Rahat... Hazır ol... Dikkat... "Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak / Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak..."
İstiklal Marşı’nı en son yıllar önce Burdur’da o zamanlar iki ay olan kısa dönem bedelli askerliğimi yaparken söylemiştim.
Papa’nın ziyareti için geldiğim İstanbul’da 1977’de mezun olduğum Zoğrafyon Rum Lisesi’nde duygu seli içinde söyledim yine İstiklal Marşı’nı.
Patrik Bartholomeos’un Hilton Oteli’ndeki daveti sırasında karşılaştığım okul müdürü Yianni Demircioğlu’na, yarın uğrarım, dediğimde beni bekleyen sürprizden habersizdim.
Papa İstanbul’dan ayrıldıktan ve şehir sakinlerine iade edildikten sonra Beyoğlu cıvıl cıvıldı yine. Bu kadar genç insanı Avrupa’nın başka herhangi bir caddesinde görebilmek imkansız sanırım. Ayaklarım emir almayı beklemeden beni okulun kapısına kadar götürdü.
O kapıdan ne zaman içeri girsem, ne sihirdir ki her şeyi unutuyorum. Sanki zaman makinesi devreye giriyor bir anda. DEĞİŞEN ZAMANLAR
Müdür Yianni, az sonraki İstiklal Marşı töreni için öğrencileri toplamaya çalışıyordu. Bir ara müdür baş yardımcısı Nurşen Duman’ı tanıştırdı. Kısa sohbetimizde, öğrencilik yıllarımdan beri değişen ne çok şey olduğunu anlamak zor değildi.
Bizim, yüzümüzde tebessüme bile izin vermeyen bir müdür yardımcımız vardı. Kapısını çalmayı hayal bile edemediğimiz; bırakın sosyal etkinliği, okulda top oynamamızı, gülmemizi, bağırmamızı bile suç sayan müdür yardımcımız...
Sohbet ederken sezdim, Nurşen öğretmen var gücüyle öğrencilere yardımcı oluyor. Hatta eşi Prof. Dr. İsmail Duman, önümüzdeki günlerde Zoğrafyon Lisesi öğrencilerinin Hasköy’deki Güner Akın Lisesi öğrencileri ile "sanayinin gelişmesi" konusunda münazara yapmalarına bile önayak olmuş. Sağ olsun.
Tiyatro, folklor gibi bir sürü etkinliği var şimdiki öğrencilerin.
Okulun girişinde, üzeri cicilerle süslü Noel ağacının ışıkları yanıp sönüyor. Az ilerideki vitrinde kupalar, sertifikalar. Yanındaki cam dolapta da Türk ve Yunan basınında Zoğrafyon Lisesi için çıkan yazılar.
Öğrenciler üç sıra halinde toplandı. Sayıları, benim öğrencilik yıllarıma kıyasla çok ama çok az.
Toplam 49 öğrenci var okulda. Artık sadece erkek lisesi değil, kız öğrenciler de var. 13 Rum, bir Yunan ve yedi Türk öğretmen ders veriyor.
Müdür Yianni, "Çocuklar, aramızda 1977 mezunlarından Hürriyet’in Atina muhabiri Yorgo Kırbaki var" deyince alkış koptu. Ne yalan söyleyeyim, başka zamanlar da alkış aldım ama hiç gözlerim dolmamıştı.
EN İYİ KAVAFİS ANLATIR
Bir şeyler söylemem gerekti, sadece "Teşekkür ederim" ve Yunanca "Merhaba çocuklar" yani "Yia sas pedia" diyebildim.
O kadarı çıktı işte.
İstikal Marşı’nı hep birlikte söyledik. Gözlerde dolan yaşlar bir an geliyor, akıyormuş meğer.
Sonra Yianni kısa bir konuşma yaptı. Sözgelimi erkek öğrencilerin saç ve sakal tıraşı yapmaları gerektiğinden bahsetti.
Bazı şeyler 30 yıl sonra da değişmiyor...
Bir grup öğrenci geldi yanıma. Tek tek tanıştım. Artık bir şeyler söylemem gerekiyordu. Kostas Kavafis’in mısraları geldi aklıma:
"Yeni bir ülke bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın.
Aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de."
"Çocuklar," dedim. "Arkamdan gelen bu şehir değil sadece. Zoğrafyon da her adımımda."
Yolunuz Beyoğlu’ndan, Turnacıbaşı Sokağı’ndan geçerse, 1893 yılında kurulan ve İstanbul’un en eski okullarından birisi olan Zoğrafyon’a bir bakın...