Yonca Tokbaş - Kelebek

Hayatta hiçbir şey tesadüf değil

16 Ağustos 2010
İnanın değil.<br><br>Hani bunu çok söylüyoruz ama, gerçekten öyle. İnsanlar birbirlerini buluyorlar; ama tesadüf zannediyorlar. Oysa insanlar bence birbirlerini çekiyorlar. Yılların yaz çocuğu mağduru ben, ilk defa yaş günümde o kadar inanılmaz bir gece geçirdim ki, mutluluktan uyku tutmadı, sabaha kadar her saniyesini düşündüm.
Ankara Fransız Okulu’ndan (sonradan adı Lycée Charles de Gaulle oldu) en eski arkadaşlarımla, bu sene en yeni edindiğim arkadaşlarım ve Dubai’de yaşarken tanıştığım, bazen keşke daha önce tanışsaydık diye iç geçirirken, aslında bir ömre bedel paylaşımlar yaşadığım arkadaşlarım vardı evimizde.

İlk aşkımdan son aşkıma, küçükken sürekli kavga ettiğim arkadaşımken büyüdüğümde en sağlam dostum dediğim adama, hayatımda hep minik mucizelere neden olan insanlardan, daha dün denizde yüzerken, iskelede otururken, bir bakışla sanki hep birbirimizi bilirmişizcesine sohbet ettiğim arkadaşlarıma; annemin karnındaykenden beri beni tanıyan aile dostlarımızdan güzel aileme, eşime, çocuklarıma... İçten, samimi, olduğu gibi, kendiyle mutlu insanlar vardı etrafımda. Her yaştan ve değişik milletlerden. İspanyol, Amerikalı, Fransız...

Hepsi birbirinden hoşgörülü, kusur aramayan, düşük çeneme, zıpzıp çıplak ayak bir oraya bir buraya zıplayan bana gülümseyerek bakan insanlar... Bu güzel insanlar bana doğum günümü resmen peri masalı gibi yaşattılar.

Geçtiğimiz cuma günkü yazımı okuyan tanıdık tanımadık bir sürü insan resmen mucizelerime mucize katacak kadar güzel mesajlar yolladı. Kalbim sürekli yerinden hopladı.


Beşinci ve altıncı zeytin ağaçlarım doğum günümde geldi. Zaten yerleri hazırdı, bugün ekiliyorlar. Derken sabah bir baktım, bütün bu aslında birbirinden çok farklı ve daha önce hiç tanışmamış insan topluluğu bana garip bir şekilde aslında sembolleri, anlamları inanılmaz ilginç tam da gönlümden geçen şeyleri getirmişler.
Hani bilmesem daha önce tanışmadıklarını, aralarında anlaşmışlar diyeceğim. Hediyelerime ve doğum günümde olan insan topluluğuna baktıkça işte, bir kere daha anladım ki biz tesadüfen buluşmadık. Aslında birbirimizi çektik ve bulduk.

Geçen sene yaş günümde çok hüzünlü ve zor bir gün geçirmiştim. O gün bir fotoğrafım çekilmiş mesela, gördüğümde içimden ağlamak geldi. Çok içime battı. Paramparça etmek istedim. O fotoğraf da bir işe yaradı ama. Bana asla olmak ve varmak istemediğim halimi gösterdi.

Bunun üzerine bu sene kararımı vermiştim, ağustosa rağmen, Astrolog Suzan Miller’ın kötümser öngörülerine rağmen şeytanın bacağını kıracağım ve bir daha asla tatsız gönüllü bir tek gün yaşamayacağım. Hiçbir fotoğrafım, hiç kimseye asla hüzün hissi vermeyecek. Hiçbir şart altında içimdeki zıpır ve kahkahalar atan, muzır ve hassas çocuğu uykuya yatırmayacağım. O hep uykusuz kalsın. Ben onun yerine arada bir uyurum nasıl olsa.

O fotoğrafı sildim. Yerine hep gülümseyenini, kolay kolay yıkılmazını,  yenilenmişini ve yaşsızını koydum.

O gıcık fotoğrafa ve o fotoğraftaki iç dünyama asla geri dönmeyeceğim. Geçmişte yaşamak ve boğulmak yerine, her yeni gün, doğduğum ilk günmüş gibi yeniden yaşayacağım.

