Şükrü Küçükşahin

Muhalefet liderleri de dinlendiyse

29 Ocak 2009
ERGENEKON’un sanık ve şüphelileri arasında bürokraside, siyasette, akademi dünyasında önemli görevler ve çalışmalar yapmış isimler de var.<br><br>Böyle olunca bunlardan bazılarının, örneğin, muhalefet lideriyle pek çok kez görüşmüş, bilgi alışverişi yapmış olması son derece doğal. İşte bu olasılıktan hareketle, operasyon kapsamındaki isimlerden dinlediklerim gösteriyor ki, davanın sonunda siyaset, demokrasi ve hukuk temelinde ülkenin gündemine çok ciddi sorunlar gelebilir.

Soruşturma aşamasında, şüphelilerin aylarca dinlendiği ve dinlenenlerin de, onlarla görüşenlerin de bunu bilmediği ortada.

Bir ölçüde, şu an Anayasa Mahkemesi önünde olan ve tartışmalı görülen "dolaylı dinleme" durumu ile karşı karşıyayız, diyebiliriz.

TAPELERDEN SORU ÜRETİLDİYSE

En iyisi, bu tartışmalı durumu somut örnek ve isimlerle açalım.

Velev ki CHP Genel Başkanı Deniz Baykal bu isimlerle defalarca görüştü; ki AKP Grup Başkanvekili Nihat Ergün’ün, "Ergenekon zanlısı ve kaçak olan bazı kişilerle yaptığınız önemli görüşmeler mi sizi tedirgin etmektedir?" dediği malum.

Ergün bunu nasıl öğrendi, görüşmenin önemini nereden biliyor, bir kenara; ama aynı durum MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli için de geçerli.

Böyleyse, Baykal’la Bahçeli’nin sözleri aynen kaydedilmiş olmalı.

Bu olur mu, olmaz mı; doğru mu, yanlış mı tartışması ayrı; ama merakımı çeken, (varsa) o kayıtlar önlerine geldiğinde savcıların ne yaptığıdır.

O kayıtlar hemen yok mu edildi, yoksa şüphelilere, "Niye görüştün?", "Bu sözlerle ne demek istedin?" gibisinden sorular mı yöneltildi?

Eğer o konuşmalardan sorular üretilmişse, kimilerinin, "Muhalefet liderlerine çete üyeliği iması yapıldı" sonucunu çıkarması doğal olur.

Muhalefet liderlerinin, hükümetin aleyhinde sert sözler söylemiş olmasını; şüphelilerden belge, bilgi istemesini suç görenler dahi çıkabilir.

Öbür yandan muhalefetin, "Yasal yollu Watergate" suçlaması yapmasına da kimse "haksızlar" diyemez.

TAPELER AYIKLANDIYSA

Dinlediklerim, sorgucularla ilgili şüpheler olduğunu da gösteriyor.

Sanık veya şüphelilerin bir bölümünün AKP yöneticileri veya önemli isimleriyle hiç görüşmediklerini düşünemeyiz.

Peki, tapelerde bu konuşmalar var mı, yok mu; yoksa ne diyeceğiz?

Abdüllatif Şener’in de sanık veya şüphelilerin AKP’yle ilgili sözlerinin gündeme hiç gelmemesine dikkat çektiğini düşününce, savcıların önüne ayıklanmış tapeler konduğu kuşkusuna düşülmesi çok normal karşılanmalı.

Belki savcıların da böyle bir tespiti olmuştur; ancak dava sürecinde bazıları çıkar da, "Tapelerde şu kişiyle konuşmam niye yok?", "Tapelerde bir cemaatle ilgili sözler çıkarılmış", "Sorguculardan birilerinin şu cemaatle bağı var" türünden sözler ederse ben şaşırmayacağım.

Bakın yukarıdan beri darbe, cinayet, bombalama peşinde olmakla itham edilenlerden söz etmiyoruz; konumuz yasal, demokratik muhalefet.

O nedenle, bu davadan temizlenmiş bir devlet çıkarsa ne mutluluk; ama bir Watergate skandalı, bir McCarthy dalgası çıkarsa görün gümbürtüyü.

