Yunanca’da Türkçe kökenli kaç kelime var dersiniz? Binlerce!
Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalan ya da Anadolu’dan gelen Yunanlıların beraberlerinde getirdikleri Türkçe kelimeler, zaman içinde bazıları anlam değişikliğine uğrasalar da hálá kullanılıyor. Türkçe’de kullanılan Yunan kökenli kelimelerin aksine, Türkçe kökenli kelimeler Yunan halk dilinde revaçta.
Yazdığı Türkçe şiir kitabıyla birkaç ay önce "Suyun Öte Yanından"a konuk olan İstanbullu Yianni Boziki, bu kez Yunanca’da kullanılan Türkçe kökenli kelimeleri bir cep sözlüğünde topladı. Kitapta, Türkçe kökenli tam üç bin kelimeye yer verilmiş. Bize göre, daha binlercesi var...
BİNLERCE KELİME
Ne dersiniz, Boziki’nin cep sözlüğünde A’dan başlayalım mı?
Yunanistan’da ve sanırız sadece burada değil, bazen gerçekleri değiştirip her şeyi kendine mal etme, her şeyi sahiplenme eğilimi vardır. Bu uğurda "öteki"nden miras kalan şeyleri silmek, yok etmek ise kolay bir çıkış yoludur.
Boziki de bütün bunları iyi bildiğinden sözlüğünün önsözünde "Yabancılara verdiklerimiz için nasıl iftihar ediyorsak, onlardan aldıklarımız için de aynı şeyi hissetmeliyiz" diyor.
Papa ziyaretinin ardından
Papa’nın İstanbul ziyareti sırasında, dini konuları iyi bilen meslektaşlarımızdan duyduklarımızı paylaşmak istiyoruz sizlerle:
Hıristiyan kilisesinin 1054 yılında bölünmesinin bir nedeni de, meğer bir kadınmış. Adını hatırlamadığımız bir kralın üçüncü evliliğini Papa takdis etmiş ama patrik etmemiş. Var olan anlaşmazlıklar bu evlilik yüzünden iyice ayyuka çıkmış.
"Papa" kelimesi Homeros’tan geliyormuş ve anlamı "baba". "Patrik" ise "soyun başı" demekmiş.
Patrik Bartolomeos, Papa’dan AB desteği istemiş. Nasıl mı? Paskalya tatili AB’de Katoliklerin kutlamalarına göre düzenleniyor. Ama Katolikler ile Ortodokslar pek ender paskalyayı aynı tarihte kutlarlar. AB’de Ortodoks Yunanlı ve Kıbrıslı Rum memurlar var. Bunlara yakında Bulgar ve Rumen memurlar da eklenecek. İşte Patrik, AB’deki Ortodoks memurların da kendi paskalyalarında tatil yapabilmelerini istemiş Papa’dan. Kıbrıs fıkrası
Köşe yazarının fıkra anlatmasına prensip olarak karşıyız. Ancak, söz konusu Kıbrıs oldu mu; istisna kaideyi bozmaz, aksine güçlendirir misali, hele bir de düşündüreceğine inanıyorsak, anlatırız.
Politis Gazetesi’nde okuduğumuz ve Lefkoşa’daki Hilton Oteli’nde düzenlenen bir konferans sırasında Danimarkalı bir Avrupa parlamenterinin anlattığı fıkra, sanırız bazı Avrupalıların Kıbrıs sorununa nasıl baktıklarını da ortaya koyuyor:
Biri İngiliz, biri Alman, biri Kıbrıslı Rum üniversite öğretim üyesi üç profesör, "Filler ve dünya tarihi" konulu bir toplantıya konuşmacı olarak katılırlar. İngiliz profesör, fillerin İngiliz sömürgesi altında bulunduğu dönemde Hindistan’daki imar çalışmalarına katkılarından bahseder. Alman profesör, Darwin Teorisi çerçevesinde fillerin günümüze kadar gelişimi başlıklı bir konuşma yapar. Sıra Rum profesöre gelir: "Bayanlar, baylar. Konuşmamın teması Filler ve Kıbrıs sorunu... "
Bu şehirde bir gece...
Perşembe akşamıydı. Vakitlerden gece yarısı. Mutat halimiz. Canımız sıkkın. Direksiyona geçtik. Yola çıktık. Sezen çalıyordu: Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem. Unutamam acı tatlı, ne varsa hazinemdir...
Şehir merkezinde tıpkı Taksim gibi her yolun çıktığı Omonia Meydanı’ndan geçtik. Birkaç yüz metre ötede müzikhollerin peş peşe dizildiği "İera Odos"a yani "Kutsal Cadde"ye vardığımızdaki trafik kaosu, paydos zamanı Boğaziçi köprüsüne çıkan yolları hatırlatıyordu.
Neredeyse 50’sinde keşfedilen ve bu diyarın şarkılarını en iyi seslendiren isimlerden birisi olan Pashalis Terzis ile Eurovision birincisi Elena Paparizu’nun sahne aldığı müzikhole daldık. Siz deyin 500, biz diyelim 800 kişi tıka basa doldurmuş mekanı. Yaşımızı başımızı aşmışız, saatlerce barda ayakta duramayacağımıza göre masa istedik. Şef garsonun gösterdiği köşede bucakta bir iki masayı beğenmeyince de, tekrar Omonia Meydanı’na döndük.
Bu sefer hedef, eskiden tiyatro salonu olan Rex Müzikholü. Buralarda sahnelerin "imparatoru" sayılan Yorgos Mazonakis ile Türkiye’de de popüler olan Despina Vandi’nin sahneye çıktığı Rex’teki kalabalık, birkaç dakika önce teftiş ettiğimiz müzikholden az değildi. Hiç ara vermeden önce biri söyledi, sonra öteki. Sonra da ikisi birden çıktı sahneye. "Kendim için gidiyorum. Yapacak daha çok şeyim var" dedi Mazonakis, "Yeni sevgilin hayırlı olsun" dedi Vandi.
Saatimize baktık, 04.00, cuma sabahı olmuş. Millet pistte, millet masaların üstünde... Sonra herkes yerlerine oturdu. Her masada bilmem kaçıncı kez tokuştu kadehler. Bilmem kaç kadın, bahşettikleri buselerle bilmem kaç erkeği mutlu etti. Bilmem kaç göz, usulca, günahkarca buluştu...
Işıklar söndü. Hüzünlü bir şarkıyı seslendirdi iki sanatçı: "Birazdan gideceğim. Bu tüttürdüğüm son sigara..."
Şafak ha söktü ha sökecekti ki çıktık Rex’ten. Yoldaki trafik, çimento yığını bu şehri neden sevdiğimizi bir kez daha teyit ediyordu.
Dönüş yolunda Sezen’in aynı şarkısını bir daha dinledik: "Acının insana kattığı değeri bilirim, küsemem. Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir."