Paylaş
Çok hoşuma gidiyor maziyi düşünüp ince detay bir şeyleri hatırlamak, anmak, yazmak.
Böyle mayhoş bir tadı oluyor mazinin; tatlı-ekşi, acı-ekşi, acı-tatlı, karman çorman insani tatlar işte.
Baktığım her beni gülümseten şeyde veya canımı yakan olayda hemen babamın o uzun cümlesini hatırlıyorum. O meşhur, upuzun, bir paragraf tutan cümlesini.
Kardeşimle ne zaman saçmalasak babam sabırla bekler; zamanını kollar, alır bizi karşısına oturtur, her seferinde tek nefeste, hiç eksiksiz, aynı güven veren samimi tonda ve vurguda söylerdi cümlesini!
Yşte o cümle, olur olmaz bir yerlerde geliveriyor kulağıma. Hangi ortamda olursam olayım kalakalıyorum.
Filmlerde olur ya hani, sahnede bir sürü gürültü vardır; ama baş karakter hiçbir şey duymaz. Aynen o baş karakter gibi ben de sağır oluyorum bir süreliğine.
Kulağımda çınlayan babamın cümlesi bitiyor, yüzüme bir gülümseme çöküyor, ondan sonra devam ediyorum hayatıma kaldığım yerden. Bir çocuk için -ki o çocuk hâlâ ben oluyorum- yıllar geçtikten sonra, babası hayatta olmadığında bile, ona güven verdiğini yeni fark ettiği bir cümleyi bu kadar net hatırlayabilmesi müthiş bir şansmış.
Babam: “Çocuklar biz annenizle birbirimizi çok severek ve isteyerek evlendik, birleştik. Ben döl verdim, çok şanslıyız, siz dünyaya geldiniz; bir kızımız, bir oğlumuz oldu. Ben annenizi hiç aldatmadım, başka bir kadında gözüm olmadı. Biz birbirimize hiç yalan söylemedik. Ne benim, ne annenizin ne malda ne de mülkte gözü oldu; çünkü bizim en büyük servetimiz sizsiniz. Başka hiçbir şeyin önemi yoktur. Biz en büyük yatırımı sizlerin eğitimine yaptık. Siz bu hayatta iki kardeşsiniz! Birbirinizi sayın, sevin. Ben sizi, ailemi çok seviyorum!” Ah babam babam babam!
Beynime, iliklerime, kanıma, canıma, kafama, ruhuma işlemiş her kelimesi.
Aşkla seçme hakkı olmuş bir birlikteliğin ve hatta cinselliğin önemini işlemiş kalbime. Dürüstlük, doğruluk işlemiş ruhuma. Malla mülkle mutluluk olmadığını kazımış beynime. Servet denilen şeyin maneviyatta olduğunu dövmelemiş içime. Hayattaki en önemli kazancın eğitimle geldiğini belletmiş. Ha ama “Eğitim tek başına okuldan gelmez, aileden de gelir. Sadece parayla da olmaz, vizyon ve zihniyet de gerekir!” derdi. Yki çocuk yetiştiriyoruz biz de; bir kız, bir erkek, e kolay değil sürekli düşünüyoruz karı-koca, yaşıyoruz, anlıyoruz.
Başarıyı mallarda, mülklerde, zenginlikte aramamayı, bunlar için kavga etmemeyi çarpmış yüzüme o cümle. O yüzden bazen kendimi eşeklik ederken bulduğumda, şak diye dikiliyor bu cümle karşıma, kulağımda çınlayıp çekiveriyor incitmeden nazikçe.
Güven veriyor bu cümle bana, güven.
Babam gitti mitti ama, sıkıştım mı “Yetiş!” diyorum, yetişiyor da sanki.
Ya baksanıza, onca kavga gürültümüze rağmen, hâlâ ben bile şu yazdıklarımı diyebiliyorsam bugün, bu iyi bir şey yahu!
Bayağı kafa patlattım, neden ha bire her bardağın dolu tarafına bakıyorum, her toz bulutundan güneşi seçiyorum diye çünkü bazen benim bu halim abartı gibi gelebiliyor sizlere, oysa değil, pek övünüyorum bu halimden utanmadan bir de...
Meğer bu cümle bayağı bir yokluk içinde varlığın güzelliğini bas bas anlatıyormuş ve nereden baksanız babam ben 23 yaşıma gelene kadar haftada en az beş kere söylemiştir aynı şeyleri. Kah ağlayıp kah gülerken ailece; insan olduğumuzu, bir şeyler mükemmel olmasa da iyi olabildiğimizi anlatırmış çaktırmadan.
Huzurmuş bu cümle; güvenmiş, iyiymiş.
Gerekmiş.
Bilmiyorum tam anlatabildim mi gelgitlerimle; çünkü çok isterim anlatabilmiş olmayı.
Ondan, varlık içinde yokluğu yaşayanları anlayamıyorum asla. Az da iyidir.
Tek derdimiz huzur olsun valla!
Yonca “yok yok”
Paylaş