6 Temmuz 2009
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, askerin sivil mahkemelerde yargılanmasını sağlayan düzenlemeyle ilgili önemli bir karar arifesinde bulunurken, özellikle dış politika ve AB konusundaki gelişmeleri sıcağı sıcağına takip etmekten de geri durmuyor. Dünya diplomasisinin şu sıralar gözü, bu ay içinde açıklanması beklenen "Obama’nın Ortadoğu Planı" diyebileceğimiz ABD’nin önerileri üzerinde.
ABD’nin İsrail’e, "İki devleti kabul et, yeni yerleşim yeri açma"; Filistin’e, "Aranızdaki anlaşmazlıkları giderin, İsrail’i kabul edin"; Arap ülkelerine, "İsrail’e karşı artık bir-iki ufak adım atın. Ticari heyetler gidip gelsin, ticari ürün taşıyan uçaklar inip kalksın" demesi bekleniyor.
BEKLE GÖR, GÖREV GELİYOR
Türkiye’nin Ortadoğu’ya ilgisi ve Gül’ün, "Türkiye, bölgedeki en önemli oyuncu, en güvenilir ülke, bunu kaybetmemek gerek" diye özetleyebileceğimiz görüşü çerçevesinde ABD planını, Köşk’ün ilgi alanı dışında düşünemeyiz.
Çünkü, plan sonrası Türkiye, bölgede yine önemli görevler üstlenebilir.
Örneğin, kesilmiş olan Suriye-İsrail görüşmelerinin yeniden başlamasına kesin gözüyle bakılabilir.
O noktada Suriye ile ilişkisini daha güçlendirmiş, İsrail’le ise "One minute" çıkışı sonrası beklenenden düşük bir gerginlik yaşamış Türkiye dışında hangi ülke etkin rol alabilir?
Planın İran ayağı da Türkiye’yi önemli oyuncu yapabilir.
O nedenle Gül, İran’la ilgili hassas bir çizgi izlemeye çalıştı, İran’daki tartışmalı cumhurbaşkanlığı seçimi ardından her fırsatta, Batılı ülkelere, "Aman İran’ın içişlerine karışıldığını gösteren bir izlenim yaratılmasın" mesajı iletti.
İHMAL EDİLMEYEN GÖREVLER
Gül’ün, AB konusuna yakın ilgisini anımsatmaya gerek dahi yok; ama merak ettim, Cumhurbaşkanı Honduras’taki darbeyle ilgilendi mi?
Köşk’teki günlük değerlendirme toplantılarında konunun masaya hiç getirilmediğini, Gül’ün de tek soru sormadığını belirtmeliyim.
Oysa Honduras’ta darbe yapıldığı günlerde Türkiye’de gündem, darbe tartışmalarına da neden olan "İrtica Eylem Planı" iddiaları etrafında dönüyordu.
Gül’ün, Honduras’la ilgili gelişmeleri televizyon ve gazetelerden izlediği ise kesin; peki neden gündemine almamış olabilir?
İki neden düşünebiliriz: Türkiye, Honduras’la en ufak kıyaslamaya tabi tutulamaz ve en yakın çalışma arkadaşlarıyla dahi böylesi hassas günlerde darbe üzerine konuşmanın hiçbir doğru ve pratik yanı olamaz.
Gül’ün gözünde, dost ve yakın ülkelerdeki muhataplarıyla ikili insani ilişkileri dahi Honduras’taki gelişmelerden daha önemli.
Bu çerçevede, her yurtdışı gezisi dönüşü, bu ülkeleri ilgilendiren durumlar varsa, onların devlet başkanlarını bilgilendirmeler ihmal edilmiyor.
Ayrıca bazı ülkelerde, devlet başkanlarının özel günleri önemli.
Örneğin, Orta Asya ülkelerinde doğum günleri.
Bu tür görevler hiç atlanmıyor, bugün de telefon başına geçilip Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev’in doğum günü kutlanacak, Türkiye’ye davet edilecek.
