26 Mart 2009
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, muhalefet liderlerini, kendine olan güvenle alanlara çağırırken, "Halep oradaysa arşın burada" diye meydan okudu. CHP Lideri Deniz Baykal’ı, önceki gün Denizli ve Aydın’da izledikten sonra meydanlar gerçekten ölçü mü, değil mi diye düşünmeye başladım.
Baykal, bir hafta arayla iki ilde Erdoğan’la aynı meydanlarda konuştu.
Hemen belirteyim; eğer, iki mitingi kendim izlememişsem polisin, meydana bakan işyeri sahibi esnafın ve yerel gazetecilerin hakemliğine başvururum.
Denizli ve Aydın’da "AKP’nin mitingi daha kalabalıktı" diyen çıkmadı, "aynı" diyen birer kişi oldu, çoğunluk (polis de) "CHP önde" dedi.
Hadi diyelim Aydın’da CHP adayı Özlem Çerçioğlu iyi bir rüzgár yakalamış, seçimi sürüklüyor; ya Denizli’ye ne demeli; çünkü Belediye Başkanı Nihat Zeybekçi, başarısız görülmüyor ve "Erdoğan’a çok yakın" avantajına sahip.
ŞAŞIRTAN SOKAKLAR
Sokaklara gelince; Erdoğan’ı seçim otobüsünde izleme şansımız yok; ama 25 yıldır seçimlerde lideri yakından izlemiş bir gazeteci olarak, Baykal’a iki Ege ilinde gösterilen ilgi karşında şaşırdım.
Bunun Baykal için de sürpriz olduğunu söylemeliyim.
Denizli’de miting alanına ulaşmak için uzun caddeler geçildi; aynı caddelerden ters yönden ise yaya olarak Nihat Zeybekçi dolaşıyordu.
Sokakta yürüyenler, dükkán içindekiler, balkonlardan sarkanlar Baykal’a büyük ilgi gösterdi, "Çak" yapanların çokluğu kol yorgunluğuna neden oldu.
Şaşırtıcı sayıda başı kapalı kadından da büyük sevgi gören Baykal’ı, en çok bu tablo mutlu etti; birkaç kez bu kadınlara, "Anacım benim" diye seslendi, yetinmedi arkadaşlarını, "Bakın başı açığı da, kapalısı da selam veriyor, esnafı da işçisi de" diye uyardı; "Maşallah" ilavesini ise unutmadı.
Aydın’da ise alana gidişte kısa, dönüşte ise uzun yol kat edildi.
Her iki yönde de sokaklardan, özellikle balkonlardan Baykal’la Özlem Çerçioğlu’na yoğun sevgi gösterisi yapıldı.
Anlayacağınız, meydan ve sokak bir ölçüyse en azından bu iki ilin sonucunu merakla beklemek, Ege’de bir şeyler mi olacak, diye düşünmek gerekiyor.
ERGENEKON ÖLÜM KUYULARI
Baykal’la yolculuk boyunca çeşitli konularda sohbet de ettik, seçim gündemini değiştirmek istemediği için çoğu güncel konulara girmek istemedi.
Buna rağmen, 30 Mart’a yansıyacak bazı izlenimlerimi aktarayım:
Ölüm kuyularıyla ilgili net görüşleri var; Yüksekova çetesine karşı CHP’nin o zaman büyük savaş açtığını ima etmesi bir ipucu.
Anayasa değişikliği konusunda söyleyecek çok şeyi var; ama ekonomik kriz ve yolsuzluk tartışmalarına gölge düşürmek istemiyor.
Baykal’ın, darbe planlayanların varlığını görmezlikten geldiğini, darbecilerin üzerine gidilmesine itiraz ettiğini söylemek ciddi haksızlık.
Mustafa Balbay’ın günlüklerine dayanarak Baykal’ın, Ergenekon sanığı Şener Eruygur’la konuştuğunu savunanlar var; ama Baykal bunu doğruladı mı?
Özetle Baykal, terörle mücadelede yapılan yanlışlar, darbe teşebbüsleri, çeteler konusunda net; ama Ergenekon’un silaha bulaşmamış muhalefeti sindirme harekátına dönüşmesinden ciddi olarak kaygılı.
Aynı Baykal, kişisel olarak ise, "O kadar bakıldı, tek bir rahatsız edici ilişki bulunamadı" güven ve rahatlığı içinde.
