26 Şubat 2009
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Başbakan Tayyip Erdoğan’dan bir gün sonra Çorum’da meydana çıktı.<br><br>Çorum’da Baykal, polise göre de Başbakan’a oranla daha büyük bir kalabalığa hitap etti. Bunu Erdoğan’ın yağmur altında konuşmasına bağlayanlar olsa da Baykal, daha yolda "Bu kez Çorum’dan umutluyuz" dedi.
Adayları Sait Börekçi’nin ilde sevilen bir işadamı olduğunu anlattı.
Çorum’da karşısında kendisini mutlu eden bir kalabalığı bulan Baykal’ın mitinglerle ilgili görüşleri değişti mi; pek sanmıyorum; çünkü bakın Çorum’a uçarken bu konuda neler söyledi.
ESKİDE KALDI
Baykal’a, Başbakan’ın kendisini meydanlara çıkmadığı için eleştirdiğini anımsattım.
Baykal, mitinglerin artık temel iletişim yolu olmadığını savundu.
Mitingleri, "Kendi düzenlediğin, tek taraflı konuşma yapılan, duygusal ortamlar" olarak değerlendiren Baykal, şunları da söyledi:
"Bu iletişim yolu eskide kaldı. Dünyada da uygulanmıyor artık. Çünkü insanlar mantıklı olarak ikna olmak istiyor; gaza gelmek değil. Bunun için de duygusal ortamdan uzak olmayı tercih ediyor. Ayrıca meydana 30 bin kişi geliyor; ama orada 1 milyon seçmen var. Oysa TV’ler aracılığıyla milyonlara ulaşıyorum." Daha çok hava basma aracı olarak gördüğü mitingler için Baykal’ın bir başka vurgusu da şöyle oldu:
"Mitingler demokrasinin eksiği değil; ama karşına bir gazeteci oturup sana soru sormuyor, sen de hesap veremiyorsan işte bu demokrasinin eksiğidir. Başbakan’da eksik olan da budur. Niye çekiniyor, bir gazetecinin karşısına geçmekten? Ben çıkıyor ve her soruya da yanıtını veriyorum."
Baykal, miting düzenlemede iktidar gücüne de vurgu yapıyor; devlet olanaklarının bu amaçlarla kullanılmasından rahatsız.
Şöyle de bir örnek verdi:
"Çorum’a helikopterle gidelim dedik, 11 bin 700 Euro. Ama Merzifon’a uçakla gelirsek 5 bin Euro. Tabii uçağı tercih ettik. Oysa Başbakan’da devletin uçağı var, otobüsü, otomobili var."
UYGULAMAYI BERABER YAPALIM
Baykal, uçağa biner binmez işsizlik önerilerine gelen tepkilerden duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Başbakan’ın kendinden öneri istemesini garipsemiş olan Baykal, "Sakinleş Sayın Başbakan. Belli ki içinde fırtınalar esiyor" dedi.
Kendisinin garipliğe rağmen, "Sana 40 defa mı söyleyeceğim", "Bilmiyorsan orada işin ne" diye sormayacağını söyleyen Baykal şöyle devam etti:
"Gel arkadaş uygulamada da varım. Arkadaşlarımız birlikte çalışsın, ne gerekiyorsa birlikte yapalım. Yasa çıkarmak da gerekiyorsa birlikte yapalım. Bununla da yetinmiyorum, yapılacakları çıkıp birlikte de savunalım."
Önerilerin çok gerçekçi olduğunu anlatan Baykal, Başbakan’ın hemen harekete geçip, en azından kendisine bir bakanı neden göndermediğini sordu.
Ama bununla da yetinmedi, daha ileri bir çağrıda bulundu:
"Sayın Başbakan hadi ara, buluşalım. Daha ne bekliyorsun?"
Yazının Devamını Oku 22 Şubat 2009
MEHMET Sevigen’i istifaya sürükleyen sürecin belirleyici tek ismi CHP Genel Başkanı Deniz Baykal oldu; ancak farklı bir yöntem izledi.<br><br>Baykal, önce çıktı herkesin önünde, "Hukuki bir hata yok" dedi.
