Birine küçükken gitmiştim. Ağaçları “yerden” denilen tipti. Ağaçlar kısa boylu olduğu için, zeytinleri kolayca toplamak mümkündü.
O ağaçların arasında dolaştığım, dallardan zeytin toplayıp kucağımda biriktirdiğim günü hiç unutmuyorum.
Bir çocuk için kendi boyuna uygun ağaçlar arasında dolaşmak, unutulacak gibi bir an değil. Sanki dünyayla eşitlenmiş gibi hissetmiştim. Bana hep tepeden bakan dev ağaçlarla birden aynı boya gelmiştim.
Güliver’in seyahatlerinden birindeydim. Hâlâ nerede zeytinlik görsem, kendimi 5 yaşında hissederim.
O zeytinlik, annemle babamın bin bir güçlükle çalışma, yaşama, çocuk büyütme çabaları içinde satıldı gitti. Öyle gerekti...
Diğer zeytinliğin ağaçları kocamandı. Bildiğiniz zeytinliklerden. Hani o dev ve şekilli gövdesine merdiven dayamanız gerekenlerden. Gölgesinde iki-üç aile rahat rahat piknik yapabildiğiniz cinsten.
Babam çoktan küt diye gidivermişti, annem memur maaşıyla bana üniversiteyi, kardeşime liseyi bitirtmek, borçları harçları toparlamak zorunda idi. Hayat sanki bize sürekli en sıkıştığımız, en üzüldüğümüz, en darda kaldığımız anda minik bir zeytin dalı uzatıp “Tutunun, kalkın ayağa!” der gibiydi.
Hani bu köşe benim çocuğum, ben de kendimi onun annesi olarak görüyorum ya; anneler çocuklarına tatsız şeyleri yansıtmamak için elinden geleni yapar ya... Ben de içimdeki fırtınayı bu köşeye yansıtmamaya çalıştım.
Bu iyi görünme çabası insanı azıcık yoruyor. İnsan şişiyor ve eğer içini boşaltmazsa da patlıyor.
Bir aydır oldukça karışık duygular içindeyim, çok da zor bir zaman geçiriyorum.
Kardeşimin düğünü beni çok duygusal yaptı. Duygularımı ilk defa anlatamıyorum. Aramızdaki 9 yaş fark ne önemliymiş meğer.
Ben onu hep küçücük kalacak sanmışım. Ne zaman büyüdü ve “koca” oldu, şaştım.
Tam bu güzel duyguyu dibine kadar yaşamaya çalışırken, çok sevdiğim bir arkadaşım annesini küt diye -tıpkı benim babamı kaybettiğim gibi hem de- kalp krizinden kaybetti. Allak bullak oldum. Anneler önden gitmez ki! Hele de o güzel kadın...
16 yıldır yüzleşmekten korktuğum, fikrinden köşe bucak kaçtığım şey geldi arkadaşımın başına.
Dünyada hiçbir yer bu kadar karışık duyguyu aynı anda uyandıramaz insanda. Nefret duyduğum şeylerle aşık olduğum şeyler bir arada... Komik bir durum.
Sabah çok sinirleniyorum, akşama uğruna ölmeye hazırım. E rakının da etkisi var tabii!
Bodrum’un en iyileri listesi yapmaya başladım ya, nasıl güzel tepkiler aldım anlatamam. Ben zannetmiştim ki o değil bu diyen diyene olur ve olay çıkar. Yooo, hiç de öyle olmadı. Medeni, düzgün, adam gibi adamlar da var bu ülkede. “Gerçekten o kuaför çok iyidir, o arkadaş inanılmaz iyi manikür yapar” vesaire diye e-posta attı rakipleri bana. Helal olsun.
Hem Bodrum ilginç hem de tepesi atıp Bodrum ve civarına göç eden insanlar... Gerçi sürekli Bodrum diyorum ama, aslında ben Yalıkavaklı oldum. Üç senedir her yaz Yalıkavak Kızılburun Mevkii’nde Seba Evleri cennetinde yaşıyorum. Yaylada gibiyim. Millet sıcaktan kavrulurken biz tatlı ve doğal bir esintiyle serinliyoruz.
