Şükrü Küçükşahin

AKP’de Abant mı Hakkári mi tartışması (2)

14 Mayıs 2009
AKP Grubu’nun perde arkası konuşmalarının ikincisini de Kürt sorununa ayırıyorum; üzerinde en çok durulan bu sorunla ilgili diğer görüşler şöyle:

Yazının Devamını Oku

AKP’de perde arkası konuşmaları (1)

14 Mayıs 2009
KURULDUĞU günden beri AKP Grubu hep bir kapalı kutu gibi kaldı; milletvekillerinin hangi konuda ne düşündüğünü pek öğrenemedik. Grubun samimi, insani ve önemli siyasi tespitleri içeren konuşmalarını ilk kez, hiçbir yorum yapmadan kamuoyunun bilgisine sunacağım.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Abdülkadir Aksu başkanlığında aralık-şubat arasında yapılan, 256 vekilin katıldığı 12 toplantıdan söz ediyorum.

Birkaç köşe yazımı ayıracağım konuşmaları özetleyerek vereceğim.

Konuşmaları konu bazında gruplandırdım; başlangıcı ise AKP Grubu’nun da Türkiye’nin en yakıcı sorunu olarak gördüğü "Kürt sorunundan" yapacağım.

Dilerim Başbakan, "kim sızdırdı" diye "kapının önüne koyacak birileri"ni aramak yerine önüne de konan bu konuşmalara bir kez daha döner bakar.

DTP’YE GÖNÜL RIZASIYLA OY

Mustafa Kabakçı (Konya): Doğu milletvekilleri Batı illerinde, Batı milletvekilleri de Doğu illerinde dolaşmalı. Birbirimize güvenmeliyiz. Doğulu milletvekilleri konuşmalı, görüşlerini açıklamalı.

Fatih Metin (Bolu): Olaylar münferit; ancak bölge vatandaşı DTP’ye baskıyla değil gönül rızasıyla oy veriyor. DTP’ye yumuşak değil sert olmalıyız.

Ramazan Başak (Şanlıurfa): Kürtçe TV çok iyi oldu. Vali, kaymakam, din görevlisi vatandaş üzerinde çok etkili; ancak çoğu zaman milletvekilinden bağımsız hareket ettiklerinden ne AK Parti ne de Başbakan’ın adı yapılan hizmetlerde zikredilmiyor.

Ayşe Türkmenoğlu (Konya): Doğu-Güneydoğu milletvekilleri kendilerini ifade edemiyor. Terörist, demokrasiden korkar. İnsanlar düşüncelerini korkusuzca ifade edebiliyorsa bu teröristi korkutur. Söylem birliği konusunda sıkıntımız var. Başbakan her konuya cevap vermemeli. Batı milletvekilleri Doğulu bürokrat atanmasına karşı çıkıyorlar, bu yanlıştır.

Hasan Angı (Konya): Batı’da da yoksulluk var; ama devletine isyan etmiyor.

Nurettin Akman (Çankırı): Asker de Güneydoğu ve Doğu’da seçimi DTP’nin almasından rahatsız. Bu nedenle AK Parti’nin mutlaka alması lazım.

İbrahim Hasgür (İzmir): Kürtlüğü ön plana çıkarırken Türklüğü de aşağılıyor pozisyonuna girmemek, dengeyi korumak lazım.

BURADA TERÖRİST ORADA MELEK

İsmail Bilen (Manisa): DTP’liler neden muhatap alınır, neden tahriklerine uyulur? Onlar da kendilerini bir şey zannediyorlar, bu doğru değil.

Gülşen Orhan (Van): DTP vekillerine karşı Başbakan’ın nefesine, zamanına yazık. DTP ile her polemik bize eksi olarak dönüyor.

