Yonca Tokbaş

Tahta mandal

11 Temmuz 2011
13 Mayıs 2007, 8 Haziran 2009, 1 Şubat 2010... Bu tarihler hayatımda bir çeşit “mucizedönümü” oldu. Ardından başka mucizedönümsel günler de geldi.

Geçen hafta çarşamba günü gibi. Mucizelere inanan bir annenin, mucizelere inanan kızıyım. Hayatım, annemin “Hayatta mucizeler var kızım!” demesini dinleyerek geçiyor. Asla yılmayan, bitti denilen noktada yeniden başlayan, düşünce kalkan, boyun eğmeyen bir anneye bakıp onu örnek alarak hayata devam etmek bazen çok iyi, bazen çok zor. Çünkü insan en az onun kadar “yapıcı” olmak istiyor; ama olamadığı zaman da feci kötü hissediyor.
Hele hele babam gittiğinde annemin yapabildiklerini, hem de o genç yaşında, ben yapabilir miydim, bilmiyorum. Çok güçlü görünen ürkek bir kediye benzetiyorum kendimi. Kolaycacık köşeme çekilebiliyorum. Yıkılabiliyorum. En ufak terslikte de kalkıp vasiyet yazabiliyorum! Valla billa yazmışlığım var. Kardeşim buna “yazar dengesizliği” diyor. Haklı.
Dedim ya, geçenlerde bir mucize oldu benim için, yine. Belki başkası için çok önemsiz, ama benim için önemli bir şey işte.
O kadar sevindim ki; “Mucizemin hatrına bir şey yapmam lazım!” dedim. “Ve öyle bir şey olmalı ki bu; beni ona, onu bana, ikimizi de hayata bağlamalı! Ufacık bir simge olmalı” diye hayal ettim. Çok sevdiğim bir çocuk kitapçısı var. Hemen oraya arabayı çektim. İçeri girdim.
Dolanıyorum köpekbalığı gibi. Aranıyorum. Biliyorum o şey karşıma kendi çıkacak. Çıkacak ki şans olsun. Tıpkı mucize gibi olsun.
Aaaa o da ne? Bir baktım tahta mandallar var. Rengarenk. Budur işte dedim: Hayata tutunmak için tahta bir mandal! İki kutu aldım.
Kızıma üzerinde gülümsüyen civcivler olanını verdim. Kızım da hayatta bu civcivler gibi mutlu olsun, yalnız olmasın, gülerek tutunsun hayata diye içimden geçirdim.

Yazının Devamını Oku

Genç kız kalbi

5 Temmuz 2011
Nasıl da kırılgan, nasıl da narin, nasıl da camdan bir vazo ve nasıl da hemen paramparça olmaya hazır bi şey bu genç kız kalbi böyle?

Biz de bir zamanlar gençtik, ergendik, narindik ve her şey, yani en ufak bir şey, hemen dünyamızı alt üst ederdi. Ne çok gülerdik ve ne çok ağlardık, ne çok trajedi yaşardık aralıksız. Nasıl da zevk alırdık aynı olayı bin kere anlatıp milyon farklı yorum yapmayı. Sündürürdük asla sündürülemeyecek konuları. Mazoşistçeydi ama o dönemde kaçınılmaz, hepimizin istisnasız yaşadığı hormonal bir durum gibiydi sanki.

 

Hayal kırıklığına uğramak sanki yazılı kanun gibiydi.

 

Şimdi biz büyüdük belki ama, yanımızda genç kızlar(ımız) var. Arkadaşlarımızın çocukları var. Benim de kızım çok yakında o yaşta olacak hem. O da aynı duyguları kaçınılmaz yaşayacak. O yüzden dikkatle gözlüyorum, anlamaya çalışıyorum arkadaşlarımın çocuklarının yaşadıklarını. Az kaldı, aynı yollardan biz de geçeceğiz ve anne baba olarak, Allah bilir, ne biçim tepkiler vereceğiz. Çok zor, çoook.

 

Başkasına çocuğuyla ilgili akıl vermek çok kolay ama, iş kendine gelince hiç de kolay uygulanamadığını görüyor insan. Susup kalıyor.

Yazının Devamını Oku

Deli bir gün

29 Haziran 2011
Resmen deli bir gün geçirdim. Günler mi demeliyim yoksa?

Neyse ne! Çok düşünecek vaktim yok şu anda.

 

Günlük yazacağım demiştim, yazmaya başlamıştım, sonra bir ara daldım yine, yazmadım, unuttum çünkü. Bugün, yani dün akşam, çaresizce zamana sıkışınca aklıma geldi yine. Oh! Sıkışınca sığınağımın bir günlük olması müthiş oldu bence. Yani psikolojime iyi geldi.

 

Dün sabah saat 6:05’de kalktığımda zaten daha yatalı tam 1 saat 10 dakika olmuştu. O da, tam kafamı yastığa koyduğumda beni çağıran oğlumun yanına uçmamla, artık sıkış tepiş tekme tokat ne kadar uyumaktıysa oydu.

 

Saat çalınca, deli gibi fırladım yataktan. Hep öyle fırlıyoruz zaten, siz de, ben de. Hepimiz.

