Yonca Tokbaş - Kelebek

Duyduk duymadık demeyiiin!

21 Haziran 2010
Haber derlemesi yaptım, okumadan geçmeyiiin!

Bugün pazartesi. Haftamız güzel başlamalı ki, güzel bitsin -ki çok güzel bitecek! Ben biliyorum.
Geçen hafta bir dolu mucizeler gerçek oldu bizim evde. Çünkü ha bire “Mucize olacak, olacak olacak!” dedim. Ayrıca yılın en sevdiğim zamanı da geldi, okul olayı bitti. Ohhh be ohhh be oh!
İçim sıkılıyor bazen bu ödev, proje mroje işlerinden, her sabah çocukları zırıl zırıl sürüklemekten. Gerçi bunu dediğime pişman olacağımı da biliyorum ya, olsun. ?imdi hissim böyle.
Yılın düğün zamanı da geldi, hiyeyt! Son 5 gün kaldı, geriye sayım başladı bizim düğün için. Heyecandan ve duygusallıktan ölüyoruz annemle. Amma dolma boşalma kabiliyeti varmış şu gözlerimizin. Pes. Sanki içimizde gözyaşı dolu bir su tankı var mübarek. Aman yeter ki hep güzel duygulardan taşsınlar. Çok şükür ve amin.
* * *
Demin okul demişken aklıma geldi. Türkiye Yş Bankası 2007-2008 öğretim yılı sonunda başladığı “Karneni Göster Kitabını Al Kampanyası”na bu sene de devam ediyor. Bayılıyorum bu kampanyaya. Bugüne kadar gerçekleştirilen en büyük kitap kampanyalarından biri çünkü...
Karnesini İş Bankası şubelerine getiren 1 milyon ilköğretim öğrencisine 1 milyon kitap armağan ediyorlar!

Yazının Devamını Oku

Babam çok hata yaptı

18 Haziran 2010
Ben de çok hata yaptım. Ama aramızdaki en büyük fark neydi biliyor musunuz?

Babam ne olursa olsun, bana ne kadar kızarsa kızsın, ben onu ne kadar çileden çıkarırsam çıkarayım; bana sarılmayı denemekten, sarılmaktan ve bana beni ne çok sevdiğini söylemekten hiç vazgeçmedi, hiç! Ne olursa olsun ben babamın beni bağrına basacağını hep bildim, bildim, bildim.
¡ ¡ ¡
Bugün 2 çocuklu bir kadınım.
Çocuklarıma bazen öyle sinirleniyorum ki; bağırdığım da oluyor, kapıları çarptığım da, fenalık geçirdiğim de, kaçıp gitmeyi istediğim de, kafamı kuma gömmek istediğim de...
Sabır küpü, sesi hep aynı tonda kalabilen ana-babaları saygıyla selamlıyorum önünüzde. Ben daha ateşli, daha “Allah ne verdiyse”, daha az kitabi, daha çok içgüdüsel bir anne oldum. Buna da şükür. Ama ne zaman ki bakıyorum gidişatım fena; çocukları odalarına göndermek yerine, ben kendimi kapatıyorum odama.
Sakinleşip, olayı serinkanlılıkla irdeleyip kararlar alıyorum. Çıkınca da uyguluyorum. Olanı biteni anlatıp konuşup sarılıyorum onlara. Sımsıkı. Sımsıkı sarılıyorum çocuklarıma. Neden biliyor musunuz? Babamdan öyle gördüm çünkü. Ve...
Babam öldü.

Yazının Devamını Oku

Hülya Avşar

14 Haziran 2010
Eskiden ne çok laf ederdim. Ne çok saçmalıyor derdim, ne çok eleştirecek şeyini bulurdum. Ne salakmışım! Gerçi bu çok eskidendi. Bir gün Hülya Avşar bir şey söyledi ve benim ona tüm bakış açımı değiştirdi.

Sanırım 10 yıl önceydi, yine televizyonlarda magazine bomba gibi düşen kokain kullanan ünlü haberleri tartışılıyordu. Herkes birbirine çamur atıyor, “o da kullanıyor-bu da kullanıyor” savaşları yaşanıyordu.

O günlerden birinde bir magazinci mikrofonu Hülya Avşar’a yöneltti ve alaycı bir ifadeyle soruverdi;

“Hülya Hanım siz kokain kullanıyor musunuz?”,

Hülya Avşar birden ciddileşti ve aynen şu cevabı yapıştırıverdi:

“Hayır. Ben kokain filan kullanmıyorum. Kullanmam da. Çünkü hiç ihtiyacım yok. Çünkü ben tenis oynuyorum. Yüzüyorum. Çünkü ben spor bağımlısıyım!”.