İhsan Aslan (Diyarbakır): Doğu ve Batı insanı birbiriyle iletişim kurmanın sıkıntısını çekiyor. Doğu milletvekili niye konuşmuyor? Çünkü, Doğu’da hain ve devletle işbirlikçi biliniyoruz, burada da şüpheyle bakılıyoruz. Birbirimize güvenmiyoruz yani. Bu konu ne zaman gündeme gelse heyecanlanırım. Cebinizde benim gibi PKK tehdidi yoktur. Teröriste Güneydoğu’da gerilla deniyor, melek olarak algılanıyor. Kimine göre melek, kimine göre şeytan. Biz konuşmaya geç kaldık. 22 Temmuz’dan sonra Kürtlerle terörü ayıracağız dedik; ama DTP seçmen kitlesini PKK’nın kucağına ittik. Aslında böyle değildi. Birbirlerini desteklemiyorlardı. Ama biz DTP ile PKK aynı şey oldu, dedik. Bu bizim yanlış politikamızın neticesidir. 30 yıldır yanlış tedavi ile çok bedel ödendi. Eskisine benzer yanlış tedavi işe yaramaz. Binlerce köy boşaltıldı, ev ile hayvanların birlikte yakıldığı oldu. PKK’nın her türlü dış desteğini komşularımız ile iyi ilişkilerle kestik. Başbakan’ın üst kimlik sözü bir çözümdür.
Yazının Devamını Oku

Milli Görüşçüler değil küreselciler

11 Mayıs 2009
DIŞİŞLERİ Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yemin ettiği salı günkü TBMM oturumunda, ancak dikkatli gözlerin fark ettiği küçük ama AKP grubunun kabine değişimi karşısındaki hissiyatının ifadesi sayılabilecek ilginç bir ayrıntı yaşandı.

Yazının Devamını Oku

Milli Görüşçüler değil küreselciler

11 Mayıs 2009
DIŞİŞLERİ Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yemin ettiği salı günkü TBMM oturumunda, ancak dikkatli gözlerin fark ettiği küçük ama AKP grubunun kabine değişimi karşısındaki hissiyatının ifadesi sayılabilecek ilginç bir ayrıntı yaşandı. Yedi yılın ardından ortaya neredeyse yeni bir kabine çıkmıştı, ’dışarıdan üye’ Davutoğlu’nun yeminine Başbakan Tayyip Erdoğan da tanıklık ediyordu.

Erdoğan bu vesileyle genel kurul salonunda yarım saati aşkın kaldı.

Dikkatli gözler, bu süreyi Erdoğan’ı gözetlemekle geçirdi.

Onlara düşündürücü gelen, "Tek bir AKP milletvekilinin Erdoğan’a gidip kabine için ’hayırlı olsun’ dileğinde bulunmamış" olmasıydı.

BEKLENEN BU DEĞİLDİ

Şu örnekler de kabine üyelerinin tepkilerinin göstergeydi:

Tenzili rütbe gören Nazım Ekren, Başbakan Yardımcılığı’nı Bülent Arınç’a devir teslimsiz bırakırken, Sait Yazıcıoğlu da aynı tutumu sergiledi.

Faruk Çelik, Çalışma Bakanlığı görevini kırgın devretti.

Milli Eğitim Bakanlığı’nı Nimet Çubukçu’ya bırakan Hüseyin Çelik, kendi başarı çıtasını o kadar yükseltti ki, asgari nezaket ölçülerini aştı; halefine hiç hak etmediği sözler etti; "Burası artık otomatik pilotta" diyerek, bir çocuğun dahi bu görevi yapabileceği imasında bulundu.

Kemal Unakıtan, kendisine "Abi" diyen Erdoğan’ın yemek davetine gitmedi.

AKP kulislerine baktığımızda bu tablonun nedenleri var.

Kabine, önceden alınan bilgilerle tahminleri karşılamadı.

Bu bilgi ve tahminler neydi, sorusuna yanıt için ise yazımın bundan sonrasını AKP grubundaki senaryolara bırakıyorum:

Erdoğan, seçimden hemen sonra bir liste yapıp Köşk’e çıktı.