Yazının Devamını Oku 23 Mart 2009
CUMARTESİ günü CHP’nin Tandoğan, AKP’nin de Sincan mitinglerini art arda izleyince bir kez daha gördüm ki bu kez meydanların dilinde bir farklılık var.<br><br>AKP seçmeni Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu seçim kampanyasına uygun bir tutum sergiliyor; görevini partiye karşı değil, Erdoğan’a karşı yapıyor. CHP seçmeni de Erdoğan’a karşı görevini yerine getiriyor; ama onlar, "padişahlığa gittiğine" inandıkları bir başbakana ’dur’ demek için alanlarda.
CHP’nin Ankara ve İstanbul’da 12 Eylül sonrası en büyük mitinglerini düzenlemiş olmasında da, diğer illerde alanlara önceki seçimlere göre daha çok kalabalık toplamasında da bu anlayışın etkisinin bulunduğunu düşünüyorum.
"Kazanabilir umudu" veren CHP adayları da tetikleyici rol oynadı.
Benzer durumu bir ölçüde MHP seçmeni ve adayları için de söyleyebiliriz.
DAVA ADAMI
Muhalefetin böylesi bir hava içine girmesinde Başbakan’ın hangi tutum, söylem, tavrı etkili oldu denecek olursa hemen pek çok madde sıralanabilir.
Partisi muhalefetteyken belediye başkanlığı yapan ve o dönemi Türkiye’nin en başarılı örneği diye savunan bir başbakanın, bugün meydanlarda muhalif seçmeni, "Senden birini belediye başkanı seçersen hizmet alamazsın" diye tehdit etmesi ilginç bir ironi oluşturuyor.
Partisinin tüm adaylarını tek başına belirlediği için seçime adaylar yerine kendini sokan bir başbakan, muhalif adaylarda da, parti örgütlerinde de daha güçlü bir motivasyonun oluşumunu sağladı.
"AKP adayları kıyıda köşede kaldı" imajı yaratması da ayrı bir durum.
Başbakan, ilk kez bu seçimlerde demagojiye önemli bir yer verdi.
Meydanlarda Başbakan’ı dinleyen, "Göbeğini kaşıyan adam" veya "Çobanın oyu ile benimki bir mi" diyenin CHP veya MHP genel başkanı olduğunu düşünür.
Meydanlarda küçültücü her ifadeyi kullanan Erdoğan’ın, muhalefet aynı dozda yanıt verince onlarca kez mahkeme yoluna düşmesi de ilginç.
Eşekli söylemi ilk başlatan olmasına rağmen, Baykal, Ziya Paşa’dan yanıt verince mahkemeye giderek "dava adamlığının" başka bir türünü gösterdi.
GÜZEL TÜRKÇE
Son moda da, "Ben Karamanoğlu Mehmet Bey’in güzel Türkçesi ile konuşuyorum" derken, kötü sözcükleri meydanlara söyletmek oldu.
Muhalefet liderlerini eleştirirken, "Devlet malı deniz, yemeyen..." dedi durdu, "Kılavuzu karga olanın burnu..." dedi durdu, "Eskiye rağbet olsa..." dedi durdu, gerisini meydanlar getirdi.
Başbakan önceki seçimlerde de medyayı hedef almıştı; bu kez söylemini aynen korurken eyleme de geçti.
Baykal’dan kriz önerileri isteyen, öneriler gelince küçük düşürücü ifadelerle karşılık veren ve de kriz döneminde işsizliğin seçim malzemesi yapılmasını istemeyen bir başbakana, "Siyasetin, istihdam dışında önemli ne işi var" diye sormaya dahi gerek yok.
Ancak, aynı başbakanın, 65 yıl önce, savaş günleri dağıtılmış karneleri, CHP’ye karşı kullandığı tek malzeme haline getirmesi kara mizah gibi.
Bütün bu söylemin AKP seçmeninin önemli bölümünün hoşuna gittiğini, onları Başbakan’a daha çok bağladığını düşünüyorum; ama bundan hoşnut olmayan AKP seçmeni de var, işte asıl onların sandıktaki tavrını merak ediyorum.