Yazının Devamını Oku 19 Şubat 2009
YAŞAR Sökmensüer, Ankara Hürriyet’teki köşesinde dün anımsattı. Başbakan Tayyip Erdoğan, Kızılcahamam’da partilileri, "Seçim parolası, barış içinde yarış... Centilmence, dostça, demokratik olgunluk ve terbiye içinde, siyasi nezaketle mücadele" diye yola çıkarmıştı.
Bu sözlerin sahibi Erdoğan’ı önceki gün Kırıkkale mitinginde izledim.
Erdoğan, ilk 15 dakika MHP’yi ve Devlet Bahçeli’yi hedef aldı.
Çoğunlukla "sen" diye seslendiği Bahçeli için "sayın" hitabını da kullandı; ama bu cümleleri "bak" ile başlayıp "ya" ile bitti.
Sonra konuyu Davos’a getirdi; Mehmet Akif’in, "Zulmü alkışlayamam" şiirini okuyup bitirdiğinde 75 dakikalık konuşmasının en büyük alkışını aldı.
Malazgirt’ten Kurtuluş Savaşı’na bütün zaferleri sayan Erdoğan, "Türkiye’nin geleceğini, yaşayıp büyüdüğümüz bu ruhlar üzerinde inşa etmeye çalışıyoruz" dedi; sonra da Yunus Emre ve Mevláná’ya döndü:
"Hani diyor ya o büyüklerimiz; gelmedik kavga için, işimiz sevgi için."
TUVALET KRİTERİ
Erdoğan, ekonomiye geldiğinde ise tuvalet örneğini yineledi:
"Eskiden zenginlere ’milyoner’ denilirdi. Bunlar geldikten sonra, yahu, tuvaletin parası oldu 1 milyon. Dedik ki ayıp oluyor, yakışır mı? Yani 1 milyona tuvalete gidiyorsun. Gelir gelmez 6 sıfırı attık."
Sırada asıl hedefler; "monşer eskileri" ile CHP, Baykal ve medya vardı.
İlginçtir; Erdoğan, Bahçeli’yi andığında sessiz kalan meydan, Baykal’ın ismi ilk geçtiği an yüksek bir "yuuhh" çekti.
Erdoğan için "yalan", "iftira", "çamur" sözcükleri sıradandı artık.
Uzman muhabir arkadaşlar uyardı, "Abi iyi izle; camdan okumayı bırakıp kenarlara doğru yürüdüğünde başlık da haber de çıkıyor demektir."
Aynen de öyle oldu; platformun bir kenarına geldiğinde, "Yatıp kalkıp, bakıyorsunuz iftira. Sayın Baykal; eğer dürüstsen, dürüst olduğunu iddia ediyorsan..." dedi, öbür kenarda, "Kim AK Parti’ye leke sürmeye çalışırsa namerttir, namerttir" diye seslendi.
İŞTE MEYDAN, İŞTE DİL
Erdoğan’ın kenarlarda söylediği diğer bazı sözleri de sıralayalım:
"Alçaklık bile bir seviye ifade ediyor. Müfteri olmak, karalamak, çamur atmak, bunların nazarında bir anlam ifade etmiyor."
"İnsanların şerefleriyle, haysiyetleriyle, onurlarıyla oynamak, çamur atmak, ancak bunlardan nasibini almayanların işidir."
"Bunun adı siyaset, demokratik muhalefet değil; düpedüz çirkefliktir."
"Şöhret olmak için yapmayacakları basitlik, çirkeflik, çirkinlik yok. Bu tarz şöhret, insanı maskara yapar, maskara. Rezil, kepaze yapar."
"Ellerindeki tek malzeme çamur bunların. O komünistlerin, komünist rejimin işiydi. Yoksa onu sen mi devraldın?"
Çok miting izlediğim ve Özal’dan sonra bir tek Erdoğan’ın doldurduğunu gördüğüm o meydanda bu kez iki fark vardı.
Biri üslup, diğeri Erdoğan kürsüye çıkar çıkmaz başlayan, miting bittiğinde alanın yarıdan fazlasının boş kalmasına neden olan ayrılıklardı.
Bunu soğuğa bağlıyorum; o nedenle, meydanları Erdoğan’a terk ettikleri için de ondan haklı eleştiri alan diğer liderlerin morali bozulmasın.
