Önce: Suriye’ye asker mi gönderiyoruz?
Ankara’da görüştüğüm tüm güvenilir kaynaklarım, bunun kesinlikle mevzu bahis olmadığını söylüyor.
Dün Türkiye ile Suudi Arabistan’ın Esad’a karşı muhalifleri desteklemek için anlaştığı iddiası ortaya atıldı. Bu doğru mu?
Telefonla ulaştığım Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç, haberi ne yalanlıyor, ne de doğruluyor. Şunu söylemekle yetiniyor: “Suudi Arabistan’la Suriye konusunda görüşlerimiz örtüşüyor. İşbirliğimiz devam ediyor.”
Ankara’daki önemli bir güvenlik kaynağım ise, son zamanlardaki Türkiye-Suudi Arabistan-Katar yakınlaşmasının Suriye muhalefetini güçlendirdiğini teslim ediyor.
“Daha önceleri farklı ülkeler sahada farklı politikalar izleyerek birbirinin altını oyuyordu. Şimdi ortaklaşma başladı” diyor.
Oklahoma Üniversitesi’ndeki Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nin başında bulunan, ABD’de Suriye’yi en yakından takip eden uzmanlardan Joshua Landis ise iddiayı doğruluyor.
Bu üç ülkenin Ahrar el Şam ve Ceyş’ül İslam gruplarını desteklemeye karar verdiklerini ve bu grupların Nusra ile işbirliği yapmalarına geçici olarak göz yumduklarını söylüyor.
Medyanın koyduğu teşhis bu. Zira Cuma günü, siyahi genç Freddie Gray’in ölümünden şüpheli bulunan 6 polis yargılandı. Pazar akşamı da bir haftadır süren sokağa çıkma yasağı sonunda kaldırıldı.
Peki sahiden ateş söndü mü? Bir anda yandı, bitti, kül mü oldu?
GÖSTERİLER BÜYÜYOR
Baltimore’da bulunan Johns Hopkins Üniversitesi’nde Sosyoloji Profesörü olan Sahan Savaş Karataşlı, bunun aksini söylüyor: “Tam tersi, sokaktaki kalabalıklar gitgide büyüyor. Ve şehirde hâlâ her yer polis ve asker. ‘Baltimore sakinleşiyor’ denilince, buradaki halk çıldırıyor” diyor.
Ona göre değişen tek şey, yağma-yıkma olaylarının ortadan kalkmış olması.
Peki kalabalık neden giderek büyüyor?
Ve Sırbistan hâlâ Kosova’nın bağımsızlığını tanımıyor.
Balkanlar’da neler oluyor? Yeni bir Bosna ve Kosova savaşı mı eşikte?
ARNAVUTLUK BAŞBAKANI’YLA BAŞ BAŞA
Bu soruları baş başa sohbet etme imkânı bulduğum Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’ya bir bir soruyorum.
Edi Rama, bugüne kadar hiç görmediğimiz tarzda bir siyasetçi.
Bu sözler, Mustafa Kemal Atatürk’e ait. Tarih, 18 Mart 1934. 1. Dünya Savaşı bittikten sonra evlatlarının Çanakkale’deki cenazelerini merak eden Avustralyalı ve Yeni Zelandalı ailelere bu sözlerle sesleniyor.
ATATÜRK’TEN ERDOĞAN’A
Tarih, 24 Nisan 2015. Bu sefer aynı sözler, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ağzından dökülüyor. Çanakkale Savaşı’nın 100. yıldönümü töreninde. Zaferin asıl yıldönümü olan 25 Nisan’dan bir gün önce.
*
Ne yapıyorlar?
Ve bizler haftalardır soykırım tartışmasına kilitlenmişken, onlar tüm bu olan bitene ne diyor?
24 Nisan onlar için ne ifade ediyor?
Cevapları bulabilmek için, Emin Mahir Balcıoğlu’nun peşine düştüm.
Neden Balcıoğlu?
Çünkü o hem babasını, hem teyzesini Asala’ya şehit vermiş. Ancak onu asıl istisnai kılan, kendisini nefretten tamamen arındırmış olması. Dahası, yıllardır Türk-Ermeni dostluğu için mücadele ediyor.
Bu sözler ABD’de, Los Angeles’ta yaşayan bir Ermeni’den. Yani diyasporadan geldi. Bir önceki, “soykırım tartışmasını nasıl aşarız” başlıklı yazımdan hemen sonra.
Türkiye’de ve yurtdışında yaşayan Türklerden ve Ermenilerden aldığım çok sayıda mesajdan sonra, bugün şu soruyu irdelemek istedim:
Soykırım tartışmasını neden aşmalıyız?
HUKUKİ MUĞLAKLIK
Öncelikle, bu çok muğlak bir tartışma.
Zira herşeyden önce, uluslararası hukuk bir suçun soykırım olup olmadığına dair nihai bir karar veremiyor.
Bu, geçtiğimiz yıl 26 Nisan tarihli yazımın ilk cümlesiydi.
Zira o zaman başbakan olan Erdoğan, Türkiye tarihinde bir ilke imza atmıştı. 24 Nisan öncesinde, bir taziye mesajı yayınlamıştı.
Bugün ise 24 Nisan’ı bambaşka bir ortamda karşılıyoruz. Herkes ve her şey, soykırım tartışmasına kilitlenmiş durumda.
Taziye mesajı
RESMİN TAMAMI
ÖNCE Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz ay Suudi Arabistan’ı ziyaret etti. Ve Körfez ülkeleri ile ilişkileri tazeledi.
Hemen akabinde Ankara, Yemen için kurulan Sünni koalisyonu desteklediğini açıkladı.
Ancak bu, resmin daha yarısıydı.
Geçtiğimiz hafta ise resim tamamlandı. Erdoğan’ın bu sefer mezhep çatışmasının diğer tarafına, İran’a yaptığı ziyaretle.
Beklenenin aksine, Tahran ziyaretinde iki ülke olabildiğince yakınlaştı.
Dahası bu gezide, AKP döneminde ilk kez mezhepçiliğe karşı bu kadar açık ve yükses perdeden bir duruş ortaya kondu. Ve Ankara arabuluculuk rolünü uzun bir aradan sonra yeniden gündeme taşıdı.