12 Nisan 2010
CUMHURBAŞKANLIĞI Genel Sekreter Yardımcısı Emin Kuz’un Oktay Ekşi’ye yolladığı açıklamadaki şu cümleyi sevinerek ve dikkatle okudum.
“Önceki yıllarda Cumhurbaşkanlığınca geri gönderilen kararnamelerin iade gerekçeleri arasında, çoğu isimsiz, imzasız ihbar dilekçeleri yer almaktadır.”
Sevindiğim nokta, Kuz’un isimsiz, imzasız mektuplardan yakınmasıdır. Malum isimsiz ve imzasız mektuplar konusuna hassasiyet gösteriyorum. En son Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nde (ABGS) önemli diplomatik kademelerdeki insanların, isimsiz, imzasız mektuplarla soruşturmaya tabi tutulmasını; ifade verme durumunda bırakılmasını gündeme getirmiştim.
Ancak ne ilginç, Ergenekon üyesi olmak da dahil saçma sapan iftiralara uğrayan bu kamu görevlilerinin hukukunu koruması gereken ABGS Genel Sekreteri Büyükelçi Volkan Bozkır dahi haberimizden memnun olmadı.
“Böyle bir dilekçeyi işleme koymam” dememiş olmasını es geçeyim; ama bazı ziyaretçilerine benimle ilgili güzel (!) yorumlar yapmasını anlayamadım.
Yazının Devamını Oku 8 Nisan 2010
GEÇEN hafta pazartesi günü, referandumun sürprizlere gebe olacağını; AKP’nin kendi paketini dayatmakta ısrar etmesinin, muhalefetin de sürecin içine girmemesinin yadırgatıcı görüldüğünü yazdım.
Sürece katkının muhalefete, sivil toplum desteği getireceğini; paketteki bazı sıkıntılı maddelerde uzlaşma yolu açabileceğini ve bütün bunların yeni bir şansın yakalanmasına neden olabileceğine işaret ettim.
O nedenle CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın salı günkü, “Cumhurbaşkanı yargıyla ilgili üç maddeyi referanduma götüreceğini açıklasın, paketin tümünü 367’nin üzerinde bir oyla kabul edelim” çağrısını ciddiye almalı.
Bir kere, “Bu Meclis anayasa değiştiremez” söyleminden ciddi bir sapma var.
Öbür yanda, gelinen noktada süreci kolaylaştıran bir öneri söz konusu.
Yazının Devamını Oku 5 Nisan 2010
CHP Lideri Deniz Baykal, perşembe gecesi Siyaset Meydanı’nda, bir kez daha CHP’yi 18 yılda 4.7’den bugüne (2007 genel seçimi yüzde 20, 2009 yerel seçimi yüzde 23) taşımayı, mevcut kadroların başarısı diye niteledi.
Ben de bunun bir başarı çıtası olup olmayacağını, o zaman başka bir partinin de çıkıp “4 yılda, sıfırdan yüzde 47’ye fırladık” deme hakkı doğup doğmadığını, yüzde 4.7’nin ne kadar gerçekçi bir oran olduğunu sordum. Aynı süreçte SHP’nin CHP’ye katıldığını da anımsattım.
Sorumun Baykal’ın hoşuna gittiğini pek söyleyemem; mealen CHP’yi bu konuda eleştirenlerin parti kurup karşılarına çıkmasını tavsiye etti. Mesleğimin sormayı zorunlu kıldığı bir soruydu bu ve siyasetçi olmadığım için tartışmaya girmedim; ama gelin bugün biraz detaya inelim.
BARAJIN ALTINA DA İNİLDİ
Baykal’ın sözünü ettiği yüzde 4.7, CHP’nin, 1994 yerel seçimlerinde kendisinin genel başkan olduğu dönemde aldığı oy oranıdır.
SHP de o seçimde yüzde 13.5 gibi düşük bir orana inmişti; o nedenle birleşme gündeme geldi; 1995’te SHP, CHP’ye katıldı.
Baykal
Yazının Devamını Oku 1 Nisan 2010
ANAYASA paketinin son halinde bazı kaygılar giderildi.<br><br>Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na (HSYK) başkan seçimi bakan iradesinden kurula geçti ve Anayasa Mahkemesi’nin atama yetkisi kaldırıldı; Cumhurbaşkanı’nın Anayasa Mahkemesi’ne vatandaştan ve raportörlerden üye seçilmesinin yolu kapatıldı. Yüksek yargıya üye seçiminde nitelikli çoğunluk aranmamasının ise hâlâ sorun olarak ortada durduğu görülüyor.
Tam da böyle bir ortamda, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, dolambaçlı yollarla bir raportöre Anayasa Mahkemesi’ne üyelik yolunu açtı.
Ayrıca, Anayasa değişirse diğer üyeler 12 yıl için seçilirken, bu üyenin 23 yıl görevde kalacak olması yeni bir tartışma yaratmaktan öteye gitmedi.