Yazının Devamını Oku 2 Temmuz 2009
ASKERİN sivil mahkemelerde de yargılanmasını sağlayacak yasal düzenlemede bütün gözler Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e çevrilmiş durumda.
Başbakan Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un baş başa görüşmesinde, Başbuğ sıkıntılarını aktarınca Erdoğan da, “Top şimdi Cumhurbaşkanı’nda” diye yorumlayabileceğimiz bir yanıt vermişti.
Malum önceki günkü MGK’da aynı konu üzerinde uzun görüşmeler yapıldı; yetinilmedi toplantı sonrası Cumhurbaşkanı Gül, Erdoğan, Başbuğ, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile yeniden bir araya gelme gereği duydu.
Dışarı yansıyan hava, bu konuda Gül’ün hakemliğine başvurulacağı yönünde.
Buna aslında hiç gerek yok, zaten yetki de karar da Gül’ün.
Ya veto edecek ya da onaylayıp yasalaşmasını sağlayacak.
VETO İÇİN TÜRBAN PAZARLIĞI
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a bakacak olursak Gül’ün şu iki nedenle veto yetkisini kullanması söz konusu olabilir:
Düzenleme Anayasa’nın 145. maddesine açıkça aykırı.
Yazının Devamını Oku 29 Haziran 2009
DARBE de dahil ağır cezalık suçları işleyen askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasıyla ilgili düzenlemede kafa karıştıran açıklamalar yapıldı. Detayları öğrenince zekice bir sözcük değişikliğiyle ulaşılan sonuç için muhalefetin neden "Habersizdik" dediğini anlamakta güçlük var.
"Neden mi" sorusu için önce, tartışma CMK’nın 250’inci maddesindeki, "Savaş ve sıkıyönetim hali dahil askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır" ibaresinden, "HALİ DAHİL" yerine "HALİNDE" sözcüğünün konmasından kaynaklandığını anımsatalım.
Düzenlemenin Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un basın toplantısını yaptığı cuma günü değil, önceki gece gerçekleştiğini de unutmayalım. Bu bilgiler ışığında ayrıntılara geçelim.
TÜRKÇE DÜZELTMESİ DEĞİL
Yolsuzluğa Karşı Devletler Topluluğu’na Türkiye de üye.
Topluluk 30 Haziran’da yeni raporunu yayınlayacak ve Türkiye de bu tarihe kadar yükümlülüklerini yerine getirme sözü verdi.
Bunu sağlayacak yasa tasarısı için Adalet Bakanı Sadullah Ergin, öğlen CHP Grup Başkanvekili Hakkı Suha Okay’la görüştü, "9’uncu maddeyi çıkarın, tamam. Üzerinde konuşmayız dahi" denmesi üzerine uzlaşmaya varıldı.
Akşam 20.30’da ise Ergin yeniden Okay ve MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır görüşüp, "Önergelerimiz var" dedi.
Önergeler sorulunca Ergin, "İlkiyle, siviller sivil yargıya, askerler askeri yargıya gidecek; askerin de mutabakatı var" dedi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bazı mahkumiyet kararları nedeniyle TSK bu konudaki olumlu görüşünü birkaç ay önce iletmişti.
Ergin, sonra 2’nci önergeyi okudu; askerin mutabakatından söz etmedi; çünkü bırakın mutabakatı, askerin maddeden bilgisi dahi yoktu.
Muhalefet bu noktayı sormayınca Ergin de açmadı; ancak Okay’ın, "Bize, madde ile Türkçe düzenlemesi yapılıyor dendi" sözlerinin kaynağını bulmak pek mümkün değil; çünkü bakanın böyle bir sözü olmadı.
Ergin’in, bu sözü söylediğini kabul etsek dahi, Okay gibi bir hukukçunun, gerekçeyi gösterip, "Burada Dursun Çiçek adı yazmıyor" demesini anlamak da mümkün değil; çünkü 10 satırlık gerekçenin son 4 satırındaki, "Asker kişilerin BARIŞ zamanında ağır cezalık suç işlemesi halinde, ağır ceza mahkemelerinde yargılanmaları için bu önerge verilmiştir" ifade açık değil mi?
