Tufan Türenç

Halkın oyları tek güç

22 Kasım 2006
TÜRK halkı 2007’de yapılacak iki seçim konusunda çok tedirgin. <br><br>Herkes birbirine şu soruyu soruyor: "Ne olacak?" Bu sorunun açılmışı ise şöyle:

"AKP yeniden tek başına iktidar olur mu? Olmaması için ne yapmak lazım?"

Halkın kafasında aslında bu sorulara yanıt da var:

"Solda ve sağdaki partiler birleşmeli. AKP’ye karşı alternatifler oluşturulmalı."

Bu yanıt gazetecilere dönük istek de getiriyor:

"Aman bu birlik konusunu devamlı işleyin."

Halkın bu tedirginliğinin ne kadar haklı gerekçelere dayandığı AKP iktidarının ülkeyi götürmek istediği yere dönük niyetlerden kaynaklanıyor.

Hem cumhurbaşkanlığı, hem de genel seçim halkın tedirginliğini haklı hale getirecek şekilde sonuçlanırsa bundan rejim de olumsuz etkilenecek.

Siyasi parti yönetimlerinin bir an önce halkı umutlandıracak adımları atmaları kaçınılmazdır.

* * *

Geçenlerde İstanbul Milletvekili ve araştırmacı Bülent Tanla ile konuşurken onun da aynı duyarlılık içinde olduğunu anladım.

Tanla, önümüzdeki genel seçim konusunda üzerinde durulması gereken çok ilginç değerlendirmeler yaptı.

Tanla’ya göre geçmiş seçimleri belirleyen etkenler şunlardı:

ABD...

Washington seçilmesini istediği partinin halkın eğilimine de uygun olmasına özen gösterirdi.

İkinci etken büyük sermaye...

Büyük sermaye kendi çıkarlarına ters düşmeyen partinin iktidar olmasında önemli rol oynardı.

Üçüncü etken Silahlı Kuvvetler.

* * *

Tanla’nın ilginç değerlendirmelerine devam edelim.

2007 Kasımı’nda yapılacak genel seçimlerde bu düzen değişti.

Birinci etken yine Amerika...

Ama Washington bu kez halkın eğilimlerini değil, kendi Ortadoğu politikalarını benimseyecek bir iktidar istiyor.

Yani Büyük Ortadoğu Projesi’ne uygun bir iktidar.

(Burada ben bir yorum yapmak istiyorum. Bana göre Washington malum nedenlerden kerhen de olsa hala AKP’yi destekliyor. Bunu düşünerek halkımızın çok bilinçli hareket etmesi gerekiyor.)

İkinci etken "yeşil sermaye"...

Bundan önceki seçimlerde etkili olan büyük sermayenin yerini AKP iktidarında "yeşil sermaye" aldı.

Bir de belediyelerin elindeki devasa fonlar...

Belediyelerin parasal gücünün yeşil sermayenin parasal gücü ile aynı doğrultuda kullanıldığından en ufak bir kuşku duymamak gerekir.

Üçüncü etken tarikat ve cemaatler...

AKP iktidarında tarikatların ve cemaatlerin ne kadar güçlü hale geldiği malum.

Bülent Tanla çok çarpıcı bir gerçeğe de dikkat çekiyor:

"Seçimde harcanacak para 500 milyon dolar. Partilerin devletten aldıkları yasal para ise 200 milyon dolar. Demek ki partilere artı 300 milyon dolar para gerekiyor."

Partiler içinde sadece ve sadece AKP’nin para sorunu olmadığını biliyoruz.

Bu paranın gücüyle oluşacak iktidarı önleyecek tek güç ise halkın oylarıdır.
Yazının Devamını Oku

Neden imam hatipler?

20 Kasım 2006
ÇAĞDAŞ eğitim temel olarak akıl ve bilimi esas alır. Amaç, bilgi çağına ayak uydurabilecek donanım ve bilgiye sahip nesiller yetiştirebilmektir. Dini eğitim ise vahiyi esas alır. Onu aklın ve bilimin önüne koyar.