MAYIN TASARISI UNUTULMASIN
TBMM’de Anayasa değişikliği görüşmelerinin başlayacağı bugünlerde alınan bu kararlar muhalefetin direnişini artırmaktan başka anlam taşımayacak.
AKP yönetimi, değişikliğin TBMM’den geçeceği süreyle ilgili hesaplar yapıyor; ama önce muhalefetin direnişinin ne düzeyde olacağını görelim.
Sinirler gerilecek, tam bir Çin işkencesi dönemine girilecek gibi.
Muhtemelen muhalefet, iktidarın takvimini altüst etmeye çalışacak.
Bir Anayasa değişikliği süreci yaşandığını unutmayıp, 8 maddelik Mayın Yasa Tasarısı’nın muhalefetin direnişi nedeniyle tam 40 günde geçtiğini de anımsayalım.
Anayasa değişiklikleri tasarılardan farklı bir prosedüre tabi.
Her madde için, kabinler kurularak gizli oylama yapılacak.
Teklif genel kurulda iki kez görüşülecek, ikinci oylamalarda önergeli maddeler hariç konuşmalar yok; ama önergesiz madde olmayacak gibi.
Hiçbir direniş olmasa dahi ilk turda her bir madde için en az 3 saat koyun.
İntikal maddeleri ile birlikte 30 madde için 90 saat gerekli.
Yoklama talepleri, ara vermeler derken, bunu 120 saate yuvarlayın.
Bunun anlamı, kötü ihtimalle, 10 günü aşkın süreye ihtiyaç var.
Komisyonda büyük direniş olmayacak diyelim ve teklifin gelecek hafta TBMM Genel Kurulu’na indiğini varsayalım.
Ancak halen 17 Nisan’a kadar yasalaşması gereken bir seçim yasası genel kurulda bekliyor, toplam 32 madde; direniş buradan başlarsa ayrı.
REFERANDUM TARTIŞMASI
İktidar maddeler üzerinde önerge verme yollarını muhalefet için kapatmaya çalışacak; ama muhalefet de mutlaka bunun önlemini alacak ve sonuçta her madde için en az 7 önerge gelecek, diyebiliriz.
Bütün bu önergeler tartışılacak, oylanacak, genel kurulun kesintiye uğraması için elden gelen olanak kullanılacak; muhtemelen her gün grup önerisi de gündeme gelecek, üçer saat de buradan kazanılacak.
Başkaca içtüzük olanakları zorlanarak 18 Mayıs’a ulaşmaya çalışılacak.
Böylece referandum, 17 Temmuz’un arkasına sarkıtılmış olacak.
17 Temmuz 2011, genel seçim için son gün olduğundan muhalefet, “Anayasa’nın 79. ve 67. maddelerinin son fıkraları gereği referandum ancak 1 yıl sonra yapılabilir” deyip Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) kararını bekleyecek; YSK da muhalefetin iddia ettiği gibi bir karar alırsa her hesap altüst olur, referandum genel seçimin arkasına kalır.
YSK, “Yok, referandum başka, seçim başka derse” o zaman iktidar rahatlar.
Yazının Devamını Oku 29 Mart 2010
ANAYASA değişikliğinde son sözü halkın söyleyeceğine inanan AKP kadrolarında birçok derin hazırlık sürüp gidiyor.
Hazırlıklardan birini de ilginçtir, Anayasa paketine ‘hayır’ diyeceği savunulan vekiller arasında sayılan (AKP’de ciddi bir fire olacağını düşünmüyorum) TBMM Başkanvekili, Kayseri Milletvekili Sadık Yakut yürütüyor.
Milliyetçi kökenli Yakut’un Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da bilgisine sunacağı çalışma, 12 Eylül darbesini yapanlara zırh sağlayan Anayasa’nın geçici 15’inci maddesinin kaldırılmasına yönelik.
O İKİ PARTİ
Çalışma öz olarak, 12 Eylül’ün bir şekilde mağdur ettiklerini kapsıyor.
Yazının Devamını Oku 25 Mart 2010
NE kadar iyimser baksanız da, anayasa paketinin içine daldıkça, hedefi hak ve özgürlükleri geliştirmek gibi gösteren bir partinin asıl amacının “her alanda mutlak iktidarı perçinleme” olduğunu düşünmeden edemiyorsunuz.
Eğer amaç bu değilse, hiç olmazsa YÖK veya dokunulmazlıklar neden atlandı?
Özellikle bu iki örneği vermemin nedenleri var.
YÖK’ten en çok AKP kadroları yakınıyor, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de YÖK üyeleriyle rektör seçimlerinin kendisinden alınmasını öneriyordu.
YÖK’ün antidemokratik, 9 oyun 300 oydan üstün olduğunu kanıtlayan yapısından en önde her fırsatta, “seçmen iadesi” vurgusu yapan kadrolar rahatsızlık duymalıydı; ama demek ki artık o kadroların YÖK’le sorunu yok.