GÜLE GÜLE ERCÜMENT MÜDÜR
Ergin, Okay’a, gerekçeyle birlikte AİHM ile Anayasa Mahkemesi’nin bazı kararları ve askerin ilk önergeyle ilgili görüşünü içeren dosyayı da verdi.
Okay dışında, gerekçeyi başka CHP’li hukukçu milletvekilleri de okuduktan sonra, düzenleme itirazsız TBMM’den geçti.
Düzenleme aslında CHP’nin 12 Eylül’le çıkışına da uygun göründüğüne göre, Okay’ın sıkıntısını anlamakta zorluklar var.
Bu arada Anayasa’ya aykırılık iddialarına da AKP tarafı katılmıyor; onlara göre uluslararası sözleşmeler iç hukukun üstünde.
Haberini vereyim; AB nedeniyle yakında yeni bazı düzenlemeler de gelecek, çünkü Yargı Reformu çalışmaları bitti gibi; CHP hazır olsun.
ERCÜMENT YILMAZ’la Ankara Emniyet Müdürü olur olmaz tanıştık. Polis-gazeteci ilişkisi dışında iyi bir arkadaşlık da kurduk. İşini her şeyin önünde tutan ’Ercüment Müdür’, önemli operasyonlara da sessiz sedasız imza attı. İzmir’de de aynı yolda yürüyeceğine eminim. Güle güle Ercüment Müdür.
Yazının Devamını Oku 25 Haziran 2009
BÜLENT Arınç, AKP’de sadece “üç liderden biri” olarak görülmeyen, akçeli konulardaki dürüstlüğü, içindeki dışına vuruşundaki samimiyetiyle “AKP’nin vicdanı” kabul edilen, ciddi sayıdaki milletvekilinden destek alan biri.
Kabine üyeliği sonrası çıkışlarıyla, şu ya da bu nedenle hükümet ve parti yönetiminden hoşnut olmayan bazı AKP’lilerin de sempatisini topladı.
Kendine güveni yüksek, dizginlenmesi zor bir isimi olduğu ortada.
RTÜK Başkanı Zahid Akman’a, “İstifa et” çıkışı yapması da bundan.
Başbakan Tayyip Erdoğan ise sadece “Akman temiz bir arkadaşımız” demekle yetinmedi, Arınç’ın çıkışını “kişisel görüşleri” diye önemsenmez kıldı.
Şemdinli olaylarına karışan bir astsubay için, “İyi çocuk” dediğinden Yaşar Büyükanıt’a eleştiriler yöneltmekten çekinmeyen Arınç, “Akman temiz çocuk” dendiğinde susmuşsa arada bir fark görmüş olmalı herhalde.
Üstelik bir etik kurulun başındaki “temiz arkadaşın”, belgeler üzerinde etik olmayan gizlemeler yaptığı da tam ortaya çıkmışken.
PATRON TEK
Yazının Devamını Oku 22 Haziran 2009
CHP’de, Fethullah Gülen cemaatine karşı yeni bir bakış görülüyor. Bunda Gülen’in, ülkenin hemen hemen her gündemi üzerinde değerlendirmelerde bulunan konuşmalar yapmaya başlamasının izleri hissediliyor.
"Devlet içinde kadrolaşma" iddiaları da en az bu kadar önemli.
Aslında "devletteki kadrolaşma" konusunda askerin bilinen, CHP’nin giderek keskinleşen bu tutumu, AKP içindeki bazı kadrolara da sıçramış gibi.
Liberal AKP’lilerin tavrı normal de, Milli Görüş geleneğinden gelen kadroların da Gülen cemaatine karşı atağa geçtiği yönündeki bilgiler sıklaşmaya başladı ve bu çerçevede, "Emniyet’teki son atamaları doğru okuyabilecek bir uzman epey şey anlatır" diyen çok.