Budur işte cümle, budur verilmesi gereken en baba mesaj bu gençliğe!

Keşke bu ülkedeki her “ÜNLÜ” böyle bir cümle sarfetse, sarfedebilse.

Keşke her ünlü Hülya Avşar gibi Cannes Film Festivali’ndeki açık artırmada, Dünya AIDS Vakfı'na 12 bin dolar bağışta bulunarak Monica Seles'le bir saat tenis oynamaya hak kazanmayı kafaya koysa ve yapsa. Yıl 2002’ ydi, kadın Monica Seles’le Paris’ de Roland Garos kortunda yarım saatlik maç yaptı yahu. Göğsünü gere gere de magazincilere Monica Seles’le pozlar verdi. Utanmadan 6-3 yenildi diye dalga geçen zevzekler oldu. Keşke herkes onun gibi turnuvalar, şampiyonalar başlatsa. Yıllardır o olağanüstü cümlesini düşünüyorum. Ne kadar etkilenmişim. Yok efendim göbekli fotosu varmış, gündemden düşmüyormuş, kendini çok güzel buluyormuş, bunlar hep bizim ona kafayı neyle ilgili olarak taktığımızla alakalı. Bizim kafamızdaki kendi sorunlarımızla alakalı. Onunla değil.

Yazının Devamını Oku

Kuaför kötüyse bittin

11 Haziran 2010
Şurada kaç yıldır nasıl bir kuaför hasretiyle yanıp tutuştuğumu anlatamam size. Hele hele ilk geldiğimde kafayı yemek üzereydim. Kısacık saçları metrelerce(!) uzatmak zorunda kaldım.

Oysa İzmir’de Şeref vardı. Şeref saçlarımı öyle güzel keserdi ki, sırf o güzel kesiyor diye neredeyse her ay yeni bir modelle gezerdim. İstanbul’da da Kadir. Bahçecik Kuafördedir Kadir. Şu ara ikisinin de nasıl kulaklarını çınlatıyorum. Kadir’e alt tarafı “At kuyruğu yapalım!” derim; ama o bir yapar, nasıl güzel, imkanım olsa 1 ay hiç açmadan gezerim. Sözde benim saçlarım dünyanın en kolay saçları. Valla öyle. Ne şekle soksan dururlar. Boya derdi, zart derdi, zurt derdi yok. Ama tecrübeyle sabit gördük ki bu kolay saçı bile rezil etmek mümkün. Zaten çocukken saç konusunda büyük travma geçirdiğimden, tehlikeli sayılabilecek bir müşteriyim, şakaya gelmem. Kendi başıma saçlarımı dibinden kestikten sonra malum annanem tarafından bi güzel terlikle pataklanmış, ardından annem ve babam tarafından hayli zor günler geçirmeye terk edilmiştim. (Arşivden Bknz ‘Kestim gitti’ adlı yazım). O travmayı tam atlattım derken, bir gün mahallemizdeki kuaföre kırıkları aldırmak için gittim. Vıyyy sen misin ucundan acık diyen, Sayın Bay Kuaför S. saçlarımı bir doğradı arkadaşlar, yemin ederim benim dipten kırpma halimi bile solladı. Yaş 15, ama görüntü oldu 95. Eve nasıl gittiğimi, babamın kasap bıçağını alıp adamın üzerine nasıl saldırdığımı hatırlamıyorum. Annanem yetişmiş, adamı kurtarmış ve bana bir terlik daha fırlatmış. Ayılmışım.

Yonca

“kırpık”

 

Bruneili Yani

Bu tecrübelerimden sonra, Dubai’de riski gördüm ve uzunca süre hiç almadım. Ama bir gün bir kadınla tanıştım. Yani, Brüneili Budist bir kuaför. Nasıl güzel bir kadın, nasıl deli bir kadın. Nasıl çılgınca saç kesen bir kadın anlatamam size. Çok iyi arkadaş olduk. Sex and The City dizi zamanlarıydı, Samantha kanser olunca gidip ‘Acilen saçlarımı kısacık keselim!’ dediğimde, saçlarım belimdeydi. ‘Neden?’ diye sormadı bile. Halimden anladı, üstelemedi. Şöyle bir baktı tipime, aldı makinayı eline ve müthiş kısa ama harika bir saç kesti. Gerçi kocam görünce azıcık şoka girip ‘Güzelim sen naaaptın?’ diye bir süre meeeledi ama, sonra o da çok beğendi. Yani, bir gün meme kanseri olduğunu söyledi, ve daha biz anlamadan Dubai’yi bırakıp Budistlerin  gittiği bir çeşit rehabilitasyon tedavi merkezine gitti. O gün bugündür haber alamıyorum. Ama her gün onu düşünüp dua ediyorum Yani’ ye...