"Bunlar da olabilir" diye düşünüyorsanız, "En zor iş bu davanın savcılığını üstlenenlerde; Allah kolaylık versin" dileğini onlardan esirgemeyin.
Yazının Devamını Oku

Oscar ödüllü Kılıçdaroğlu

26 Ocak 2009
CHP’de, bu kez "senin adamın, benim adamım" değil, "kim kazanır" dendiği için belki de ilk defa "kazanma" arzusunun öne çıktığını söyleyebiliriz. Kolay değil, (hálá adına anket demeseler de) CHP yönetimi, yıllardır direndiği yoklama yöntemine başvurdu; öne çıkan kimse onda karar kıldı.

Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru hakkı sayı sınırına dayansa da milletvekilleri Özlem Çerçioğlu ile Kemal Kılıçdaroğlu aday yapıldı.

Geçen seçim Murat Karayalçın’a konan ambargo tereddütsüz kaldırıldı. Sonuçta AKP "parti adı önde" derken, CHP "parlak isimler" aradı.

Yarışın kırılma noktası İstanbul olacağı için de CHP, Kılıçdaroğlu, dedi.

Yoksa "Adaylığı yıpratma amaçlı" tezini savunanlar yanılıyor diyebiliriz; CHP, kamuoyuna duyurulmayan pek çok tanınmış ad da dahil, yapılan tüm yoklamalarda önde çıktığı için Kılıçdaroğlu’nu yeğledi.

YETER Kİ ALSIN DA

Dün konuştuğum Deniz Baykal’ın şu sözleri de bunun göstergesi:

"Türk siyasetinin en büyük Oscar’ı İstanbul belediye başkanlığı. Kemal’e verdiğimiz ödül bu. Alsın da orayı, nereye kadar giderse gitsin. Bizim ne kaygımız olur ki, övünmek dışında. Çok araştırdık, sonunda Kemal’de karar kıldık. Doğru yaptık. AKP’yi sarsacak bir adım atıyoruz. Kemal orayı alacak; almasa da yine başımızın tacı olacaktır."

Özlem Çerçioğlu’
nun da aynı gerekçelerle seçildiğini anlatan Baykal, "Çok çalışkan, halkla çok iç içe bir arkadaşımız. Önde olduğunu gördüğümüz için aday yaptık. Onun da başaracağına inanıyorum" dedi.

"Çerçioğlu’nunki fedakárlık" denebilir; ama sanırım kararında, "İlime doğrudan hizmetin ilk yolu belediye. Aydın halkı bunu istiyor, partime de en büyük katkıyı böyle yapacaksam, görevim" anlayışı etkili oldu.

Sohbetimiz Çerçioğlu nedeniyle, kadın adayların azlığı noktasına da gelince Baykal, gelecek seçimlere yönelik daha umut var konuştu.

Bursa gibi büyük bir ilde başarılı bir işkadını olan Sena Kaleli’yi aday yaptıklarına dikkat çekerken, ondan övgü ve umutlu söz etti; İris Şentürk’ün Antakya’da bir kez daha seçim alacağından emin göründü.

Bu arada Baykal, "Her seçim kadın aday diyorsun, bak senin memleketin Erzincan’da da adayımız Nuray Uygun. Kastamonu’da Müjgan Alagöz’ü aday yapmamız da önemlidir" diyerek bana taş atmayı da unutmadı.

AKP’NİN KADIN VİTRİNİ ÇARMIKLI

Önceki akşam Devlet Bakanı Nimet Çubukçu da bizi, siyasete girdiği ilk günden beri tanıdığım, kongrelerde liderlerin listesini delip ANAP yönetimine girmesine, delege seçimlerinde ilk sıralarda çıkmasına rağmen erkeklerin haksızlığına uğrayan Beşiktaş adayı Sibel Çarmıklı ile buluşturdu.

Ordu’da Ayşe Bahar Çebi aday yapılsa da bu seçimlerde AKP’nin kadın aday yüzünün Çarmıklı olacağını söyleyebilirim ve Çubukçu da bunun farkında.

