Tufan Türenç

Sarkozy denen adam

4 Aralık 2006
AVRUPALILARIN ne kadar ikiyüzlü olduğunu, işlerine geldiği zaman nasıl kaypaklık yaptıklarını gösteren bir olayı kısa bir süre önce yaşadık. Yakın gelecekte Fransa’nın cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacak olan Nicolas Sarkozy Cezayir gezisinde şöyle dedi:

"Babaların hatalarından dolayı oğullardan özür dilemeleri istenmez."

Böylece Sarkozy Cezayirlilerden işgal sırasında yaptıkları kitlesel kırım nedeniyle özür dilenmeyeceği mesajını verdi.

Aynı Sarkozy Türkler konu olunca aynı mantığı hiç sıkılmadan tersine çeviriyor.

Türklerin Ermenilerden özür dilemelerini, soykırımı kabul etmelerini istiyor.

Oysa Fransa bağımsızlık savaşı veren 1.5 milyon Cezayirli’yi öldürdü.

İşte bunun için Sarkozy "Babalarının hatalarından dolayı oğullardan özür dilemeleri istenemez" diyor.

Sonra da dönüyor, "Ama Türkler için bu geçerli değildir" diyor.

Önümüzdeki dönemde işte bu adam Fransa Cumhurbaşkanı olacak.

* * *

Konuya girmişken şu Cezayir dramına kısaca bakalım.

Cezayir, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir eyaletiyken, 1830 yılında Fransızlar tarafından işgal edildi.

Bu işgal 132 yıl sürdü. Bu süre içinde Cezayir halkı sürekli olarak bağımsızlık savaşı verdi.

Ama bu savaşların hepsi acımasızca bastırıldı.

En şiddetli bağımsızlık savaşı ise 1954 ile 1962 yılları arasında verildi.

Tam 8 yıl süren bu savaşta Fransızlar o kadar acımasız davrandılar ki 1.5 milyon insanı öldürdüler.

Yüz binlercesini işkenceden geçirildiler.

Sonunda Cezayir halkı bağımsızlığını kazandı ve Fransızları ülkelerinden kovdu.

Fransa’nın en güçlü cumhurbaşkanı adayı Sarkozy ise babalarının yaptıklarından kendilerinin sorumlu tutulamayacağını söylüyor.

Ama aynı Sarkozy dönüp Türkiye’ye "Ermeniler’den özür dile, soykırımı kabul et" diyebiliyor.

Sarkozy nedendir bilinmez azılı bir Türk düşmanı.

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne alınmaması için bir militan gibi savaşıyor.

Sağolsun, devamlı yüzümüze gülen Alman Başbakanı Merkel de onu yalnız bırakmıyor.

NOT YORUM

Halkın hükümeti!

Bu hükümetin işi gücü garibanlarla uğraşmak. Ne yapayım da onların üç kuruşluk nafakalarını biraz daha tırtıklayayım diye şeytanın aklına gelmeyecek işler çeviriyor.

Ayın sonunu getiremeyen bu insanların emekli aylığına tırpan vurmaya hazırlanıyor.

Yazıktır, günahtır.

Sosyal devlette temel ilke çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi almaktır.

AKP tersini yapıyor.

Kürsülerde garibanların babası rolüne soyunan, nutuklar atanları bu millet iyi tanısın.
Yazının Devamını Oku

Cumhuriyet insanları

2 Aralık 2006
ESKİ bürokrat ve CHP-MSP hükümetinin bakanlarından Cahit Kayra son kitabında cumhuriyet insanlarının kısa kısa biyografilerini yazdı. Yazar kitabında, cumhuriyete hizmet etmiş, yaşamlarını Türkiye’ye adamış bu onurlu, ciddi, fedakár insanların portrelerini çizmiş.

Portre yazmak çok zordur. Çünkü yazacağınız insanı çok iyi tanımanız, karakterini, yapısını, donanımını, yeteneğini çok iyi incelemiş olmanız gerekir.

Cahit Bey kitabında bu zor işin üstesinden gelmeyi başarmış.