Ama bu aşağılayan, azarlayan üsluba bir karşılık bulmadan işleri zor.
Yazının Devamını Oku 16 Şubat 2009
29 Mart seçimlerinde laboratuvar ortamında deney şansı hiç olmayan sosyal bilimciler belki de dünyada ilk kez böylesi bir olanağa kavuşacak. Çünkü, Tunceli’nin en az seçmenli ilçesi Nazimiye’yi laboratuvar alanı olarak belirleyip, çok kalıcı sonuçlar çıkarmak mümkün olabilecek.
Nazimiye, okuma yazma ve üniversiteli oranında Türkiye ortalamasının üstünde, ilinde en fazla gurbetçi veren, yerlisinin tamamı Alevi olan, 22 Temmuz’da 2 bin 583 seçmenden 2 bin 86’sının oy kullandığı küçük bir ilçe.
İlçe nüfusun neredeyse tamamı, Tunceli bağımsız milletvekili Kamer Genç, İstanbul CHP Büyükşehir Belediye Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve AP eski Milletvekili Kenan Aral’ın aşiretlerinin mensuplarından oluşuyor.
İşte bu ilçeden çıkacak sonuçlar, "Nazimiye kriterleri" başlığında Türkiye’de siyaset yapmanın yeni kurallarını ortaya koyabilir.
SEÇMENİN YARISINA YARDIM GİTTİ
YSK’nın "Durdurun" kararına rağmen valiliğin devam ettirdiği beyaz eşya yardım kampanyasında seçmeninin yaklaşık yarısına ulaşıldığı belirtilen Nazimiye’de, 22 Temmuz seçimlerindeki oy dağılımı şöyle:
ATP 16, BTP 20, SP 11, İP 6, CHP 281, HYP 12, ÖDP 1, GP 6, DP 7, LDP 2, MHP 29, AKP 216, TKP 22; bağımsız adaylar, Kamer Genç 794, Şerafettin Halis 353, Sinan Samat 203, Hıdır Belice 30, Civan Metiner 13, Zeynel Öztürk 21.
AKP oylarının önemli bölümünün bu tür yardımlardan yararlanamayan kamu görevlilerinden geldiği tahminlerini sosyal bilimciler ne kadar dikkate alır, ayrı bir konu; ancak Nazimiye sonuçları şöylesine çok önemli.
AKP’ye uzak durması için bu kadar çok neden olan bir seçmen kitlesinin oy verme biçimi, sosyal yardımlar ardından değişecek mi, değişmeyecek mi?
Değişmeyecek veya makul oranda bir yükselişte kalacaksa bu sonuç -kimileri seçmen kitlesinin özelliğine verse dahi- seçmen oyunu satın almanın hiç de kolay olmadığının somut göstergesi diye görülecektir.
Seçmenin tutumu AKP’den yana güçlü bir değişim gösterirse işte o zaman, yine seçmenin özelliği gereği, "Böylesi yardımlar oy satın almanın yolunu açıyor" yargısına bugüne kadarkinden daha fazla haklılık kazandıracaktır.
Bu nedenle 29 Mart’ın en önemli sonucu Nazimiye’den gelecek, diyorum.
YARDIM VALİYE GÖRE DEĞİŞİR
Sosyal yardımlar konusuna girmişken, farklı yaklaşımları ortaya koyan bir örneği de aktarayım.
Sanatçı ve CHP Parti Meclisi üyesi Faruk Demir aynı zamanda Ardahan Kalkınma Vakfı Başkanlığı görevini sürdürüyor.
Demir ve yönetimdeki arkadaşları, bir süre önce Ardahanlı yoksul öğrencilere giyecek yardımı yapmak amacıyla bir yemek düzenlediler.
Elde edilen gelirle, 2 bin öğrenciye ayakkabı ve kaban alındı.
Yardımların valilik desteği olmadan dağıtılması mümkün değildi.
Vakıf, bu nedenle Ardahan Valiliği’ne başvurdu.
Yanıt, "Seçim öncesi yanlış anlaşılır; isterseniz bunu seçim sonrasına bırakalım" olunca Vakıf, bu gerekçeyi kabullendi, bekleme kararı verdi.
