Yonca Tokbaş

Yonca yolcu

4 Ağustos 2011
2 büyük 2 küçük hazırlandık.

Hem de ne heyecanla! Hele şu çocukların heyecanı var ya, insanı gerçekten havaya sokuyor. Bin kere aynı şeyleri sordular. Cıvvıl cıvvılar. “Hadi azıcık uyuyun, biz sizi kaldıracağız...” dedik ama, elli kere “Sakın bizi kaldırmayı unutmayın..” diye endişe yaptılar. Çok komik şu çocuk dünyası, çoook.

Eve bir geldim ki, benden onay almak için, sehpanın üzerine almak istediklerini sergi mishali dizmişler. Biri en kıymetli donunu tabi hemen baş köşeye koymuş, öbürü de gri tişörtünü ve boya kalemlerini. Allah'ım o don ve tişörtü çerçeveleteceğim bir gün. Biri legolarını almış, diğeri not defterini, biri kendine kitap almış, öbürü de kendininkini. Hoşuma gitti.

Yine tek bavula sığdık. Biz bunu hep başarıyoruz, bu bir ilk değil. Hafifcecik seyahat edebilen bir aile olduğumuz için nasıl mutluyum anlatamam. Eskiden olsa adam başı 3 bavul olurdu. Yok, çoook uzun zamandır aştık biz o durumu. Yanımızda gereksiz tek bir şey yok. Ayağımızdaki ayakkabı, iççamaşırı, tişört, tek kazak, mont, diş fırçaları, kot. Bir de acil bir durum olursa yanımda olmuş olsun diye derece ve ateş düşürücü ilaç. Herkes kendi sırt çantasına da ilgisini çeken kitap ve oyalanacağı şeyi alıyor, oldu bitti. Bu kadar.

Ha bir de fotoğraf makinam ve macbookcuğum. Onlarsız olmaz.

“İlla bir şeye çok ihtiyacımız olursa, nasıl olsa yolda alırız, taşımaya değmez…” diyoruz. Kirlene kirlene gezip tozup geliyoruz. Üstelik bu sefer bu bizim pusete filan hiç gerek olmayan ilk uzak yol seyahatimiz. Bu sefer herkes okumayı biliyor. Bu sefer herkes gittiği yer hakkında önceden bilgi edinmiş durumda. Bu sefer herkes çok daha bilinçli ve büyümüş durumda. Offf bir de çok şükür şu ana kadar herkesin sağlığı yerinde. Ah o neydi öyle tam yola çıkmadan önce kırk derece ateşlenmişti oğlumuz bir keresinde ve 7 saat boyunca kabus yaşamış, en sonunda bir de ishal olunca zavallım, batmış ve perişan bir şekilde inmiştim Paris'e. O seyehat herhalde annelik hayatımda bir dönüm noktasıydı. Hayatımın derslerini almıştım. Çocuk Dubai'den 2 kulağı birden iltihap içinde yola  çıkıp 5. gün Brüksel sınırlarında anca iyileşmeye başlamıştı. Biri paçama yapışır ağlar öbürü kucağımda sürekli kusar... Hey gidi günler hey! O günler de geride kaldı işte.

Çok daldan dala bir seyahat planladık yine. Biz bunu da hep yapıyoruz. Bir yere asla kestirmeden gidemiyoruz. İlla dolana dolana olacak. Havaalanlarını da seviyoruz ondan galiba.

Neyse. Uzun lafın kısası, yoldayız.

Saat farkları, alanlar, çocuklar, yollarda uyuma ve uyanmalar… oradan oraya koşturma kaybolma ve maceralar bizi bekliyor.

Yazının Devamını Oku

Hayır demeyi bileceksin kardeşşş

3 Ağustos 2011
Aslan parçası gibi güçlü kuvvetli görünmek pek güzel.
“Ben hayır demesini bilirim” havasında olmak da çok güzel. Havalı olmasına havalı olmak güzel de, ben gerçekte ne kadar “Hayır!” diyebilen insanlar olduğumuz
konusunda oldukça şüpheliyim kardeşşş.