O nedenle, İstinye Park’taki yemekte durumu şöyle özetledi:

"Beşiktaş benim bölgem ve seçim sorumlusuyum. Ben de sandığa giriyorum. İki nedenle: Bir, aday kadın; iki, İstanbul’un en önemli merkezi burası. Dayanışmam en üst düzeyde olacak. Göreceksiniz seçimi alacağız. Sibel Hanım da tüm kadınların belediyelerdeki başarısının en güzel örneğini verecek."

Dilerim halk ve de öncelikle kadın seçmen, oylarıyla bu kez bir farklılığa damga vurur, kadınlar seçimden alınlarının akıyla çıkarlar.
Yazının Devamını Oku

KÖYDES oldu EVDES

22 Ocak 2009
ULAŞTIRMA Bakanı Binali Yıldırım’la Meclis kulisinde çay içip sohbet ettik.<br><br>Karşımızda her alanda faaliyeti olan kurumlardan sorumlu bir bakan bulunca sohbet, daldan dala geçti, "Nasıl adam oluruz" muhabbetine kadar uzadı. İlk konulardan biri altyapıydı ve Yıldırım, Türkiye’deki plansızlıktan söz etti, "Dağın başına tek ev yapıp sonra da yol, su, elektrik isteyen bir ülkedeyiz. Önce üstyapı, sonra altyapı gelince hizmet götürmek dünyanın en zor ve pahalı işi oluyor, üstelik kaynak kıt" dedi.

Hemen ardından da şöyle ilginç bir benzetme yaptı:

"Köye hizmet için KÖYDES’i kurduk. Gelin görün ki KÖYDES oldu EVDES. En güzel örnek Karadeniz. İki tane ev yanan yana değil ki köyden söz edesin; ama kamu olarak o evlere hizmeti götürmek zorundasın."

BELEDİYE BAŞKANLIĞI KÜLFET


Yıldırım, Batı’nın planlama işini yüz yıl önce çözdüğünü anlatınca, kamu görevini üstlenenlerin sorumluluğu var mı, yok mu sorusu gündeme geldi.

Yanıtlar da seçimler nedeniyle belediye başkanları üzerinden verildi.

Benim örneğim, herkesin çirkinlik abidesi olarak gördüğü, belediyenin Söğütözü metro istasyonu üstüne dikip yarıda bıraktığı demir blok karkastı.

Şehrin ana arteri olan yola bitişik dikilen bu demir set yıllardır, "Bir belediye neyi yapmamalı"ya en iyi örneği diye duruyor orada.

Yıldırım, "Haklısın, orayla ilgili çok şikáyet geliyor" dedi.

Bir arkadaşımız da geniş bahçeli Meclis lojmanları yerine kamu eliyle dikilen gökdelenlerin birbirine yakınlığı ve bina yoğunluğunu örnek verdi.

"Ama belediye başkanlarını halk seçiyor" dese de bu örneklere hak veren Yıldırım, kendi bakışını ise Avrupa’dan örnekle anlattı:

"O ülkelerde belediye başkanlığına talip olanlar pek çıkmaz. Onlara görev neredeyse zorla verilir. Adamlar bu işleri külfet görüyor. Çünkü öyle kolay değil. Bir otobüs durağı yapacaksın; ama onun için o yere bir maket ve sandık koyacaksın. Üç ay bekleyeceksin ki vatandaş onay veriyor mu, vermiyor mu? Öyle; istedim, yaptım olmuyor."

ÖNCELİK VE VERİMLİLİK

Oysa Ankara Büyükşehir Belediyesi, vatandaşın yüz milyonlarca lirasıyla o çirkinliği, yol bir daha genişletilemeyecek şekilde oraya dikerken veya 500 metre ileriye bu kez hem de yolun ortasına, esnafın alın teri dükkánının karşına "Gökkuşağı" adlı çarşıyı kondururken vatandaşa sormayı hiç düşünmedi.

Vatandaş ise, "Ben de oraya gitmeyeceğim" deyince o çarşı öldü; kiralayan esnaf kaybetti, kent bir "örümcekli binalar" eseri kazandı!

Yıldırım, "insan ve insan kalitesi" sorununa da dikkat çekince, "Peki, siz bakan olarak neyi değiştirdiniz?" sorusuyla karşılaştı.