Bunu bana öğreten, hatırlatan ve yaşatan, yanımda olan olamayan herkese -ki onlar kendilerini çok iyi biliyorlar- çok teşekkür ederim.

Yonca
“yenidoğan” 
Yazının Devamını Oku

Ben bir Aslan kadınıyım

13 Ağustos 2010
Dedemden babama, babamdan bize yadigar kalan iki zeytinlik vardı, Muğla’da.

Birine küçükken gitmiştim. Ağaçları “yerden” denilen tipti. Ağaçlar kısa boylu olduğu için, zeytinleri kolayca toplamak mümkündü.
O ağaçların arasında dolaştığım, dallardan zeytin toplayıp kucağımda biriktirdiğim günü hiç unutmuyorum.
Bir çocuk için kendi boyuna uygun ağaçlar arasında dolaşmak, unutulacak gibi bir an değil. Sanki dünyayla eşitlenmiş gibi hissetmiştim. Bana hep tepeden bakan dev ağaçlarla birden aynı boya gelmiştim.
Güliver’in seyahatlerinden birindeydim. Hâlâ nerede zeytinlik görsem, kendimi 5 yaşında hissederim.
O zeytinlik, annemle babamın bin bir güçlükle çalışma, yaşama, çocuk büyütme çabaları içinde satıldı gitti. Öyle gerekti...
Diğer zeytinliğin ağaçları kocamandı. Bildiğiniz zeytinliklerden. Hani o dev ve şekilli gövdesine merdiven dayamanız gerekenlerden. Gölgesinde iki-üç aile rahat rahat piknik yapabildiğiniz cinsten.
Babam çoktan küt diye gidivermişti, annem memur maaşıyla bana üniversiteyi, kardeşime liseyi bitirtmek, borçları harçları toparlamak zorunda idi. Hayat sanki bize sürekli en sıkıştığımız, en üzüldüğümüz, en darda kaldığımız anda minik bir zeytin dalı uzatıp “Tutunun, kalkın ayağa!” der gibiydi.

Yazının Devamını Oku

Hayatın iki yüzü

9 Ağustos 2010
İçimi dökme zamanı geldi. Kendimi iyi tuttum.

Hani bu köşe benim çocuğum, ben de kendimi onun annesi olarak görüyorum ya; anneler çocuklarına tatsız şeyleri yansıtmamak için elinden geleni yapar ya... Ben de içimdeki fırtınayı bu köşeye yansıtmamaya çalıştım.
Bu iyi görünme çabası insanı azıcık yoruyor. İnsan şişiyor ve eğer içini boşaltmazsa da patlıyor.
Bir aydır oldukça karışık duygular içindeyim, çok da zor bir zaman geçiriyorum.
Kardeşimin düğünü beni çok duygusal yaptı. Duygularımı ilk defa anlatamıyorum. Aramızdaki 9 yaş fark ne önemliymiş meğer.
Ben onu hep küçücük kalacak sanmışım. Ne zaman büyüdü ve “koca” oldu, şaştım.
Tam bu güzel duyguyu dibine kadar yaşamaya çalışırken,  çok sevdiğim bir arkadaşım annesini küt diye -tıpkı benim babamı kaybettiğim gibi hem de- kalp krizinden kaybetti. Allak bullak oldum. Anneler önden gitmez ki! Hele de o güzel kadın...
16 yıldır yüzleşmekten korktuğum, fikrinden köşe bucak kaçtığım şey geldi arkadaşımın başına.

Yazının Devamını Oku

Rehberiniz konuşuyor

2 Ağustos 2010
Kendimi Yalıkavak rehberi gibi hissediyorum; ama inanılmaz keyif alıyorum. Hayatımda hiç bu kadar çok yaşadığım yerden bildirmedim. İlginç bir duygu...Bunca sene Dubai’de yaşadım, içimden çok nadir geldi ince detay anlatmak... Anasını satayım, memleket havası işte! Anavatan, yuva, ev... Evim burası, tabii yazdıkça yazasım geliyor havasını içime çektikçe.
Buyrun efendim meraklısına Yonca’nın Yalıkavak hayatından kesitler, bilgiler, yerler ve aklına öylesine esen daldan dala şeyler...

