün mü anlarsın Yunanlıya kardeş olduğunu Rum şarkısı duyunca gör Gurbet elde İstanbul çocuğunu." Bülent Ecevit 1947 yılında Londra’da iken yazmıştı "Mavi Büyü" şiirini. Yunanistan’da bu şiiri pek bilen yoktur. Ecevit bu diyarda hiç sevilmezdi. Yunanlı Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na "Atilla" adı vermişti, Ecevit’e de "Atilla’nın başbakanı".
Ecevit dendi mi, akla hep Kıbrıs gelir. Nedense buradaki insanlar için Kıbrıs’ın tarihi, Türk askerinin adaya çıkması ile başlar. Onun öncesinde Kıbrıs’ta ne oldu ne bitti pek kimse bahsetmez.
"Türkçenin ferah gönlünce küfretmişiz
Olmuşuz kanlı bıçaklı
Yine de bir sevgidir içimizde
Böyle barış günlerine saklı."
ATİLLA ÖLDÜ...
Ölüm haberi için Yunan gazeteleri, televizyonları ne yazdı, ne dedi diye baktığımda da durum pek farklı değildi: "Atilla öldü"...
Sadece bir iki yerde farklı ifadelere rastladım. Satır aralarında, son derece nazik bir insan olduğu, pek başka liderde rastlanmayacak kadar da
mütevazı bir hayat yaşadığı yazıldı. "Gençliğinde Yunan hayranıydı ama Türk-Yunan ilişkilerine kimse onun kadar zarar vermedi" diye bahsetti medya Ecevit’ten.
"Aramızda bir mavi büyü
Bir sıcak deniz
Kıyılarımızda birbirinden güzel
İki milletiz
Bizimle dirilecek bir gün
Egenin altın çağı
Yanıp yarının ateşinden
Eskinin ocağı."
KÜÇÜK BİR HATIRLATMA
Kıbrıs’ta 1974’ten önce olanları unutanlar, bilmezlikten gelenler, daha yedi yıl öncesini bile unuttular, bilmezlikten geldiler. Bugüne kadar devam eden Türk-Yunan yakınlaşmasının 1999’da Ecevit’in başbakan olduğu dönemde, hem de çok zor şartlarda başladığını kimse hatırlamadı buralarda.
"Önce bir kahkaha çalınır kulağına
Sonra Rum şiveli Türkçeler
O Boğaz’dan söz eder
Sen rakıyı hatırlarsın
Yunanlıyla kardeş olduğunu
Sıla derdine düşünce anlarsın."
Bülent Ecevit ile Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde birkaç kez karşılaştım. Zor yürüyebildiği zamanlarda bile yanıma gelip elimi sıkma nezaketini hiçbir zaman unutmayacağım.
Toprağı bol olsun...
8 İSTANBUL’DA YUNAN MÜZİKLERİ: Yunan müziğini seviyorsanız, İstanbul’daki Zorba tavernayı öneririm. Atina’da çeşitli mekanlarda çalışmış Sakis Ramis sahne alıyor. Sakis’in sesi güzel ve günümüz şarkılarını seslendiriyor. Ancak, Zorba’daki garsonlara hesabın üstünü müşteriye getirmeleri gerektiğini birilerinin hatırlatmasında yarar var... Adını Zorba taverna ile neredeyse özdeşleştirmiş Ziynet Sali kızımız ise bu sezon Ta Nisia’da imiş. İstanbul’a geldiğimizde elbet ziyaretine gideceğiz.
8 DİMİTRİU’DAN YENİ ALBÜM: Geçenlerde, İstanbul’dan gelen misafirlerimizle felekten bir gece çalıp Ancela Dimitriu’ya gittik. Hani "Magapai den magapai" şarkısını söyleyen, bir ara İstanbul’u mesken edinen Dimitriu’ya. Çarşamba gecesiydi ve koskoca müzikhol doluydu. Türkiye’den olduğumuzu söyleyince sevindi. Birkaç şarkısını bize söyledi. Sepetlerle karanfil atarak karşılık verdik. Bu arada Dimitriu’nun son çalışması burada piyasaya çıktı. Yeni şarkılarla, eski şarkıların harmanı.