Programda yemek de vardı ve yemekli davetlerde ev sahibi, Erdoğan’ın diyeti nedeniyle, mönüyü Başbakanlık’tan önceden alır.

Bu ayrıntı buluşmanın birkaç dakika sürmesi nedeniyle önemli.

Yorumu: Listenin beğenilip onaylanmaması üzerine yemeğe gerek kalmadı.

GÜL ÇIKIŞTA ERDOĞAN İNİŞTE

Başbakan kabineye iki kez veda etti; ama değişim gecikti.

Yorumu: Abdullah Gül, ilk listeden sonra ısrarını sürdürdü, tartışmalar zaman aldı, istediği değişiklikler olunca da damgayı vurdu.

O nedenle merkeze açılmayı planlayan, IMF’ye diklenmeye çalışan Erdoğan, daha milli havalardaki Ekren’in kellesini, Milli Görüş’ten gelseler de en büyük dönüşümü küresellik konusunda gösterenler karşısında koruyamadı.

Kabinenin milliyetçi ayağının tamamen kesilmesi de ayrı.

Bütün bunların sebebi de oyların yüzde 39’a gerilemesi.

Yoksa; Gül, Erdoğan’a karşı hiç direnebilir miydi?

Bu, Milli Görüş’e değil, "Başarı ancak Milli Görüş’ten gelen çekirdek kadro ile olur" anlayışına dönüştür; artçı dalgaları da parti kongrelerinde görülecek, yapamayan "dışarıdan gelenler" gidecek, yapacağına inanılan "çekirdekçiler" gelecek.

Yorumu: Teşkilatlarda Milli Görüş’ün etkisinin artması kaçınılmaz.

Partide tek hákimin Erdoğan olduğunu düşünüp, buna uygun konumlananların, ani ve güçlü bir "Gül’ün dönüşü" ile yüzleşmeleri ise ayrı bir durum.
Yazının Devamını Oku

Sadullah Ergin, ben ve Ali Dibo

7 Mayıs 2009
SİYASİ literatürümüze giren Ali Dibo haberlerini ben yaptım. <br><br>Yeni Adalet Bakanı Sadullah Ergin’i de bu haberler sırasında tanıdım. Siyasetin kirlilikten, partiliyi koruma organizasyonu olmaktan çıkarılması için bu haberlerin önemli bir katkı yaptığını düşünüyorum.

O süreçte belki bazı hatalar da yapmış olabilirim; ama bir gazeteci olarak üstüme düşen görevi hakkıyla yaptığıma inandım.

Haberlerin her aşamasında Ergin’in görüşlerini mutlaka aldım; izin verdiklerini yazdım, "off the record" dediklerini kullanmadım.

Aramızda ciddi bir resmiyet olsa da ikimiz de tüm süreçte profesyonelce ilişkimizi sürdürdük, her soruma açıklıkla yanıt aldım.

Doğrusu AKP içinde böylesi isim bulmak o kadar da kolay değil.

AHİRETTEKİ YERİMİ BELİRLEYENLER

Örneğin yeni Çalışma Bakanı Ömer Dinçer ile bir kıyas yapabilirim.

Dinçer’le ilgili olarak Başbakanlık Müsteşarlığı’ndan beri çeşitli yazılar yazdım; ancak sadece bir randevu talebime yanıt verdi.

Görüşmeye, hoş beşle başladıktan sonra düğmeye basıp, özel kalemine, "Şükrü Bey’in o yazılarını getirir misiniz" talimatı verdi.