Yazının Devamını Oku 19 Mart 2009
AKP, kamu olanaklarını da sonuna kadar kullanarak bu seçimlerde en organize çalışan, en çok para harcayan, en çok propaganda yapan parti oldu. AKP bunlarla yetinmedi; Başbakan Tayyip Erdoğan’a haftada en az üç rapor sunan bir strateji ekibi oluşturma geleneğini bu kez de sürdürdü.
Ekip, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Grup Başkanvekili Nihat Ergün, Genel Başkan Yardımcısı Edibe Sözen, Genel Başkan Danışmanı Ömer Dinçer ile araştırma şirketlerinin yöneticileri İbrahim Uslu (ANAR), İbrahim Dalmış (Pollmar), İbrahim Kalın (SETA), Taha Özhan’dan (SETA) oluşuyor.
Ekip temelde, güncel gelişmeler ve seçim sürecinin gidişine bağlı olarak, "Erdoğan neyi söylesin, neyi söylemesin" üzerinde çalışıyor.
Erdoğan, genelde ekibin önerilerine uyuyor, ama uymadığı noktalar da var.
KILIÇDAROĞLU KAMPANYASI DURDURULDU
Örneğin; Erdoğan’ın, muhalefete küçültücü ifadelerle yüklenmekten, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, "Maganda üslubu", "Başbakan oldun, adam olamadın" yanıtının ardından vazgeçtiğini düşünüyorduk.
Ancak ekip, "Baykal değil, biz etkili olduk" iddiasında.
Başbakan bu uyarıya genel olarak uymuş görünüyorsa da istenen sonuç tam elde edildi denemez; çünkü Erdoğan yazılı metin dışına çıkınca ekibin, "negatif kampanya" diye olumsuz baktığı sert söyleme geri dönüyor.
Ekip bunda, "meydandaki kalabalığın gazının" rolünü düşünmüyor da değil.
Ekibin başka hangi müdahalelerde bulunup ne sonuç aldığına da bakalım.
Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili bir kitabın, Türkiye çapında billboard’lu tanıtımının rakibi mazlum konumuna ittiği vurgulanınca ertesi gün hem "AKP ile ilgisi yok" açıklaması yapıldı hem de kampanya acilen durduruldu.
Bülent Arınç’ın, "İyi ki bu generaller döneminde savaşa girmedik" sözleriyle, bazı bakanların seçmeni azarlaması ekibin şimşeklerini çekti.
Ekibin bu seçim kampanyasındaki en önemli etkisi ise, "İşsizlik rakamları açıklanmadan kriz önlemlerini hayata geçirelim" tavsiyesi oldu.
Hükümet, kararların uygulamasını onları da şaşırtan hızla öne aldı.
ANKETLERİN DEDİĞİ
Bu seçimlerde, AKP’nin ilk kez, negatif kampanya yürüttüğü, Erdoğan’ın liderlerin yanı sıra belediye başkan adaylarını da hedef tahtasına koyduğu ve seçmeni, "Bizimle uyumlu belediye seç" diye tehdit ettiği görülüyor.
Ekibin bundan da çok mutlu olduğu söylenemez.
Bu negatif kampanyanın AKP’yi nasıl etkileyeceğini 10 gün sonra göreceğiz; ama ekibin yaptırdığı araştırmalara baktığımızda, AKP’nin muhalefetin elindeki hiçbir ana belediyeyi alamayacağı net olarak ortaya çıkmış durumda.
İlaveten, son 5 yılını AKP’de geçirdiği unutulurcasına, kamu eli de kullanılarak Aytaç Durak’a verilen aşırı tepki, Adana’yı AKP’den uzaklaştırıyor gibi ve aynı sürprizin başka illerde yaşanabileceği de hesap dahilinde.
Ekibin araştırmaları, Ankara’da Melih Gökçek tercihinin doğru olmadığını da teyit ediyor; çünkü Gökçek ilk kez AKP’nin çok gerisinde kalacak.
İlginçtir; CHP de bu kez Ankara’da seçimi almaya yakınken, adayla genel merkez arasındaki uyumsuzluk ve estirilemeyen rüzgár MHP’ye göz kırpıyor.
Bu çerçevede dün görüştüğüm MHP adayı Mansur Yavaş’ın, "Son anketimiz bugün geldi. Biz yüzde 31.5’e çıkarken, Gökçek 29’a, Karayalçın 27’ye geriledi" demesi, AKP’nin de CHP’nin de göz ardı edemeyeceği bir durumun işareti.
