Paylaş
Sıkılmadınız değil mi benim bu mucizelerimi anlatmamdan?
Sıkıldıysanız, hemen benden başka bir yazara geçin.
Alınmam.
Anlarım.
****
Belgrad, Sırbistan…
Eskiden oralar Yugoslavya filandı. Şimdi çoğumuz için hikaye karışık. Bazen, “Yahu bunlar bölüneli çok oldu. Kim kimdi, hangisi neresiydi, hangisinin başkenti şuydu filan..” diye düşünüyorum. Tarih coğrafya bilgim iyice çorba oldu. Bin kere söyleseler de hala, çok rezil bir durum ama, eski isimlerini kullandığım oluyor.
Bize yapsalar kıyameti koparırım oysa. Kendime eksi puan!
Neyse.
Avrupa Gençler Yüzme Şampiyonası’nda güzel gençlerimizi izlemeye diye gittim ya...
Ve..
Avrupa Gençler Yüzme Şampiyonu oldu ya Ediz Yıldırımer 800 metre serbestte hani…
Hah işte!
Belgrad’a ayak bastığım gün, annanemin ölümünün 19. ölüm yıldönümüydü.
(Allah’ım sen bana günah yazma, yıldönümü mü demeliyim, senesi mi demeliyim... ne demeliyim...??? L)
Belgrad, eskiden Yugoslavya’nın oralar hani yani...
Anneannemin göçüp gelmek zorunda kaldığı, anılarını koccaman bir gönül bavuluna doldurup hiç unutmamak için sürekli yıllarca bana, bize hikayesini anlattığı toprağı, kökeni, vatanı.
Belgrad’a ayak bastığım an bunu düşününce bir hoş oldum.
Bunca yıl düşünsem aklıma, anneannemi bu kadar andığım bir zamanda vatanına gideceğim gelmezdi.
Onu yad ederek, anlattıklarını düşünerek gezdim sokaklarında.
Gözümde bir garip halle baktım Tuna nehriyle Sava nehrinin kucaklaştığı noktaya. Kale Meydan’ın içinde bulunduğu parkta koşarken sabah sabah, yaşlılarla gözgöze geldim, gülümsedik anlamsızca...
İçimden, “Anneannemden selam getirdim” dedim deli deli ağaçlara, havaya, suya.
Tenleri nasıl güzel o ırkın anlatamam. Su gibi.
Belki suyundan havasından... neden bilmiyorum ama tenleri çok güzel.
Anneannemin teni de öyleydi. Gözlerinin rengi de, çok değişik bir gri mavi yeşil karışımı kül rengiydi.
Sokaklarda boyu upuzun erkekler, sanki hepsi basketçi. Ama hepsi.
Her yer tenis kortu, koşu ve spor alanı, yüzme salonu, basket sahası. Her yer ama.
Tito’nun evine gittik mezarına.
O da ne?
Dünyanın her yerinden her yarışmasından koşarak meşhale getirmişler, inanılmaz bir koleksiyon vardı. Ağzım açık kaldı. Yahu Yonca dedim, nereye gitsen karşına bir adet “Koş Yonca Koş” mesajı çıkar oldu, bu işte bir iş var. Anneannem de oradan bana bir mesaj yolluyor sanki. Ki kolay onaylamazdı bir şeyi. Demek onaylıyor dedim kendi kendime.
Fotoğraflar çektim kendimce.
“Tito ve Ben” fotoğrafları çektim.
Erikten yapılma rakımtrak içkilerini denedim. Offf çok sertti, rakı filan değildi, votkaya benzettim.
Müziklerini dinledim.
Sokakta satılan ikinci el kitaplardan aldım. Sırpça.
Yoo tek kelime anlamıyorum tabi ki. Ama gittiğim ülkenin kendi dilinden kitap almayı seviyorum. Nasıl olsa gittiğimiz her yerde hep aynı mağazalar var. Saçma geliyor alışveriş bana. Ne yani bizde de hepsinden olan mağazalardan bi şey mi alacaktım?
Asla.
Böylesi tam bana göre.
Kitaplarım yanımda. Sanırım kendi klasik halk hikayelerini anlatan bir kitap. Öylesine bakıyorum sayfalarına arada.
19 yıl sonra, anneannemin canı memleketinin havasını çekmiş.
Oradan buraya el attı, sanki beni yolladı anatoprağına...
Hayat tesadüflerle güzel.
Galiba.
Yonca
“anı kutusu”
Paylaş