Yazının Devamını Oku 22 Mart 2010
DEVLET Bakanı Faruk Çelik, kasım ayında Köln’de, şehrin merkezi bir yerinde görkemli bir caminin temel atma törenine katıldı. Törende Köln civarı belediye başkanları, Tarsus’taki Saint Paul Kilisesi’ni gündeme getirip Çelik’e şunları dediler:
“Bunu Köln’deki bu camiye karşılık olarak gündeme getirmiyoruz; ama Katolik dünyası için burası neredeyse sizin Mekke’niz gibidir. Oraya gidip hacı oluruz dediler. Burayı ibadete açmanız güzel olur.”
Çelik, dönüşte konuyu Başbakan Tayyip Erdoğan, Vakıflar’dan sorumlu Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve Kültür Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile konuştu; hepsi de talebe, “Olur” verdi.
RESMİ YAZIŞMA BAŞLADI
Çelik, konuyu neden bu kadar önemsediğini şöyle anlattı:
“Bizim bu kararımız da Köln’de bir cami açılmasına karşılık mütekabiliyet amaçlı değil. İnançlara saygının gereği. Eğer o insanlar için burası hac mekanı olarak kabul ediliyorsa, saygı gerek. Bundan Türkiye’ye bir zarar gelmez. Aksine güzel bir fırsat çıkar.”
Bu arada, Köln’deki aynı törende Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’nun, “Tarsus’taki Aziz Paul Kilisesi’nin kilise olarak hizmet vermesini istiyoruz” dediğini de kayda geçirerek yeniden sürece dönelim. Kilise, halen müze olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsisli.
O nedenle ilk harekete geçen de Günay oldu; Arınç’a bir yazı yolladı. Konuyu Günay ile de konuştum, Vatikan’ın 2009’u St. Paul yılı ilan ettiğini anımsatıp, “Kutlamalar nedeniyle 2009’da talep edildiği her gün burası ibadete açık tutuldu. Müze olduğu halde maddi karşılık da alınmadı” dedi. Vakıflar’a yazdıkları son yazı ile buranın kendilerine yeniden tahsisini istediklerini de anlatan Günay, nedenini şöyle açıkladı:
“Geçen yıl da konuya ‘insanlık için önemli’ diye baktığımız için öyle davrandık. Şimdi de aynı anlayış içindeyiz. Eğer Vakıflar tahsisi yaparsa, Özel İdare, Belediye ve İstanbul Katolik Kilisesi işbirliği içinde yeni uygulama yaparız. Tavrımız yasakçı değil, insani; makul taleplere de açık.”
AMA DÜNYA NE YAPIYOR
Günay’ın bu sözleri Katolik dünya için büyük bir müjde anlamına geliyor. Günay da bunun farkında; ama bu vesile ile haklı bir sitemde de bulundu.
Her makul talebi karşıladıklarını vurgulayan Günay şunları dedi:
“Akdamar Kilisesi için yaptıklarımız da ortada. O tarihi yapıda eğer bir haç varsa onu da yerine koyacağız. Ancak biz bunları yaparken, Ermenistan ve bazı ülke parlamentoları neler yapıyor? Parlamentolardan aleyhimize kararlar çıkarılıyor, çıkıyor. Bunu anlamak mümkün değil.”
ÇELİK’E SALDIRANLAR İÇİN NOT: Faruk Çelik’in, Erzincan iddianamesinde 3. Ordu Komutanı Sardıray Berk’in Alevi köylerine yardım etmesiyle ilgili ifadelere yönelik sözlerine özellikle hükümet yanlısı medyadan gelen tepkileri anlamak mümkün değil. Ne yapalım; bazılarının savcıdan çok savcı olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Efendim, o ifadeler iddianame eklerinde ve bir Ergenekon fişleme ifadesiymiş! Fişlenen de Ergenekoncu, fişleyen de! Kafalar karışıyor; ama yine de ne güzel savunma! Oysa, iddianamenin 57’nci sayfasında, eklerle listesinde parantez içi en uzun özetin (tamamı gibi) bu bölümde yapılması hiç önemli ve anlamlı değil, öyle mi? Helal size...
Yazının Devamını Oku 18 Mart 2010
AB vatandaşlığı bilincini geliştirmek amacıyla kurulan, başkanlığını Avrupa Parlamentosu eski Başkanı Pat Cox’un yaptığı Avrupa Hareketi (AH) 2009’daki Slovenya toplantısına dönemin Meclis Başkanı Köksal Toptan’ı davet etti.
Toptan, davete katılmadı, görevi Başkanvekili Güldal Mumcu’ya verdi.
Toplantıda 2010 buluşmasının TBMM himayesinde yapılması talebi geldi.
Mumcu, ekonomik bir yük de getirmeyecek olan bu talebi Toptan’a danıştı, onay alınca da, TBMM Başkanı adına, “Kabul” sözü verdi.
Sonraki gelişmeleri, TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, Toptan ve Mumcu ile yaptığım konuşmalar ışığında aktaracağım.
SÖZ YETMEZ
AH,
Yazının Devamını Oku