O nedenle çağdaş eğitimin içinde dini eğitim yer alamaz.

İmam hatip okullarında ise normal eğitimin içinde dini eğitim de verilmektedir.

Bugüne kadarki uygulamada bu okullarda verilen eğitimde dini anlayışın ön plana geçtiği görülmüştür.

Yani vahiy daima aklın ve bilimin önüne konmuştur.

Bu durum, çağdaş eğitimin felsefesine ve amacına terstir.

Aydın ve çağdaş din adamları yetiştirmek amacıyla kurulan imam hatipler, zaman içinde laik demokratik cumhuriyet karşıtı insan yetiştirir hale getirilmişlerdir.

Ayrıca iktidarların oy hesapları nedeniyle ihtiyacın çok çok üzerinde imam hatip lisesi açılmış ve öğrenci sayısı yüz binleri bulmuştur.

Bununla da yetinilmemiş, iş kız imam hatip liselerine kadar götürülmüştür.

* * *

Zaman içinde imam hatip lisesi mezunlarının bütün fakültelere girmesi için çalışmalar başlatılmıştır.

İmam öğretmen, imam doktor, imam yargıç, imam vali yetiştirmek için üniversite giriş sınavlarında delikler açılmaya çalışılmıştır.

Burada strateji şudur: "Laik cumhuriyeti İslam anlayışının egemen olduğu bir devlet haline getirmek..."

Ama bu hedefe bugüne kadar ulaşılamamış, üniversiteler ele geçirilememiştir.

Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra Tayyip Erdoğan veya aynı dünya görüşüne sahip bir kişinin Çankaya’ya çıkmasıyla bu hedefe varılacaktır.

Çağdaş Eğitim Vakfı’nın açıkladığı bir araştırma, imam hatip okullarında okuyan öğrencilerin beyinlerinin hangi dünya görüşü ile doldurulduğunu ortaya koymaktadır.

"Bu okullarda okuyan öğrencilerin yüzde 80’i Anayasa’nın İslami kurallara dayandırılmasını istemektedir.

Yüzde 83’ü kadınların örtünmesinden yanadır.

Yüzde 60’ı kız ve erkek çocuklarının ayrı okullarda okumasını istiyor.

Yüzde 56’sı Türkiye’nin İslam dünyasının bir parçası olması gerektiğini söylemektedir.

Yüzde 86’sı ise
’Alkol tüm ülkede yasaklansın’ demektedir."

İşte imam hatip liselerinde yetiştirilen öğrencilerin beyinlerine sokulan çağdışı dünya görüşü ile ilgili bazı ipuçları...

Bu kafalara teslim edilen Türkiye’nin nerelere sürükleneceğini görmek hiç de zor değil.

İşte bu gerçekler imam hatiplerin kapatılmasını zorunlu hale getirmektedir.

* * *

Son bir not vermek istiyorum.

Bu yıl 18 Kasım Cumartesi günü itibarıyla Anıtkabir’e Atatürk’e koşan insan sayısı tam 6 milyon 464 bin 336 oldu.

Geçen yıl, yani tüm 2005’te ise bu rakam 3 milyon 801 bin 340 kişiydi.

Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP’liler bu sonuçları doğru değerlendirebilirlerse, önemli dersler çıkarabilirler.

Bunu özellikle de Türkiye’nin medarı iftiharı olan Milli Eğitim Bakanı(!), daha doğrusu imam hatipler bakanı Hüseyin Çelik yapmalıdır.
Yazının Devamını Oku

Politika dışı bir yazı

18 Kasım 2006
BEN kulüp yöneticisi olsam Altan Tanrıkulu ile Sadi Yaşar Kemal’in Denizlisporlu Yusuf’la yaptıkları söyleşiyi genç futbolculara okuturum. Fransızların bir sözü vardır, "Gençler bilse, ihtiyarlar yapabilse" derler.