Biz, “Evet” delisiyiz bence. Hatta vur kafasına al lokmayıgillerden. Lokmayı da nereye çekerseniz çekin, hatta malum yerlere de çekin ki anlamı tam olsun.  Daha çocukluktan kafamıza kakıla kakıla “hayır” dememeyi, her
şeyi körükörüne kabullenmeyi öğreniyoruz çünkü. Kazara hayır dedin miydi, şraaak yersin tokadı ense köküne. El şakasından hoşlanmadığımızı bile söyleyemeyiz kimseciklere. Ayıp olur malum. Ayol oysa esas ayıp bana
yahu, kime ne! Ne çok çocuk nefret eder saçının okşanmasından, yanağından makas alınmasından ve hatta poposuna pata küte sevgi göstergesi niyetine vurulmasından ama, bir türlü söyleyemez işte. Amma da yanlış
aslında buna izin vermek. Geçen gün markette 3 yaşlarında bir kız çocuğu başını okşayan birine cart diye “Yapma, sevmiyorum!” deyince ayıldım, üzerine de annesi: “Afferin kızım! Eğer sana dokunulmasından
hoşlanmadıysan bunu söylemen çok iyi” diye onaylayınca kafamda şimşekler çaktı. “Al sana yazı konusu Yonca. Yaz bunu!” dedim. Yaz da kafamıza kazınsın iyice.

Çocuklara daha küçüklükten başlayarak hayır demeyi öğretmek lazım.

İcabında hayır demek, hayat kurtarır.

Anlatabildim değil mi kardeşşş?

Yonca
“yenge”

Şiddetle hayır!

Taciz olaylarının midemizi bu kadar bulandırdığı bir dönemde hele, bilmem hayır diyebilmenin önemini size ince detay vermeden anlatabiliyor muyum? İnsan elalemin içinde cesaret naraları atarken, şiddete maruz kaldı
mı bırakın hayır demeyi, korkudan ölmeye de razı oluyor. Siniyor, susuyor. Ne feci bir yara bu! İş dayak atan, taciz eden kocaya, babaya, abiye, konu komşu, arkadaş ve hatta sevgiliye “Hayır!” demeye gelince tıssss,
insanın çıtı çıkmıyor. Çıkamıyor. Acayip korktuğum bir olaydır bu; yani korkudan sinmek ve susmak; sustuğun için de en sonunda öldürülmek, ölmek. İnsanın içine korku ve sindirme tohumları bebelikten ekildi mi bir kere, üzerine de körükörüne itaat dersi verildi mi hap niyetine, korku zincirini kırmak çok zor işte. O yüzden, kesin çocuğuna hayır deme hakkını çatır çatır kullandırtacaksın. “Aşk uğruna dayak yenmez evladım.” diyeceksin.
“Zorla, tehditle bir adamın yatağına girilmez!” diyeceksin. “Şiddetin hiçbir türünü, hiçbir şey uğruna kabul etme sakın, olan sana olur!” diyeceksin. “Sakın sinme, susma korkma, başına ne gelirse gelsin gel anlat bana,
yanında olacağım!” diyeceksin. Bilmiyorum işe yarar mı veya ne kadar yarar ama, en azından “Hayır demeyi öğretmeyi denedim, bir yerden başladım...” dersin icabında. 

Yonca
“hayır-ola”
Yazının Devamını Oku

Çoban Yıldızı...

2 Ağustos 2011
Yıldızlar gibi kayıyor askerlerimiz.
Ardı ardına, arkalarında kocaman bir alev topu bırakarak, yüreklerde...

Biz onları yakalayamadan kayıveriyorlar ellerimizin arasından. Tutmak istiyoruz bir dilek gibi oysa... sımsıkı.

Her gün bir başkası, bir başkası daha derken yapraklar gibi düşüyorlar ağaçlardan.

Çok konuştuk, boş konuştuk, çok hata yaptık. Bedeli çok ağır hatalar yaptık... Taşıyamaz olduk artık vicdanımızı sırtımızda.

...

Teoman'ın bir şarkısı var, çok sevdiğim, kendisi yazmış sözlerini; Çoban Yıldızı. Bir de klibi var, seyrettiğimde içime işleyen. Hatta sonuna kadar seyretmeye dayanamadığım, yüreğimi sızlatan.

Klibine dayanamadığım, yüzleşemediğim hissin gerçeğiyle nasıl başedeyim?

Dün bütün gece onu dinledim.

Hüzünle.

Üç yıldız daha kaydı gökyüzünde... Gözlerimi kapadım sımsıkı, dilek tuttum, kendimce...

Daha kaç dilek tutamadan gidenler niyetine.

Bitsin artık bu işkence.

İnsan ölmek istemez ki...

Hele de gencecikse...