Kayra, politikaya atılmadan önce önemli görevler üstlenmiş cumhuriyet kadrosunun içinde yer almıştı.

O nesil tümüyle özverili ve dürüst insanlardı.

Cahit Bey bunu şöyle anlatıyor:

"Bu biyografik anılara Cumhuriyet İnsanları gibi iddialı bir ad verdim. Aslında bu haklı bir iddia da olabilir. Adları bu kitapta yer alan insanlar benim 1938’den bu yana geçen uzun yıllar içinde tanıdığım, görüştüğüm, zaman zaman yaşam süreçlerinde yer aldığım insanlar. Birkaç tane yabancı dışında kimi Atatürk’lü, kimi İnönü’lü ve daha sonraki dönemleri savaş yıllarının sefaletini, askeri darbelerin dehşetini, korkusunu, heyecanını, sevinçlerini, neşesini yaşamış, kendi güçleri, yetenekleri ve olanakları oranında toplumda aldıkları görevleri yapmaya çalışmış insanlar. Bunlar Mustafa Kemal’in kurduğu ve bizim övüncümüzün temeli olan çağdaş, laik Türkiye’nin havasını şimdi kirleten köktendinci, bağnaz dinci sorumsuzluk rüzgárlarının yarattığı sahtekárlara benzemeyen ciddi insanlar..."

* * *

Kitapta kimler yok ki...

Politikacılar, bürokratlar, gazeteciler, yazarlar, çizerler, müzisyenler, sinemacılar, tiyatrocular ve bilim adamları...

Hepsi, toplum yaşamında izler bırakmış son 70 yılın en önemli insanları...

Cahit Kayra hepsinin portresini çizerken onları dürüst ve tarafsız bir elekten geçiriyor.

Bunlar, Cahit Kayra gibi yaşamını Türkiye’ye adamış, onurlu bir politikacı-bürokratın yaşamını paylaştığı insanlar.

Ben Cahit Bey’i çok uzun yıllar önce tanıdım.

O sıralarda emekliydi ve politikadan da uzaklaşmıştı.

Ama yaşamının ve kültürünün kendisine kazandırdığı güçlü bir birikime sahipti.

Bu birikimin topluma aktarılması gerektiğine hep inanmışımdır.

Onun için Cahit Bey’in gazetede yazması için yetkili arkadaşlarla birlikte elimizden geleni yaptık.

Kendisini ikna etmek için epeyce de uğraştığımızı anımsıyorum.

İyi yaptığımıza inanıyorum.

Çünkü gazetede yazmak Cahit Bey için itici bir heyecan oldu ve birikimlerini yazdığı kitaplar aracılığıyla da topluma iletti.

Bu beni çok mutlu etti.

* * *

Cahit Bey 1938 kuşağındandır ve cumhuriyetin İkinci Dünya Savaşı’nı içine alan en bunalımlı yıllarında çok önemli görevler üstlenmişti.

O yıllar yokluk dönemleridir.

O kadro, çaresizlikler içinde ülkeyi sırtlamış ve o badireden çıkarmayı başarmıştır.

O nesil, görevde bulunduğu dönemde devlet bürokrasisinin hep temel direğini oluşturmuştur.

İşte Kayra’nın kitabında bu ilginç insanların kısa yaşamöyküleri ve ülkelerine yaptıkları hizmetler anlatılmaktadır.
Yazının Devamını Oku

Türkiye için aklın yolu

1 Aralık 2006
AVRUPA Birliği Komisyonu’nun aldığı tavsiye kararıyla ilişkilerde gelinen nokta şudur:<br><br>Bir, 8 başlık veya dosya hiç açılmayacak. İki, açılan ve görüşülen dosyalar veya başlıklar kapatılmayacak.

Bu karara iyimser bir gözle bakarsanız, "Aman ne iyi, tren kazası olmadı. Tren sadece yavaşladı. Yani yolculuk devam edecek" diyebilirsiniz.