31 yaşındaki Yusuf’un söyledikleri genç futbolcuların ibret alacakları derslerle dolu.

Şöyle diyor:

"Bugünkü aklım ve profesyonelliğim 24 yaşında olsaydı Real Madrid’de banko oynardım. En az Zidane kadar yararlı olurdum."

Yusuf
ender rastlanan yeteneklere sahip bir futbolcuydu.

Yıllar önce Fenerbahçe’ye büyük umutlarla geldi. Herkes onun Türk futbolunun yıldızı olacağından emindi.

Tekniği çok yüksekti. Çalım üstadıydı. En kapalı defansları darmadağın edebiliyordu.

Ama Yusuf bu yeteneklerine güvenip İstanbul’un renkli eğlence anaforuna kapılıp kendini kaybetti.

* * *

Gençti, yakışıklıydı ve şöhretliydi. İstanbul’un fettanları çevresini sarıverdi.

Onlarla olabilmek için yaşamına dikkat etmedi, antrenmanlarını aksattı.

Kısa süre sonra sahaya çıktığında futbolunu sergileyecek gücü bulamadı. Önce yedek, sonra kadro dışı kaldı.

Sonunda Fenerbahçe onu bir başka kulübe sattı.

Yusuf Şimşek’e eski kulübü Denizlispor kucak açtı.

Şimdi futbol yaşamını orada sürdürüyor ve geçmişe bakarak o yetenekli futbolcu Yusuf’a yaptığı ihanetin bedelini ödüyor.

Yusuf gibi yeteneğini heba eden çok sayıda futbolcu geldi geçti sahalardan.

Hepsi de iş işten geçtikten sonra neler kaybettiklerini anladılar.

Yineliyorum, bu söyleşiyi bütün genç futbolcular okusunlar.

Buradan bir başka önemli konuya geçmek, ilginç bir araştırmadan söz etmek istiyorum.

Medya Takip Merkezi’nin 1600’e yakın gazete, dergi, TV kanalı ve internet haber sitelerinde yaptığı araştırmanın sonuçları çok ilginç.

Bu araştırmaya göre medyanın eylül ayı kraliçesi Hülya Avşar.

Hülya Avşar
tam 1.899 haberle girmiş medyaya. Onu sırayla 1.394 haberle İbrahim Tatlıses, 1.216 haberle Pınar Altuğ izliyor.

Liste şöyle devam ediyor:

"Sezen Aksu 971, Reha Muhtar 765, Ajda Pekkan 686, Mehmet Ali Erbil 631, Özcan Deniz 619, Hande Ataizi 576 ve Sibel Can 573."

Şimdi bu sonuçların değerlendirmesini yaparsak suçlu kim?

Bu isimlere bu kadar yer veren medya mı?

Yoksa bu haberleri açık ara en çok okunan, en çok izlenen haberler haline getiren Türk okurları, seyircileri mi?

Gerek yazılı basın, gerekse görsel basın okunmayan, izlenmeyen haberlere programlara kesinlikle yer vermez.

Okurların ve seyircilerin medyayı sorumsuzlukla suçlamadan önce bu gerçekleri de düşünüp bir özeleştiride bulunmaları gerekir.

Bu olumsuz oluşumda medyanın da sorumsuzluğu var kuşkusuz.

Okurlar ve seyirciler daha duyarlı olabilseler medya magazin haberleri kullanmada daha ölçülü hareket eder.

İş öyle çığırından çıktı ki köşe yazarları bile magazin dünyasının parçaları haline geldiler.

Hatta bu yüzden okurlarının içinde birbirleriyle kavga bile ediyorlar.
Yazının Devamını Oku

Milli Eğitim Şûrası ve açığa çıkan niyetler

17 Kasım 2006
BUNDAN dört yıl önce Beşiktaş’ın Ümraniye’deki Nevzat Demir Tesisleri’nin açılışında halkın, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e yaptığı sevgi gösterileri beni çok etkilemişti. Cumhurbaşkanı Sezer, tören alanına girer girmez halk büyük bir coşkuyla "Türkiye seninle gurur duyuyor" diye bağırmaya başlamıştı.

