15 Mart 2010
GAZETELER Erzurum’un kurtuluş günü geçit töreninde yer alan buz hokeyi takımının büyük alkış topladığını yazdı, bir de fotoğraf vardı sayfalarda.
O fotoğrafın hangi emekler sonrası oluştuğunu bilmemiz gerek.
Buz Hokeyi Federasyonu Başkanı 1. Sınıf Emniyet Müdürü Akın Kılavuz, asbaşkanı ise 4. Sınıf Emniyet Müdürü Serhat Enyüce.
İki yıl önce Enyüce, Ankara’dan Erzurum’a tayin istedi; şehre ayak basar basmaz sokakta çalışan çocukları topladı; onlardan buz hokeyi takımı kuracağını söylediğinde ciddiye almayan çok çıktı.
Ama işte bir yıl sonra o çocuklardan kurulu takım şehrin alkışını alıyor.
Yazının Devamını Oku 11 Mart 2010
BUGÜNKÜ iktidar kadroları 28 Şubat sürecinde en çok da insanların isimsiz mektuplarla, kapıcı veya bakkala sorularak mağdur edilmesinden şikâyetçiydi. Pazartesi günü Hürriyet’in manşet haberi de AB kriterlerini en iyi bilen isimlerin yönettiği Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (ABGS) gibi bir kurumda isimsiz ve imzasız bir mektup üzerine açılan soruşturmayla ilgiliydi.
Devlet Bakanı Egemen Bağış’ın kendisine bağlı bu kurumdaki böyle bir soruşturmadan üzüntü duyduğuna eminim ve olaya aynı açıdan bakıyoruz.
İmzasız mektupta, ABGS’yi, atadığı kadın yönetici sayısı nedeniyle iki gün önce kutladığımız Kadınlar Günü’nde Türkiye’nin yüz akı haline getiren Bağış’ın kendisi de bu icraatı nedeniyle hedef yapılmıştı.
DOĞRUSU 6-7 YIL DEĞİL, 6-7 GÜN
Bağış, haberin çıktığı sabah arayıp, “Birbirimizi iyi tanıyan iki insanız, en azından bana sorsaydın” siteminde bulundu; bu sitemine hak verebiliriz; ama benim gerekçem haberimin unsurlarının tamam olmasıydı.
Ancak AB kriterleri yerleşsin diye büyük çaba gösteren Bakan’dan açıklama yaparken daha özenli olmasını beklemek de hakkımdı.
Bakan, konuyla ilgili o gün iki açıklama yaptı, ilki sabah saatlerinde.
Bu açıklamada, Hürriyet’in adını defalarca kullanarak, “Haberin aslı astarı yoktur. 6-7 yıl önce olanlar sanki yeniymiş gibi haber yapılmış. Türkiye’nin en büyük gazetesine yakıştıramadım” dedi.
Bakan adına öğleden sonra yapılan yazılı açıklamada ise soruşturma konusunun, Eylül 2006-Mart 2008 dönemini kapsadığı, ihbarın imzasız yapıldığı, personelin savunmalarının alındığı, iki personele ilişkin iddiaların ise halen görev yaptıkları Dışişleri Bakanlığı’na iletildiği belirtildi.
Açıklamada, haberin aksine, ihbarla ilgili Başbakanlık’tan bir yazı gelmediği aktarılıp haber, “AB sürecinin hızlandırıldığı bir dönemde Bakanı ve ABGS’yi yıpratmaya yönelik, ulusal menfaatlere aykırı” diye nitelendi.
Açıklama da gösteriyor ki haber 6-7 yıl öncesine değil, 6-7 gün öncesine ait.
KEŞKE BAŞBAKANLIK’TAN GELSEYDİ
Neden mi; ihbardaki konular 6-7 yıl önceye değil, 2006-2008’e ilişkin ve ihbar mektubunun devlete ulaşma tarihi 2009 Kasım’ı, soruşturma ise birkaç aylık.
Savunmaların alındığı günlerin üzerinden geçen süre iki hafta bile değil.
Dışişleri’nin konuyla ilgili üst düzey yöneticileriyle haberden sonra da konuştum, “ABGS’den gelen yazının gereğini yaptık” demekle yetindiler.
Söz konusu yazının da eski değil, 20 günlük mazisi olduğu bilinsin.