Doğru, yola devam edeceğiz ama şu gerçeği unutmayalım:

Rum Kesimi’ne limanları açmadığımız sürece bu yolculuk hiç bitmeyecek.

Salı akşamı Taksim Toplantıları’nın konuğu Deniz Baykal’dı.

Taksim Toplantıları’nda katılımcı rekorunun kırıldığı gece Baykal, Avrupa Birliği ile ilişkileri değerlendirirken şöyle dedi:

"17 Aralık 2004 zirvesinde ek protokolü imzalamaması için ben Başbakan’ı uyardım. ’Sakın imzalama, atla gel. Bunun sorumluluğunu seninle birlikte paylaşırım’ dedim. Ama Başbakan bunu göze alamadı ve imzaladı. Eğer imzalamasaydı bugünkü noktaya gelinmezdi."

Baykal’ın bunları söylediği gün Avrupa Birliği Komisyonu’nun kararı henüz açıklanmamıştı ama böyle bir sonuç bekleniyordu.

Türkiye, Avrupa Birliği ile ilişkilerde bu hükümetin bugüne kadar sürdürdüğü "teslimiyetçi" politikanın faturasını ödüyor.

Bunu açıkça belirtmekte yarar var.

Eğer 17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi’nde bu hükümet dik durabilseydi, o zaman bir yol bulunurdu ve iş bugünkü çıkmaz noktaya gelmezdi.

Neyse şimdi yapılacak iş, komisyonun bu tavsiye kararının 14-15 Aralık’taki liderler zirvesinde düzeltilmesi için yoğun çaba harcamak olmalı.

* * *

Deniz Baykal konuşmasında 2007 ile ilgili ilginç görüşler ileri sürdü.

2007’deki iki seçimin Türkiye’nin kendi tarihiyle hesaplaşması olacağını söyledi.

Cumhurbaşkanlığı seçimi için AKP’nin tutumunu eleştirdi.

Erdoğan’
ın veya aynı dünya görüşüne sahip bir kişinin cumhurbaşkanı seçilmesinin Türkiye’yi sıkıntıya sokacağını söyledi.

Başbakan Erdoğan’ın, Anayasa’nın değiştirilemeyecek maddelerinden rahatsızlık duyduğunu örneklerle anlattı, böyle bir kişinin cumhurbaşkanı seçilmesinin doğuracağı sakıncalara işaret etti.

"Çünkü bu maddelerin içinde laiklikle ilgili maddeler de var. Ben halkımızı laikliğe sahip çıkması için uyarıyorum. Laikliğe ve ülke bütünlüğüne dönük tehlike var" dedi.

* * *

İlginçtir, ertesi günkü gazetelerde Baykal’ın endişelerinin hemen hemen aynısını bir yabancı uzman dile getiriyordu.

Haberde, dünyanın en ünlü fon yöneticilerinden biri olan Mark Mobius şunları söylüyordu:

"Başbakan Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmasının, iş dünyasında ciddi endişe yarattığı izlenimi edindim."

Mobius, laiklik konusunda da şu uyarıları yapıyordu:

"Laik devlet, eğitimin laik düzeyde geliştirilmeye devam edilmesi, piyasalar açısından çok önemli."

Mobius, Türkiye’nin zenginleşmesi için laik kalması gerektiğini, parolanın bu olduğunu özellikle vurguluyordu.

Biri Türkiye’nin anamuhalefet partisi lideri, öteki dünyanın en ünlü fon yöneticilerinden biri.

Aynı konuda uyarı yapıyorlar. Aklın yolu birdir.

Türk halkı ülkesini kurtarmak istiyorsa, sandıkta bu aklın yolunda birleşmelidir.
Yazının Devamını Oku

Papa’nın gelişi büyük bir tanıtım oldu

29 Kasım 2006
HER konuda olduğu gibi Papa’nın Türkiye ziyaretini de içinden çıkılmaz bir olay haline getirdik.<br><br>Akıllara durgunluk verecek bir sürü senaryolar ürettik. Biz zaten hep taşı kuyuya atarız, sonra da çıkarmak için uğraşıp dururuz.