Kamunun, az olan kaynaklarını en verimli şekilde, en öncelikli alanlarda kullanması gereğine işaret eden Yıldırım’ın yanıtı şu oldu:

"Karayollarında önceliği ana bağlantılara verdim. Türkiye’nin her yönüne ulaşımı sağlayacak yollar bitirilmeden yeni yol yok. Eskiden beri devam eden işler hariç, bu ilkeyi değiştirmedim. O nedenle 2008’de 6.5 milyar TL’nin 4.5 milyarını bu yollarda kullandırdık."

Yıldırım’ın, "Yeni öncelik sıcak asfalt" müjdesini de es geçmeyeyim.
Yazının Devamını Oku

Darbeler dönemi neden bitmiştir

19 Ocak 2009
GENELKURMAY eski Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, yaptığım görüşmede Türkiye’de darbeler döneminin bittiğini söylerken bunun nedenlerine de girdi. Kıvrıkoğlu, önce Milli Güvenlik Kurulu (MGK) olanağına dikkat çekti.

MGK’nın kuruluş sebebinin asker-sivil diyaloğunu sağlamak olduğunu, gündemin birlikte belirlendiğini, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin burada yazıldığını anımsatan Kıvrıkoğlu’nun bir vurgusu dikkatimi çekti.

Kıvrıkoğlu, "Orada gündem dışı maddeler bölümü var. Orada sadece üyeler bulunur ve her şey açık açık konuşulur. Bu gayet güzel de işler" dedi.

Bu sözlerden, "Gündem dışı maddeler" bölümde kıyasıya tartışmaların yapıldığı ve eleştirilerin yaşandığı sonucunu çıkarabiliriz.

DÜNYA KONJONKTÜRÜ

Kıvrıkoğlu’na göre, darbe dönemlerinin bitişinin bir nedeni de şu:

"Darbe girişimi için bugün konjonktür de geçerli değil. Dünya konjonktürü artık darbeleri benimsemiyor. Ülkeler her yönden; ekonomik, savunma, güvenlik birbirine bağımlı duruma gelmişler."

Tamam bu sözler, "Darbe heveslileri kalmadı" demek değil; ama "Bu dünyada artık darbe yapılmış bir ülke yönetilemez" gerçeğinin kabullenilmesidir.

28 Şubat’ın postmodern kaldığı; velev ki gerçek kabul edelim "Sarıkız", "Ayışığı" ve "Eldiven" kod adlı ’üç denemenin’ tepe komuta kademesinin tutumuyla daha kağıt üstüne dahi geçmeden yok edildiği birer gerçek.

Doğru, Kıvrıkoğlu, "28 Şubat, gerekirse bin yıl da sürer" sözünün de sahibi bir asker; ama onun kendi açısından şöyle bir izahı var.

Laik Cumhuriyet’e karşı tavır ve tutumların başını alıp gittiği her dönemde asker duyarlılığını gösterir; o nedenle 28 Şubat, bir darbe olmadığı gibi, bir tarih de değildir, 1923’ten beri süren bir hassasiyet sürecidir.

BİN YIL SÜRECEK KORKU

Askerin, "duyarlılık" ve "hassasiyeti" ortaya koyma yöntemlerini zamana uyumlu olarak değiştirdiğini söylemek de yanlış sayılmasa gerek.

Örneğin; "üç denemenin" yok edilmesinde Hilmi Özkök’e en büyük desteğin halefi Yaşar Büyükanıt ile şimdiki Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan gelmesi; Büyükanıt döneminde 27 Nisan hatası ardından sessizliğin yeğlenmesi ve kabullenme durumu...

Orgeneral Başbuğ’un bildiri yayınlamak veya çıkıp konuşmak yerine, doğru olanı yapıp yakınmalarını kapalı kapılar ardında, bağlı olduğu Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a iletme yoluna gitmesini de unutmamalı.

Ergenekon soruşturmasında ortaya çıkan cephaneliklerin, karanlık ilişkiler ve eylemler içine girmiş bazı eski askerler ve muvazzaf subayların açığa çıkması olaylarını da bu anlayışların parçası olarak değerlendirebiliriz.

Bütün bunlara karşın, son altı yıldır, özellikle her seçim öncesi Türkiye, bir darbe öcüsüyle yatırılıp kaldırılıyor.

