İşe reform paketinden başlayıp bazı ayrıntılar verelim.
Yazıldı, çizildi; paket, üye sayısını 7’den, (5’i Yargıtay ve Danıştay’dan geliyor, ikisi ise Adalet Bakanı’yla müsteşarı) 21’e çıkarmayı öngörüyor.
Bu 21’in 19’unu kürsüdeki hâkim ve savcılar, Yargıtay, Danıştay, TBMM ve Cumhurbaşkanı seçecek; diğer iki üye ise yine bakan ile müsteşar.
19 üye doğrudan seçilecek; yani cumhurbaşkanının önerilen 3 isimden birini seçtiği mevcut uygulama sona erdirilecek.
Bakan yine HSYK’nın başkanı olacak; ama kurulun işleyişi önemli ölçüde değişeceğinden bakanın etkisi bugüne göre çok sınırlı düzeyde kalacak.
YENİ DENGE 12/9
Önerilen modele göre, HSYK’nın icracı üç daire başkanlığı olacak; savcı ve hâkim atamaları, bunlarla ilgili şikâyetleri değerlendirme, müfettiş görevlendirme bu dairlerin işi olacak, bakan izni veya onayı gerekmeyecek.
Başkanlıkların kararlarına itiraz mercii HSYK Genel Kurulu olacak.
Hükümete göre, bu tartışma yanlış zeminde yapılıyor, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sert çıkışının nedeni de bu; oysa açılım Türkiye’ye özgü, ancak uluslararası konjonktürün çözüme uygun olduğu da ortada.
Hükümetin ve AKP’nin önemli birkaç ismi ile yaptığım görüşmelerde, konu açılımın dış bağlantılarına, desteklerine geldiğinde ilginç bilgilere ulaştım.
ABD ve AB’nin PKK’ya desteği kestiğinin artık herkesçe kabul edildiğine, bunu terör örgütünün de çok iyi gördüğüne işaretle iki nokta dikkatimi çekti.
NONE STOP YÜRÜNECEK
Belki bu iki noktaya girmeden önce hükümetin, son sert restleşmelere rağmen açılımda, ‘none stop yürünecek’ kararında olduğunu belirtmekte yarar var; çünkü süreci kesintiye uğratmanın, sorunu ötelemek, hükümetin samimiyetini gölgelemek dışında sonuç yaratmayacağı görülüyor.
O nedenle; somut önerilerin açıklanması; gereken yasal düzenlemelerin yapılması için hedef süre, yılbaşından da önce, “en kısa zamanda” olacak.
Bunu en iyi MGK bildirisinin ilk maddesindeki, “Yapılan değerlendirmelerin de ışığında; devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü pekiştirmek, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak üzere, İçişleri Bakanlığı eşgüdümünde yapılan çalışmalar hakkında Kurul’a bilgi sunulmuş ve çalışmaların devamı tavsiye edilmiştir” ifadesi kanıtlıyor.
Buradaki “eşgüdüm” ve “tavsiye” sözcükleri çok önemli; çünkü bu iki sözcük, MGK’nın tüm üyelerinin, “İçişleri Bakanı Beşir Atalay, devletin sorunla ilgili tüm kurumları adına hareket ediyor” ve “Açılım çalışmalarının devamı da MGK kararıdır” dediğini ortaya koyuyor. Bu maddenin taslak metninin hükümet ve asker üyelerin sözcük bazındaki katkılarıyla değiştirildiği, bu iki sözcüğün de böylece metne sonradan girdiği kanısındayım.
ASKERİN İHTİYAT NEDENLERİ
Toplantının başlangıcında olmayan uzlaşmanın sonradan nasıl sağlandığına dair izlenimin en önemli iki nedeni var, diyebiliriz.
İlki iki tarafın da çok açık konuşması, ikincisi bir “bilge kişi”.
Asker üyelerin, İçişleri Bakanı Atalay’ın sunumuna ve içeriğine tek eleştirisi olmamasına karşın açılıma şu üç noktada ihtiyatlı yaklaşım gösterdikleri anlaşılıyor:
Psikolojik: Herkesin her aklına geleni söylemesi, bazılarının ölçüyü kaçırması olumsuz psikolojik sonuçlar yaratıyor. (Öcalan ve DTP’li Emine Ayna’nın açıklamalarına dikkat. Bu çerçevede tam MGK öncesi Öcalan’ın avukatlarıyla yapacağı görüşmenin teknik nedenlerle gerçekleşememesini güzel bir rastlantı olarak görmek gerektiğini söyleyebilirim.)
Hukuki: Terörle mücadelede gereken yeni hukuki adımların önü kesilmesin.
Kurtulmuş’un, Atalay’ın da dikkatine sunduğu şu vurguları oldu:
* Başbakan’ın üslubunda sorun var. ‘Onunla görüşürüm, bununla görüşürüm’ dememeliydi; CHP de, MHP de dahil herkesle görüşmeli.
* Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, bunun riskler içerdiği yönündeki sözleri de yanlış. Konuya risk ve rant çerçevesinden asla bakılamaz.
* Ne Öcalan ne avukatları, dolaylı dahi olsa hiçbir şekilde muhatap alınamaz. Çözüm yeri TBMM’dir. O nedenle DTP’nin sürece dahil edilmesi önemli.
* 30 yıllık sorunda ‘Takvim yıl sonu’ demek çok yanlış; ya tutmazsa?
* En önemlisi de şu: Dış kaynaklı, ABD veya AB patentli bir açılım yapılıyor görüntüsü çözümü ortadan kaldırır, halk desteğini yok eder.