En iyi balık Çardaklı, en iyi browni Dolce

1- Browni yerken yanlışlıkla parmaklarınızı da yemek istiyorsanız, Yalıkavak Marina’nın orada açılan Dolce diyor başka bir şey demiyorum.
Allah’ım yazarken bile canım deli gibi çekiyor. Daha önce İstanbul’daydı Dolce, zaten bilenler biliyor çünkü Dolce yoğun istek üzerine Yalıkavak’a gelmiş durumda, yaşasın!
Dolce’de yapılan her şey Chanel hissi veriyor bana. Asil ve güzel, şık ve gözalıcı, kadın ve dişi, lezzetli ve şahane!
Offf şu yazıyı yazarken gece olmasa, atla git, al ve ye!
2- Geçen sene anlatmalara doyamadığım, sizlere en sevdiğim rakı-balık-kadın yazılarımı yazdıracak kadar beni kendimden geçiren bir balıkçım vardı ya hani; ilk önce bakındım, tanıdığım yüzleri göremeyince “hayırdır inşallah, hayırdır inşallah!” dedim.
Meğer yer değiştirmişler. Hemen haber vermek istedim; çünkü benim gibi arayan soran, merak eden çok oldu. Ayrıca anladım ki bir yeri sevdiren, mekan filan değil. Yemeğinin kalitesi, mutfağının zenginliği, lezzeti, çalışanları, emektarları...
Yalıkavak’ta çarşının içinde, Sanatçılar Sokağı’na yakın, denizin dibinde Çardaklı var. Garsonlarından bulaşıkçısına nasıl iyi bir ekip anlatamam size. Restoranı kendi evlerinin mutfaği gibi işletiyorlar.
Sakın rezervasyonsuz gitmeyin ama. Çok üzülüyorlar yer veremeyince.
Sahibi Mehmet Bey şu balık ve meze olayını inanılmaz iyi biliyor. Bir sürü değişik ülkeden insandan bin bir çeşit tarif öğrenip uyguluyor.
Ama ne uygulama be kardeşim! Bu sene bir ahtapot ızgara yedik, size yemin ediyorum uzunca süre konuşamadık, dilimiz tutuldu. Şimdi yazdım diye herkes ister de bana da kalmaz diye de korkuyorum; ama olsun. Lezzetin hakkını teslim etmem lazım. Ben ilk defa böyle bir şey yedim. Hâlâ tadı damağımda, hâlâ!
Meze yemekten balığa midemizde yer kalmadı ve o barbunlar ve tekir içimde ukde kaldı. Onlar da başka akşama. Tatilimi uzatmak için ne yapsam acaba?
3- Garip huylarım var. Ağaçlarla aramda akıl almaz bir bağ olduğuna inanıyorum. Bir dolu yere gittim şu 3 sene boyunca bahçeme çiçek ve ağaç almak için... Ağaçları satmaya çalışan kişilerle kimyam tutmayınca alamadım. Sonra bana biraz daha uzak olmasına rağmen, Yalıkavak’tan Bodrum’a arka taraftan (Ortakent’e gidermiş gibi) giderken, yolun üzerinde solda kocaman bir ağaç gördüm. Ağaca bakarken kaza yapacaktım, hemen durdum.
Türkmen Çiçekçilik diye bir yer çıktı. Hasan oturuyordu o koca ağacın altında. Hangi ağacı sorsam “Ablacım baksana kök salmış, yazıktır yerinden oynatmayalım, satamam bunu, sen başka bir tane seç” dedi bana.
En sonunda “E sen bu ağaçları nasıl satacaksın? Hepsi doğal olarak kök salıyor durduğu yerde” dedim, çok güldük.
Sattığı ağacı satmaya kıyamayan insan! Tam benlik. Severek, çocuğu gibi büyütüyor ve öyle de anlatıyor bana onları. Bütün ağaçlarımı, bitkilerimi onlardan alıyorum ben de...
Evimize hayırlı olsun niyetine ev hediyesi almak isteyen her arkadaşımıza, akrabamıza “ağaç alın” demiştik. Nasıl müthiş oldu anlatamam. Her ağacın bir ailesi var yani.
Gövdeleri azıcık daha büyüsün minik plaketlerle isimlerini yazacağım geleceğimize hatıra...
Kayısım dikildiği günden beri meyve veriyor, narım da, limon ve Bodrum mandalinalarım da. Zeytin ağaçlarım da endamlarıyla salınıyorlar karşımda.
Muzu görseniz, yersiniz. Çamlarımı görseniz sarılırsınız.
Elele’nin Ağustos sayısında zeytinlerle olan tarihimin dökümünü yaptım. Zeytinlerimi yazarken içimden ağlamak geliyor, delice seviyorum onları delice!
Maalesef birini kaybettik ama. Hüngür hüngür ağladım veda ederken geçen hafta ona. Şimdi bahçeme o gidenin yerine bir benjamin geldi. Benjamin Button koyduk adını. Giden zeytin de yenileniyor pek tabii...
Bu yaz daha uzun süre vakit geçirmek istiyorum ağaçlarımla. Tüm kış hasretim onlara. Herkes evinin çatısı aktı mı diye sorar, valla ev mev gözümde yok benim. Ben ağaçlarım iyi olsun istiyorum. Ömrüm uzuyor onlar kök salıp dallandıkça.
Bu akşam ağaçlarımızın şerefine kadeh kaldıracağım. Tabii ki rakı olacak elimde ve damağımda.
Sağlığımıza!
Yonca “dut”
Yazının Devamını Oku