Sanki bu kez de otoriter yönetim arzulayan bazı siviller bize bin yıl sürecek bir öcünün hikayesini tekrarlayıp duruyor gibi.

Darbe veya otoriter yönetim; her iki halde çare demokrasi ve hukuk.

O nedenle Ergenekon’daki hukuk dışılıkları nihayet kabullenen hükümet destekçisi, kendinden başkasını demokrat görmeyen bazı çevreler, geç kalmadan otoriter yönetim olasılığını da sorgulasa çok şey daha güzel olacak.

Etrafa baksalar çok kanıt bulacaklar da, iş kafaları çevirebilmekte.
Yazının Devamını Oku

Akıl verip şaka yaptı, aday oldu

15 Ocak 2009
ANAP’lı eski bakan Bülent Akarcalı’nın AKP’nin Çankaya Belediye Başkan adaylığı birçok kişi için sürpriz niteliği taşıyor. Akarcalı için de sürpriz olan bu adaylığın ilginç bir öyküsü var.

Bu öykü, adaylığın hangi beklenmedik isimden çıktığını da ortaya koyuyor.

Murat Karayalçın’ın CHP’den Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adaylığının açıklanmasından birkaç gün sonra Akarcalı’yı Melih Gökçek aradı.

Gökçek, Akarcalı’yı sohbet amaçlı aradığı izlenimi verdi.

Telefondaki sohbetin Karayalçın’ın adaylığına gelmemesi düşünülemezdi.

Böyle de oldu ve bakın sohbet sonra nasıl gelişti?

KARAYALÇIN’I YÜCELT MELİH

Görüşü sorulunca Akarcalı, "Bak Melih" diyerek şöyle konuştu:

"Murat Bey’i ne kadar yüceltirsen sen de o kadar yücelirsin. Rakibin büyük olduğu için sen de büyük olursun. ’Gururluyum; karşıma başbakan yardımcılığı, genel başkanlık yapmış birini çıkardılar. Benimle ancak böyle bir isimle yarışa girebiliyorlar’ de."

Akarcalı, sonra da, "Bir de Çankaya’ya dikkat et" tavsiyesinde bulunup, "Benim gibi birini bulursanız alırsınız" diye espri yaptı.

Akarcalı, bir hafta sonra da Esenboğa’da Karayalçın ile karşılaştı.

Ona da gülerek; "Deniz Bey beni Çankaya’dan aday göstermezse, AKP gösterir. O zaman sen de seçimi kaybedersin" demeyi ihmal etmedi.

Tabii, bunlar ne kadar "şaka", ne kadar "mesaj/talep" görülür bilemem; ama "iki şaka, bir akıl" derken Akarcalı adı bir yarışın içine sokuldu.

Kendisinden habersiz, AKP teşkilat yoklamasına Akarcalı adı da kondu.

Sandıktan sürpriz bir destek çıkınca da AKP Genel Başkan Yardımcısı Necati Çetinkaya ile Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, kendisini arayıp teklifi yaptılar.

Bu iki ismin, Gökçek’e yakınlığını ve onun adaylığına verdikleri büyük desteği anımsatırsam, Akarcalı adının nereden çıktığını öngörebiliriz.

Bu isim, "Çankaya’ya oğlunu hazırlıyor" diyen Gökçek’ten başkası değil.

’BALLI TAKASIN’ DEKONTLARI GELDİ

Pazartesi günü, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın damadı Mustafa Çubuk ile arkadaşı Bülent Sungur’un, Ankara Büyükşehir Belediyesi ile giriştiği takas işlemini yazmış, ortaklardan bina sahibine 6.5 milyon TL ödeyip ödemedikleri yolundaki dedikoduları kesmek için banka dekontları açıklamalarını önermiştim.

Bülent Sungur aradı ve aynı gün banka dekontlarını gönderdi.

Buna göre, 6.5 milyon TL’lik ödeme Euro, Dolar ve TL cinsinden yapıldı.

Dekontlar gösteriyor ki, büyük kısmı oluşturan ilk dört ödeme 27 Ekim 2007’de, ikisi Ocak 2008’de, dördü de Şubat 2008’de gerçekleştirildi.