İşin CHP boyutuna dönersek, görebildiğim manzarayı aktarmaya çalışacağım.
CHP ile cemaatin ilişkileri hiçbir dönem sıcak olmadı.
Baykal’ın cemaatle teması hep alt düzeyde kaldı; zaman zaman bu kesimin önemli gazetecileriyle buluşması dahi bu alt düzey ilişkilerin sonucuydu.
Baykal’ı geçmişte bir-iki kez bu isimlerle sinemalarda gördük.
Ancak ilerleyen süreçte bu görüntüler dahi yok oldu gitti.
BAYKAL’IN YOLLADIĞI MESAJ
Bunda, o dönem Baykal’ın, Şemdinli olayları sonrası yaşanan gelişmeler üzerine cemaate verdiği mesajlar etkili oldu mu bilemem; ama mesaj şuydu:
"Açılan soruşturma, Yaşar Büyükanıt’ın genelkurmay başkanlığının önünü kesme girişimleri cemaatle bağlantılı görülüyor. Bunun izleri yok gibi de değil. Bu tabloyu tavrımızla değiştirdik. Ama bu olay, devlette kadrolaşma için özel çaba gösterdiğinizi, adam yetiştirdiğinizi çok somut ortaya koyuyor. Bu anlayış büyük bir yanlışı gösteriyor."
Baykal’a göre yanlış şuradan kaynaklanıyordu:
"70 milyon Türk vatandaşının hepsi yargıda, silahlı kuvvetlerde, bürokraside, eğitimde, her alanda kamuda çalışma hakkına sahip. Bundan kimse hariç tutulamaz. Sen de girersin; ama cemaat üyesi olarak değil, vatandaş olarak. Unutmayın ki, kamuya girildikten sonra görev, bağlı olduğun kurumun amacını gerçekleştirmektir. Kurumun değil de cemaatin amacı öne çıkarılırsa işte orada sorun doğar. Tehlikeli görülen ve izleri var olan sıkıntı bu."
MELTEM TV BAŞINDAKİ BAYKAL
"İrtica ile Mücadele Eylem Planı" belgesinin ortaya çıkmasından sonra Baykal ve arkadaşlarının bu noktadaki şüpheleri daha da artmış.
Çünkü, belgenin hazırlandığı savunulan günlerde, Gülen’in, "Bazı şer şebekeleri hakiki Müslümanları terörist gibi göstererek yeni bir irtica yaygarası koparabilirler" demiş olmasına özel dikkat çekiliyor.
Malum CHP’de, "Gülen cemaati devlet hiyerarşisi dışında paralel hiyerarşi kuruyor" kanısı öteden beri etkili.
Son bir yıldır Baykal daha çok Meltem TV karşısına geçiyor; Gülen’in konuşmalarını izliyor ve siyasi içeriğin yoğunlaştığı tespitini yapıyor.
Baykal’ın bunu da ’paralel hiyerarşi’ nedeniyle, "Cemaatin kendine güveninin artışı" işareti saydığına yönelik izlenim alıyorum.
Baykal’ın bu tutumunu CHP’nin diğer yöneticilerinde de görüyorum ve artık cemaatten gelen davetlere daha kapalı olduklarını fark ediyorum.
Sonuçta gördüğüm; CHP’nin Gülen cemaatine yönelik bundan sonra daha titiz, daha etkili, daha farklı bir çalışma ve yaklaşım içinde olacağıdır.
Yazının Devamını Oku 18 Haziran 2009
İRTİCA Eylem Planı ile ilgili gelişmeleri yakından izleyen siyasilerden biri de doğal olarak TBMM Başkanı Köksal Toptan. Dün telefonla görüştüğüm Toptan, gelişmelerden büyük üzüntü duyuyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan’la Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un buluşmasını ve Başbuğ’un Ertuğrul Özkök’e yaptığı açıklamaları önemsemek ve olumlu görmekle birlikte Toptan, Genelkurmay’ın açıklamalarını, "Tatmin etmedi" diye değerlendirdi.