Yonca

“kes-at”

Yazının Devamını Oku

Bebek

7 Haziran 2010
Bir bebeğin dünyaya gelmesi çok zor.

Çok. Zar zor dünyaya getirilen o bebeğin hayatta kalması, gülmesi, emeklemesi, yürümesi, ağlaması, koşması, konuşması, hayata tutunması; iyi insan olması için sürekli çabalamak gerek. Bu da hiç kolay değil. Sağlıklı olması, mutlu olması, mutluluk vermesi, hayata tutunmasını bildiği gibi, hayata bağlayan olması için verilen emek, dökülen ter ve gözyaşı hakikaten takdire şayan. İnsan ne çok ızdırap çekiyor iyi olsun diye. Ne çok savaş veriyor iyi niyetle. Ne çok seviniyor iyi olduğunu gördüğünde, ne çok çığlık atıyor canı yandığında. Ne çok suçluyor kendini anlamsızca. Kimse laf etmesin istiyorsun bebeğine. Eden olursa da aslan kesiliyorsun. Laf edene içerliyorsun; ama çaktırmıyorsun. Başını dik tutuyorsun ama, bir yere not edip canla başla yine başlıyorsun daha iyi olsun diye uğraşmaya. Mükemmel olsun diye. Sanki mükemmelik iyiymişcesine. Oysa insan kabul edilebilir hataları ve doğal kusurlarıyla tek ve özel. Bebeğin de parmak izin gibi; eşsiz, benzersiz. Tek.

Sıkışınca bir bilene danışıyorsun, kafan basmayınca. Doktora, annene, tecrübesi olan başka bebek sahiplerine. Çünkü her zaman senden daha iyi bilen birileri olduğunu biliyorsun. Senden daha önce o yoldan geçmiştir, aşinadır. Şanslıysan vardır bir cümlesi, söyler rahatlarsın. Çeken bilir ya, işte öyle.

***

Hep daha iyi bir anne olabileceğini düşünüyorsun. Çalışırsan daha iyi olacağını; sen iyi olunca onun da iyi ve güçlü olacağını düşünüyorsun. Öyle hissediyorsun. Vicdan yapıyorsun.

***

Hayatta her şeyden vazgeçmesi kolayken, dönüp arkanı kolaycacık gidebilecekken, bebeğini asla bırakamıyorsun. İki elin kanda olsa, onunla varolduğunu bilip onunla yatıp onunla kalkıyorsun. Uykunda bile nefesini dinliyorsun. Hayaller kuruyorsun.

Ayaklarının üzerinde dursa bile bebeğin, sendelerse tutmak için, tetikte bekliyorsun.

***

Yazının Devamını Oku

Okuyalım açılalım

4 Haziran 2010
Gerçi bu “yaz çocuğu” olmak da biraz acayip. Kış boyu herkesin yaşgününü cümbür cemaat kutlarsın, kendi yaşgünün gelir, in cin top atar. Niye? E yaz vakti millet yazlıklara kaçmış işte.

Küçükken ya hep Annane tayfası olurdu yanımda ya da artık o yaz kimle tanışmışsam deniz kenarında onlar. Ben de kendime uyduruk yaşgünü günü ilan ettim.

Nisan ayında kutluyorum. Günü gelince bir daha kutluyorum. Aslında her ay bir kere kutlamak istiyorum. Bayılıyorum yaşgünü kutlamalarına.

Efenim şimdi bu gereksiz girişi yaptıktan sonra, gelelim bu sevimli cuma gününde anlatacak olduğumuz iç açıcı haberlerimizi sıralamaya. La la la laaaa :).

Yonca

“s-açma”

İnsafa davet!

Dubai’de Ateş Ağacı
mevsimi başladı. “Bu ağacın botanikçesi nedir?” diye bir bilen arkadaşıma sordum. “Bilmiyorum...” dedi. Ben de üşendim bakmaya, hâlâ bilmiyorum.