Sungur, tek ödeme yapılmamasının bina üzerindeki hacizlerin kaldırılmasıyla ilgili prosedürden kaynaklandığını belirterek şu bilgileri verdi:

"O sinemacı arkadaştan üç bina aldık. Belediye bu binaya talip oldu. Yani talep belediyeden geldi. Belediyeden köprü, yol ihalesi almadık ki binamı verdim. Keşke de girmez olaydım, bina sanki değersiz. İşte orada 7 katlı bir bina."

Bir işadamı olarak Sungur’a bu açıklığı için teşekkürler.

Gerisi belediyenin tercihi ve de halkın bu tercihe vereceği karşılıktır.
Yazının Devamını Oku

Arada kaynamasın

12 Ocak 2009
CNN Türk’ün Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın damadı Mustafa Çubuk ve yakın arkadaşı Bülent Sungur’un Ankara Büyükşehir Belediyesi’yle "ballı takas" yaptıkları haberi Ergenekon’un son dalgasıyla aynı anda çıktı. Çubuk’un nikáhını kıyan Melih Gökçek’le Haşim Kılıç arasında su sızmadığı herkesin malumu olunca haber tam ilgi görüyordu ki Ergenekon ezip geçti.

Kılıç, "Damadımın ticari işleriyle ilgili bilgim yok" dedi.

İki gün sonra, bu kez Kılıç’ın asker oğlunun, yemin töreni sonrası valinin makam otomobiliyle ağırlanması gündeme geldi.

Kılıç, bu kez de, "Törene gidecektim. Dostumuz vali, protokol gereği bizi karşılayacaklardı. Acil işim nedeniyle gidemedim. Çocuğu Çorlu merkeze götürmüşler. Sistemli bir yıpratma kampanyası" açıklamasında bulundu.

BİR OĞUL İDDİASI DAHA

Kılıç’a basit bir sorum var.

Alman Federal Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın oğluna da aynı muamele yapılsa, Alman yargıç bunu yıpratma kampanyası mı sayar, özür mü dilerdi?

Dünyanın her ülkesinde böylesi yargıçların ve aile bireylerinin bu tür sorgulamalar altında olması en doğal tutumdur.

Ama, Türkiye’de bazı yargıçların ilişkileri ele alınınca hemen ’yıpratma’ bahanesi dillendiriliyor; oysa Kılıç’tan beklenen doğru tutum kendi verdikleri görüntüleri sorgulamasıdır.

Bu sadece Kılıç için değil, her yargıç için geçerli.

Çubuk’a şu soruyu da sormak lazım:

"Takas yapılan sinema binasının gerçek değeri ile fatura değeri arasında fark var mı? (’Gerçek değer 3 milyon 750 bin TL, fatura ise 6.5 milyon TL’ gibi dedikodular var da.) Elden büyük miktarlarda para teslimi kara para soruşturmasına tabi olduğundan, banka dekontları açıklansa bu tür dedikodular da ortadan kalkmaz mı?"

Daha da ileri gidelim, paranın kaynağını açıklamakta ne sakınca var?

BAĞIŞ ŞANSLI

Türkiye’de AB için çalışan çevrelerin başmüzakereciliğin Ali Babacan’dan alınması yönündeki görüşlerini kaç kez yazdım anımsamıyorum; ama sonunda doğrusu yapıldı, Egemen Bağış dün görevi devraldı.

Genel kanı Bağış’ın, Babacan’dan daha başarılı olacağı; çünkü en azından Babacan’dan sonra gelmesi en büyük şansı görülüyor.

Babacan döneminde AB için bir arpa boyu yol alınmadı; daha sosyal, görüşlerini açıklamaktan çekinmeyen, Başbakan’a daha etki edebilecek ve doğru adres olarak öncelikle Başbakan’la temas edecek, dış medyayla ilişkileri iyi olan Bağış döneminde kervanın yeniden yürümesi olası.

Hele bir de dinlemeden mahkûmiyet kararları vermekten kaçınırsa.
Yazının Devamını Oku

Yumruk ikide kalırsa kurtardık

8 Ocak 2009
BAŞBAKAN Yardımcısı Cemil Çiçek, Kartalkaya’daki tek maçlık "tavla düellomuzu" kazanmanın keyfini salı günü Meclis kulislerinde çıkardı. Arkadaşlarımla sohbetinde, pazartesi günkü yazıma atıfla, tavlayı bilmediğini "öylesine" söylediğini anlattı.