"Hangi yazılarım" diye merakla bekledim; Bakanlar Kurulu’ndaki bazı görüşmeleri aktardığım 4 yazımdı söz konusu olan ve Dinçer’in, "Bunları kimden aldınız Şükrü Bey?" sorusu ile karşılaşınca, önce "Yanlış var mı?" diye sordum, "Yüzde 90 doğru" yanıtı alınca kaynağımı şöyle açıkladım:

"Sayın Müsteşar, belki size söylememiş olabilir; ama Sayın Başbakan her Bakanlar Kurulu sonrası beni arayıp görüşmeleri aktarıyor. Unutmuş olabilirsiniz; bunu zaman zaman siz de bana yaptınız."

Dinçer de, "Anladım mesajınızı" deyip konuyu kapattı.

Daha sonra hiçbir randevu talebimi karşılamayan Dinçer hakkında yeni yazılar da yazdım; hiçbirinde de kendisine haksızlık yaptığıma inanmıyorum.

Milletvekili seçilince karşılaştık, kendisini kutladım bana, "Sizinle bir kahve içmemiz gerek, yoksa ahirette rahat edemeyeceksiniz" dedi.

Ahiretteki yerimi belirlemiş olsa da ben yine de, "Çok sevinirim, unutmayınız" dedim ve defalarca ısrar etmeme rağmen görüşemedik.

DERS ÇIKARMAK ÇOK İYİDİR

Yıllardır siyaseti izlediğimden çok siyasetçiyle sürtüşmem, anlaşmazlığım oldu; ama Dinçer örnekleri en fazla AKP döneminde ortaya çıktı.

Ergin ise bu örneklerin dışında kaldı, diyaloğu hiç kapatmadı.

Kazanamasa da bana karşı hukuki haklarını kullanmayı hiç ihmal etmedi. O süreçte şahsıyla ilgili çok ihbar aldım; hepsini araştırdım, sordum yanıtlarımı aldım; ama doğrudan çıkar elde ettiği bir bağlantı bulamadım. Ama kendi el yazısı ile kamu ihaleleri üzerinde tasarrufta bulunma iradesi göstermesini tarihi değerde bulduğumu söylemeliyim.

Sonuçta ilişkiler, tasarruflar üzerinden çıkardığımız çok ders oldu.

Ali Dibo, siyasetin bir sıkıntısının tanımı olarak ortada duruyorsa da Ergin’in deneyimleriyle bugün daha net ve daha rahat olduğunu biliyorum.

Bakanlık sürecinde de bunun izlerini göreceğimize eminim.

Partisine ve Başbakan Erdoğan’a bağlılığını göz ardı etmeden, çalışkanlığı ve hukuka inancıyla yeni şeyler yapacağını düşünüyorum.

Yanılırsam üzülürüm; ama asıl kaybeden Ergin ve siyaset olur.
Yazının Devamını Oku

MHP’nin CHP’ye sağladığı katkı

4 Mayıs 2009
KABİNE revizyonunu yazıp şu tespitleri ayrıntılandırmam gerekirdi: "Seçim sonuçları sizin eseriniz" gerçeğinin Başbakan Tayyip Erdoğan’a kabul ettirildiğini, bu kabullenme zaman aldığından operasyonun geciktiği... Bu kabullenme sonucu Erdoğan’ın yönetimi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Bülent Arınç ile ’daha fazla’ paylaşmak zorunda kaldığı...

Kabineye savaş tahkimatı yapıldığı, mağduriyet yaratmak için ’karşı orduya’ yoklama çekileceği, ’karşı ordu’ savaşı kabul ederse ellerin ovuşturulacağı, etmezse düşüşün süreceği, yüzde 39’un hayal olacağı...

Yeni kabinenin AKP grubunda estireceği havanın etkileri vs...

Ama masamın üstündeki 11 Nisan tarihli 350 sayfalık CHP Merkez Yürütme Kurulu Çalışma Raporu kaç gündür, illa beni yaz, deyip duruyor.

RUH İKİZİNİN KANITI MI

Yerel seçim sonuçlarının değerlendirildiği raporun daha ilk sayfasında, "AKP bugün iktidar olmasaydı bu gerileme çok daha hızlı olacaktı" cümlesine takılıyorum; ne tür siyasal, bilimsel sosyolojik bir tespit diye!