Genelkurmay’ın bütün şüpheleri ortadan kaldıracak, "köşeli", "net" açıklamalar yapması gerektiğinin altını çizdi.
Ardından da hem askeri hem de sivil savcılara şu çağrıyı yaptı:
"Derhal, ama derhal gerçeği ortaya çıkarmak için çok hızlı hareket edin. Böyle bir belge, varsa da yoksa da süratle ortaya çıkarılmalı. Başka çaremiz yok."
ORDUDAN ATIN TALEBİ
Türkiye’nin hálá böylesi konuları tartışmasından derin üzüntü duyduğunu da ayrıca ifade eden Toptan, "İhtiyacımız oturmuş bir demokrasi, bunun için de Türkiye böylesi tartışmalardan uzaklaşmalı, unutmalı" dedi.
Ortadaki durumu, "Vahim" sözcüğü ile açıklayan Toptan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yüzlerce yıllık geleneğe sahip saygın bir kurum olduğuna dikkat çekip şöyle devam etti:
"Böyle bir kurumun saygınlığını korumak için herkesin görevi var. Ama asıl görev, bu kurumun mensuplarınındır. Eğer bu kuruma zarar veren kendi mensupları varsa, kurum bunun gereğini derhal yapmalı."
Bu sözleriyle komutanlara, "Gelişmelerde rolü bulunan ordu mensupları varsa hemen atın" mesajını iletmiş olan Toptan, olayın provokasyon olma olasılığına da vurguda bulundu.
Toptan, bu olasılığı "ayrıca vahim" diye ifade etti.
MUTLAKA ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ
Toptan’la bu görüşmemde önceki yazıma konu ettiğim Ruhban Okulu’nun açılması üzerinde de konuştum.
O yazımda, Başbakan Erdoğan ve ilgili bakanlarının bir araya geldiklerini; "Siyasi irade yeterli" anlayışı temelinde, anayasa veya yasa değişikliğine gerek kalmadan, sorunu Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde çözüme kavuşturma kararı aldıklarını aktarmıştım.
Toptan, uzun yıllar Milli Eğitim Bakanlığı yapmış, konu üzerinde çalışmış, hukukçu kimliğine de sahip bir siyasetçi.
Ona göre çözüm böylesi bir yolla sağlanamaz.
Sözlerinin daha başında, "Konu hukuki bir sorun" diyen Toptan, böylece "Siyasi irade yeterli" anlayışına katılmadığını ortaya koydu.
"Bu okulda din eğitimi yapılıyor. O nedenle 1971’deki kararı sadece özel okul kapatma işi olarak görmemeli" dedikten sonra sözlerini şöyle açtı:
"Anayasa’nın 24’üncü maddesi ortada. O madde, ’Din ve ahlak eğitim ve öğretimi devletin gözetimi ve denetimi altında yapılır’ diyor. Yani bu iş devlet okulunda olur. O nedenle vakıf üniversitesi üzerinden çözüm de geçerli değil. Ancak bir devlet üniversitesine bağlı olarak açılabilir."
Konuyla ilgili kendi bakışından son noktayı da şöyle koydu:
"Mutlaka anayasa değişikliği şart."
Yazının Devamını Oku 15 Haziran 2009
RUHBAN Okulu’nun açılması beklenmedik hızda gerçekleşecek gibi. Çünkü konunun hükümet içinde ilgili bakanların katıldığı toplantılarda etraflıca ele alındığını, Başbakan Tayyip Erdoğan’la Başmüzakereci Egemen Bağış’ın "Açılabilir" anlamına gelebilecek açıklamalarının da bu buluşmalar sonucunda geldiğini aktarmalıyım.
Açıklamaların temelinde ise çözüm için, "Siyasi karar verilmesi yeterli" görüşünde birliğe ulaşılması yatıyor.
Bunun anlamı yasal veya anayasal bir düzenlemeye gerek yok.