Sonuçta kaban ve ayakkabılar okullar kapanır, kış da geçerken öğrenciye ulaşabilecek; ama burası Türkiye, validen valiye veya yardımı yapanın kimliğine göre bu kadar farklılığı kabul edeceğiz!
Yazının Devamını Oku 12 Şubat 2009
SON yıllarda AB’ye soğuk baktıkları algısı güçlenen iki isim, Başbakan Tayyip Erdoğan ile CHP Lideri Deniz Baykal art arda Brüksel’e gittiler. Başmüzakereciliğin Ali Babacan’dan Egemen Bağış’a geçmesiyle birlikte esmeye başlayan olumlu AB rüzgárı, bu iki siyasinin Brüksel çıkarmasıyla, 2009’da önemli sonuçlar doğuracak izlenimi veriyor.
Baykal, Brüksel’den, AB yönetimine duyduğu güvensizliklerin en azından bazılarını gidererek dönüyor; bunu çok önemsemeli.
Bunun da ötesinde Baykal, doğrudan temaslarının Brüksel’le ilişkileri AKP tekelinden çıkaran sonuç yarattığını görmekten de çok memnun.
DEMOKRASİDEN UZAKLAŞIYORUZ
Baykal, bu noktaya, AB yönetimine verdiği şu mesajlarla geldi:
İlişkileriniz bir tek hükümetle olmamalı; siyasi partiler, sendikalar, sivil toplum örgütlerini de dikkate almalısınız.
Son yıllarda AB’ye uyum amaçlı Anayasa’da ve yasalarda çok değişiklikler yaptık; ama Türkiye eskisine göre daha güvenli, daha özgür olamadı.
Bence nedenleri somut. Türkiye bir taraftan aile, çevre baskısı nedenleriyle geriye gidiyor; ama daha önemlisi hükümet uygulamaları. Yargı bağımsızlığı eskisinden daha kötü. Telefon dinlemeleri ölçüsüz ve denetimsiz. Medya üzerinde büyük baskı kuruldu. Seçim sonuçlarını etkileyecek yardımlar seçim sürecinde dahi durmadı. Dokunulmazlıklar kaldırılmadı, yolsuzluklar arttı.
Sonuçta, Türk halkı altı yıldır kendini daha Avrupalı hisseder olamadı.
Bütün bunların yarattığı sonuç ise laiklikten uzaklaşma oldu. Türkiye, laiklikten uzaklaştıkça demokrasiden de uzaklaşıyor.
Biz sorumluluk hissederek geldik, sizden karşılığını bekliyoruz.
Muhatapları, Baykal’ın sözlerini dikkatle dinleyip yanıt verdiler.
Yanıtlara girmeyeceğim; çünkü önemli olan Baykal’ın bu yanıtlardan memnun kalması, AB sürecine desteği her fırsatta dile getirmesidir.
ERDOĞAN DA SÜRPRİZ YAPABİLİR
Baykal’ın, muhataplarının enerji ve sendikalaşma konusundaki taleplerine olumlu yaklaşıp, "Hükümet adım atsın desteğe hazırız" dediğini aktaralım.
CHP’nin Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup’la ilişkilerinin kötü olduğu yönünde sık sık haberler çıkıyordu; ancak bu kez Baykal, grubun başkanı Martin Schultz’la 1.5 saat süren görüşmesinden çok mutlu ayrıldı.
Schultz’un, "Haziranda seçimlerimiz var. O seçimden hemen sonra yine gelin" önerisini anında kabul etmesini buna bağlayabiliriz.
Böylece Baykal’ın Brüksel’e yakında yeniden gidebileceğini öğrenmişken, Başbakan Erdoğan’ın da Brüksel dönüş yolunda, Türkiye siyaseti için yaşamsal önemde sonuç yaratacak bir düzenlemeye yeşil ışık yaktığını belirteyim.
Erdoğan, siyasi partiler ve seçim yasalarında düzenlemeye gitmenin zamanının geldiğini belirterek, arkadaşlarıyla şu düşüncelerini paylaştı:
"Seçim barajının yüksekliğinden yakınmalar var. 100 Türkiye milletvekilliği, bu sorunu giderecek doğru bir proje. Seçim harcamalarını da AB standartlarına çekmeli. Bir araştıralım bakalım, bu işleri yıl sonuna kadar yetiştirebilir miyiz?"