Yonca
"kutup"

Yüzme bilmeden,
Daha deniz görmeden,
Hiç güneşte yanmadan..
Şimdi ölmek istemem bir kalbi sarmadan,
Aşkı tatmadan daha,
Onla sarhoş olmadan,
Hiç sevişmeden daha..
Şimdi ölmek istemem daha hiç gülmeden,
Çoban Yıldızı...
Sen benle kal, Çoban Yıldızı
Hep benle kal..
Zamanın varsa
Ben hiç kimsem olmadan,
Tepeden tırnağa ona hiç sarılmadan,
Şimdi ölmek istemem kalbine dokunmadan,
Hadi al götür beni hala benimmişler gibi,
Evime yurduma
Taze meyve tatları yağmurlarında,
Çoban Yıldızı...
Sen benle kal, Çoban Yıldızı
Zamanın varsa, biraz daha
söz: teoman müzik: calogero/zazie
Yazının Devamını Oku

Belgrad

27 Temmuz 2011
Ve yine ben.<br><br>Ve yine tesadüflerim.<br><br>Ve yine hayatın cilveleri ve mucizeleri vesaire vesaire vesaire...

BELGRAD - FOTO GALERİ

 

Sıkılmadınız değil mi benim bu mucizelerimi anlatmamdan?

 

Sıkıldıysanız, hemen benden başka bir yazara geçin.

 

Alınmam.

 

Yazının Devamını Oku

Onun bunun şunun yüzünden…

20 Temmuz 2011
Anladım ki memlekete ayak basar basmaz stresin içine dalıyoruz.

Geleli çok az oldu, ama sanırsınız aylar olmuş. Nasıl bir kasvet, nasıl bir stres nasıl bir negatiflik var her baktığım yerde anlatamam size.

 

Yaşlanmış hissediyorum kendimi.

 

Oysa daha çok küçüğüm.

 

Çocuklar da ben de isyan ettik.

Yazının Devamını Oku

Kızgınlıkla

19 Temmuz 2011
Bir sürü hata yapıyor insan.

Öfkeyle, acıyla bir sürü yanlış duyguya kapılıyor. Kapılmakla da kalmıyor bunu yazıya döküyor, eyleme döküyor, hareketlerine yansıtıyor.

 

İnsanlık hali.

 

O an bunların hepsi en doğrusuymuş gibi geliyor insana; çünkü canı yanmış, kalbi kırılmış, acı hissetmiş.

 

Empati filan yapmak mümkün değil artık o anda.

Yazının Devamını Oku

Ben merkezli yazılarla ilgili eleştiri

13 Temmuz 2011
Evet, ben beni anlatıyorum.

Çoğu zaman. Bazen durup esiyorum sağdan soldan.

 

Bir gün twitterda Cem Ceminay benim için: “Şu Yonca Tokbaş amma kendisiyle dolu* bir tip yaw” demişti. Bazı okurlarım bunu iyi bir eleştiri olarak düşünmüştü. Oysa Cem Ceminay İngilizce’den çevirip (*She is full of herself) beni sürekli kendimi anlattığım için çok haklı olarak eleştirmişti.

 

Sürekli BENi anlatıyorum ben.

 

Ben şunu yaptım, ben bunu yaptım, benim anneliğim, benim işkadınlığım, benim hayatım, benim evim, benim köpeğim, benim annem, benim babam, benim okulum, benim hayatım ve politik görüşüm... Benim zeytin ağacım...

Yazının Devamını Oku

Yalıkavak’tan ortaya karışık duygular

12 Temmuz 2011
Sabah erkenden kalkıyorum. Elimden geldiğince yani.

Saatim... ay pardon, telefonumun saati 05:35’e kurulu. Yavaşça yataktan kalkıyorum. Ama kalkmadan önce de, yatağımın ucundan karşımdaki minik dağa doğru bakıyorum. Sabahın ilk saatleri turuncu-pembe arası renklerde. Somon rengi gibi ama, daha güzel bir renk bence.

 

Kalkıp giyinip arabaya atlıyorum. Sabahın rengi hafif sarıya çalar hale geliyor.

 

Sitenin tepelerini aşıyorum. İniyorum çıkıyorum, arabada müzik bi açıp bi kapatıyorum. Bazen sabahın sessizliğini dinlemek iyi geliyor, bazen de fazla sessiz geliyor. Ama pencerelerin hepsini mutlaka açıyorum. Suratıma rüzgar çarptıkça, kendimi bir atın üstünde hayal ediyorum. Dört nala giderken saçlarım savruluyor yüzüme gözüme.

 

Sanki liseden mezun olmuşum da üniversiteye yeni girmişim de, annemler bana araba almış gibi hayal ediyorum. O zamanlar böyle bir hayalim vardı. Maalesef, babamı kaybedince arabası bana kaldı üniversite 3. sınıfta. O zamana kadar araba maraba hayal bile olamazdı. Hatta araba bana kaldığında da bi fena oldumdu. Neyse.

Yazının Devamını Oku