Açık denize baktığımız için rüzgar bazen denizi kudurtuyor ama size muhteşemliğini anlatamam. Herkes bana çocukla bu deniz zor filan demişti, alakası yok. Çocuk dediğin senden benden kolay adapte oluyor ortama. Çıldırıyorlar iskelemizden atlamak için...
Kış boyunca yazlığa gelecekleri günü sayıklıyorlar. Bir güneş batıyor önümüzde, kendinizi kaybedersiniz. Ayıptır söylemesi herkes onca yol tepip Limon’da günbatımına gidiyor, ben aynı manzarayı evimde yaşıyorum.
Her gün bir ritüel şeklinde güneşi batırıyoruz, girdiği şekiller üzerine hikayeler yazıyoruz çocuklarımızla. Zeytin ağaçlarımızın dibinde kendimizden geçiyoruz. Sevdiklerimizi, özlediklerimizi anıyoruz. Bir maziden, bir gelecekten konuşuyoruz.
Hiç böyle yaz görmedim. Sürekli birileri hastanelik oluyor. Ya bağırsaklar bozuluyor ve durmuyor ya da ateş düşmüyor. Garip bir virus dolaşıyor ortalıkta. Çocuklar, büyükler herkes ateş içinde. Aman sizler de dikkat edin kendinize, geldi mi gitmiyor.
Ne koşabiliyorum bu ara, ne de başka bir şey yapabiliyorum. Ama garip bir şekilde bunu büyütmüyorum. Üzerime bir hoşluk çöktü. Zıplayan Yonca gitti, sakin adımlarla yürüyen, az konuşan bir Yonca geldi. Bodrum’un havası bu sene sanırım bana böyle bir ruh hali verdi ya da hakikaten çok yorulmuşum koca sene...
Ayrıca, bir kere daha, çocuklarla tatile çıkınca, aslında çocuklarla tatile çıkılamadığını anlıyorum. Buna da çok gülüyorum...
Bir çocuk günde kaç kere anne diyebilir ki? Milyon kere. Çocuklarda öyle bir sabır var ki, şaşkınlık içinde seyrediyorum. Kafalarına koydukları şeyi yapmak için her yolu deneyebiliyorlar. Bendeki sabır da ödüllere bedel yalnız. Hâlâ cinnet geçirmedim.
Hiç böyle yaz görmedim. Sürekli birileri hastanelik oluyor. Ya bağırsaklar bozuluyor ve durmuyor ya da ateş düşmüyor. Garip bir virüs dolaşıyor ortalıkta. Çocuklar, büyükler herkes ateş içinde. Aman sizler de dikkat edin kendinize, geldi mi gitmiyor.
Ne koşabiliyorum bu ara, ne de başka bir şey yapabiliyorum. Ama garip bir şekilde bunu büyütmüyorum. Üzerime bir hoşluk çöktü. Zıplayan Yonca gitti, sakin adımlarla yürüyen, az konuşan bir Yonca geldi. Bodrum’un havası bu sene sanırım bana böyle bir ruh hali verdi ya da hakikaten çok yorulmuşum koca sene...
Ayrıca, bir kere daha, çocuklarla tatile çıkınca, aslında çocuklarla tatile çıkılamadığını anlıyorum. Buna da çok gülüyorum...
Bir çocuk günde kaç kere anne diyebilir ki? Milyon kere. Çocuklarda öyle bir sabır var ki, şaşkınlık içinde seyrediyorum. Kafalarına koydukları şeyi yapmak için her yolu deneyebiliyorlar. Bendeki sabır da ödüllere bedel yalnız. Hâlâ cinnet geçirmedim.
Israrla sorulara cevap veriyorum, iskeleden atlıyorum, bir daha atlıyorum, bir aşağı bir yukarı unutulan şeyleri taşıyorum. Sanırım anneliğin hamallık olduğu gerçeğini de kabullendim.
Ayrıca bende eskiden sanki bir daha bulamam korkusuyla haldır haldır denize gitme olayı vardı. Bu sene baktım ki birkaç gün girmeyince bir şey olmuyormuş. Sabahları saat 07.00’de fırlamazsam ceza kesecekler zannediyordum, yooo kimsenin umurunda değil.
Hatta 09.00’a kadar uyuduğumu görenler aferin bile dedi. Hani sanki tatilin kuralı erken kalk, denize gir, yüz yüz yüz, atla zıpla atla zıpla, perişan ol demekmiş gibi algılamışım bunca sene.