Hep merak ederdim nasıl bir ortam olduğunu. Zaten öyle çok bilmediğim ama “öğrenigörmek” istediğim şey var ki! Müzayedelere dair aslen merak ettiğim şey; sanata delice değer veren insan psikolojisi, eserler ve onların hikayeleri. Sanatı ve sanat için kıyasıya yarışan insanları görmeyi seviyorum.
2008 yılından beri Christie’s Dubai’de, modern ve çağdaş sanat müzayedelerinde Türk sanatına özel bir bölüm tahsis edildi. Her geçen sene, Türk eserleri daha fazla dikkat çekmeye, ilgi görmeye başladı.
Geçtiğimiz salı-çarşamba günü yapılan müzayedede en geniş Türk eser seçkisi satışa sunuldu. Sıkı durun şimdi; çarşamba akşamki Türk Çağdaş Sanat Müzayedesi’nde Murat Pulat kendi rekorunu kırdı.
Türk lotların yüzde 85’ini yabancılar satın aldı.
Tüm Türk eserlerinin de yüzde 78’i satıldı.
Bu arada müzayedede satılan eserlerin toplam değeri 4 milyon dolar civarı.
Alın size Türk sanatının geldiği noktanın en somut göstergesi. Dünyaya sanat çıkarması da yapıyoruz. Bilin, sevinin, gurur duyun.
İçime işledi Sezen’in o acısına dalmış minicik olmuş gözleri. Hiçbir yerlere bakası olmayan hali beni ezdi bitirdi. Anladım ben Sezen’i.
“Hayatımın geri kalanı gitti, yetemedim” diyen Sezen’e baktıkça, bu kadını insanlar nasıl üzebilir, herkesi kucaklamasıyla övünen İzmirli, bizi de iliklerimize kadar saran Minik Serçeciğine nasıl bir zamanlar kızmış olabilir diye daldım gittim.
Sımsıkı sarılmak istedim ona. Harbi dostu, ruh ikizi olmayan, bunun eksikliğini böyle bilemez. Elinde böyle bir dostluk varsa, kıymetini bildiğin bir şeyin yasına şahit olunca korkar, sen de cayır cayır yanarsın. Bakamadım Sezen’in üzüntüsüne. Çok kıymetlidir arkadaşın. Onunla yaşarsın. Karşısında ruhun ve bedeninle çırılçıplak kalarak ağlayabildiğindir çünkü. Yargılamayan sağduyundur. Gidişi, aklına getiremediğin, konduramadığındır.
Fikri bile dayanılmazdır.
Sezen Aksu, zaman... Ben sana, insanlığına, dostluğuna kıyamadım. Asla da kıymam. Hamdolsun arkadaşlığına, varlığına. Allah herkese böyle arkadaşlık nasip etsin. Elinde olan da kıymetini sımsıkı bilsin. İşte ancak o zaman her şey, Yine çiçek... yine!
Yonca “Asmanın altında”
Gingko Biloba
Gingko Biloba özünden yapılan bitkisel ilaç hafızaya ve unutkanlığa iyi geliyormuş diye duymuştum. Hatta Alzheimer’e bile bir çeşit önlem gibi de olabileceğini söyleyenler vardı. Bu ara azıcık fazla unutkan olunca, deneyeyim dedim. Ama önce nasıl bi şeymiş bu Gingko Biloba diye google’a bakarken hakkında yazılanları okudukça, kafayı yedim!
Runtalya’da 10 km koşmaya giderken sizlere “Menüsküsüm yırtık ama olsun. Çok ağrım olursa koşmam, yürürüm. Amacım Van’da bulunan ve depremzede çocuklarımız için çalışan TEGV’in gezici eğitim birimi Adım Adım Ateşböceği için bağış toplamak” demiştim.
Bir sürü harekete geçmeyi bekleyen gönlü güzel insan, TEGV’e bağış yağdırdı resmen.
Üç sene önce “Ben Adım Adım Oluşumu ile TEGV için bağış toplayarak koşacağım” dediğimde, yemin ederim işin bu boyuta geleceğini hiç düşünmemiştim.