Yazının Devamını Oku 16 Mart 2009
TOPLANAN kalabalığı görmek için otobüsün üstüne çıktım; ama öyle şiddetli bir yağmur vardı ki çıkmamla inmem bir oldu diyebilirim. Oysa alanda sayıları binlerle ifade edilecek kadın ve erkek yağmura aldırmıyordu; epeydir bekliyorlardı, gidecek gibi bir halleri de yoktu.
Otobüs kalabalığın içine girer girmez üstüne çıkıp hitaba başlayan kişi de ıslanıyordu artık; ama konuşan da dinleyen de çok mutluydu.
Anlattığım yer AKP’nin İstanbul’daki kalesi Ümraniye Son Durak meydanı, otobüsün üstünde konuşan ise Kemal Kılıçdaroğlu.
Miting bittiğinde, sırılsıklam olmuş gençler dakikalarca otobüsün önünde yürürken, lider olmadığı halde, siyasetin ön sahnesine birkaç ay önce çıkmış biri nasıl oluyor da bu ilgiyi görüyor, diye düşündüm.
Baştan söylemeliyim; izlenimim, soldaki bu insanlar uzun yıllar sonra ilk kez, öne eğilmiş başlarını kaldıracak bir ismi buldukları inancında.
İKİNCİ TURA BAŞLAMIŞ
Kılıçdaroğlu ile Gürsel Tekin’in seçim minibüsüne bindiğimde, onlar programlarına başlayalı üç saat olmuştu, Kadıköy Hali’nden geliyorlardı.
Kılıçdaroğlu ile sohbetimizin ilk konusu 1 yaşındaki torununun sigortalı yapılması; bundan haberi olmadığını söyledi, damadına kızmış ayrıca.
Seçim izlenimlerini sorduğumda, "Bir kırılma var. Bu sandığa yansıyacak ve kazanacağım. Çünkü, ben halka gidiyorum onlar da bana geliyor" dedi.
Bir uçtan bir uca ilk İstanbul turunu tamamlamış, güzergah değiştirerek ikinci turuna başlamış olan Kılıçdaroğlu,önceliği CHP’nin zayıf olduğu varoşlara vermiş, hiç bir siyasetçinin gitmediği yerlere kadar gitmiş.
Öğleden önceki ilk durağımız da toprak üstüne daha yeni asfalt atılmış Fındıklı oldu; ilgi yoktu diyemem; ama çarpıcı bir karşılama da görmedim.
Başıbüyük’te ise ilgi Fındıklı’ya göre daha çoktu; CHP bayrakları taşıyan türbanlı kadınların da olduğu birkaç yüz kişilik kalabalığa hitap etti.
Sonra Zümrütevler üzerinden 22 Temmuz’da CHP’nin üçüncü parti olduğu Gülensuya’ya çıkıldı; koca İstanbul’un bittiği, ormanın başladığı noktada birkaç bini bulan coşkulu bir kalabalık karşıladı Kılıçdaroğlu’nu.
Bu ilgiyi, "CHP dışındaki sol ve Kürt kökenli 400 bine yakın seçmen kitlesinin önemli bölümünün tercihi bu kez ’Kılıçdaroğlu’ olacak" diye okumalı. (Ayrıca bakalım; Şişli’de Kılıçdaroğlu mu, Mustafa Sarıgül mü daha çok oy alacak?)
BAŞBAKAN VURDUKÇA PARLATIYOR
Maltepe merkeze inince bambaşka bir tablo gördüm; selam vermeyen, sevgi gösterisi yapmayan yok gibiydi, meydan ise binlerce Maltepeli ile doluydu.
Yani merkezlere doğru gidildikçe Kılıçdaroğlu’na ilgi yükseliyor.
İkili Sultanbeyli’ye üçüncü tura çıkarken, ben Ümraniye’den ayrıldım.
Bütün bunlara bakarak Kılıçdaroğlu’nun, AKP’nin yüzde 50’nin üzerinde olduğu İstanbul’da seçimi alacağını iddia edemem; ama şunları söyleyebilirim:
Başbakan ve AKP vurdukça Kılıçdaroğlu’nu daha çok parlatıyorlar.
Kılıçdaroğlu kazansa da kazanmasa da güçlü bir rüzgar yakalamış durumda ve bu başarı Gürsel Tekin’in de olduğundan artık bir ikiliden söz etmeli.