Çok değil daha 6 yıl önce, Dışişleri Bakanlığı’nın ev sahipliğini yaptığı bir öğlen yemeğine UAO yöneticileri de davet edilince neredeyse kıyamet kopuyordu.
Ama bu örgüt geçen hafta Antalya’da, Gloria Golf otellerinde, tam 6 gün, 80 ülkeden yaklaşık 500 delegenin katılımıyla 29. genel kurulunu yaptı.
“Nereden, nereye” dedirtecek bu toplantı, basına kapalı gerçekleştirildiği için medyanın ilgi alanının dışında kaldı.
Oysa, UAÖ’nün kongre için Türkiye’yi seçmesi, insan hakları alanında son yıllarda gösterilen ilerlemede nereye varıldığının da güzel bir örneği.
YENİ MİSYON
UAÖ’nün Yönetim Kurulu’nun 9 üyesinden birinin Levent Yakup Korkut olduğunu çok kişinin bildiğini sanmıyorum; ama genel kurulun Türkiye’de gerçekleştirilmesinde bu üyelik büyük avantaj sağladı.
İnsan hakları sicili kötü olan bir ülkede bu tür toplantı yapmayan UAÖ neden Türkiye’yi seçti, diye baktığımda iki gerekçe öne çıktı:
Türkiye, global dünyada nereye gidildiğinin iyi bir örneğini veriyor.
Beden eğitimi derslerinin içeriğinden Çubukçu da memnun değil; bu dersleri, “İki perende atamadın not yok” anlayışından, “bir saatlik hoplatıp zıplatma” formatından çıkarmak gerektiği inancında.
Beden eğitimi derslerine, sağlıklı gelişim ve yetenekleri ortaya çıkarma anlayışıyla bakan Çubukçu, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Notu baz almak yerine, spor yaptırmayı teşvik etmeli, bunu kitlesel kılmalıyız. Çok okulumuzda spor salonu var, yenileri de yapılıyor. Bu salonları sadece beden dersleri için kullanılır olmaktan çıkarılmalıyız. Bunu ise ancak, okulları 24 saat yaşanan binalara dönüştürerek başarırız.”
SINIF GEÇMEDE YETENEK KATKISI
Spor yapan öğrencinin ders geçmede ciddi sıkıntılar yaşadığını, olimpiyatlarda yarışacak da olsa, düzenli antrenman yapamadığını anlatan Çubukçu’ya göre bu sistemi değiştirmek olası.
“Aşılmaz sorun değil, sadece yöntem belirlememiz gerek” diyen Çubukçu, diğer ülkelerdeki uygulamaların incelemeye alındığı ve Türkiye’ye uygun olanlarının üzerinde çalışıldığı mesajını verdi.
Ders geçmede, öğrencinin özel yeteneğinin not düşürmesi değil katkı yapması gerektiğine inanan Bakan, şu iki örnekten çok etkilenmiş.
Beypazarı Lisesi genç kız atletizm takımı, 25-26 Haziran’da Estonya’da yapılan Liseli Gençler Dünya Atletizm Şampiyonası’nda birinci oldu.
Sporun yaygınlaşmasından söz edilince de ilk akla gelen okullar.
Bu çerçevede Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ile “Ortak Akıl Çalıştayı” yapılmış.
Özak, MEB ile yetinmemiş, TRT ile görüşmüş, muhalefetle paylaşıma girmiş, Silahlı Kuvvetler’i de sıraya koymuş.
BEDEN EĞİTİMİ DERSLERİNE YENİ DÜZEN
Okullarda öğrencilerin spora daha yatkın hale getirilmesinin önünde büyük engeller olduğunu düşünen Özak, “Spor yapan öğrenci diğer derslerinde başarısız kalıyor. Okul da, aile de buna toleranslı bakmıyor. Oysa spor yapan, hele başarılı olma şansı bulunan çocuğu özendirmeli” dedi.
Özak, beden eğitimi derslerinin sporu sevdiren, spora yarar sağlayan bir uygulama olmadığını düşünüyor ve nedenini de şöyle açıkladı:
“Kimya dersinden çıkan çocuğa eşofman giydirip birkaç el-kol hareketi yaptırıp birkaç parende atlatmakla sonuç alamayız. O nedenle bu derslerin yapısını değiştirmeliyiz.”
Değişiklikle, dersleri beden hareketleri yapmaktan çıkarıp spor bilincini, kültürünü yayma amaçlanıyor.
“Sizi vazgeçiren ne oldu?” diye sorunca Kapusuz, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, Köksal Toptan’a destek açıklamasını adres gösterdi.
Kapusuz’a göre, Baykal’ın bu desteği olmasaydı başkanlığa çok yakındı.
Baykal’ın tavrının nedenini yazılarımda dile getirdiğimi anımsatıp Kapusuz’a bu bakışının bendeki bilgilerle örtüşmediğini söyledim.
Bunun üzerine bakın, Kapusuz nasıl bir perde arkası verdi ve verdiği perde arkasının devamını Baykal nasıl tamamladı?
GECE 11.55 RANDEVUSU
Kapusuz, açıklamayı yaptığı gün Baykal’ı aradığını belirterek aralarında geçen telefon konuşmasını şöyle aktardı:
- Ne o Sayın Baykal, birdenbire Toptancı oldunuz.
- Toptan’a desteğimizin sürdüğünü, arkadaşlarımızın eğiliminin bu yönde olduğunu göstermek istedim; sen aday mısın, değil misin?