Ben 1 çocuk için, 1 lira için, 1 adım atarak yola çıktım, şimdi binlerce çocuğumuz oldu. İnanamıyorum!
Runtalya’da koşu adına bağışların son günüydü ve sırf ben 10 km koştum diye benim adıma TEGV’de depremzede 475 çocuğun bir yıllık eğitim masrafına yetecek kadar bağış birikmişti. Derken, tam son dakikada, Kale Outlet Center 60 çocuk için daha bağış yapmaz mı, sevinçten dilim tutuldu!
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile birlikte beşinci senesini kutlayan Kale Outlet Center, o gün Kubat konseri ile herkese müthiş bir gün geçirtmeyi planlarken, bir de benim adıma TEGV’e bağışta bulunup koşumu desteklemeye karar vermiş meğer. Müthiş düşünceli bir davranış olmuş, ne diyeyim, çok teşekkür ederim.
Kale Outlet’ in beşinci yılının 23 Nisan’a, çocuklarımızın bayramına denk gelmesi; koşumu desteklemek adına TEGV’e bağış yapmaları, üstüne bir de o gün çok sevdiğim Kubat’ın konseri, daha ne denir ki! Hepsi inanılmaz güzel ve anlamlı oldu benim için. Kale Outlet’in yaptığı bu son dakika bağış sayesinde, koşarak topladığım bağış rekorumu da kırmış bulunuyorum.
Çok hoşuma gidiyor maziyi düşünüp ince detay bir şeyleri hatırlamak, anmak, yazmak.
Böyle mayhoş bir tadı oluyor mazinin; tatlı-ekşi, acı-ekşi, acı-tatlı, karman çorman insani tatlar işte.
Baktığım her beni gülümseten şeyde veya canımı yakan olayda hemen babamın o uzun cümlesini hatırlıyorum. O meşhur, upuzun, bir paragraf tutan cümlesini.
Kardeşimle ne zaman saçmalasak babam sabırla bekler; zamanını kollar, alır bizi karşısına oturtur, her seferinde tek nefeste, hiç eksiksiz, aynı güven veren samimi tonda ve vurguda söylerdi cümlesini!
Yşte o cümle, olur olmaz bir yerlerde geliveriyor kulağıma. Hangi ortamda olursam olayım kalakalıyorum.
Filmlerde olur ya hani, sahnede bir sürü gürültü vardır; ama baş karakter hiçbir şey duymaz. Aynen o baş karakter gibi ben de sağır oluyorum bir süreliğine.
Kulağımda çınlayan babamın cümlesi bitiyor, yüzüme bir gülümseme çöküyor, ondan sonra devam ediyorum hayatıma kaldığım yerden. Bir çocuk için -ki o çocuk hâlâ ben oluyorum- yıllar geçtikten sonra, babası hayatta olmadığında bile, ona güven verdiğini yeni fark ettiği bir cümleyi bu kadar net hatırlayabilmesi müthiş bir şansmış.
Yani 29 Mart günü, ben işten ayrılalı bir ay olduğunda, ben bir ay olduğunu bile fark etmemişim. Hiç farkına varmadan öyle inanılmaz yoğun ve harika bir ay geçirdim ki, zaman mekan mevhumum kalmadı.
Hayatımda ilk defa bunca koşturmaya hiç yorgun hissetmedim.
Hiç!
Demek insan sevdiği şeyi yapmaya başladığında gözü kusur görmez, bedeni hiç yorulmaz oluyormuş.
Mesela çok uzun zamandır her sabah sürekli bir bahane bulmak için kafa patlatırken, şimdi her sabah bir sürü güzel proje ve hayalimi gerçekleştirmek için kafa patlatıyorum.
İnsan ne gereksiz bir kötü enerji harcadığının, kendini nasıl tükettiğinin farkında olmuyor demek o çark içinde.
Dokuz günde Dubai-Londra-İstanbul-Adana-Mersin-Tarsus-Bodrum-İstanbul-Dubai yaptım. Hava koşulları, saat farkları, uçak rötarları, otel odaları arada koştuğum 21 kilometrecik... Hani hakikaten oradan oraya atlayan deli dana gibiydim. Ama ne kadar garip bir hafiflik var üzerimde tarif edemem size. Sanki hiiiç onca yol yapmamışım.