Eğer Başbakan bu sözlerinde samimiyse, CHP de desteğe hazırken, bu yıl Türk siyasetinin bu büyük devrimine tanıklık etmek ne kadar da güzel olur.
Yazının Devamını Oku 9 Şubat 2009
CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Sevigen’in, çarşaflı yakınları ile CHP’ye katılan Emin Atmaca’dan, Eyüp Belediye Başkan adaylığı karşılığında 600 bin dolar istediği yönündeki iddiaların tartışması sürüyor. Bir haftalığına yurtdışına çıktığımdan tartışmayı uzaktan izledim.
Doğrusu, adaylık yarışı başlar başlamaz, Sevigen hakkında başkaca iddialar da kulağıma gelmiş, duyduklarımı kendisine sormuştum.
Ciddi denebilecek bir kanıt ortaya konamadığı için Sevigen’in söylediklerini esas aldım.
Bu kez ise ortada konuşan bir aday adayı ve şahit gösterdiği kişiler olunca hem CHP Genel Başkanı Deniz Baykal hem de Sevigen’le görüştüm.
DERHAL, DERHAL İŞLEM YAPARIM
Sevigen’in cephesinden, "İftirayı mahkemeye götüreceğim", "İspatlansın 20 yıllık siyasetimi bırakırım", "Kendim ev yapıyorum, ondan niye ev alayım? Bu konuyu hiç konuşmadık", "Son MYK toplantısında parti yönetimine açıklamalar yaptım. Ama bununla yetinmeyeceğim, hakkımda soruşturma da isteyeceğim", "Bu kişiye aday olmayacağını, daha ocak başında söyledim" sözlerini aktarmakla yetineceğim.
Çünkü burada tutumu asıl önemli olan kişi Baykal’dır.
Baykal, "Mehmet çıktı, ’Siyasi hayatımı bitiririm’ dedi. Bana konuyu anlattı. Ortaya konmuş somut bir belge de yok" diye söze başladı.
Sonra da "Ortada bir kaset var deniyor" eklemesini yapıp, iddia sahiplerine şu açık çağrıda bulundu:
"Kaç gün geçti bu kaset lafının ardından? Neden bu kaset ortaya konmuyor? Koysunlar ortaya, derhal, derhal, hemen işlemi yapayım. Mehmet’in ne yapıp ne dediğine bile bakmam. Ama bunun ötesinde nasıl inanayım? Benim için de ’Kızının yurtdışı hesabına 1 milyon dolar yatırıldı’ denmedi mi? Çıktım, meydan okudum. 1 milyon dolar değil, 1 liralık, 1 dolarlık yurtdışı hesabımı bulsunlar, hemen gereğini yapayım, diye. Böyle kanıt ortaya konmadan her iddiayı ciddiye alamayız ki."
Baykal’ın bu sözlerinin ardından, elinde kaset olduğunu söyleyenler harekete geçerse kamuoyu da, biz de konuyu takip etmeyi sürdürürüz.
ATAGOLD’A DÖNÜŞTE RANDEVU
Baykal’la, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ortaya çıkardığı Atagold tartışmasını da konuşmak istedim; ancak Brüksel gezisine yoğunlaştığını belirterek, "Kemal ortalığı sarsıyor. Mükemmel bir şekilde götürüyor. Ortaya koyduğu gerçeklerin altını biz de daha sonra çizeriz" demekle yetindi.
Ancak Baykal’la konuşmamdan anladığım, Brüksel dönüşü Atagold tartışmasına CHP yönetimi de katılacak ve şu noktalar üzerinde yoğunlaşacak:
Ciro üzerinden yıllık 1 milyon doları aşkın kira ödeyen, havaalanının en güzel yerini tutmuş bir şirketin kárının 40 bin TL düzeyinde kalması ne anlama geliyor? Burada bir vergi oyunu söz konusu mu?
İzmir ve Ankara havaalanlarında da firmaya ait dükkánlar var. Bunlarla Erdoğan Ailesi’nin üyelerinin bir ortaklığı veya bağı var mı?
Erdoğan’ın çocukları için hamiyet pervane tutum takınan bazı işadamlarına sağlanmış herhangi bir avantaj bulunuyor mu?
