Paylaş
Saatim... ay pardon, telefonumun saati 05:35’e kurulu. Yavaşça yataktan kalkıyorum. Ama kalkmadan önce de, yatağımın ucundan karşımdaki minik dağa doğru bakıyorum. Sabahın ilk saatleri turuncu-pembe arası renklerde. Somon rengi gibi ama, daha güzel bir renk bence.
Kalkıp giyinip arabaya atlıyorum. Sabahın rengi hafif sarıya çalar hale geliyor.
Sitenin tepelerini aşıyorum. İniyorum çıkıyorum, arabada müzik bi açıp bi kapatıyorum. Bazen sabahın sessizliğini dinlemek iyi geliyor, bazen de fazla sessiz geliyor. Ama pencerelerin hepsini mutlaka açıyorum. Suratıma rüzgar çarptıkça, kendimi bir atın üstünde hayal ediyorum. Dört nala giderken saçlarım savruluyor yüzüme gözüme.
Sanki liseden mezun olmuşum da üniversiteye yeni girmişim de, annemler bana araba almış gibi hayal ediyorum. O zamanlar böyle bir hayalim vardı. Maalesef, babamı kaybedince arabası bana kaldı üniversite 3. sınıfta. O zamana kadar araba maraba hayal bile olamazdı. Hatta araba bana kaldığında da bi fena oldumdu. Neyse.
Arabayı Yalıkavak Marina’nın oraya park ediyorum. Çıt yok. Yoldan geçen tek araba bendim zaten.
Saat yaklaşık 06:20 oluyor.
Koşuyorum. (dum). Sakatlanmadan önce. Çarşamba inşallah gösteriyorum ayağımı ve hemencecik iyileşiyor ayağım ve koşmaya devam ediyorum. Bu da şimdiki hayalim.
***
Ben eve dönene kadar gökyüzü mavileşiyor. Sabahı erkenden karşılamak, bana inanılmaz iyi geliyor. Güne sinirle başlama, negatif düşüncelere dalma şansım olmuyor.
Kendime gerçek ve ileriye dönük yapıcı amaç ve hedefler belirlediğim için midir nedir, içimde garip bir sükunet var. Kendimi bu duman içinde kaybetmiyorum sanki.
Fenerbahçe ve şike olayı, yemin olayı, cart olayı curt olayı... Hepsi insanı sinir hastası edecek kadar ağır ve bir o kadar da hafif olaylar. Kendimizi çok hızlı kaybediyoruz. Ya birilerini hemen yargısız infaz ediyoruz ya da birine böyle yaparken başkasına öyle yapabilmekte sakınca göremiyoruz.
Adalet duygumuz birey bazında ilkel de ondan. Yani belki önce bunu kabul etsek daha iyi olacak.
O yüzden demokrasi bize fazla gelebiliyor. Bana bile!
İnanın, demokrasi naraları atarken sağda solda, bi bakıyorum feci faşist söylem içindeyim. “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!” diyorum kendime.
Alın size çuvaldız önce kendime.
Mesela adını bile anmak istemediğimin sınavda kopya skandalı...
O çocukların, yani geleceğimizin bu kadarcık da mı kıymeti yoktu da bunca manşete, bunca kanala bunca insana bu kadar büyük dert olamadı? Sokağa dökülemedik, slogan atamadık, öğrenci haklarından, öğretmen haklarından, doktor haklarından, vatandaş haklarından yana olamadık. Olamıyoruz bi türlü.
Fanatikliğimizbi tek futbola özgü. Bir de dine, dile, ırka. E ayol dinimiz bize bu kadar seçmece yandaş ol demiyor ki!
Amaaan, neyse ne.
Ne güzel duygularla başladımdı yazmaya, gerildim yazdıkça boş yere.
Topluyorum kendimi hemen.
Çünkü, aradıkça bulur oldum. Buldukça da görür oldum. Gördükçe de tatmin oldum.
Neyi mi?
Etrafımızda güzel şeyler yapanları. Muhteşem ince detay projelere başkoyanları.
Hem birey hem şirket olarak, toplum içinde arada derede kalmış ama ortaya çıkarılırsa kelebek etkisi yapacak güzellikleri yakalayanları bulur oldum.
O yüzden, bu yaz boyunca çocuklarımla vakit geçirmek, sadece yazı yazmak adına aldığım kararlardan başka türlü haz alır oldum. Geri kalan balondan vakit kaybı sorunumsu kandırmacalara bakmaktansa, işe yarar şeylerle haşır neşir olmaktan tatlı tatlı yorulur oldum.
Akşam nasıl oluyor anlamıyorum. Yastığa kafamı koyduğum an uykuya dalıyorum.
Uykusuzluk sorunum, sorunlara kitlendikçe perçinleşiyormuş meğer.
Uykumu alır oldum.
Yonca
“nerdeeen nereye”
Paylaş