Tarsus Kaymakamlığı, Tarsus Belediyesi ve Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV) Tarsus Amerikan Koleji (TAC) işbirliği ile düzenlenen 8. Tarsus Yarımaratonu’nda dün, hayatımda ikinci defa 21 km koşmak için yola çıktım.
Siz bu satırları okurken ben, umuyorum, sağ salim koşmuş bitirmişimdir. Sonuçları, olanı biteni, Tarsus’ta koşu öncesi ve sırası yaşadıklarımı, yaptığım çekimleri, fotoları yani her şeyi, yarın Hurriyet.com.tr’de “Koş Yonca Koş-Tarsus” olarak okur, izler, öğrenirsiniz.
Hayatımın en keyifli ve anlamlı deneyimlerinden birini yaşadım hafta sonu Tarsus’ta. Yani şu an başlayıp haftalarca Tarsus’u, Tarsus’ta gördüklerimi, Tarsus Amerikan Koleji öğrencilerini, o çocukların bana anlattıkları projeleri, yaptıklarını ve yapacaklarını anlatsam anlatmalara doyamam.
Daha liseyi bitirmemiş çocukların, sonnn derece mütevazı bir şekilde hayata geçirdikleri sosyal sorumluluk projelerini; hapishanede anneleriyle yaşamak durumunda kalan çocuklar için, huzurevlerindeki yaşlılar için, Çocuk Esirgeme Kurumları’ndaki kendi başına satranç şampiyonu olmaya aday çocuklar için, babasız çocukların eğitimi için yaptıklarını anlatsam; bir daha asla “Bu ülke için umudum yok!” demeye yüz bulamazsınız. Yüzünüz kızanır, utanırsınız. Çünkü umut, ümit, ışık her bi şey var var var! Siz görmeyi isteyin yeter ki.
Ben, ısrarla sizlere, bu ülkede mucizeleri doğal kılan çocukları ve gençleri bulup çıkarıp tek tek tek usanmadan anlatacağım, inatla.
Eventist’ten Fatih Sarıkan’la haberleşip Tarsus Yarı Maratonu’na katılabileceğimi teyit ederken, size yemin ederim, bu kadar güzel şeyler öğreneceğimi, bu kadar özel insanlarla tanışacağımı, bu kadar hayranlık duyacağım çocuklarla bir araya geleceğimi hiç ama hiç düşünmemiştim.
Bü-yü-len-dim!
Son dakikada vizemi alabilmiş, uçağa son dakikada binmiş, Londra’ya gidiyordum.
Uçaktaki yerim tam kanadın üzerindeydi. Penceremden bulutlara bakıyordum.
Ne zaman bulutlara baksam aklıma Heidi gelir. Küçükken hep, tıpkı Heidi’nin jeneriğindeki gibi pıt pıt pıt bulutların üzerinde zıplayabileceğim günü hayal ederdim. Hatta zıplayabildiğimi düşünür, zevkten kocaman kahkahalar atardım.
İnsan çocukken, olanı olmayanı varmış ve olmuşçasına hayal edip, yaşayıp hissedebiliyor. Haaarika bir şey. Keşke bu çocukluk meziyetimizi büyürken korusak.
Penceremden baktığımda gördüğüm tüm bulutlar yine pofuduk pofuduk, insana garip bir huzur veren, binlerce şekle benzetip üzerlerine hikayeler yazabileceğiniz cinstendi.
Bulutlar kızgın olmadı mı hep böyleler zaten, aynı pamuk şeker.
O bulutların altından, tam da o an, bir sürü şehir, bir sürü dağ, ova, nehir, göl, deniz, köy, insan; milyonlarca hayat geçmekteydi.
- Sorunu unutup çözüme kitlenmek
- Bahaneleri tek tek tek savurmak
- Pes etmemek
- Sırf hoşa gitsin diye idare etmemek
- Ne olursa olsun doğruları söylemek
- Dürüst olmak, kendimi kandırmamak
- İyi düşünmek iyi düşünmek iyi düşünmek!