İLK TATBİKAT
3 Kasım 2006, saat 04.45... Ankara büyük bir depremle uyanır. Tam 7.7 Richter şiddetindeki depremden başkent büyük zarar görür. Artçı depremler peş peşe gelmekte...
Saat 05.10 Türk Silahlı Kuvvetleri’nin doğal afetlere karşı mücadele taburu deprem bölgesine doğru hareket emri alır.
Saat 06.10’da helikopterlerle deprem bölgesine gelen tabur rapor verir: "Pek çok ev ve iş merkezi yıkıldı. Enkaz altında kalmış çok sayıda ölü ve binlerce yaralı olmalı. Haberleşme ve elektrik bağlantısı kesildi. Bölgeye sadece karayolu ile ulaşmak mümkün. Yangınlar baş gösterdi. İnsanlar panik içinde".
Saat 07.20 kurtarma çalışmaları başlar.
Depremden kısa bir süre sonra Türk Dışişleri Bakanlığı, ikili anlaşmalar çerçevesinde uluslararası yardım çağrısında bulunur. Yunan Dışişleri Bakanlığı doğal afetlere karşı askeri gücü haberdar eder. Türkiye’ye hareket hazırlıkları başlar.
Birkaç saat sonra Yunan askeri gücü Esenboğa Havaalanı’na gelir. Türk kuvvetleri tarafından kara ve hava yoluyla deprem bölgesine nakledilir...
İşte bütün bunlar pazartesi günü başlayan ve dün sona eren ilk Türk-Yunan askeri tatbikatının senaryosunda yer aldı. Öğrendiğimiz kadarıyla bu tatbikatta Yunan Silahlı Kuvvetleri’nin 15 mensubu vardı.
Yani Türk-Yunan ortak tatbikatlarına iki taraf "hadi rastgele" dedi..
Yazının Devamını Oku 4 Kasım 2006
"Kıbrıs Rum Kesimi" ya da "Kıbrıs Rum Yönetimi" diye başlarsak yazıya, aklımıza muhtemelen ilk gelen şey, Rum Yönetimi lideri Tasos Papadopulos’un Türkiye ve KKTC ile ilgili ne varsa yokuşa sürmek politikasıdır. Türkiye-AB ilişkilerinde "tren kazası" gibi tehlike senaryolarının iyice ayyuka çıktığı bugünlerde, Kıbrıs’tan "Rum" kelimesini içeren her haber ya da yazıdan olumsuz bir şey beklemek doğal. Türkiye ve Türkler ile ilgili her şeye zaten önyargılı Rumların başında, daha da önyargılı bir lider varsa başka ne beklenebilir ki?..
ADALET BAKANLIĞINA UYARI
Bu yazıda Rum kesimine de Rum yönetimine de değineceğiz ama konumuz başka. Konumuz, Rum kadın polisler.
Güney Kıbrıs’ta kadın polisler Rum yönetiminin başına dert oldu. Nedeni de emniyet teşkilatındaki kadın polis sayısının sürekli artması. Emniyet müdürü Haralambos Kulendis, Adalet Bakanlığı’nı "Polis teşkilatı, kadınlar yüzünden gelecekte görevini yerine getirmekte zorlanabilir" diyerek uyardı.
Rum Kesimi’nde halen 5 bin 118 polis bulunuyor, bunların 859’u kadın. Teşkilata personel alınması için açılan son sınavda başarılı olan kadınların sayısı erkeklerle neredeyse aynı.