Ama ağaç çok güzel. Kıpkırmızı alev topları gibi çiçekler kaplıyor ağacın her yerini. Bakmaya doyamazsınız. Ve inanır mısınız bazı zevzek insanlar efendim çok çiçek döküyormuş yerlere diye budatıyor ya bu güzelim ağacı, ben ne diyeyim hiç bilmiyorum bu hayatın her halinden gıcık kapan problemli insan tiplerine?

Gıcıksınız gıcık işte!

Mamogram hiç çektirmemiştim. İlk defa çektirdim. Tabii benim gibi memesi küçük, hatta memesi olmayan ama sanki pek bir memesi varmış gibi o noktalara meme muamelesi yapan insan için zor işmiş.

Çek Allah çek, teknisyen bayağı uğraştı. Çek bastır çeeek derken, beni gülmeler tuttu tabii. “Nereye çekiyoruz abiii?” dedim, kahkahayı bastım. Her işte kesin bir hayır var yalnız. Sanırım bu çekiştirme sonucu benim bezelyeler oldu barbunya.

11 yıl önce durup dururken bağımlısı olduğum kolalı içecekleri içmeme kararı almıştım. 11 yıldır içmiyorum. Sıfır. Ağzımın tadı gayet yerinde.
Dün de nereden esti bilinmez, tuvalette bir karar verdim. Artık filtre kahvesel şeyler içmeyeceğim. Bitmiştir. Bitti. Kafeine son verdim gitti. Sade bir Türk Kahvesi bu karardan muaftır tabii!


Can erik olayı bitmeden benim için de kakırdatın. En son 5 kilo eriği tuza banarak 2 günde nasıl yediysem; dilim oldu yara, bacaklarım da oldu ödemden davul gibi, patlamaya hazır bomba. Bana ne! Hiç pişman değilim. 10 kilo daha olsa, bandıra bandıra yerim valla.

Smear testimin zamanı gelmişti. Gittim. Yaptırdım. Bak hâlâ yaptırmadıysanız, geciktiriyorsanız, bak çok kızarım bak. Bekletmeye gelmez. Haydi şimdi yaptırın. Aferin.

Görümcem Esra, 4 yapraklı yonca’lı bir yüzük yollamış bana. Yok böyle bir şey. Yok yok yok. Kafayı yedim. Batya Kebudi yapıyormuş. Nasıl zarif, nasıl güzel, nasıl nasıl nasıl farklı anlatamam.
Meraklısıysanız incecik tasarımların, kesin peşine düşün Batya’nın. http://alabatya.blogspot.com ve info@batyakebudi.com’dan ulaşabilirsiniz.

Oğlum artık 6 yaşında! Komik bir çocuk kendisi. “Sence ben iyi bir anne miyim?” dedim, “Evet” dedi. “Neden peki?” diye sordum, “İyi koşuyorsun!” dedi ve ekledi: “Sen benim pembe konversli annemsin!” Kaç tane annesi varsa!
Ay ama bu tanım nasıl hoşuma gitti, konversleri ölene kadar ayağımdan çıkarmam gari!

Gülben Ergen canla başla çocuklar için çabalıyor. Projesi de giderek ses getirmeye başladı. www.cocuklargulsundiye.com sitesine bir girip bakın, Nil’in şarkısı karşılayacak sizi. şarkı sözleri her şeyi öyle güzel özetlemiş ki!
Son zamanlarda ne çok kadın kendini çocukların eğitimine adadı. Bize düşen sadece onlara destek vererek farkındalık yaratmak. Bu kadarcığını da yapmamak büyük ayıp değil mi?

Yaşar Üniversitesi’nde geçen hafta 1. Hayvan Hakları Sempozyumu yapıldı. Hayvanlara değer vermeyi çocuklarımıza öğretebildiğimiz gün, insanlara değer vermeyi de öğreneceğiz.

Hayvan sevgisinin bir insan üzerindeki olumlu etkisini çocuklarımdaki değişimi yaşayarak görüyorum ben. Sempozyumda konu başlıklarından biri de “İnsaf”. Ne çok ihtiyacımız var insafa, insaflı insanlar olmaya...

Değil mi?

Yonca
“40numara”
Yazının Devamını Oku

Bir dolu içaçıcı ve güzel haber

28 Mayıs 2010
1- Hani 23 Nisan’da ta Trabzon-Tonya’dan kalkıp Dubai’ye gelen şehit Ayhan Güner ılköğretim Okulu öğrencileri folklorcu kızlarımız vardı ya, işte bu afacan kuçiler Rize’de yapılan Halk Oyunları Federasyonu Kulüpler Bölge Yarışması’nda bölge birincisi olmuşlar, Türkiye birinciliği için yarışmaya hak kazanmışlar.