Cumhurbaşkanı Sezer’in yaptığı kısa konuşma, atılan slogan nedeniyle sık sık kesilmişti.

Oysa Cumhurbaşkanı, siyasetten gelen bir insan değildi. Arkasında siyasi bir partinin desteği de yoktu.

Gösterilen sevginin kaynağı, halkın yüreğindeki duyguları kapsıyordu.

Bu olayı, kimin cumhurbaşkanı olacağı konusundaki tartışmalar nedeniyle anımsadım.

Halkın sadece yüzde 25’ini temsil eden AKP’nin seçeceği cumhurbaşkanının Çankaya’ya çıkması durumunda neler yaşanacağını düşünüyorum.

Örneğin, Recep Tayyip Erdoğan seçilirse Çankaya’da nelerle karşılaşacak?

Halk Erdoğan’ı da Sezer gibi benimseyebilecek mi?

Sezer’e, "Türkiye seninle gurur duyuyor" diye bağıranlar, Erdoğan’a hangi sloganları atacak?

Erdoğan’ın canını sıkacak "Türkiye laiktir, laik kalacak" sloganlarını atanları susturmak mümkün olacak mı?

Tayyip Bey’in katıldığı törenlerde yaşanacak gerilimler, rejimi nasıl etkileyecek?

* * *

Bunun da ötesinde, bireysel ve kurumsal tepkiler nasıl bastırılacak?

Cumhurbaşkanlığı makamının uğrayacağı yıpranma ne olacak?

Erdoğan bıktırıcı tepkilere direnebilecek mi?

Buna sinirleri dayanabilecek mi?

Yüzde 25 destekle Çankaya’ya çıkanların incitici tepkilerle, hatta hakaretlerle karşı karşıya gelmeleri kaçınılmazdır.

Eğer bir cumhurbaşkanı, halkın yüzde 75’inin içine sindiremediği, o makama layık görmediği bir kişiyse orada oturması manevi bir işkenceye dönüşür.

Tayyip Bey seçim yaklaştıkça istediği kadar laiklikten yana olduğunu vurgulamaya dönük nutuklar atsın.

Çankaya’ya çıktığında karşılaşacağı gerçekler değişmez.

AKP’liler kendilerini kandırmasınlar, Tayyip Bey Çankaya’da daha kötü tepkilerle karşılaşabilir.

* * *

Laikliği katleden bir Milli Eğitim Şûrası toplayan ve kararlar aldıran hükümetin Başbakan’ının, Çankaya’ya çıktığında halktan saygı ve sevgi görmesi nasıl beklenebilir?

Türk eğitiminin sorunlarını sadece imam hatiplilerin devlete egemen olmasına indirgeyen bir dünya görüşünün temsilcisinin Çankaya’da halk tarafından benimseneceğini düşünmek aymazlık olur.

Bilgi çağına giren bir dünyada Hüseyin Çelik gibi bir Milli Eğitim Bakanı’nı bu göreve getirmek, Tayyip Bey için büyük bir hatadır.

Türkiye içinse büyük bir talihsizliktir.

AKP kadrosunun kafalarındaki laikliğin ne olduğunu bu şûra bir kez daha ortaya çıkardı.

Batılılar harıl harıl bilgi çağına uygun nesiller yetiştirmek için kafa yorarken, AKP çağdaş eğitimi din eğitimiyle kuşatmanın yollarını arıyor.

Türk seçmeni, AKP’nin gerçek niyetlerini ortaya çıkaran Milli Eğitim Şûrası’nı iyi değerlendirip sandığa gitmelidir.