Papa’nın geliş nedeni belli. 1964 yılında başlatılan Katolik kilisesi ile Protestan kilisesinin barışma diyaloğunun devamı.

Her Papa, seçildikten sonra İstanbul’a gelip bu barışma diyaloğunu sürdürüyor.

Patrik Bartholomeos yeni Papa’yı geçen yıl 30 Kasım’da Patrikhane’yi kuran Aya Andreas için yapılacak ayine davet etti.

Hükümet buna sıcak bakmadı ve davet bu yıl devlet tarafından yapıldı.

Ankara’nın gereksiz kuşkuculuğu Papa’nın gezisini resmi geziye dönüştürdü.

Olay budur. Bunu bilmeyen bir sürü insan çıkıp abuk sabuk senaryolar yazıyor.

* * *

Sevin veya sevmeyin, Papa’nın ziyareti Türkiye açısından önemli bir olaydır.

Her şeyi bir yana bırakın, Papa ile birlikte çeşitli ülkelerden tam 600 gazeteci geldi.

Akıllı bir ülkeysek bunu iyi kullanmak zorundayız.

Bu gazetecilerin ülkelerine olumlu izlenimlerle dönmesini sağlayabilirsek Türkiye’nin müthiş bir şekilde reklamı yapılmış olur.

Ama biz ayağımıza gelen fırsatı kullanacağımıza bir sürü abuk sabukluk yapıyoruz.

Ne zaman öğreneceğiz olaylara akılcı yaklaşmayı bilmiyorum.

9 Kasım’da Roma’da Türkiye-İtalya ilişkilerinin 150. yılı toplantıları yapıldı.

Dışişleri Bakanlığı’nın düzenleyiciliğinde çok sayıda insan bu toplantıya gitti.

Gazeteci olarak ben de davetliydim. İşim çıktı gidemedim.

O toplantılara Marmara Vakfı Grubu da katıldı.

Vakıf Başkanı Akkan Suver dost olduğu Kardinal Celata’ya Papa ile görüşmek istediklerini söyledi, bunu sağlamasını rica etti.

Celata bu isteği Papa’ya iletti ve görüşme gerçekleşti.

* * *

Kardinal Celata, Akkan Suver ve arkadaşlarını Papa’ya takdim etti.

Akkan Suver Papa’ya "Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti sizi bekliyor. Ama Türkiye demokratik bir ülkedir. Size bazı gruplar tepki gösterebilir" dedi.

Papa Suver’i dinledikten sonra bir soru sordu:

"Sizden bir şey öğrenmek istiyorum. Türk milletinin ortak hoşlanacağı şey nedir?"

Marmara Grubu Başkanı hiç düşünmeden, "Anıtkabir’de Atatürk’ü ziyaret edin. Türk milleti bundan çok mutlu olur" dedi.

(Suver’in bu uyarısı ne kadar rol oynadı bilmiyorum ama Papa Anıtkabir’e gitti ve Atatürk’ü ziyaret etti.)

Görüşmenin sonunda Papa Suver aracılığıyla Türk milletine şu anlamlı mesajı da gönderdi:

"Atatürk’ün Türkiyesi’ne benim selamlarımı götürün."

Papa’nın Atatürk’ü ziyareti televizyonlar aracılığıyla dün dünyadaki milyarlarca insan tarafından izlendi.

Ayrıca bütün dünya televizyonları ve gazeteleri 4 gün süreyle Türkiye ile dolup taşacak.

Fena mı olacak?
Yazının Devamını Oku

Profesör ortak değerlerimizi, Acarlar ormanlarımızı katlediyor

27 Kasım 2006
O profesör, AKP İzmir gençlik kollarının düzenlediği "AB sürecinde olanlar ve toplumsal yansımaları" konulu toplantıda konuşurken Atatürk’ü ve dönemini eleştiriyor. Ama eleştirisini yaparken bir şeyi aklına getirmiyor veya bilinçli olarak es geçiyor.