ÇARE MEB BÜNYESİNDE
En az bu kadar önemli bir diğer konu ise siyasi iradenin, "Bu sorunu yıl sonuna kadar çözelim" kararlılığı içine girmiş olmasıdır.
Bunu birbirine bağlı şu iki açıdan önemsemek gerekiyor:
"Yeni İlerleme Raporu eylülde çıkacağından hedef eylül başı. Dolayısıyla takvim, Ruhban Okulu’nun önümüzdeki eğitim öğretim yılına açık girmesine uygun."
Peki, siyasi iradeyi bu noktaya getiren gerekçe veya yaklaşım ne?
Okulun açılmamasının ardındaki temel dayanak, mütekabiliyet sorunu.
Yani Türkiye, Yunanistan, Batı Trakya Türk azınlığının haklarıyla ilgili ilerleme sağlamadıkça Ruhban Okulu konusunda adım atmayacak.
Bugüne kadarki hükümetlerin yaklaşımı böyle oldu.
AKP iktidarı da en azından Türk azınlığın din adamı seçmesine saygı konusunda Yunanistan’dan hálá ciddi bir adım bekliyor.
Başbakan Erdoğan, konuyu ilk fırsatta yine Yunanistan’ın önüne getirecek ve "Artık somut bir adım atılsın" talebini dillendirecek.
Öbür yandan Lozan Anlaşması’nın 40’ıncı maddesine göre başka okullar (Saint Joseph, Saint Micheal gibi) faaliyetlerini sürdürürken, Ruhban Okulu’nun 1971’den beri kapalı tutulması, en azından AB’ye anlatılabilir veya anlaşılabilir bir durum olarak görünmüyor.
Okul, 3+1 yıl esasıyla teoloji eğitimi veren, diplomaları ise "Milli Eğitim Bakanlığı" damgasını taşıyan bir eğitim kurumuydu.
Yeni dönemde de sistem bu şekilde sürdürülecek gibi.
Okulun muhtemelen iki müdürü olacak; biri Patrikhane tarafından seçilecek ve bakanlık onaylayacak, diğerini ise bakanlıktan doğrudan atanacak.
MADIMAK’TA KARAR ERDOĞAN’IN
Hükümetin bugünlerde hızla alacağı bir karar da Madımak Oteli konusu.
Devlet Bakanı Faruk Çelik, Alevi Çalıştayı ardından Başbakan Erdoğan’a kısa bir bilgi verdi ve "Madımak Oteli müzeye dönüştürülebilir" dedi.
Erdoğan’la Çelik’in konuyu bu hafta daha detaylı konuşması bekleniyor. Son kararı Başbakan’ın vermesi doğal ve hedef de 2 Temmuz öncesi.
2 Temmuz’daki anmalarda Faruk Çelik’in, hükümet adına, bugüne kadarki yaklaşımların ötesine geçecek bir girişimde bulunması da sürpriz olmasın.
Bilgiler hükümetin, 2 Temmuz’un ardından Alevi Çalıştayı’nı akademisyen ve siyasetçi Alevilerle yapılacak toplantılarla sürdürüp, bu konudaki tüm kararların da yıl sonuna kadar şekillenmesini amaçladığı yönünde.
Bu bağlamda, muhalefete de bakılıyor; MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin Alevi açılımı beğenilirken, "Sürece CHP nasıl katılır" hesapları yapılıyor.
Zemin uygun olursa, Çelik, Deniz Baykal’ın kapısını çalabilir; yoksa Alevi açılımı konusunda hükümet kendi kararlarını uygulamaya koyacak.
Yazının Devamını Oku 11 Haziran 2009
NİMET Çubukçu’nun, hem Türkiye’nin ilk kadın Milli Eğitim Bakanı olması, hem de kadın ve çocuklarla ilgili bakanlık deneyimi nedeniyle, yeni görevinde neler yapacağı merak edildi. Henüz bilgilenme ve projelendirme aşamasında olsa da tanıdığım kadarıyla Çubukçu’nun eğitime bakışının bazı ipuçlarını vermeye çalışacağım.