Türkiye’nin kurtuluşunun anahtarı budur.
Yazının Devamını Oku

Siyaset bilgesinin verdiği dersler

15 Kasım 2006
ÖNCEKİ akşam Taksim Toplantısı’nda Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Demirel’i dinledik. Salonu dolduranlar tam 3.5 saat sandalyelerine çakılmış halde siyaset ustasının verdiği dersi soluk almadan izlediler. Demirel önce dünyanın durumu hakkında genel bir değerlendirme yaptı. Sonra Türkiye ile ilgili görüşlerini açıkladı, yapılması gerekenleri ve önerilerini sıraladı.

Yıllardan beri gazeteci olarak izlediğim Demirel’i ilk kez bu kadar endişeli gördüm.

Siyaset bilgesi şu 4 konuda endişeliydi:

Avrupa Birliği ile ilişkiler, cumhurbaşkanlığı seçimi, siyasetteki bölünmüşlük, Türkiye’nin bilgi çağını kaçırma olasılığı...

Yerimiz el verdiği ölçüde bu konuları ele alalım.

* * *

Demirel anlatıyor:

"Türkiye her zaman Avrupa’nın içinde oldu. Osmanlı Avrupa’nın dışında kaldığı için dağıldı. Türkiye Avrupa Birliği’nden kesinlikle vazgeçmemelidir.

Avurpa Birliği ile ilişkiler 45 yıldan beri hiç bu kadar kötü duruma girmedi. Bu üzücüdür. Türk halkının AB’ye destek hiçbir dönemde yüzde 70’in altına düşmedi. Bu durum endişe vericidir."

Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili endişeleri ise şöyle:

"Halkın yüzde 26’sını temsil eden bir iktidar cumhurbaşkanı seçerse bu sürekli rahatsızlık yaratır. Atatürk ve İnönü tartışılmaz. Bayar’ınki de öyle. Gürsel ihtilalin cumhurbaşkanıydı. Sunay’ı biz seçtik. Şartlar öyle gerektiriyordu. Korutürk’ün seçimi dengeler nedeniyleydi. Yedinci cumhurbaşkanı kendi geldi oturdu. Özal’ın seçilmesi de rahatsızlık yarattı. Sonra ben geldim. Bana kimsenin itirazı olmadı. Ahmet Necdet Sezer’i Meclis seçti. Yapılacak seçimde temsil yeterli değil. Sadece AKP’nin seçmesi rahatsızlıklara yol açar."

Demirel’
i belki de en fazla endişelendiren konu siyasetteki bölünmüşlük.

"Her taraf parçalandı" diyor ve ekliyor: "Ben vatandaşın ’Seçim bir çare olacak mı?’ endişesinden daima korkarım. Bu dönemde medyaya, sivil toplum örgütlerine ve üniversitelere büyük görevler düşüyor. Kurumlar arasındaki çatışmalar içte ve dışta ülkeye büyük zararlar verir.

Sakın kimse ’Canım bozulduğu kadar bozulsun, asker gelir düzeltir’ demesin. Sandığa gitsin, ülkeyi yönetecek ehil insanları göreve getirsin. Çare budur."

Dünyanın yaşadığı bilgi çağının önemine değinen Demirel’in değerlendirmeleri de şöyle:

"Türkiye 10 yıl içinde bu yeni çağın gereklerini yerine getiremezse treni kaçırır. Bu 10 yıl içinde Türkiye teknolojiyi üretmek zorundadır. Teknoloji ithal ederek bu çağı yakalayamazsınız."

İrtica konusuna da değinen Demirel, kimsenin irticadan korkmamasını özellikle vurguladı ama şu uyarıda bulundu:

"Korkmayın diyorum ama uyuyup da kalın demiyorum."