Kulendis, Adalet Bakanlığı’na gönderdiği mektupta aşağı yukarı, "kadın erkek eşitliği yasası"nın ihlal edilmeden, kadınların polis teşkilatına girmesinin zorlaştırılmasını istedi. Gerekçe olarak da, kadınların erkeklere kıyasla daha az kas gücüne sahip olmalarını, koşullara daha zor adapte olmalarını, daha sık doktor raporu almalarını ve geceleri çalışmaktan kaçınmalarını gösterdi.
Rum Emniyet Müdürü, mektubunda somut önerilerde de bulundu. Sözgelimi, halen kadınlarda 1,60 metre olan boy tabanının, erkekler gibi 1,65’e çıkarılmasını. Bir diğer önerisi ise, emniyet müdürünün, giriş sınavlarında erkeklerde tabanı beş dakika 20 saniye olan 1 kilometre koşu hızının, kadınlar için de geçerli olması. Bugüne kadar kadın polis adaylarından aynı süre içinde 800 metre koşmaları isteniyordu.
Öneriler Adalet Bakanlığı’nca inceleniyor...
Kasabanın sırrı
Yazmıştık geçenlerde, Yunanistan’da ortaokullar ve liseler öğrencilerin işgali altında diye. Eylemler bitti ve 30 Ekim’de dersler yeniden başladı. Ancak, işgal eylemleri sırasında Atina’dan 80 kilometre mesafedeki Evia (Eğriboz) bölgesinde bir okulda yaşananlar günlerdir kamuoyunu meşgul ediyor.
Amarinthu kasabasının hani toplasanız üç bin sakini var. Bu kasabaya birkaç yıl önce Bulgaristan’dan bir ana ve kızı geldi. Ana bir tavernada bulaşıkçılık yapıyordu. Yevmiyesi 30 Euro. Hem yaşamaya, hem de kızını okutmaya çalışıyordu kadıncağız. Kızı da haftasonları aynı tavernada garsonluk yapıp harçlığını çıkarıyordu.
İŞGAL ALTINDAKİ OKULDA TECAVÜZ
Kız ergenlik çağında, 16’sındaydı daha. Kasabadaki lisenin ikinci sınıfına gidiyordu. Aşkı da ilk kez bu okulda tatmıştı. Sınıf arkadaşı bir delikanlı ile ilişki kurmuştu...
Polise verdiği ifadeye bakılırsa, 26 Ekim’de yani okulda işgal devam ederken, erkek arkadaşı yanına gelip kendisine "Tuvalete gideceğiz, orada benimle ve üç arkadaşımla sevişeceksin" demiş.
Tepki gösterince, kızı zorla tuvalete götürmüş ve arkadaşlarını çağırmış. Ne insaf... ne insanlık! Toplu şekilde tecavüz etmişler kıza. Üstelik aralarından birisinin kız kardeşi de gelmiş ve cep telefonundan her şeyi görüntülemiş.
Kızcağız susmuş, söyleyememiş kimseye çektiklerini. Ancak, sınıf arkadaşları ertesi gün aynı çirkin olayı tekrarlamak isteyince, polise gidip her şeyi anlatmış.
Yakalanan insan müsveddelerinden birisinin babası Evia bölgesinde başkomiser, birisinin öğretmen, diğer ikisininki ise işadamı. "Biz zorla bir şey yapmadık. Kendi istedi" demişler ifadelerinde.
Bulgar ana kızını alıp kaçtı Amarintiu kasabasından. Bu ayıbı nasıl temizlesin?..
Okul öğrenci işgali altında iken yaşanan bu olay üzerine sosyologlar, psikologlar ve öğretmenler okullarda şiddeti, ırkçılığı konuşuyor, genç nesli tartışıyor.
Bulgaristan’dan gelen genç kızın Amarithu kasabasında başına gelenlere isyan edenler de çıkıyor, bıyık altından gülenler de...
Rüyalarda periler, kabuslarda canavarlar vardır!
Yazının Devamını Oku