İlk söyleyeceğim; önceki görevinin izlerini yeni dönemde göreceğimiz.
Bu çerçevede kızların okullaşma oranını daha ileri götürecek projelerle okul öncesi erken çocukluk eğitimine "dikkat" diyeceğim.
Çubukçu’nun önceki ve şimdiki görevi, toplumda tedirginlik yaratan şiddetle yakından ilgili olduğundan bu konuda da epey iş yapılacak gibi.
SPOR SALONU VE SANAT ATÖLYESİ
Şu bir gerçek; toplumda veya ailede şiddet eğilimi olsa dahi, bu eğilimi okulda yok etmenin yollarını bulmak; bununla da yetinmeyip, şiddet enerjisini olumlu yönde sinerjiye dönüştürmek gerekiyor.
Bunun en etkili, en kısa yolu ise öğrenciyi spor ve sanata yönlendirmek.
Spor salonları konusunda okullarda bir mesafe kat edildi; ama bundan sonrası için arsa uygunsa hem spor salonsuz okul yapılmayacağını, hem de okullarda sanat atölyeleri kurmaya ağırlık verileceğini söyleyebiliriz.
3-6 yaş arası zeká gelişim dönemi olduğundan, zenginle yoksul, engelliyle sağlıklı çocuğun eşitlenebileceği bir zaman dilimi.
Halen yüzde 33 olan bu çağdaki "okul öncesi eğitimli çocuk" oranı iki yılda yüzde 50’ye, sonraki dönemde de yüzde 75’e çıkarılabilir.
Kanımca en önemli düzenleme, engelliler için yapılacak.
Devrim gibi bir değişiklikle, engelliler için ayrı okul uygulamasından vazgeçilip, engelliyi sağlıklı öğrenciyle birlikte eğitme yoluna gidilecek.
Sanırım bunun ilk ipuçları da önümüzdeki yılın eğitim bütçesinde olacak. Örneğin, işitme engelli her öğrenci için bin dolarlık bir cihaz sorunu ortadan kaldırılıyor; Türkiye’de işitme engelli öğrenci sayısı da 40-50 bin.
İSTANBUL’A ÖZEL İLGİ
Doğaldır ki bu durumda sağlıklı genç için inşa edilen okul binalarından, sesli uyarılı, asansörlü, özürlü rampalı okul modeline geçilecek.
Bir yandan bu modele uygun olmayan okullara "özürlü desteği" verilecek, diğer yandan yeni inşa edilecek tüm okullarda projeler böyle çizilerek daha işin başında "yık, yeniden yap" maliyetinden kurtulunacak.
Bu alanda bir düzenleme de otistik çocuklar için yapılacak gibi.
Henüz sayılarını bilmediğimiz bu çocuklarımız da engelliler gibi normal okullara gidecek; ama özel sınıflarda eğitim alacak.
Uygulama, otistik çocuk sayısını da ortaya çıkaracak.
Çubukçu’nun seçim bölgesi olduğu için değil; ama üretimin ve istihdamın merkezi olma özelliği nedeniyle İstanbul’a özel ağırlık verilecek.
Bunun bir gerekçesi de İstanbul’un eğitimde en kötü 10 il içinde olması.
Bazı eski eğitim bakanlarının illerinin çok çok gerisinde kalan İstanbul’da öyle ilçeler var ki sınıflarda öğrenci sayısı 50’nin çok üzerinde.
Bu amaçla, İstanbul’daki arsa sorununu aşmak için zorlama bazı tedbirler ile okul yapımını özendirici yeni önlemlere başvurulabilir.
Gelecek hafta cuma günü İstanbul’da 90 okul yapımı için işadamlarıyla protokol imzalanması, sanırım Çubukçu’yu yeni görevinde en çok sevindirecek ilk tören olmaya aday.
Yazının Devamını Oku