Ankara geliştirdiği yeni dış politikasının işaret fişeğini, Tahran’da yaktı.
İRAN ÖNCESİ ENDİŞELER
Herşey, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suudi Arabistan’ın yeni Kralı Selman bin Abdülaziz’ı geçtiğimiz ay ziyaret etmesiyle başladı.
Sormaya başladık: Türkiye’nin Körfez ülkeleriyle ilişkilerini düzeltmesi, yeni bir açılıma mı işaret ediyor? Yoksa bölgedeki mezhep savaşının tarafı mı oluyoruz?
Bu ziyaretten tam üç hafta sonra da Ankara, Yemen için kurulan Sünni koalisyonu desteklediğini açıkladı. Bu da, Türkiye’nin mezhep çatışmasının tarafı olduğu endişelerini iyice arttırdı.
Hemen akabinde ise Erdoğan, İran’ın bölge politikalarını sert bir dille eleştirdi. İran’dan tepkiler ise gecikmedi. Artık herkes, Türkiye’nin İran’ı karşısına almak pahasına bu kavgaya müdâhil olduğundan emindi.
Ve bahisler açıldı: İran gezisi iptal edilecek mi? Yoksa Erdoğan yine de gidecek mi?
YEMEN operasyonu, bölgede zaten var olan kaosun üzerine resmen tuz biber ekti. Bir anda mezhep çatışmasını zirveye taşıdı. O kadar ki, Arap Ligi tarihte ilk kez bir “Arap ordusu” kurdu.
Hemen akabinde İran ve P5+1 ülkeleri arasında nükleer ön anlaşma imzalandı. Bir diğer deyişle, İran ve Batı arasındaki buzlar kırıldı.
Bu da Sünni cephesini birbirine daha da çok kenetledi.
Peki tüm bunlar ne anlama geliyor? Yeni denklemde kim nereye düşüyor?
KAZANAN: İRAN VE ESAD
Zira hem İran’ın Yemen’deki rolü çok abartılıyor.
Hem de Yemen operasyonu yüzünden ABD’nin İran’la karşı karşıya geldiği sanılıyor.
İRAN’IN ROLÜ ABARTILIYOR
Malûm, Suudi Arabistan liderliğindeki 10 üyeli “Sünni koalisyon”un hedefi, Yemen’deki Şii Husiler. Ancak bu, operasyona takılan kılıf. Asıl hedef elbette Husileri destekleyen İran.
Ancak İran’ın Yemen’deki rolü çok abartılıyor. Zira İran Yemen’e, Irak ve Suriye’ye olduğu gibi müdâhil değil. Husilere maddi destek ve silah verdiği doğru. Ama askeri olarak doğrudan dahli yok.
Dahası, Husiler üzerindeki etkisi de fazla değil. Zira Tahran senelerce Husilerin Yemen’deki mücadelesini görmezden geldi. Bu nedenle Husiler, Hizbullah gibi İran’ın “kuklası” hâline gelmedi.
Kaldı ki Husiler de kendilerini son zamanlara kadar mezhep üzerinden tanımlamıyordu.
*
Zaten belki de bu yüzden İhsanoğlu, seçimlerin hemen ardından izini kaybettirdi.
Ancak sonunda, geçtiğimiz hafta ortaya çıktı. Hem de Roma’da. Dünyanın en köklü kuruluşlarından Ducci Vakfı’nın kendisine verdiği “Barış Ödülü”nü alırken. Bu uluslararası ödül, dinler arasında köprü kuran kişilere veriliyor.
*
SANKİ bu ödül, bize İhsanoğlu’nun aslında kim olduğunu hatırlattı: 2004-2014 arasında İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri.
Yani Birleşmiş Milletler’den sonra dünyanın ikinci büyük uluslararası örgütünün, ilk Türk lideri. Ki bu, bir Türk’ün bugüne kadar ulaştığı en yüksek uluslararası makam.
Hemen ilkiyle başlayalım.
*
HER ŞEYDEN önce, uzun zamandır IŞİD’le oturup, IŞİD’le kalkıyoruz. Örgüte karşı hem bölge ülkelerinin, hem uluslararası toplumun harekete geçmesi yıllar aldı.
Geçtiğimiz yaz sonunda nihayet bir koalisyon kuruldu. Yine de hava operasyonu ancak aylar sonra başladı.
Yemen’de ise her şey ışık hızıyla gelişiyor. Bir anda Suudi Arabistan’ın başını çektiği hava operasyonuna, bölgeden 10 Sünni ülke katıldı.
ABD anında lojistik ve istihbarat desteği verdiğini açıkladı. Şu saatlerde ise Arap Birliği Mısır’da, uzun zamandır istediği “Arap ordusu”nun kurulmasını oyluyor.
*
BU
Barışın pozitifi, negatifi mi olur demeyin. Oluyor... Ve bu Nevruz’la birlikte, Türkiye negatif barıştan pozitif barışa geçtiğini ilan ediyor.
Pozitif Barış, Negatif Barış
JOHN Galtung, Norveçli bir akademisyen. Ve barış ve çatışma araştırmalarında dünyanın en önde gelen ismi. Galtung, barışı iki gruba ayırıyor: Pozitif ve negatif barış.
Buna göre negatif barış, şiddetin olmaması anlamına geliyor. Yani negatif olan bir şeyin, şiddetin ortadan kalkması. Bir diğer deyişle, çatışmasızlık.
Pozitif barış ise şiddeti doğuran şartların giderilmesi demek. Ve de barışın kalıcı olması için gereken şartların yerine getirilmesi.
*
TÜRKİYE bir haftadır Japonya’ya çıkarma yapmış durumda. AFAD’ın liderliğinde, benim de dahil olduğum çok geniş bir heyet, önce adanın kuzeydoğusunda, Sendai’deydik. Birleşmiş Milletler’in düzenlediği, 190 ülke liderinin katıldığı güvenlik konferansına katılmak üzere.
Hemen ardından başkent Tokyo’da aldık soluğu. Bu kez Ankara merkezli düşünce kuruluşu SETA’nın (Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı) düzenlediği toplantılar için. Bu sayede ülkenin önde gelen gazeteci, akademisyen ve sivil toplum temsilcileriyle buluştuk.
Ve buradan bakınca şunu anladık: Japonya’nın gündemini IŞİD ele geçirmiş durumda. Dahası, örgüt resmen ülkeyi dönüştürüyor. Bunun ucu Türkiye’ye de dokunuyor.
*
IŞİD
Zira Türkiye üç gündür Suriye sorununu burada dünyanın gündemine taşıyor.
*
190 ülkenin lideri, cumartesi gününden bu yana dünyanın bu ırak köşesinde toplanmış durumda. Birleşmiş Milletler’in (BM) düzenlediği “Dünya Afet Riskini Azaltma Konferansı”na katılmak üzere. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon da burada.
Türkiye’yi ise Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ve Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin temsil ediyor. AFAD’ın liderliğinde, benim de dahil olduğum Türkiye’den çok geniş bir heyet de Sendai’ye çıkarma yapmış durumda.
Sebebi ise: Bu yıl Türkiye’nin dünyanın odak noktası olması.
*
DÜNYA liderleri burada kafa kafaya vermiş, karşılaştıkları risklerle başa çıkmanın yollarını arıyor. Zira ülkeler artık risklerle tek başlarına başa çıkamadıklarının farkında.
Peki neden Japonya? Çünkü Japonya da Türkiye gibi bir deprem ülkesi. 2011’de yaşadıkları 9.0 büyüklüğündeki deprem, dünya tarihinin en büyük beş depremi arasında.