"Bu ikili yarın CHP’de bir liderlik yarışına girer" diyemeyiz; ancak arkalarında halk desteği olan en önemli iki CHP’li onlar olacak.
İkili, Baykal’la da çatışmaya girmez; ama CHP’de yeni bir dönem başlar.
Yazının Devamını Oku 12 Mart 2009
MHP Ankara Milletvekili eski büyükelçi Deniz Bölükbaşı, 2 Mart’taki yazımda, Başbakan Tayyip Erdoğan’a "İsrail’e ara iyileştirici yolladın mı, yollamadın mı?" sorusunu yöneltip, "Cevap gelmezse ben konuşacağım" demişti. Yanıt gelmeyince Bölükbaşı, 4 sayfalık bir açıklama gönderdi.
"Başbakan, Davos çıkışını seçimin temel malzemesi yaptı" diyen Bölükbaşı, "Davos kahramanlığı" ve "Gazze fatihliği" ile başlayan sürecin "şeyhülislamlık" ile sürüp, "son Osmanlı padişahlığı" ile noktalandığını anlattı.
Ancak Bölükbaşı, ilginç bilgilerle, Başbakan’ın Davos sonrası izlediği politika ile kahramanlığın sahte olduğunu ortaya koyduğunu savundu.
SÖYLENENLER ÜZERİNDE DURMAYIN
Bölükbaşı’na göre Erdoğan, Davos sonrası İsrail’e karşı sistemli bir tevil çabasına girdi ve bunun için şu dört kanalı kullandı:
İşadamı Jak Kamhi, ABD’deki Musevi çatı kuruluşları (American Jewish Community, Bnai Brith), Türkiye’nin Telaviv ve Washington büyükelçilikleri.
Peki Erdoğan, İsrail’e ne denmesini istedi; işte Bölükbaşı’nın iddiası:
" İsrail’in Gazze saldırısının, Başbakan Olmert’in Ankara ziyareti hemen sonrasında başlatılması bizi güç durumda bırakmış; HAMAS’la yürüttüğümüz özel görüşme sürecini olumsuz etkilemiş, itibarımızı sarsmıştır.
Türk kamuoyu Filistin konusunda çok hassastır. Gazze saldırılarının Türkiye’deki belediye seçimleri süreciyle eşzamanlı olması, bizi zora sokmuş, İsrail’e sert tepki göstermek mecburiyetinde bırakmıştır.
Davos’ta gösterilen tepkinin muhatabı İsrail halkı ve devleti değildir. Davos’ta yaşananların, hassas ve tepkili Türk kamuoyu ve yerel seçim süreci ışığında değerlendirilerek, anlayışla karşılanmasını bekliyoruz.
İsrail’le stratejik ilişkiler Türkiye için büyük önem taşımaktadır. Başta askeri ve savunma sanayi alanındaki işbirliği olmak üzere bu ilişkileri her alanda geliştirmek kararlılığımız değişmemiştir.
Her iki ülkede seçim süreçleri sonrası ilişkiler yeniden ivme kazanacaktır. Seçim süresi üzerinde söylenenler üzerinde durmayalım."
Bölükbaşı’nı ciddiye alan olur, almayan olur; ama unutulmasın, iddia sahibi, bir yıl öncesine kadar Dışişleri’nin en önemli isimlerinden biridir.
PARTİNİN CESUR VALİSİ
Seçim sürecinin ana tartışma konularından biri de valiler üzerine.
Tunceli örneğini anmaya dahi gerek yok; ama duayen Aydın Valisi Mustafa Malay da "parti valisi" görüntüsü veriyorsa iş çığırından çıktı demektir.
Seçim için gittiğim illerde muhalefetten, "Burada AKP’nin ilk sıra milletvekili vali. AKP miting yaptığı gün memurlar izinli sayılıyor. Muhalefetin mitinginde ise vizite dahi yasak. Miting alanının hazırlanmasında da valilerin katkısı oluyor" yakınmalarını duydum.
AKP’nin Kırıkkale mitinginde ben de tanık oldum; sohbet ettiğim kişi, memur çıkınca, "Öyleyse niye buradasın" diye sordum; yanıtı şöyleydi:
"AKP’li değilim; ama hepimize sözlü izin verildi, ben de çıktım geldim."
Aydın Valisi ise oldukça cesur çıktı; bunu yazılı bir belgeye döktü.