Yazının Devamını Oku

Tarihi hayallerim var

28 Haziran 2011
Mesela spor yapan fit bir Cumhurbaşkanı ve Başbakan, ve de güne spor yapmadan başlayamayan milletvekilleri hayal ediyorum.

Şakalaşabilen, kendisiyle dalga geçebilen, gülümsemekten çekinmeyen; bağırmadan konuşabilen, ciyaklamadan tartışabilen politikacılar düşlüyorum.

 

Sataşma kültürü üzerine ihtisas yapmayı bi kenara bırakmış, çözüm üretme, insiyatif kullanma konusunda her türlü eğitimi almaya çabalayan, kendini eğitme eğilimi olan insanlar olsa Meclis’de mesela, nasıl olur diye düşünmeden edemiyorum.

 

Ha bir de eleştiri kabul eden, eleştiri ile hakaret arasındaki farkları bilen ve buna göre hitab edebilen, görüş bildirebilen rol model diyeceğimiz cinste insanlar görsek ülke yönetiminde, ne güzel olur di mi ama?

 

Kendine ait fikirleri olan, konu hakkında eğer varsa farklı düşünceleri bunları dile getirebilen, getirmekten çekinmeyen, adabıyla itiraz edebilen tipler olsa ve hatta karşılarında da, adabıyla itirazı dinleyen birileri olsa... Bu insanlar sağımızda solumuzda her ortamda olsa... Özellikle de Devlet katında... offf duyulan gururun tadından doyum olmaz valla...

Yazının Devamını Oku

Kanal D’de TEGV bağış gecesi…

23 Haziran 2011
Dün gece çok geç saate kadar Kanal D ekranına kitlendim.

Kanal D’de TEGV için bağış toplandı.

 

Benim için çok önemli çok anlamlı bir yayındı.

 

Seneye o yayında olmayı istiyorum. Fikrim var.

 

Yapacağım hayırlısıyla.

Yazının Devamını Oku

Bir dizi insanı nasıl bu hale getirir? Bakınız ÖBGZK

22 Haziran 2011
“Öyle bir geçer zaman ki” dün akşam sezon finali ile ekranlarımızdaydı ya…

Ben bittim.

 

Sanırım en son bu kadar fazla bir de Babam ve Oğlum’da ağlamıştım. Neden bilmiyorum; ama dizi içimdeki tüm trajedilere temas ediyor. Taaa yıllar evvel mesela canımı sıkmış, acıtmış, üzmüş ne varsa aklıma getiriyor. Ya da belki ağlayasım var, ondan ne deseler, ne yapsalar ağlayıveriyorum. Yok böyle bir zevkli ağlama.

 

İnci Hoca’yı kaybettik ya, ah size nasıl desem, Mete’yle bir öldüm dirildim ben de. Mete hıçkırırken ben de hıçkırıyordum gözümden fışkıran gözyaşlarım eşliğinde. Sanki artık oyuncular filan yoktu karşımda da, gerçekti her şey.

Çok iyi oyunculuk filan demek yavan geliyor bana.

 

Yazının Devamını Oku

Kısır döngü…

21 Haziran 2011
Hep aynı düşünceler içinde sıkışıp kalıyorum. Hep aynı.

Yıllardır bitmek bilmedi bu kararsızlık, ne yapacağımı bilememezlik, tutarsızlık…

 

Utanıyorum bazen kendimden hala aynı yerde sayıklıyor olduğum için. Bundan 5-6 yıl önce duygu ve düşüncelerim neydiyse hala daha aynılarıyla boğuşuyor olduğum için utanıyorum evet. Hala, cesaretimi toplayıp da vermem gereken öncelikli kararları bir türlü veremediğim için, çok kızıyorum kendime. Ha ama buna izin vermeyen dünya düzenine de kızıyorum pek tabi. J

 

Sözüm ona çok okumuşum, sözüm ona gayet özgürmüşüm, sözüm ona hayatta hiçbir şeyden korkacak bir şeyim yokmuş...

 

Peh! Hepsi laga luga.

Yazının Devamını Oku

Uçağa binip evimden yuvama dönmeden az önce…

16 Haziran 2011
Şu an Atatürk Havalimanı’ndayım.

(Yani sizin için dün akşam üzeri..)

Acele acele yazıyorum.
Geldim. Altın Kelebek Ödülleri’nde kırmızı halıda ünlü avcısı oldum, sundum, dönüyorum.

48 saate neler sığdırıyor insan icabında anlatamam. Ayaklarımı su topladı. Ama olsun. Mutluyum.

Memleket havası çektim içime.

Haliç Kongre Merkezi’nde iki arada bir derede 2 porsiyon zeytinyağlı enginar bile yedim. Hem de sağolsun Beyazıt Öztürk yiyecekti de nezaket etti, kendi porsiyonunu bana verdi, o sayede. Dünyanın en, ama hakikaten en şeker, en doğru düzgün insanıymış Beyaz. Zerre şımarıklığı olmayan, ayakları yere inanılmaz sağlam basan ve herkese saygı duyan... helal olsun.

Kilolarca yeşil erik yedim. Hatta utanmadan kilolarca aldı Nihat benim için, bavulumda ayakkabılarımın içine tıkıştırdım, yanımda da götürüyorum.

En canım arkadaşımın, kız kardeşimin yaşgününü kutladık yıllar sonra ilk defa dipdibe.

Yazının Devamını Oku