Siyaset bilgesinin son uyarısı "Türkiye, ekonomisini, politikasını ve yargı sistemini düzeltmek zorundadır" oldu ve konuşmasını şu kısa fıkrayla bitirdi:

"Amerikalılar Kruşçev’e ’Rusya’nın ekonomisi nasıl? Bize tek sözcükle anlatabilir misiniz?’ diye sormuşlar. ’İyi’ demiş. Amerikalılar şaşırmışlar çünkü Rus ekonomisinin çok kötü olduğunu biliyorlar. Yeniden sormuşlar ve iki sözcükle yanıtlamasını istemişler. Kruşçev şöyle yanıtlamış:

’İyi değil...’"
Yazının Devamını Oku

’Türkiye laiktir, laik kalacak’ maç sloganı değil

13 Kasım 2006
SİYASET, siyasetçilerin gözlerini kör edecek kadar büyülü bir dünyadır. Bu dünyanın en büyük iksiri de umuttur. Bu dünyaya kapılanlar akıl almaz pembe umutlara kapılırlar.

Hiçbir zaman halkın öfkesini, tepkisini göremezler. Görseler bile görmek istemezler.

Onlar kapıldıkları pembe umutların etkisiyle bulutların üzerinde yaşarlar.

Her siyasetçi bu büyüden az veya çok etkilenir. Hiç etkilenmeyeni ise yoktur.

Bakın Tayyip Erdoğan, Bülent Ecevit’in cenaze törenindeki tepkilerden ders çıkaracağına, "Türkiye laiktir, laik kalacak" diye tutulan tempoları maç sloganı olarak yorumluyor.

Başbakan bağıranlara şu soruyu yöneltiyor:

"Bunu kime söylüyorsunuz, mücadele edenlere mi? Bunu söylemenin ne anlamı var? Bunun dışında bir şey yapan mı var da söylüyorsunuz?"

Allah için hiç yok!

Peki bakalım var mı, yok mu?

* * *

Çağdaş eğitimi, din eğitimiyle sulandıran benim. İmam hatipleri yaygınlaştırmak için her türlü yolu benim Milli Eğitim bakanım zorluyor.

Devletin en kritik yerlerine "molla" kafalıları da ben oturtuyorum.

Yeşil sermayeyi ihaleler dağıtarak ben kollayıp palazlandırıyorum.

Aylardır TRT’yi köy imamının yönetime veren de benim.

Cumhuriyetin bütün kurumlarıyla ben kavga ediyorum.

İçki satışlarını engellemek için her türlü engellemeyi ben yapıyorum. İçkili yerleri ben kapatıyorum.

Parka cami kondurmaya, kadınlar parkı yapmaya benim belediye başkanlarım kalkıyor.

Üniversitelere, kamusal alanlara türbanı sokmak için ben yanıp tutuşuyorum.

Saymaya devam edersek AKP hükümetinin laikliği ortadan kaldırmak için yaptıklarını değil bu köşeye, gazeteye sığdırmaya olanak yok.

Bunların hepsini Tayyip Bey ve partisi değil, ben yapıyorum. Tayyip Bey laikliği koruyup kolluyor!

Tanrı aşkına buna kim inanır?

* * *

Bir Meclis başkanının, bir başbakanın, bakanların bir politikacının cenazesinde yuhalanması ilk kez oluyor.

Dikkat edilirse bu tip protestolar bu iktidarın başına ilk kez de gelmiyor.

Her seferinde protesto sesleri daha da yükseliyor.

Başbakan ve arkadaşları kendilerini sarıp sarmalayan büyüden kurtulup, bulutların üzerinden aşağılara inip yere bassınlar ve halkın tepkisini ciddi şekilde değerlendirsinler.

Cumhurbaşkanı seçimine bu çerçevede kafa yorsunlar.

Kendilerinden öncekiler gibi sağın solun dolduruşuna kapılıp tarihi yanlışlar yapmasınlar.

Bu ülkeye hizmet etmek istiyorlarsa tüm toplumun üzerinde birleşeceği, içine sindirebileceği, laikliğe, cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkacak bir saygın kişiyi Çankaya’ya göndersinler.

Aksi takdirde cumhurbaşkanı seçecekleri kişi o koltukta rahat oturamaz.

Çünkü o koltuk Atatürk’ün, İnönü’nün koltuğudur.