CHP de ilk kez böylesi önemli bir belgeyi ele geçirme şansı yakaladı.
Doğrusu, AKP’nin, miting için vali desteğine hiç ihtiyacı yok; ama vali, devletin valisi olduğunu unutur, Başbakan da "Benim valim" der, Cumhurbaşkanı ise ildeki temsilcisinin bu haline sessiz kalırsa yadırganacak ne var!
Yazının Devamını Oku 9 Mart 2009
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın, alanın tamamını dolduran AKP’li seçmene hitap ettiği Adana mitingini, kalabalığın arasında dolaşarak izledim. <br><br>"AKP’li seçmen" dedim; çünkü mitingin sonunda dahi kalabalığın en önündeki biriyle en gerideki arasında hiç fark yoktu; hep birlikte Erdoğan istedi diye ellerini kaldırdılar, dediklerini tekrarladılar. Adana’da da gördüm; "AKP, devlet olanakları ile parti olanaklarını birlikte kullanıyor" dense de sonuçta çok başarılı mitinglere imza atıyor.
Ama gerçek şu ki; bu başarı tamamen Erdoğan’ın eseri; çünkü iki saat geç kalsa da alandan ayrılmayan halkın beklediği, görmek istediği o.
Erdoğan, teknolojik olanakları iyi kullanarak kalabalıkla sıcak ilişki kuruyor; onları kendisine bağlamayı beceriyor ve bundan büyük keyif alıyor.
Ancak, önceki durağı Hatay’da söze, "Sizi beklettim; özür dilerim" diye başlarken, bu hoş tutumu Adanalılardan niye esirgedi anlayamadım.
ÜSLUPTA DEĞİŞİKLİK
Kırıkkale mitingi ardından Erdoğan’ın rakiplerini küçük düşüren üslup kullanmasını gündeme getirmiş olduğumdan Adana mitingine bu yönle de baktım.
O yazımın ardından Baykal, Erdoğan için "Maganda üslubu kullanıyor" dedi.
Erdoğan, Kırıkkale mitinginde muhalefet için şu ifadeleri kullanmıştı:
"Yalan", "İftira", "Çamur", "Namert", "Alçaklık bile bir seviye ifade ediyor", "Müfteri", "Karalamak", "Çamur atmak", "Şeref, haysiyet, onurdan nasibini almayanlar", "Çirkeflik", "Basitlik", "Maskara", "Rezil", "Kepaze", "Komünist".
Adana’da ise bu üslup tamamen gitmiş, seviyeli bir üslup gelmişti.
Anlaşılan Baykal sonuç almış, hatta Erdoğan tabloyu tersine çevirme peşine düşmüş, denebilir; çünkü Baykal’ı terbiyeli konuşmaya davet etti.
Bunu da Baykal’ın, "Herkes dinleniyor, hükümete dilediğimizce küfür edemiyoruz" sözlerini örnek vererek yaptı, vatandaş da alkışladı.
İzlenimim, Baykal’ın bu örneğine vatandaş olumlu puan vermiyor.
Buna karşın; Baykal’ın, "Başbakan olmuşsun, adam olamamışsın" sözleri rağbet görürken, "maganda üslubu" eleştirisi de rahatsız edici gelmiyor.
O ŞİMDİ KENE VE MAFYA
Mitingde, kalabalık arasında dolaşırken ilginç bir gözlemim oldu.
Erdoğan, Adana’nın bazı mahalle adlarını sayarken arkamda biri yanındakine, "Bak ya, adam neleri biliyor; helal olsun" dedi.
Sonra, alandaki iş dünyasının bazı isimlerinin yanına gelince duyduklarımı tekrarladım; aldığım yanıt, "Evet, Demirel hafızası var galiba" oldu.
Anlayacağınız, Erdoğan’ın önündeki teknoloji harikası cam iyi iş görüyor.
Seçime gelince; Adana, AKP, CHP, MHP arasında kritik bir seçim yapacak.
Aytaç Durak, 20 yıldır ilk kez iktidar gücüne de sahip, sevilen, ciddi bir adayla yarışacak, CHP de bazı sıkıntılarına rağmen yarışta var.
AKP ve Başbakan Erdoğan için ise tek rakip yeni MHP’li Durak.
