Paylaş
İçime işledi Sezen’in o acısına dalmış minicik olmuş gözleri. Hiçbir yerlere bakası olmayan hali beni ezdi bitirdi. Anladım ben Sezen’i.
“Hayatımın geri kalanı gitti, yetemedim” diyen Sezen’e baktıkça, bu kadını insanlar nasıl üzebilir, herkesi kucaklamasıyla övünen İzmirli, bizi de iliklerimize kadar saran Minik Serçeciğine nasıl bir zamanlar kızmış olabilir diye daldım gittim.
Sımsıkı sarılmak istedim ona. Harbi dostu, ruh ikizi olmayan, bunun eksikliğini böyle bilemez. Elinde böyle bir dostluk varsa, kıymetini bildiğin bir şeyin yasına şahit olunca korkar, sen de cayır cayır yanarsın. Bakamadım Sezen’in üzüntüsüne. Çok kıymetlidir arkadaşın. Onunla yaşarsın. Karşısında ruhun ve bedeninle çırılçıplak kalarak ağlayabildiğindir çünkü. Yargılamayan sağduyundur. Gidişi, aklına getiremediğin, konduramadığındır.
Fikri bile dayanılmazdır.
Sezen Aksu, zaman... Ben sana, insanlığına, dostluğuna kıyamadım. Asla da kıymam. Hamdolsun arkadaşlığına, varlığına. Allah herkese böyle arkadaşlık nasip etsin. Elinde olan da kıymetini sımsıkı bilsin. İşte ancak o zaman her şey, Yine çiçek... yine!
Yonca “Asmanın altında”
Gingko Biloba
Gingko Biloba özünden yapılan bitkisel ilaç hafızaya ve unutkanlığa iyi geliyormuş diye duymuştum. Hatta Alzheimer’e bile bir çeşit önlem gibi de olabileceğini söyleyenler vardı. Bu ara azıcık fazla unutkan olunca, deneyeyim dedim. Ama önce nasıl bi şeymiş bu Gingko Biloba diye google’a bakarken hakkında yazılanları okudukça, kafayı yedim!
Hiroşima’ya atılan atom bombasından sonra o bölgede ayakta kalan, ölmeyen, zarar görmeyen, dayanan tek canlıymış Gingko Biloba ağacı düşünebiliyor musunuz!
Atom bombasına bile kafa tutup o bombanın sonuçlarını tüm gövdesine, dallarına, yapraklarına özüne yani hafızasına katıp binlerce sene de o utancı unutturmayacak şekilde dimdik durarak yaşayan bu ağacın resimlerine ne olur bir bakın. Yüzlerce neslin ömrüne, iyi ve kötü gününe şahitlik eden, her şeyi kaydeden bu ağacın hafızaya iyi gelmesi tesadüf olamaz.
Bizdeki adı da “Mabet Ağacı”ymış... Müthiş! Çok ama çok etkilendim.
Yonca “Bitkisel bellek”
Nokta Nokta
- Magazin dergilerindeki o şıkıdım evlere dikkat ettiniz mi? Ev değil onlar. Müze müze! Cilalı toz tutmaz ayna gibi sehpalar üzerinde hiç ellenmemişçesine duran dergi ve kitaplar. Üstüne hiç toto değmemiş koltuklar. Bir yemek masası, Allah’ım bi ucunda oturanla öbür ucunda oturana anlaşsınlar diye acaba telsiz servisi mi var? Ev sahipleri hem çok çocuklu hem ünlü ama biblolar sanki hiç oğlunun topuna denk gelmemiş, kızı bebekleri hiç sağa sola yaymamış; her şey ilk gün konduğu gibi duruyor maşallah. Valla bizim ev önümüzdeki 10 sene daha ben ne yaparsam yapayım yine öyle durmaz. Bu evlerde yaşıyor mu bu insanlar yoksa sırf göstermelik mi derken ben; Burçin Orhon’la Süheyl Uygur’un evini gördüm. Nasıl gerçek bir ev biliyor musunuz! Ba-yıl-dım! Sıcacık rahatcacık ev. Ev değil hatta, yuva yuva! Kuş kondurulmamış olduğu için gerçek. Zaten Burçin Orhon son noktayı “Ben yaşanmamış gibi duran evleri sevmiyorum!” diyerek koymuş. Evlerinin yaşadığı, dağılıp neşelendiği, yani hayatta olduğu belli. Bana kendimi iyi hissettirdi.
- Saba Tümer’de Didem Uzel vardı. İki senedir Amerika’daymış. Görücü usulü tanıştığı aşk çağırmış, denemeye karar vermiş, gitmiş. İyi ki de gitmiş. Aşkın peşinden yürekten gittin mi ister görücü ister bilmem ne usulü, oluyor işte. Sabretmek, inanmak, çağırmak lazım. Nasıl belliydi mutluluğu, çok hoşuma gitti. O anlattıkça, birden gözlerinde işin büyüsünü kaçırmaktan ürktüğünü hissettim. Programı arayıp “korkma anladık seni” demek, içini rahatlatmak istedim.
- Binnur Zaimler’in Twitter’da sıkı takipçisiyim. Ne derse astrolojiye dair şak çıkıyor. Takip etmek isteyene Twitter adresi: @binnurzaimler
- Okumadıysanız, internetten bulun, Ece Temelkuran’ın Meral Okay için yazdığı yazıyı bir okuyun. Lütfen.
Paylaş