AKP döneminde Cihan Kamer’e sağlanan bir özel kolaylık oldu mu?
Yazının Devamını Oku 5 Şubat 2009
MHP’nin 29 Mart seçimlerindeki önemli kozlarından biri Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mansur Yavaş. Beypazarı’nda, Türkiye çapında yankı yaratan iki dönemlik başarılı çalışmalarının ardından Melih Gökçek ile Murat Karayalçın’a rakip olan Yavaş’ın, bu kez MHP oylarının tamamını alıp alamayacağı merak konusu.
Gökçek’in MHP’den ciddi oy aldığı bir gerçek, Yavaş da, "2004’te oyumuz İl Genel Meclisi’nde yüzde 11, belediyede yüzde 3.5" diyerek bunu onayladı; ancak "Bu kez kesinlikle böyle olmayacak" iddiasında bulundu.
MHP dışında kalmış ülkücülerin dahi arayıp "Her şeyi yapmaya hazırız" dediklerini anlatan Yavaş, bunu Gökçek’in bir başka handikapı olarak görüyor.
BU KEZ MELİHÇİ ÜLKÜCÜ YOK
MHP’den oy çekmek için Gökçek’in, her seçim öncesi ülkücü bir-iki ismi ekranlara çıkarıp destek açıklaması yaptırdığını anımsatan Yavaş şunları söyledi:
"Seçime yakın, yine aynı manevrayı yapmasını bekliyorum. Ama artık o birini bulamayacak; bulsa da etkisi olmayacak. MHP’den Gökçek’e tek oy yok."
Yavaş’a göre, Gökçek’in, "Aman belediye sola geçmesin" korkutması da artık halkı bıktırdığı için sonuca etki etmeyecek.
Üç M (Melih, Murat, Mansur) arasında tek Ankaralı olmasının altını çizen Yavaş, diğer iki M’nin kavgalı görüntüsünü kendisi için avantaj görüyor.
Yavaş, "Sanki siyaset yeni isim üretemiyor da halk 20 yıldır bu ikilinin kavgasını izliyor. Bundan sıkılan halk artık değişim istiyor" dedi.
Yavaş, hayatta en anlamadığı bir konudan da söz etti:
"Beypazarı’nı, 10 yılda, sadece Ankara’dan 1 milyon turist çekecek duruma getirdik. Peki, Ankara’da 15 yıldır ne yapıldı? Dünyada turist gelmeyen tek başkent bizim. Neden, çıkıp söylesinler. Çünkü Ankara’ya böyle bakmadıkları gibi kent bilincine, insan odaklı kent anlayışına da sahip değiller. Benimse hazırlıklarım tamam. Bu kent, Washington gibi 10 yıl sonrasını da, 20 yıl sonrasını da görecek, diyorum."
ÖNCE MURAT SONRA MELİH
Ankara’yı; caddesi, parkı, iş merkezi, bisiklet yolu olan sokaklarla donatma sözü veren Yavaş, yavaş yavaş olsa da ciddi bir yol aldığı inancında.
Yarışa başladığı gün yüzde 11 olan oyunun bugün yüzde 23’e ulaştığını savunan Yavaş, aynı dönemde Gökçek’in yüzde 51’den 37’ye, Karayalçın’ın da yüzde 33’ten 29’a gerilediğini söyledi.
"İlk hedef Karayalçın’ı yakalamak" diyen Yavaş, şöyle devam etti:
"Onu yakaladıktan sonra işim kolay. O noktaya gediğimde sağın cazibe merkezi ben olacağım. İddialı görülebilir; ama sonuçta seçimi ben alacağım."
Ankara gibi bir kentte belediye encümeninde muhalefetin yokluğunu büyük eksiklik olarak gören Yavaş, ilk olarak Gökçek’in bu yanlışını düzeltecek.
Böylece bütün ihalelerin muhalefetin denetimine sokulacağını anlatan Yavaş, bunun bir belediye başkanı için her türlü siyasi baskıyı yok etme ve yanlışı engellemede en büyük koza dönüşeceğini vurguladı.
Beypazarı’ndaki başarısına bu tutumunun da büyük katkı sağladığını aktaran Yavaş, kahvaltılı buluşmamıza projelerinin animasyonlarını da getirmişti.