Hiç şaşırmadım. Olağanüstüler. Uçuyorlar adeta. Disiplinli, azimli, çalışkan ve çok esprili zehir gibi kızlar hepsi. Birincilik haberini de veririz eminim. Ha gayret çocuklar, güvenin kendinize e mi!

2- Usanmadan çalışırsan şu hayatta başaramayacağın şey yok kardeşim. Eskiden 10km koşunca 3-5 gün perişan olurdum. Her yerim tutuk, kesik olurdu; ağrı, sızıdan yürüyemezdim, millet dalga geçerdi benimle. Ocak ayından beri haftada 3 gün düzenli koşuyorum (ve tabi konuşuyorum:). En son kızımızın 10. yaşı için 19 Mayıs’da koştuk 10km’yi. Bacaklarım tık demedi kardeşim. Sanki kuş gibiyim. Kaslarım düzenli antreman sayesinde resmen güçlenmişler. Laf aramızda totom da azıcık küçüldü mü ne...:)

3- Yeditepe Üniversitesi Mezunlar Derneği’ ne ve öğrencilerine teşekkür borcum var. Dubai Maratonu’ndaki 10km koşumun sonunda ultra maratoncu Mike Friedl’ la tanışmış ve ona yaptığımız ayıbı yazmıştım. Mike, ultra maratonda Türkiye’yi temsilen 4500km koşacağını söylediğinde kendisine inanmayıp bir de üzerine “yabancı” muamelesi yapıp kapıları kapamışız da... Yeditepe Mezunlar Derneği konuyla ilgilenip ayıbımızı telafi etmek adına Mike’la temasa geçti ve onu okula konuşmacı olarak çağırdı. Yaptıkları çok anlamlı bir jestti. Büyük bir aksilik oldu ve Mike konuşmaya gelemedi, buluşamadılar. Ama okulun ve öğrencilerin spora verdiği değer hakikaten beni ihya etti.

4- Vanilya Okul Öncesi Yayıncılık Zihinsel Engelli ve Otistik çocuklar için tıpkı yurtdışındaki yayınlar gibi, çok güzel bir özel eğitim seti hazırlamış. Türkiye’de ilk defa yapılmış bir çalışma bu düşünebiliyor musunuz! Ne vahim bir gecikme. Özel Eğitim Öğretmeni Özgü Ertul iki sene çalışmış ve 40' ın üzerinde kitap ve materyel hazırlamış. Zihinsel engelli ve/ya otistik çocukların da birer birey olduğunu, onların da herkes gibi eğitime ve çalışmaya hakları olduğunu hatırlatmak lazım onları yok sayan bazı kafalara! Aklınızda bulunsun, 2010 Otizm Farkındalık Yılı bu arada. 

Yazının Devamını Oku

Fransız kadınları nasıl bu kadar ince, anlaşıldı!

24 Mayıs 2010
Kurtulduk kadınlar, müjdemi isterim valla. 10 yıldır saklanan büyük sır, Fransa sınırlarını aştı ve açığa çıktı.

Ah bu Fransızlar! Nasıl da saklamışlar bizden yıllardır nasıl ince kaldıklarını. Ben de diyorum bu nasıl iştir Allah’ım? Bu kadar şarabı iç, bu kadar ‘kuruhasanı’ (croissant yani, ıyy kötü espri), yemekleri, peynirleri, kaz ciğerlerini löpürdet; sonra da çıtır gibi dolaş ortada. Olacak iş değil.

Meğer Fransız Doktor Pierre Dukan, 10 yıl önce olayı çözmüş, “Zayıflamayı Bilmiyorum” diye bir kitap yazmış ve bütün Fransız kadınlar uygulamış. İşe de yaramış; ama gelin görün ki, bu kitabı kimse kalkıp bizimle paylaşmamış.

Pes! Teessüf ettim gitti. E ama ezeli rakip ıngilizler durur mu? Diyeti saklı olduğu yerden bulup, çıkarıp bizimle paylaşmaya hazırlanıyorlar.

Tam da yaza girmeden önce, eşim buldu getirdi bu müthiş haberi de benim de öyle haberim oldu. Bizde yazan olmuş mudur filan derken, olsa da yazarım olmasa da yazarım, daha önce haberi olmayanın şimdi haberi olur dedim, yazıyorum.

Yazının Devamını Oku