Yalıkavak Cennet

30 Temmuz 2010
Her türlü sıkıntı ve zorluğa, saçma sapan şeye rağmen şu memlekete bayılıyorum. Mazoşist olabilir miyim sizce?

Dünyada hiçbir yer bu kadar karışık duyguyu aynı anda uyandıramaz insanda. Nefret duyduğum şeylerle aşık olduğum şeyler bir arada... Komik bir durum.
Sabah çok sinirleniyorum, akşama uğruna ölmeye hazırım. E rakının da etkisi var tabii!
Bodrum’un en iyileri listesi yapmaya başladım ya, nasıl güzel tepkiler aldım anlatamam. Ben zannetmiştim ki o değil bu diyen diyene olur ve olay çıkar. Yooo, hiç de öyle olmadı. Medeni, düzgün, adam gibi adamlar da var bu ülkede. “Gerçekten o kuaför çok iyidir, o arkadaş inanılmaz iyi manikür yapar” vesaire diye e-posta attı rakipleri bana. Helal olsun.
Hem Bodrum ilginç hem de tepesi atıp Bodrum ve civarına göç eden insanlar... Gerçi sürekli Bodrum diyorum ama, aslında ben Yalıkavaklı oldum. Üç senedir her yaz Yalıkavak Kızılburun Mevkii’nde Seba Evleri cennetinde yaşıyorum. Yaylada gibiyim. Millet sıcaktan kavrulurken biz tatlı ve doğal bir esintiyle serinliyoruz.
Açık denize baktığımız için rüzgar bazen denizi kudurtuyor ama size muhteşemliğini anlatamam. Herkes bana çocukla bu deniz zor filan demişti, alakası yok. Çocuk dediğin senden benden kolay adapte oluyor ortama. Çıldırıyorlar iskelemizden atlamak için...
Kış boyunca yazlığa gelecekleri günü sayıklıyorlar. Bir güneş batıyor önümüzde, kendinizi kaybedersiniz. Ayıptır söylemesi herkes onca yol tepip Limon’da günbatımına gidiyor, ben aynı manzarayı evimde yaşıyorum.
Her gün bir ritüel şeklinde güneşi batırıyoruz, girdiği şekiller üzerine hikayeler yazıyoruz çocuklarımızla. Zeytin ağaçlarımızın dibinde kendimizden geçiyoruz. Sevdiklerimizi, özlediklerimizi anıyoruz. Bir maziden, bir gelecekten konuşuyoruz.