Ama, belki de muhalefette oy kaybetmek normal, denmek istenmiştir.

4 sayfa sonra ise asıl takıldığım şu saptamayı buluyorum: "CHP ile MHP oyları AKP’yi geçti."

Acaba, seçim öncesi MHP ile ittifak yapıldı da bizden mi saklandı, dedim. Araştırdım böyle bir sonuca ulaşamadım; ama herhalde Erdoğan’ın, "Ruh ikizleri" tanımlamasına haklılık kazandırılmak istenmiş olmalı.

Aslında bütün muhalefetin oy toplamı alınıp, "AKP’yi neredeyse katladık" dense daha bilimsel olmaz mıydı, diye düşünmeden de edemedim.

CHP’nin aday çıkaramadığı yerlere baktım; hani bazı illeri es geçsek de (Ki bu da anlaşılır olamaz) Ordu, Eskişehir, Trabzon, Burdur, Denizli, Niğde, Samsun, Muğla, Çorum, Antalya, Manisa, Ankara gibi illerin ilçe ve beldelerde adaysız kalınması oldukça düşündürücü.

KILIÇDAROĞLU KOMPLEKSİ Mİ

Mitinglere, büyük katılım ’sağlandığı’ belirtilirken, "Çevre illerden taşıma yapılmadığı halde" ibaresi neden kondu anlayan çıkar mı?

CHP’nin bir ilde on binde 4, üç ilde yüzde 1, beş ilde yüzde 2, dört ilde yüzde 3 düzeylerinde kalması ve baraj altındaki 26 ilin 15’inin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yer aldığının altının çizilmesini önemli görüp, sizin değerlendirmenize bırakıyorum.

CHP’nin il ve ilçelerdeki yükselişine karşın beldelerdeki gerilemesi de önemli başka bir sonuç olarak ortada duruyor.

Belki de bu durum raporda, Başbakan Erdoğan’ın ifade ettiği şekilde, "31 ilin hiçbir ilçesinde seçimi kazanamayan CHP, bu illerin 17’sinde bir belde belediyesi bile elde edemedi" diye yer alsaydı daha çarpıcı olurdu.

Geldim, parti oyu üzerine çıkan belediye başkanlarının listesine.

Listede yüzde 5’lik artışlar dahi yer bulurken, yüzde 3.37 de olsa en büyük sayısal artış sağlanan İstanbul’u göremeyince anlayamadım.

Sonra liste başlığını tekrar okudum, "Oldukça artış" ibaresini atlamışım. Yoksa Kılıçdaroğlu parti yönetiminde kompleks yarattı, demeyeceğim.

O nedenle ki bu raporu yazanlar, Kılıçdaroğlu’nun yolunu kesmiyor, aksine açmak için Baykal’dan dahi daha arzulu bir tutum alıyor, çözüm arıyorlar!
Yazının Devamını Oku

29 Mart erken uyarı sistemi

30 Nisan 2009
ULAŞTIRMA Bakanı Binali Yıldırım’ın, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın en güvendiği, en yakını saydığı kabine üyelerinin başında geldiğine şüphe yok. Yıldırım, seçimlerden önce "Yüzde 40’ın altı sıkıntı olur" demişti.

Kahvesini içmeye gittiğimde bu sözlerini anımsattım.

Söze, "Doğru onu söyledim; ama 40’ın altı derken yüzde 35’i kastettim" diye başlayıp seçime yönelik değerlendirmesini şöyle özetledi:

"Aldığımız sonucu küçümsemek doğru değil; ancak halk, bize bir mesaj verdi. Hálá umudun, alternatifin AK Parti olduğunu söyledi. Ama halk bununla yetinmedi, ’Vazgeçilmez de değilsin’ mesajı verdi, ’Dikkat edin’ dedi. ’Erken uyarı sistemi’dir bu. Sistem devreye de girdi. Vatandaş iradesini koydu, bu iradeye hükmedemeyiz, sadece kabul ederiz. Biz de bu erken uyarının gereğini yerine getiririz."