AKP’liler bunu unutmasınlar.
Yazının Devamını Oku

Seni göremiyorum seni duyamıyorum

11 Kasım 2006
ŞU iki cümlenin altına imzamı gönül rahatlığıyla atarım: "Eğer okuma yazma bilmiyorsanız, çağımızın tüm sorunlarına muhatap olmanıza rağmen, hiçbir nimetinden faydalanamayacaksınız demektir..."

"Sadece erkeklerini eğitmiş, kadınlarını eğitmemiş olan, erkeklerin entelektüel, dini ve akli kapasitelerinden yararlanan ama hanımlarını ihmal eden milletler, akıllarının yarısını kullanmıyor demektir."

Eminim ki benim gibi sizler de imzalarınızı atarsınız.

Şimdi şaşıracaksınız ama yukarıdaki birinci cümle Emine Erdoğan’a, ikinci cümle ise Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’e ait.

Emine Erdoğan ile Hüseyin Çelik bu sözleri, Bağcılar Belediyesi’nin Sultanahmet’teki Four Seasons Otel’de düzenlediği törende söylediler.

Tören, ilçede okuma-yazma öğretilen öğrenci velilerine belgelerinin verilmesi için düzenlendi.

Bu amaçla düzenlenen kursların hedefi, 20 bin okuma yazma bilmeyen insana okuma yazma öğretmek.

Bu kursları düzenleyen Bağcılar Belediyesi’ni de kutluyorum.

* * *

Buraya kadar her şey güzel, güzel de gerisi pek de güzel değil.

Törende çekilen fotoğraflara bakıyorum. Kursiyerlerin hemen hepsi tesettürlü, yani türbanlı.

Törene katılanların da çoğu türbanlı. Arada tek tük başı açık olanlar da var.

Benim en fazla ilgimi çeken fotoğraf, sadece burnunu ve gözlerini açıkta bırakan kara çarşaflı bir kadının göründüğü kare.

Bu karede Emine Erdoğan, kara çarşaflı kadınla sohbet ediyor.

Emine Hanım, kadının okuma-yazma öğrenmesinden çok mutlu olmalı ki dolu dolu gülüyor.

Kadının yüzü görülmediği için gülüp gülmediği anlaşılamıyor.

Sonra bir başka karede Emine Hanım, kursu başarıyla bitirdiği için bu kadını sarılıp kutluyor.

Ancak kadının her tarafı kapalı olduğu için öpemiyor.

Kursu açan belediye başkanı ise bu çağda sadece kadınların girebileceği bir park yapan Feyzullah Kıyıklık.

Emine Hanım, törende yaptığı konuşmada okuma-yazma bilmeyenlerin çağın nimetlerinden faydalanamayacağını söylemişti...

Merak ediyorum, tesettüre girenler, kara çarşafa bürünen kadınlar, acaba çağın nimetlerinden nasıl yararlanabilirler?

Çünkü sadece okuma-yazma öğrenmekle çağdaş insan olunamaz.

* * *

İslam dünyasının sıkıntısı, işte bu çelişkide düğümleniyor: Kara çarşafla, türbanla çağdaş olunabileceği iddiası.

Bu iddiayı kazanmanın olanağı yok. Hadi bir örnek de İngiltere’den verelim.

Stoke-on-Trent kentinde Shabnam Mughal adlı kadın avukat, duruşmalara kara çarşafla ve yüzünün tamamını örten peçeyle giriyordu. Geçen pazartesi günkü duruşmada yargıç George Glossop, avukattan kendisiyle iletişim kurabilmesi için peçesini açmasını istiyor.

Glossop, "Yüzünü göremiyorum ve ayrıca seni iyi duyamıyorum. Oysa seni duymam gerekiyor" diyor.

Müslüman kadın avukat yüzünü açmayı reddediyor. Hákim de duruşmayı erteleyip ve bir üst mahkemeye durumu bildirerek bir karar alınması istiyor.