Yazının Devamını Oku

Bodrum’un en iyileri

26 Temmuz 2010
Amanın aman! “Bodrum’un en iyileri nedir?” diye sordum ya cuma günü, bir dolu bilgi geldi. Bayılıyorum bu tip olaylara... Hem okurlarımızın ne kadar dikkatli ve ilgili olduklarını görüyorum, hem de bir dolu şey öğreniyorum. Olduğu gibi aktarıyorum öğrendiklerimi...
Tabii şunu da söylemek zorundayım; ben sizlerin yalancısıyım. Bütün bu yerleri kendim test edip onaylama şansına iki günde erişemedim; ama deneyeceğim. Eğer yanlış bilgi çıkarsa onu da haber ederim.
Fakat bu kadar insan bu yerlerde hemfikir olduğuna göre, bir iş vardır elbet bu işte...
En iyi kuaför: Sihirli Makas’ta Burak. Oasis Alışveriş Merkezi karşısıymış. Üstelik burası kuaför butik konsepti olan bir yermiş. Boya gibi vakit alan şeylerde sıkılmadan vakit geçirebiliyormuşsunuz.
Bir de Marina’ya giderken Fink Bar’ın yanındaki sokakta Huriye Hanım varmış, dip boyasını harika yapıyormuş.
En iyi manikürcü: ınci Kesal’mış, Sihirli Makas’taymış o da. Ayrıca Gündoğan’da da Ülker Hanım.
En iyi balık satıcısı: Göltürkbükü’ndeki Kooperatif’miş.
En iyi kasap: Bodrum Kasap, Konacık Tansaş.
En iyi peynirci: Çıngıllığoğlu Süt Ürünleri. En iyi peynir, kahvaltılık ve hatta börek Çıngılloğlu’ndan alınırmış. Bodrum’daki tatilciler, evlerine dönerken vakumlatarak götürüyorlarmış peynirlerini.
En lezzetli çöp şiş: Bonfileden yapılan özel etiyle Çöp şiş Bodrum’daymış. Sucuklarını da özel yaptırıyorlarmış.
Hastalıklara Imunex tavsiye eden bir dolu okur oldu. Bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek içinmiş. Aynen aldım, onu da deniyorum. Her sabah bir kaşık içiyoruz ailece...
Birkaç şey daha var haberini beklediğim, onları da cumaya anca yetiştirir, bilgi geldikçe yazarım.
Bodrum’u öğrenmeyi kafama koydum. Ha gayret!
Yonca
“araştırmacı”


Nereden nereye!

Geçenlerde ben “Algida Frigola hastasıyım, ama bir türlü bulamadım, sesimi duyan var mı?” yazınca, sağ olsun Algidacılar bana durumu anlatan bir e-posta attılar. Bunun üzerine benim de aklıma Adım Adım’la koşarak destek verdiğim TEGV’nin Mardin Midyat biriminden yararlanan çocuklar geldi.
Kendilerinden rica ettim, “Acaba oradaki çocuklara şu yaz sıcağında dondurma günü yapsak nasıl olur?” diye. İnanır mısınız anında tamam dediler ve hemen TEGV ile irtibata geçtiler. Güzel haber geldi. 29 Temmuz’da TEGV Mardin Midyat biriminde çocuklara dondurmaları teslim ediliyor. şu berbat sıcakta o çocuklar dondurma keyfi yapacaklar ya, acayip sevindim.
Teşekkür ederim böyle şeylere sıcak bakan, güzel şeyler düşünebilen esnek Algida yönetimine; özellikle de Marka Müdürleri Tuğan Gökçe Oğun’a! Bayılıyorum böyle anında görüntü insanlara.
Yonca “frigolacı”

Antakya’dan evlere servis!

Yıllarca İstanbul ve Ankara’da büyük şirketlerde çalıştıktan sonra evlenip Antakya’ya yerleşen Filiz Aydın çılgın bir kadın... İkinci bebeğine hamile kalınca daha fazla boş duramayacağını anlıyor ve yörenin meşhur lezzetlerini internet yolu ile tüm Türkiye’ye göndermeye başlıyor.
Antakya’dan istediğiniz tüm lezzetleri size -isterseniz İstanbul’a, isterseniz Çeşme’ye- Türkiye sınırları içerisinde her yere en fazla iki günde ulaştırıyor.
Lavaş peyniri, kızartma peyniri, dil peyniri, köy peyniri, jara peyniri, testi peyniri, sünme peynir, sürk peyniri, basma peynir, tereyağı, ceviz reçeli, güneşte pişen vişne reçeli, çilek reçeli, karadut reçeli ve kendi evinde yaptığı ne varsa...
Bir de defne sabunu yapıyorlarmış, onu da yolluyor hatta. Gittigidiyor.com alışveriş sitesi içerisinde bulunan dükkanlar bölümünden yeme içme linkine gidip onun içerisindeki Antakyasofrası bölümünden kendisine ulaşabilirsiniz.
Acilen denemem lazım benim de! Yazarken karnım acıktı, canım çekti, ağzım sulandı burada.
Yonca
“tazetaze”
Yazının Devamını Oku

Bir tatlı huzur almaya geldim

23 Temmuz 2010
Bodrum’da huzurlu olmaya, huzuru bulmaya çalışıyorum. Sabırla moralimi de bozmamaya çalışıyorum. Nereye dönsem herkes hasta...