Bundan zaten şüphem yoktu, ayrıca o konuşmamızda 2008’i değerlendirirken Çiçek’in boksa da uzak olmadığını anladım. (İyi ki boks maçı yapmadık!)

2008’i değerlendirmesine küresel krizle başlayan ve krizin ABD seçimleriyle aynı döneme gelmesini talihsizlik olarak gören Çiçek, "Çünkü, iyi yönetilen krizin etkisi daha az, süresi de daha kısa olur" dedi.

Şimdi ise Obama yönetiminin dirayetli yaklaşım göstermesi umudunu dillendiren Çiçek, Türkiye’yi konuşurken ilginç yumruk hesabına girdi.

YUMRUK YİYEN BAŞ SERSEMLER

"Türkiye 2008’de istikrar içinde istikrarsızlık yaşadı. Meclis’te istikrar vardı, iktidarda da. Sonra istikrarsızlık oldu" diyen Çiçek, sözü AKP’yi kapatma davasına getirerek devam etti:

"Dava nedeniyle iç ve dış yatırımcı, ’Dur bakalım ne olacak’ dedi. O nedenle davanın açıldığı 14 Mart’tan bittiği 30 Temmuz’a kadar, bütün istikrar göstergelerine rağmen ’dur bakalım’ dönemi yaşandı. Bütün bunlar tam da işadamının yatırım yapacağı sezonda yaşandı."

Çiçek’e göre, bunun sadece faiz kaybı 20 milyar dolar ve hesap da şu:

"Dava öncesi yüzde 15 olan faizler, temmuz-ağustos döneminde yüzde 24’e çıktı. Oysa Temmuz’da 24, Ağustos’ta 19 katrilyon borç ödemesi vardı."

Çiçek
bu hesaplamadan sonra şöyle bir ilginç saptamada bulundu:

"Dava bitti. Tam ayaküstü duracak hale geldik, bu kez dış piyasalardan gelen kriz ortaya çıktı. Bir başa iki yumruk yani. Atasözünün gereği bunu söylüyorum. İki yumruk yiyen baş ise sersemler."

Çiçek’in bundan sonrasını da yine yumruk örneğiyle anlattı:

"Başa ilave yumruklar gelmezse bu krizi, daha az zarar, daha fazla başarı ile atlatırız. Ama burada sorumluluk sadece iktidarın değil; işvereniyle işçisiyle tüm sivil toplum örgütlerinin ve muhalefetin de. Demokratik toplum olmanın gereği bu."

Bu noktada Çiçek’e göre, "Batıyoruz, çöküyoruz" demenin, yıkılacak duvarın dibine kimse oturmayacağından, ülkeye bir yararı yok.

9. DALGADA İLGİNÇ RASTLANTI

Çiçek’in AKP kapatma davasını başa yumruk olarak niteleyen bu sözlerini dinlerken, Ergenekon’da yeni bir dalganın yakın olduğunu hiç düşünememiştik.

Malum, Ergenekon davasını, kapatma davasının rövanşı olarak gören çok oldu.

Üstelik, dünkü dalga oldukça yüksekten geldi; önemli görevlerde bulunmuş eski askerler, bürokratlar, yargı mensupları girdabın içine alındı.

Rastlantı ya, yargının en önemli ismi Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın damadının kárlı arsa takası haberleri ardından geldi bu operasyon.

Hani Kılıç’ı AKP; Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ü de Ergenekon yanlısı göstermeye çalışanlar çıkıyor ya.

Şimdi bekleyeceğiz; acaba yargı Haşim Kılıç ve ailesinin Melih Gökçek’le ilişkisini gündeme alır mı; alırsa buradan "başa üçüncü yumruk" gelir mi?

Buradan bir şey çıkar çıkmaz bilemem; ama daha önce de yazdım.