Haberin özü; imzasız-isimsiz mektuplar felaketiyle, önemli kamu personelinin, Ergenekonculuk gibi ağır suçlama da dahil, taciz edilmesidir.
Keşke bu isimsiz mektupla ilgili soruşturma talebi Başbakanlık’tan gelmiş olsaydı; çünkü böylesi bir soruşturmanın insan haklarına da başta şeffaflık olmak üzere AB kriterlerinin her noktasına da aykırılığı ortada.
Eğer soruşturma kurum içinden açıldıysa, bu Brüksel’de nasıl savunulabilir? “TSK yıpratılıyor” diyenlere ateş açıldığı bir dönemde, ABGS’nin yıpratıldığını söylemek ne kadar anlamlı, onu da vicdanlara bırakıyorum.
Bu haber ne ABGS’yi yıpratır ne de AB sürecine olumsuz etki eder.
Bunu en çok da göreve geldiğinden bu yana, her AB adımı bu köşeden destek bulan, bulmaya da devam edecek olan Bağış’ın takdir etmesini beklerdim.
Yazının Devamını Oku 8 Mart 2010
ULAŞTIRMA Bakanı Binali Yıldırım ile hafta içi yaptığım sohbetin bir bölümünü, “Bizdeki her şey mümkün hukuku” başlığıyla haberleştirdik. Yıldırım, bu sözleri söylerken kendi deneyimlerinden de örnekler seçti; özellikle atamalar konusunda yargının birbirine tam zıt kararlar vermesine dikkat çekti; ama en önemli vurguyu, Anayasa Mahkemesi’nin 367, Danıştay’ın da katsayı kararları üzerine yaptı.
Başkalarının da bazı başka kararları aynı şekilde örnek gösterebileceğini ifade eden Yıldırım’ın yargı konusundaki en büyük yakınması şu oldu:
“Yürütme zaman zaman, yargı kararları nedeniyle iş yapamaz hale geliyor. Yürütme ile yargı iyi görüntü vermiyor. Sanki yürütme hiç doğru iş yapmıyor, hep yargı düzeltiyor. O zaman biz de bu kararları eleştirince karşı eleştiri alıyoruz. Ama sonuçta kararların gereğini yapıyoruz.”
TEPEDE VATANDAŞ OLURSA
Yaşanan tabloda herkesin ortak sorumluluğu olduğunu kabul eden Yıldırım, AB ülkeleri arasında, vatandaşı, uluslararası mahkemelere en çok giden ülke olmaktan üzüntü duyduğunu ifade etti.
Çözüm yerinin yasama olduğunun gözden çıkarılmadan oraya yardımcı olunmasını öneren Yıldırım’a göre, hiyerarşik yapının en tepesine vatandaşın konması halinde çözümü olmayan sorun kalmaz.
Oysa sorun ortadan kaldıkça en çok halkın moral değerleri zarar görüyor.
Yıldırım ile sadece siyasetle yargı arasındaki gerginliği konuşmadık.
Ulaştırma Bakanlığı, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün de bağlanmasından sonra en geniş icracı bakanlık haline geldi.
Yıldırım, ilk yerli uçakla ilgili gelişmeleri anlatırken heyecanlıydı.
Bu projenin iki aşamalı olduğunu belirten Yıldırım, şu bilgileri verdi:
“İlk aşama yakında hayata geçecek. Bu aşamada lisanslı bir proje ile ilk uçağımızı yapacağız. Lisanlı projeler için temaslarımız da başladı. İsimleri şimdi açıklamak istemiyorum. Ama 3-4 ayda işin bu kısmını bitiririz gibi. Sonra üretim aşaması başlar. Tamamen yerli ilk uçakta ise hedef 2020.”
ÇANAKKALE’DE GÜZERGÂH DEĞİŞİKLİĞİ
Yıldırım, tamamen yerli ilk uçakta, THY’den Savunma Sanayi Müsteşarlığı’na, Devlet Hava Meydanları İşletmesi’nden TAİ’ye kadar ilgili tüm kamu kurumlarının birlik veya ortaklık içinde olacağını söyledi.
Ancak işin içinde özel sektör de mutlaka yer alacak.