Hiç böyle yaz görmedim. Sürekli birileri hastanelik oluyor. Ya bağırsaklar bozuluyor ve durmuyor ya da ateş düşmüyor. Garip bir virus dolaşıyor ortalıkta. Çocuklar, büyükler herkes ateş içinde. Aman sizler de dikkat edin kendinize, geldi mi gitmiyor. 

Ne koşabiliyorum bu ara, ne de başka bir şey yapabiliyorum. Ama garip bir şekilde bunu büyütmüyorum. Üzerime bir hoşluk çöktü. Zıplayan Yonca gitti, sakin adımlarla yürüyen, az konuşan bir Yonca geldi. Bodrum’un havası bu sene sanırım bana böyle bir ruh hali verdi ya da hakikaten çok yorulmuşum koca sene...
Ayrıca, bir kere daha, çocuklarla tatile çıkınca, aslında çocuklarla tatile çıkılamadığını anlıyorum. Buna da çok gülüyorum...

Bir çocuk günde kaç kere anne diyebilir ki? Milyon kere. Çocuklarda öyle bir sabır var ki, şaşkınlık içinde seyrediyorum. Kafalarına koydukları şeyi yapmak için her yolu deneyebiliyorlar. Bendeki sabır da ödüllere bedel yalnız. Hâlâ cinnet geçirmedim.

Yazının Devamını Oku

Bir tatlı huzur almaya geldim

23 Temmuz 2010
Bodrum’da huzurlu olmaya, huzuru bulmaya çalışıyorum. Sabırla moralimi de bozmamaya çalışıyorum. Nereye dönsem herkes hasta...

Hiç böyle yaz görmedim. Sürekli birileri hastanelik oluyor. Ya bağırsaklar bozuluyor ve durmuyor ya da ateş düşmüyor. Garip bir virüs dolaşıyor ortalıkta. Çocuklar, büyükler herkes ateş içinde. Aman sizler de dikkat edin kendinize, geldi mi gitmiyor.
Ne koşabiliyorum bu ara, ne de başka bir şey yapabiliyorum. Ama garip bir şekilde bunu büyütmüyorum. Üzerime bir hoşluk çöktü. Zıplayan Yonca gitti, sakin adımlarla yürüyen, az konuşan bir Yonca geldi. Bodrum’un havası bu sene sanırım bana böyle bir ruh hali verdi ya da hakikaten çok yorulmuşum koca sene...
Ayrıca, bir kere daha, çocuklarla tatile çıkınca, aslında çocuklarla tatile çıkılamadığını anlıyorum. Buna da çok gülüyorum...
Bir çocuk günde kaç kere anne diyebilir ki? Milyon kere. Çocuklarda öyle bir sabır var ki, şaşkınlık içinde seyrediyorum. Kafalarına koydukları şeyi yapmak için her yolu deneyebiliyorlar. Bendeki sabır da ödüllere bedel yalnız. Hâlâ cinnet geçirmedim.
Israrla sorulara cevap veriyorum, iskeleden atlıyorum, bir daha atlıyorum, bir aşağı bir yukarı unutulan şeyleri taşıyorum. Sanırım anneliğin hamallık olduğu gerçeğini de kabullendim.
Ayrıca bende eskiden sanki bir daha bulamam korkusuyla haldır haldır denize gitme olayı vardı. Bu sene baktım ki birkaç gün girmeyince bir şey olmuyormuş. Sabahları saat 07.00’de fırlamazsam ceza kesecekler zannediyordum, yooo kimsenin umurunda değil.
Hatta 09.00’a kadar uyuduğumu görenler aferin bile dedi. Hani sanki tatilin kuralı erken kalk, denize gir, yüz yüz yüz, atla zıpla atla zıpla, perişan ol demekmiş gibi algılamışım bunca sene.

Yazının Devamını Oku