ORTAM DİNLEMENİN ÖNLEMİ YOK

Yıldırım’ın, seçime yönelik başka tahlilleri de var; ancak anladığım, bunları Başbakan ve parti yönetimiyle paylaştığı için dillendirmek istemiyor.

Böyle olunca da Yıldırım’la gündemdeki bir başka önemli konuya, telefon ve ortam dinlemeleri üzerindeki tartışmaya geçtim.

Bu konuda da daha önce, "Dinlerse dinlesinler, çekinecek ne var" yönünde sözler sarf etmiş biri olarak Yıldırım, bunca yakınmaya ve tartışmaya rağmen, telefon konuşmaları yayınlanan veya ortam dinlemesine takılan hiç kimsenin yargıya gitmemesine hayret ediyor.

Yıldırım, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) kendisine bağlı değil, sadece ilişkili kurum olduğunun altını çizerek tartışmaya katıldı.

"Bu kuruma yönelik haksız eleştiriler var. Bir kere dinlemeyi burası yapmıyor. Yasalara uygun dinleme kararı için, dinlemeyi yapacak yetkili kurumlara uç veriyor. Hepsi de mahkeme kararı ile. Eğer kararda yanlışlık varsa, kurum uyarıyor, itiraz ediyor, gerektiğinde üst mahkemeye gidiyor. Eskiden dinleme konusunda keyfilik vardı, burası disipline etti."

Ortam dinlemesi konusunda ise Yıldırım biraz çaresiz konuştu:

"Bu ayrı bir konu. Etik olmayan bir durum. Yani bir dostunla sohbet ediyorsun, belki de üstünde bir cihazla gelmiş, ya da başka biri bunu yerleştirmiş. Üstünü başını mı arayacaksın? Dünyanın hiçbir yerinde de buna önlem yok. Eşin, dostun kayıt yapıyorsa ne yapılabilir ki?"


KİM YUVALANIRSA YUVALANSIN

Yıldırım’a TİB’de bir cemaatin yuvalandığı iddialarını da anımsattım.

Bunu kendisinin de duyduğunu, kamuoyunda konuşulduğunu belirten Yıldırım’ın yanıtı şöyle oldu:

"Bu da büyük haksızlık. Her fikirden adam var kamuda. Bir tasnife gidilirse ülke yönetilir mi? Böyle yapılırsa bu bölücülüğün farklı bir versiyonu olur. Zaten topu topu 50-60 uzmanın çalıştığı bir birim. Kim yuvalanırsa yuvalansın, kanun dışı bir işlem olabilir mi?"

Yıldırım, bu konuların hukuk çerçevesinde değerlendirilmesi ve sağlanan başarıların görülmesi gerektiğini de dile getirdi.

Ergenekon için "fasa fiso" dendiğini; ama bugün Susurluk’a, Danıştay saldırısına dayanıldığını söyleyen Yıldırım, "Huzuru bozan, terörü yapan hangi taraftan gelirse gelsin, karşı durulmalı. Hepimizin yapması gereken bu" dedi.
Yazının Devamını Oku

Ankara’da gündem 2K

27 Nisan 2009
ANKARA’da nereye gitsem ya kabine ya da Kemal Kılıçdaroğlu soruluyor.<br><br>En son Kızılay’da oteli olan bir arkadaşıma uğradım. "Biri Başbakan’a söylesin; şu kabine değişikliğini yapsın artık. Devlette işlerin durduğunu bilsin. Bu durum bizi de batırır" dedi.