Başbakan’dan önce kürsüye çıkanlar da bunu gösterdi; Mehmet Ali Bilici rakibini nazikçe eleştirirken, Dengir Mir Fırat yerden yere vurmayı yeğledi.
Fırat, "Adana’nın sırtına 20 yıldır kene gibi yapışanlar" derken, sanırım kenenin 5 yıl AKP tarafından Adanalı’ya hediye edildiğini unutmuştu.
Erdoğan ise Fırat kadar sert değildi; ama Durak’ı eleştirirken, Adana’nın "çetevari", "mafyavari" yönetilmesinden yakındı.
Yazının Devamını Oku 5 Mart 2009
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Yozgat ve Kırıkkale mitinglerini izledim. <br><br>İzlenimlerime kahvaltı masasındaki sohbetle başlamalıyım. Bahçeli, 29 Mart’ta oylarını artırıp bazı illerde de sürpriz yapacakları inancında; AKP’nin ise düşüşe geçeceği kanısında.
Ankara’dan umutlu söz etti; adayları Mansur Yavaş’la iki günde bir görüştüğünü, kendisine kadro desteği verdiğini anlattı.
Mitinglerdeki üsluptan rahatsızlığını yeniden dillendirdi, bunun halka kötü yansımasından çekindiğini söyledi.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın TOKİ olanaklarını kullanmasından yakınan Bahçeli, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e mesaj yolladı.
Gül’ün Devlet Denetleme Kurulu’nu hemen harekete geçirmesini isteyen Bahçeli, "Bu kaynak nereden? O kırmızı halılar nerede dokunuyor? DDK bunu ortaya çıkarmalı. Yoksa biz geldiğimizde zaten gereğini yapacağız" dedi.
ALLAH’INA KURBAN FIKRASI
Bahçeli, Başbakan’ın miting yarıştırmasına da yanıt verdi.
Yanıtı bu kez, şöyle bir Adana fıkrasıyla geldi:
"İki Adanalı yarış atı bakmak için İngiltere’ye gitmiş. Atları tek tek gösteriyorlar, özelliklerini sayıp kazandığı yarışları söylüyorlar.
Bizimkiler, ’Başka var mı’ dedikçe yenisini gösteriyorlar.
En sonunda, ’Size en güzel atımızı gösterelim’ diyorlar. Bu atın 2 bin 500 metre koştuktan sonra üç metrelik üç engeli rahatlıkla geçtiğini söylüyorlar.
Bizimki, yanındakine dürtüyor: ’Allah’ına kurban; bu kadar hızdan sonra babam da o engelleri aşar’."
Bahçeli, fıkrayı anlattıktan sonra ekledi:
"Eee o kadar devletin uçağı, helikopteri, kamu aracı, kamu görevlisi... Meydanda da ’izinli’ memurlar. Sonra, ’24 miting yaptım’ diye yarışacaksın. ’Ey Bahçeli, o imkánları sen de kullansaydın’ diye meydan okuyacaksın. Ben hiçbir parti faaliyetinde kamu aracı kullanmadım. Kullanmayacağım da."
Iğdır’da, milletvekili adayı Mikail Göleli’nin, partililere "Çök-kalk" komutu vermesini anımsattım.
Bahçeli üzgündü; kesin ve kısa konuştu; "Kabul edilir değil; olmaz böyle şey. Hemen gereğini yaptık" demekle yetindi.
ÖZENLİ DİL
Mitinglere gelince; Yozgat’ta Başbakan’ınki kadar olmasa da Bahçeli, önceki mitinglerine oranla daha büyük, daha heyecanlı kalabalık topladı.
Ancak Başbakan’ın izlediğim mitingleriyle kıyasladığımda çok özenli ve saygılı bir dil kullandı, en sert sözcükleri, "Yalan" ve "İftira" oldu.
Erdoğan’dan söz ederken ya "Recep Tayyip Erdoğan Bey" ya da "Sayın Başbakan" hitaplarını kullandı; Erdoğan’ın aksine ne "ya"lı ne de "yahu"lu tek sözcük kullanmadı.
Kırıkkale’de bir hafta önce de Başbakan’ın mitingini izlemiştim.
MHP’liler, burada iddialı olduklarını söyleseler de alana baktığımda Başbakan’ın mitinginin çok daha kalabalık olduğunu söylemeliyim. Bahçeli, burada da üslup tartışmasını yineledi; Başbakan’ın sürekli saldırgan, karşısındakini küçük gören tarzıyla siyaseti çirkinleştirdiğini söyledi.