Eğer Türkiye, Atatürk’ün aydınlanma dönemini yaşamasaydı, Avrupa Birliği ile değil tam üyelik görüşmelerine başlamak, topluluğun yanına bile yaklaşamazdı.

Ama o profesör, o toplantıda bu gerçeği vicdanında tartma gereği bile duymadı.

Oysa Başbakan Erdoğan bile o noktaya Atatürk aydınlanmasıyla geldiğimizi gördü.

Bunu da defalarca itiraf etti.

Profesörü tanıyan akademisyenlerden edindiğim bilgilere göre kendisi daha önceleri bir hayli milliyetçiymiş.

Ama sonraları milliyetçilikten pek umduğunu bulamadığı için olsa gerek liberalliğe soyunmuş.

Oluşturduğu "Liberal Düşünce Topluluğu" da epeyce etkin.

Kolay değil, iki ifade özgürlüğü projesi için Avrupa Birliği’nden tam 450 bin Euro almış.

Kendisini tanıyanlar profesörün bilimsel yanı konusunda çok olumlu şeyler söylemedi.

Zaten profesör gerek üniversite dünyasına, gerek kamuoyuna adını AKP gençlik kollarının bu toplantısındaki Atatürk karşıtı söylemleriyle duyurdu.

Gün Atatürk’e, cumhuriyete karşı olma günü... Bu iş içte ve dışta iyi prim yapıyor.

Ağırlıklı olarak dışarıdan güdümlü bu sürecin fazla uzun süreceğini sanmıyorum. (Hele mamalar biterse...)

Profesörün linç edilmeye kalkışılması ilkel bir yaklaşım. Hiç değmez bunu yapmaya.

* * *

Bir garip konudan bir başka garip konuya geçelim.

Acarkent mi, Acaristan mı? Her ne rezaletse biraz ona değinelim. Yıllardan beri biz gazeteciler güzelim İstanbul’un gözlerimizin önünde nasıl talan edildiğini haykırıp duruyoruz.

Nedense devleti yönetenler kulaklarını tıkayıp bu haykırmaları bir türlü duymuyorlar.

İstanbul’daki rezil talan da büyük bir hızla sürüp gidiyor. Kentin güzelliği de kirli vicdanlar tarafından her gün biraz daha tarumar ediliyor.

Acaristan da bunlardan sadece biri. İstanbul’da yüzlerce, binlerce Acaristan var.

Hepsi elini kolunu sallaya sallaya ormanları katlederler, hepimizin ortak malı olan hazine arazilerini işgal edip, pis, sevimsiz binalar dikip trilyonlar kazanırlar.

Bir arkadaşım bu talanı şöyle anlatmıştı:

"Şu İstanbul’a bir düşman ülkenin insanını getirip belediye başkanı yapsak inan bu güzelim kente bu derece vahşice kıymaz."

İstanbul
halkı bu rezaleti Orman Bakanı Pepe’ye şikáyet edeceğine, Orman Bakanı İstanbul halkına şikáyet ediyor:

"İstanbul’un ormanlarını katlediyorlar. Ben bir şey yapamıyorum. Acarlar’ın silahlı adamları bizi oraya sokmuyor"

Bakan’a şunu sormak istiyorum:

"Görevinizi yapamıyorsanız o koltukta neden oturuyorsunuz? Bundan rahatsız olmuyor musunuz?"

Bu soruyu hükümetin başına, konuştu mu mangalda kül bırakmayan Başbakan’a da soruyorum.
Yazının Devamını Oku

Baykal’ın iktidar stratejisi...

25 Kasım 2006
CHP Lideri Baykal’ın gazetecilerle yemekli sohbet toplantısı Hilton Altın Kubbe Salonu’ndaydı. Aynı saatlerde Fenerbahçe-Palermo maçı vardı. Aklımızın yarısı Baykal’ın anlattıklarında, yarısı da maçtaydı.

Sohbet toplantısının can alıcı iki konusu vardı. Biri Cumhurbaşkanlığı seçimi, ikincisi de genel seçim ve solda birlik...