Avukat Mughal okumuş, avukat olmuş bir kadın ama çağdaş dünya ile sorunları bitmiyor, hatta giderek çoğalıyor.
Yazının Devamını Oku

2007 zor yıl olacak

10 Kasım 2006
BİRİNCİ zorluk cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanacak. Bu seçimin ülkede gerginliklere neden olacağı kesin. Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmayı çok istediğini hepimiz biliyoruz.

Ama önceki gün gazeteci arkadaşlarımızla yaptığı söyleşide söyledikleri sözler Çankaya için yazılan bir dilekçe niteliğindedir.

Cumhurbaşkanlığı için toplumun her kesimiyle uzlaşma arayacaklarını söyleyen Başbakan’ın bu sözleri usulen söylenmiş sözlerdir.

Bence Çankaya’ya çıkacak kişinin kesinlikle kendisi olacağını şu cümlesi ele veriyor:

"Kararı yetkili kurullarımız verecektir."

Başbakan’a şunu sormak gerekir:

"Kararı yetkili kurullarınız verecekse neyin uzlaşmasını aracaksınız?"

Belli ki bu iş bitmiş, karar alınmıştır.

7 Mayıs günü, Türkiye Cumhuriyeti tarihine şöyle geçecektir:

"Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığına seçildi, Abdullah Gül de başbakan oldu."

* * *

Şimdi cumhurbaşkanı Erdoğan olan Türkiye’yi neler bekliyor onlara bakmakta yarar var.

Kesin olarak görünen şu ki bu durum vahim sonuçlar verecektir.

Öyle darbe marbe olacak değildir.

Ama laik demokratik cumhuriyet, toplumu ve kurumlarıyla Recep Tayyip Erdoğan’ın dünya görüşüne sahip bir cumhurbaşkanını taşıyamaz.

Doğacak siyasal kriz ülkenin gerilmesine neden olacak.

Cumhurbaşkanlığı seçiminden 4 ay sonra ise bu kez genel seçime gidilecek.

O seçimlerde alınacak sonuçlar büyük olasılıkla Erdoğan’ın Çankaya’da oturmasını daha da zorlaştıracak.

Yüzde 34 oyla iktidar olan AKP’nin halkın yüzde 65’ine rağmen seçtiği kişinin Çankaya’ya çıkarılması demokrasiyle nasıl bağdaşacak?

AKP oturup yakın tarihimizde yaşanan Turgut Özal olayını enine boyuna ele alıp düşünmeli.

Eğer dönemin başbakanı Demirel uzlaşma sağlanmadan sadece ANAP’lı milletvekillerinin oylarıyla seçilen cumhurbaşkanına dönük ülke çapındaki tepkileri frenlemeseydi Turgut Özal orada oturamazdı.

* * *

2007 yılında yaşayacağımız genel seçim de siyasal açıdan sıkıntılı olacak.

Türkiye AKP iktidarından kurtulmak için her geçen gün biraz daha bilenmektedir.

Türk halkının yüzde 65’i (Son kamuoyu araştırmalarına göre bu oranın daha da arttığı anlaşılıyor) "Bu hükümet Türkiye’ye layık değil" diye düşünüyor.

Büyük çoğunluk bu iktidarın, laik demokratik cumhuriyete zarar verdiğine, Cumhuriyet’in kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelik icraat içinde olduğuna inanıyor.

Bu iktidarın, Türkiye’nin üzerine İslami şal örtmek için uğraştığı görüşü halkın çok geniş kesimi tarafından paylaşılıyor.

2007 zor yıl olacak derken sadece yaşayacağımız iki seçimi düşünmek de yanlış olur.

Avrupa Birliği konusundaki olumsuzlukların, ekonomide artan kırılganlıkların da bu zorlukları katmerleştireceğine kuşku yok.

2007’yi Türk seçmeninin kullanacağı bilinçli oylarla kazasız belasız atlatabilirsek Türkiye düzlüğe çıkabilir.
Yazının Devamını Oku