Kılıç’ın, sık sık AKP kadrolarıyla görünmesi, yargı adına kuşku yaratıyor.
Yazının Devamını Oku

Çiçek: Gökçek, Thatcher, Kohl ve Blair gibi

5 Ocak 2009
YENİ yıla kayak niyetiyle Kartalkaya’da girdik. "Cemil Çiçek geldi, lobide oturuyor" telefonu üzerine kayağa ara verip, "İyi seneler" demek ve sohbet etmek niyetiyle yanına gittim.

Arkadaşlarının tavla maçını izlerken bulduğum Çiçek, kıyafetim nedeniyle, "Siz kaymaya çalışıyorsunuz, biz ise kaymamaya" diye espri yaptı.

Uzun yıllardır tanıdığım için Çiçek’in, "O konuyu bilmem" demesinin anlamını çözdüğümden; "Tavladan anlamam, çok da oynamam" dediğinde iddiasını hissedip kendisini tavla düellosuna(!) davet ettim.

Çiçek’
e bir kitap borçlandım; ama Melih Gökçek’e verdiği desteğin "kaymamak" için sağlam zemin olup olmadığını sorguladığım için kárda sayılırım.

BAŞARILI OLAN KALIR

Çiçek’le yaptığım uzun görüşmeye Gökçek tartışmasıyla başladım.

Malum, aynı siyasi grup içinden geldiği için Gökçek’e en büyük desteği kendisinin verdiği; en yakın iki arkadaşı AKP Genel Başkan Yardımcıları Abdülkadir Aksu ile Necati Çetinkaya’nın tansiyonlarını fırlatmayı da göze alarak, Çiçek hatırına Gökçek için seferber oldukları konuşulup duruyor.

Ben, "Gökçek" deyince, Çiçek hemen, "Adaylığı doğru ve isabetli; çünkü siyaset başarıya dayanır. Melih Bey başarısı ispat edilmiş bir aday. Başarılı olmasa Ankaralı üç dönem seçer miydi?" diye sorup devam etti:

"Batı demokrasilerinde ölçü budur. İşte; Almanya’da Kohl, İngiltere’de Thatcher ve Blair. Başarı herkese göre farklı değerlendirilebilir; ama vatandaş tercihi ortada. Niye baştan aday yapılmadı deniyor. AK Parti’de daha baştan yüzde 100 belli olan aday yok. Bunun prosedürü var. Yoklamalar, anketler yapılmadan doğru olmazdı. Biz kişiler değil, parti açısından bakarız."

Gökçek
’e desteğin gerekçesini böyle açıklayan, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın seçiminde de "başarı ve halkla ilişki" kriterlerinin belirleyici olduğunu anlatan Çiçek, "Geçmiş hukukumun bunda rolü yok" deyip kanıt da gösterdi:

"Partideki toplantıda da söyledim, herkes duydu. Babamın düşmanı da olsa, seçimi kim kazanacaksa onun adaylığı doğru. Parti, kişiden önde. Ankara’da seçimi parti için riske sokmak yanlıştır. Hissi tercih olmaz."

GÖKÇEK’İN ŞANSI

Seçimi kesinlikle alacaklarına inanan Çiçek’in, Gökçek’in son dönem olumsuz bir performans sergilediği görüşüne katılmadığını da belirteyim.

Çiçek’e göre, "Bu medyanın yıpratma uğraşısı. Medyanın etkisi de belli; geçmişte yıpratmaya çalıştıklarının şimdi nerede olduğu da ortada."

Çiçek penceresinden Gökçek’le ilgili manzara bu, şimdi bir de Ankara’da yeni konuşulmaya başlanan bir komplo teorisinden söz edeyim.

Bu teoriye göre, yedi gencimizin ölümü karşısında dahi sessiz kalan, o büyük taziye duyarlılığını, olay mekánını belediye araç ve görevlileriyle doldurmayı bu kez unutan Gökçek, yattığı derin uykudan şu planla kalkacak:

"Neye mal olursa olsun, neyi gerektirirse gerektirsin, DSP’nin bir aday çıkarması sağlanacak. CHP’nin Eskişehir’de aday çıkarması bu işi kolaylaştıracak. Bu sağlanamazsa solda bağımsız bir aday bulunacak."

Kim inanır kim inanmaz bilemem; ama şu uyarı da sola:

Karayalçın dışında ikinci isim Gökçek destekli görülecek, bilinecek.
Yazının Devamını Oku