Önce solda birlik konusunda Baykal’ın söylediklerinden başlayalım.

CHP lideri, 2007 seçimleri için sadece solda birlik değil Cumhuriyet’i sıkıntıdan kurtaracak "büyük birliktelik" düşünüyor.

"Cumhuriyet’e duyarlı olan bütün kesimleri harekete geçirmeyi temel alan bir siyaset yapıyorum" diyor.

Bunu "Cumhuriyet’e sahip çıkma koalisyonu" olarak tanımlıyor:

"Bu koalisyonun içinde sol partiler mutlaka olacak. Büyük bir toplumsal beraberliği oluşturmak zorundayız. Kişilerle, kurumlarla sınırlı kalan değil, daha geniş bir birliktelik... Bunu sağlayabilirsek sorunları aşabiliriz."

* * *

İş tam kızışmaya başlamıştı ki Fenerbahçe’nin 3-0 önde olduğu mesajı geldi.

Bu mutlu haberi Baykal’dan izin isteyerek gazeteci arkadaşlara duyurdum.

Galatasaraylılar dahil (Baykal da Galatasaraylıdır ama o da ’Aman ne güzel’ dedi) herkes sevinçle karşıladı.

Bizim Melih Aşık’ın da mutlu olduğunu burada özellikle belirtmem lazım.

Baykal’ın konuşmasına dönelim.

Benim de katıldığım bir dileğini açıkladı:

"İktidarın seçimle değiştirilmesini sağlayabilirsek bu Cumhuriyet için büyük bir olay olacak. Bunu Türk halkının başaracağına bütün kalbimle inanıyorum."

Baykal, AKP iktidarının hızlı bir şekilde yıprandığını gözlemlediğini söyledi.

"CHP bu iktidara karşı bir siyasi duruşun partisidir. İç ve dış siyasette çok tutarlı, çok ahlaklı bir siyaset yaptık. Bir yıl önce kimse iktidar dışında bir seçenek düşünemezdi. Ama bugün CHP iktidar seçeneğidir" dedi.

Baykal, CHP-MHP koalisyonu üzerinde durmadı.

Bunun medyanın bir yakıştırması olduğunu, CHP’nin tek başına iktidarı hedeflediğini söyledi.

* * *

Cumhurbaşkanlığı, Baykal’ı en fazla tedirgin eden konu.

"Parlamento ilk kez 5’inci yılında cumhurbaşkanı seçecek. Bu bütün Türkiye’nin ilgilenmesi gereken bir konu. Bunu anlatmak için çırpınıyoruz."

Baykal endişelerini şöyle açıklıyor:

"Cumhurbaşkanı Anayasa’yı işleten, savunan kişidir. Oysa Başbakan, Anayasa’ya inanmıyor. Değiştirmek istiyor. Özellikle de değiştirilemeyecek maddelerini değiştirmek istiyor."

CHP lideri, Başbakan’ın bir yanlışın içinde olduğunu, uzlaşma araması gerektiğini göremediğini vurguluyor.

Baykal son dönemlerde ulusal duyarlılıkların yükselmesini anlamak gerektiğine işaret ediyor.

"Bu toplumsal bir tepkidir. Ulusal değerlere saldırılar bu duyarlılığı güçlendirmektir. Biz bu potansiyeli, Türkiye’yi dünyada yalnızlaştırmayacak, tersine dünyayı kucaklayacak hale getirmeyi biliriz."

Sohbet toplantısı güzel bir haberle sona erdi:

"Fenerbahçe 3-Palermo 0... Maç sona erdi."
Yazının Devamını Oku

Arda üzerine bazı düşünceler...

24 Kasım 2006
GALATASARAYLI genç Arda’yı her seyredişimde bir sakatlığa uğramaması için dua ediyordum.<br><br>Çünkü Arda Türk futbolunun yetiştirdiği ender yeteneklerden biri. Hızlı, çabuk, kıvrak ve inanılmaz bir tekniğe sahip.

Attığı çalımlarla rakip takımın savunmasını darmadağın edebiliyor.