Biz gördük de bakalım Ankaralı görünce ne karar verecek?
Yazının Devamını Oku 2 Şubat 2009
EGEMEN Bağış’ın başmüzakereci olarak atanmasıyla birlikte AB konusunda bazı kıpırtılar görmeye başladık. <br><br>Bağış, düne kadar AKP Genel Başkan Yardımcısı olarak partisini savunan, gerektiğinde muhalefetle kavga eden bir konumdaydı. Bugün ise önemli bir devlet politikasını yönetmekle sorumlu.
O nedenle de işe muhalefetten destek arayışı ile başlaması doğru oldu.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den, "Geçmişte gerekli reformlara destek vermiş bir partiyiz. AB’nin bir devlet politikası olduğunu biliyoruz" sözlerini duymuş olması önemsenmeli.
Bağış, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’la görüşmek için de başvurdu.
Keşke görüşebilse; ama Baykal’ın çok istekli olduğu söylenemez.
Oysa CHP de Bağış’la birlikte AB yolunda yeni bir dönem başlatılabilir.
EŞİTLİK KOMİSYONU
Ali Babacan sonrası AB sürecinin mutlaka hızlanacağı çok yazıldı.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Brüksel ziyareti de bunun ilk göstergesi olarak kabul edildi; ama aslında küçük de olsa atılan başka adımlar var.
Bağış’tan sonra iki Bakanlar Kurulu toplantısında 4 saat AB konuşuldu.
TBMM’de Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu kurulması için harekete geçildi; eylülden bu yana ilk kez geçen hafta toplanan Reform İzleme Grubu üyeleri bundan sonra en az iki ayda bir düzenli olarak buluşacak.
Bağış’ın şimdiki acil öncelikleri ise sanırım yolsuzlukla mücadele stratejisini netleştirmek, yargı reformunu hızlandırmak olacaktır.
AKP’nin bu konulardaki gönülsüzlüğü Bağış’ı zorlayacak gibi; ama Başbakan’a yakınlığı nedeniyle kendisinden beklenti çok yüksek oluştu.
AB konusuna uzak biri olmaması ve Başbakan’a yakınlığı nedeniyle bu beklentiler haklı; çünkü unutmamak gerekir ki AB liderleri ile yaptığı tüm görüşmelerde Erdoğan’ın yanında mutlaka bulunan tek isim Egemen Bağış’tı.
Erdoğan, 17 Aralık 2005’te masadan kalkarken, Hollanda Dışişleri Bakanı’na fırça atarken tek tanık ve o sözleri çeviren, ondan başkası değildi.
Erdoğan’ın AB liderlerine ne söz verdiğini, ne söz aldığını en iyi bilen Bağış’ı bu çerçevede kurumsal hafıza gibi de görebiliriz.
ANADOLU TURUNA ÇIKACAK
Ayrıca, Bağış’ı AB’ye şöyle bakan biri olarak niteleyebiliriz:
"Şeriat devletine de, darbeye de ’hayır’ diyeni; koca dayağından kurtulmak isteyen kadın ile çocuğunun eşelediği topraktan mermi çıkmasını istemeyen anneyi; ’Sokakta yürürken başıma cam düşmesin, ayağım çukura girmesin’ diyen yaşlı teyze ile uzun saç bırakmak, küpe takmak isteyen genci aynı paydada buluşturan, şüpheleri gideren tek proje."
Babacan’ın bakışı da belki böyleydi; ama bu nitelemenin Bağış’ın üzerine Babacan’dan daha iyi oturduğu bir gerçek ve de bir avantaj.
Şimdi, Bağış’tan temel beklenti, AB ilkelerine aykırı söylemlerini hiç eksiltmeyen Erdoğan üzerinde daha fazla etkili olması, tozlanmış dosyaları bir an önce açması, kaybolan halk desteğini yeniden kazanmak için hızla harekete geçmesi olacaktır.
Bağış da bunun farkında olmalı ki, Anadolu’yu dolaşıp AB konusunda geniş bir bilgilendirme kampanyası yürüteceğini öğrendim.
İlk turunu bu ay yapmasını beklenen Bağış, dileriz kimseyi yanıltmaz.
Yazının Devamını Oku