Yazının Devamını Oku 2 Mart 2009
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, iki hafta önce yapılan son AKP grup toplantısının basına kapalı bölümünde partisinin duruşuna bir kez daha dikkat çekti. Erdoğan, birkaç dakika süren bu konuşmasında milletvekillerine, parti teşkilatına önemli bir sitemde, uyarıda bulundu.
Bu sitem, AKP’deki hangi gelişme, tutum veya karardan kaynaklandı, şimdilik açık değil; ama anladığım çok beklememiz gerekmeyebilir.
Erdoğan söze, "Arkadaşlar" diye başladı; "Muhafazakár demokratız desek de biz artık bir ideoloji partisi değiliz; bir merkez partisiyiz. Bunu ısrarla söyledim, söylüyorum da; ama hálá anlamayanlar var" diye devam etti.
SOL DIŞLANIYOR
İlk bakışta, "Anlamayanlar" parti dışından birileri gibi gelse de devamdaki şu sözler muhatapların içeriden olduğunu ortaya koydu:
"Fraksiyonel, silahlı sol dediğimiz kesimlere kapalı olduğumuz açık. Ama bunlar dışındaki sola kucak açalım. Teşkilatlar buna direniyor. Hedefimiz bütün ülkeyi kucaklamak. Sola bakışımız da bu anlayışın parçası. Merkez sağ geldi, gelmeye de devam ediyor; ama sol için aynı şeyi söyleyemiyorum. Partimizde sol dışlanıyor. Sizi uyarıyorum ve bunun takipçisi olacağım."
Başbakan bu sözleri, dere geçildikten sonra, yani adayların hemen hemen tamamı belirlendikten sonra söylemiş olsa da önemli.
Ancak Erdoğan da bir arpa boyu yol alınmadığını itiraf ettiği konuyu gerçekten çok önemsiyorsa "Neden?" diye sorabilmelidir.
Çünkü Erdoğan bir şey isteyecek, AKP direnecek; kimse inanmaz.
Hadi bizi geçelim de asıl merakım, AKP’deki eski solcuların, ki aralarında militan soldan gelenler de var, bu sözlere ne kadar inandığıdır.
Eminim en çok da bu eski solcu AKP’liler, aynı Erdoğan, her gün, çoğunun geldiği CHP’yi dahi komünistlikle suçlarken, yalan ve iftirayı komünistlere mal ederken "Bu ne yaman çelişki" diyorlardır.
MERKEZ Mİ, OTORİTER Mİ
Sol kanatsız kalsa da AKP’nin bir merkez partisine dönüşmesinin, merkeze çekilmesinin Türkiye için en iyi seçenek olduğu ortada.
Bu gerçekleşemedi; çünkü sorun Erdoğan’ın kendisinden kaynaklanıyor.
İktidara geldiği gün AKP tüzüğündeki bütün demokratik maddeleri ayıklayan; eleştiren milletvekilini "Seni buraya ben getirdim" diye tersleyen; "Benim bakanım", "Benim bürokratım", "Benim valim" söylemine sahip bir başbakan, otoriter anlayışı mı, merkezi mi temsil eder?
Türkiye’de teşkilat modeli zaten demokratik bulunmazken, ilaveten mahalle temsilcileri atamak nasıl bir parti modelidir; merkez mi, otoriter mi?
Her gün yalan ve hakaret dolu haberlerle çıkan AKP destekçisi bazı medya organları Erdoğan’ın kolları altında sürekli yer buluyor.
Ancak aynı Erdoğan, merkezdeki medyaya boykot çağrısı yapıyor.
Bunu da "Partimin teşkilatına söylüyorum" diye savunuyor.
Acaba dünyada, üyelerinin okuyacağı gazeteyi emir komuta zinciri anlayışı içinde liderin belirlediği bir tek merkez partisi var mı?
NOT: Bir resepsiyonda karşılaştığım MHP Ankara Milletvekili Deniz Bölükbaşı da Başbakan’a, "Davos sonrası İsrail’e bir ara iyileştirici yolladı mı, yollamadı mı" diye sormamı isteyip ekledi: "Bakalım ne cevap gelecek? Sonra da ben konuşurum."
Yazının Devamını Oku