Bu niteliklere sahip futbolcular yalnız Türkiye’de değil dünyada da çok az yetişiyor.

Benim onu seyrederken duyduğum korku, bu genç futbolcunun, bu kadar yeteneğinin yükü altında kalabileceği endişesinden kaynaklanıyordu.

Bir de bizim toplum olarak insanları şımartma, şaşırtma becerimizden...

Arda’nın kendisini kaybedecek kadar bulutların üstünde uçmaya başlamasından endişe ediyordum.

Ne yazık ki korku ve endişelerimin gerçekleşmeye başladığını görüyorum.

Önceki gece Arda’nın oynadığı dramı yaşadık.

Genç futbolcu hızla tırmandığı basamakların en tepesinden kendini boşluğa bırakıverdi.

O efendi, mahcup çocuk birden kabadayı kesilip kendisine hiçbir şey yapmayan Fransız futbolcunun üzerine atladı ve göğsüne kafayı geçiriverdi.

İnanın o anda yüreğimde derin bir sızı duydum.

* * *

Eğer Arda, kısa zamanda kendine dönmezse çıktığı doruklardan aşağılara yuvarlanıverir.

Bir dünya yıldızı olacakken kaybolup gider.

Birileri acilen onunla ilgilenmeli, geldiği noktanın önemini, önünde daha çok yol olduğunu ona anlatmalı.

Bu Türk futbolu için de çok önemlidir.

Çünkü böyle bir futbol virtüözünü 20 yılda bir çıkarabiliyoruz.

Bunların uzun ömürlü olması için hepimize, ama daha çok Galatasaray yöneticilerine ve camiasına görevler düşüyor.

Biz toplum olarak Arda gibi birçok yeteneği önce göklere çıkardık, sonra da uçurumdan aşağı kendini atması için her türlü ortamı hazırladık.

Onlara yazık oldu. Hepsi kaybolup gitti.

Ama ne yapıp edip Arda’yı kurtarmalıyız.

* * *

Bizde şımarmak, şaşırmak ve tutarsızlıklara sürüklenmek toplumsal bir zaaftır.

Bu zaaf sadece şöhreti yakalayan insanları değil, günlük yaşamında küçük başarılar kazanan insanları bile kapsamaktadır.

Bu hastalık bizim genlerimize işlemiştir.

Bu konuda futbol kadar sanat, siyaset dünyası da üzücü örneklerle doludur.

Yüzlerce, binlerce insan bu illetten kendini kurtaramamıştır.

Batı’da insanlar daha iyi eğitim aldıkları için şöhretin yarattığı tuzaklardan kendilerini koruyacak donanıma sahiptirler.

Ama bizde tehlikelerden kendini koruma bilinci içinde olan ve bunu başaran insan sayısı çok azdır.

Arda olayı son yaşadığımız bir örnek.

Gözümüzün önünde dünya çapında bir yetenek kendisini aşağılara sürükleyen anafora kapılmış gidiyor.

Galatasaray Kulübü’nün bazı terapistleri zaman geçirmeden devreye sokmasında yarar var.

Bazı yöneticilerin Arda’ya ağabeylik yapmasında da...

Yoksa tuzaklarla dolu yeni dünyası Arda’yı yutup yok eder.
Yazının Devamını Oku

Erke’nin atası ’Emişli Memiş’ mi

23 Kasım 2006
ERKE A.Ş’nin basına açıkladığı ancak prototipini göstermediği ve ayrıntı vermediği, hiçbir enerji kaynağına dayanmadan kendi kendine çalışan makinesi konusunda kamuoyundaki kuşkulara bir yenisi daha eklendi. Manisa eski Milletvekili Tevfik Diker Erke makinesini duyunca yıllar önce tanık olduğu bir olayı anımsadı.

Bu ilginç olayı Diker şöyle anlattı:

"1985 yılında Genelkurmay’da Muharebe Elektronik Bilgi Sistem Başkanı Tümgeneral Özdemir Kandemir’in emir subaylığını yapıyordum. O yıllarda binbaşıydım.