"İşlerin durduğunu nereden biliyorsun, bunun otelle ilgisi ne?" diye sorunca, "İlgisi ne demek olur mu?" çıkışını yaptıktan sonra devam etti:

"Devlette işlerin durduğunu en iyi ben anlarım. Çünkü müşterilerim bürokrasiyle işi olanlar. Seçimden sonra bıçakla kesilir gibi müşteri azaldı. Doluluk yüzde 10’a düştü. Anla devlette işlerin ne durumda olduğunu."

ERDOĞAN’DAN BİR GÜZEL HAREKET

Durum sadece bürokraside değil, AKP grubunda da bakanlar arasında da aynı; iki AKP’li bir araya geldiğinde tek konu kabine revizyonu.

Başbakan Tayyip Erdoğan ise konuyla ilgili her soruya "Olacak" yönünde yanıtlar veriyor; ama nedense bir türlü harekete geçemiyor.

Her an revizyon yapılacak gibi olsa da Başbakan’ın, bütün beklentilere karşın, işi neden bugüne kadar taşıdığını anlamak mümkün değil.

"O bakanları kapının önüne koyarım" sözlerinin altından eziliyor, desek sanmıyorum; çünkü bu sözlerinin ardından bakanların gönlünü aldığını, onlardan kendi üslubunca özür dileyerek yanlışı düzelttiğini biliyorum.

Erdoğan’ın böyle güzel bir harekette bulunması sevindirici gelişme.

Bakanlardan esirgemediği bu güzel hareketi örneğin, Aydın’da kendisine hakaret ettiği gerekçesiyle şiddet gören, boğazı sıkılan, ensesinde dört tırnağın sıyrık izi kalan 13 yaşındaki M.S.Ö.’ye de gösterse güzel olmaz mı?

Benden önermesi tabii; ama itiraf etmeliyim ki, seçim sonrası konuşmalarını dikkatle izlediğim Başbakan’da henüz bir "mesaj alma" durumu göremedim.

"Ne olacak bu Kılıçdaroğlu’nun CHP’deki pozisyonu" sorusunun ise kabine revizyonundan daha yaygın hal aldığını söylemeliyim.

UÇAK TARLAYA GİRMEDEN

Ege’den sonra Karadeniz’e de Kılıçdaroğlu ile giden Deniz Baykal’ın, yönetimindeki arkadaşlarının, "Grup başkanvekili olarak devam etsin. 2011’deki olağan kurultayı biraz erkene alalım, o zaman yönetime girsin" anlayışına destek vermediğini, farklı formül peşinde olduğunu düşünüyorum.

"Yeni, sevilen isimler bulalım", "Değişim şart" diyen Baykal’ın, önünde yakıcı bir zaman sorunu olduğu için hızlı hareket etmesi gerekiyor.

Yoksa ne olacağını da bir eski siyasinin sözleriyle aktarayım:

"Uçağı kaldırmak için belli bir zaman aralığında pistte, yaklaşık 200 km hıza ulaşmalısın. O aralık geçer, 100 km’de kalırsan tarlaya girersin."

Kıçıldaroğlu
hızını almış CHP uçağının kalkışa geçmesi için 2011 çok geç ve de genel seçimin 2010’da yapılması daha yüksek olasılık.

Lider değişimi peşinde olmayan Kılıçdaroğlu’na yönelik CHP’deki her direniş, halkın ona sempatisini CHP’ye karşı bir antipatiye dönüştürebilir.

Belki de Baykal, her yere Kılıçdaroğlu ile giderek direnişçi arkadaşlarına, "Tamam vefaysa vefa; ama siz de bu tabloyu görün" demek istiyor.

CHP’de değişimi mevcutlar bugüne kadar yapamadığına göre kim yapacak?

Onlar kabul etse de etmese de halkın gösterdiği adres belli ve de halk, Kılıçdaroğlu’nun bugünkü pozisyonundan memnun değil, yeterli bulmuyor.

Baykal da mesajı almış, bir şey yapmak istiyor; ama ne, henüz belirsiz.
Yazının Devamını Oku