ERKE olayını basına açıklayan emekli Tümgeneral Çetin Uğural da o sırada Genelkurmay’da bizimle beraber çalışıyordu. O zaman Kurmay Albay’dı./images/100/0x0/55ea23e0f018fbb8f86da74b

Bir gün Kandemir Paşa bana ’Ben bir makine icat ettim. Dünya dengelerini sarsar. Ama bunu açıklamaya korkuyorum. O nedenle de bu buluşu gizli tutuyorum’ dedi.

MAKİNEYİ GÖRDÜM

Ama nedense daha sonraki günlerde İzmir’e gittiğimizde Hilton Oteli’ne makineyi getirip bana ve bazı yakın arkadaşlarına gösterdi.

Makine, sapından tutup ileri itip geri çektiğiniz zaman bir emiş gücü yaratıyor ve gezdirildiği yerdeki her şeyi çekiyor. Tipik bir elektrik süpürgesi gibi ve elektriksiz, yakıtsız, sadece itme gücüyle yapıyor bu işi.

Erke olayını duyunca bu olayı anımsadım ve aklıma acaba bu makine
Kandemir Paşa’nın icat ettiği makine ile ilişkili mi diye de düşündüm."

MUCİT PAŞA ANLATIYOR

"Emişli Memiş"
i icat eden Elektronik Yüksek Mühendisi emekli Tümgeneral Özdemir Kandemir’i Milas Ören’deki yazlığında buldum.

Tevfik Diker’in anlattıklarını kendisine özetledim ve olayı sordum.

Kandemir Paşa 1956 yılında üsteğmenken açılan bir sınavı kazanıp Amerika’ya görderiliyor. Michigan Üniversitesi’nde eletronik mühendisliği eğitimi görüyor. Eğitimini bitidikten sonra masterını yapıyor.

Bu ilginç öykünün gerisini Paşa şöyle anlatıyor:

"1963 yılında Türkiye’ye döndükten sonra Silahlı Kuvvetler’in çeşitli birimlerinde görev aldım. Bu arada Silahlı Kuvvetler’de ilk bilgisayar işlemlerini ben başlattım.

Daha sonra hiç enerji kullanmadan çalışan bir makine üzerinde çalıştım. Sonunda böyle bir makine yaptım. Bunu bir elektrik süpürgesi olarak düşündüm.

Makinenin esası hareket ettirdiğiniz zaman bir vakum gücü yaratıyordu ve bir eletrik süpürgesi gibi büyük bir emiş gücüyle ortalığı temizliyordu. Hiçbir enerji kullanmadan tam bir elektrik süpürgesi gibi yerdeki çöpleri süpürüp torbasına dolduruyordu.

Bu makinenin prototipini parça parça çeşitli yerlerde yaptırdım. Makineyi daha geliştirmek istiyordum ama sonra doktor oğlumu kaybettim. Bu olay bizi darmadağın etti ve ben makineyi filan bıraktım.

Daha sonra da prototipi birine verdim ama o günlerde öyle perişan bir haldeydim ki şimdi makineyi kime verdiğimi anımsamıyorum."

Bu olayın en ilginç yanı Erke’nin çağın buluşu diye sunduğu makineyi basına açıklayan Emekli Tümgeneral Çetin Uğural’ın Kurmay Albay olarak Genelkurmay’da Tümgeneral "Emişli Memiş" makinesini icat eden Tümgeneral Özdemir Kandemir’in yanında çalışması.

Bu bir rastlantı olabilir. ERKE’nin makinesı ile Kandemir Paşa’nın icat ettiği makine arasında bir bağlantı var mıdır bunu söylemenin olanağı yok.

Ama ne olursa olsun, böyle bir olayı öğrenince, insanın aklına emekli Tümgeneral Özdemir Kandemir’in icat ettiği "Emişli Memiş"in Erke’nin "Con Ahmet’in makinesi"nin atası olup olmadığı geliyor.
Yazının Devamını Oku