Henüz kamu/özel sektör ortaklığının oranı belli değilse de Yıldırım, “Bu alanda da ülkemizde yeterli büyüklükte şirketlerimiz var, onların deneyimleri ve güçleri proje için yaşamsal” değerlendirmesi yaptı.
İzmit-İzmir otoyolu ile Körfez geçiş ihalesini kazanan konsorsiyumun finans arayışının sürdüğünü, projede bir gecikme beklemediklerini de aktaran Yıldırım’a göre 3. Boğaz Köprüsü’nde de bir gecikme olmayacak.
Çanakkale Köprüsü için ise güzergâhta bir yenileme söz konusu.
Çünkü hem tarihi yarımada ile diğer sit alanlarının bu projeden zarar görmesi istenmiyor; hem de çevre tahribatının oluşmaması hedefleniyor.
Yıldırım’ın, internet üzerinden, insan haklarına aykırı, hakaret içeren görüntü ve yazılara karşı alınacak önlemler konusunda yakın zamanda gerekli adımların atılacağını söylediğini de aktaralım.
Yazının Devamını Oku 4 Mart 2010
GENELKURMAY Başkanlığı’nın, pazartesi akşamı yaptığı “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”ndaki ıslak imzanın varlığını doğrulayan açıklaması, salı günü toplanan siyasi parti gruplarındaki havayı belirleyici etkide oldu.
MHP, süreçte AKP ve CHP’ye oranla daha ortada kalmanın rahatlığı içindeydi.
Devlet Bahçeli’nin bu güçle, Başbakan Tayyip Erdoğan’a, “yaşanmış, sorumluları belli 28 Şubat’tan hesap sorma” çağrısı yapması çok önemliydi.
Doğrusu Bahçeli’nin bu sözleri neden öne çıkamadı, onu da anlamış değilim.
“AKP’yi bitirme planı” olarak da anılan planın, iktidar grubunda, öncelikle de “Haklı çıktık” gerekçesiyle, ciddi bir moral etkisi yarattığını söylemeli.
Yazının Devamını Oku 1 Mart 2010
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın, beğenmediği köşe yazarlarını patronlarına şikâyet etmesi, iktidarın sıradan bir alışkanlığının tezahürü gibi.
Kim ki hükümetin uygulamalarına karşı çıkıyor, eleştiriyor, susturulmalı. Somut bir olaydan, örneğin hükümetin büyük bir heyecanla başlattığı şu demokratik açılımdan gidelim de ne demek istediğimiz iyi anlaşılsın.
Daha açılım açılmamışken, koordinasyon görevini üstlenecek olan İçişleri Bakanı Beşir Atalay, ilk toplantılardan birini AKP kadrolarıyla yaptı.
Toplantıda siyasilerin yanı sıra partinin iletişimle ilgili uzmanları da vardı; bakan konuyu açıp herkese söz verdi.
Sonra bakın nasıl ilginç bir fikir de ortaya atıldı.
Yazının Devamını Oku 25 Şubat 2010
PAZARTESİ günü yazımı, yaşanları “savaş” olarak adlandırıp herkesin en güçlü silahlarını kullandığını belirterek bitirmiştim.
Buradaki silahı tank, top olarak göreceksek tabii ki silahlı kuvvetler üstün; ama bu savaşta asıl güç, hukuk silahını iyi kullananda.
Bu noktadan bugüne dek yaşananlara bakarsak, hukuki donanımda TSK’nın, sivillerin, daha açıkçası hükümetin gerisinde kaldığını söyleyebiliriz.
TSK’nın hukuk sürecine saygılı davranması son derece olumlu bir tutum, sık sık TSK’yı hedef yapanların bunu mutlaka görmesi gerekir; ama kastım bu değil, TSK’nın hukuki argümanlarının yetersizliğidir.
Bazı örnekleri daha önce aktarmıştım, son operasyonda da benzer tespitleri yapan, gözaltılarda polisi devre dışı bırakmak için yeterli olan hukuki gerekçelerin kullanılmadığını düşünen çok uzman var.
Yazının Devamını Oku 22 Şubat 2010
GENELKURMAY Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, yayınlanan ses kaydındaki konuşmasında Bülent Arınç’a suikast iddiasına neden olan Arınç’ın oturduğu sokakta yakalanan iki subayı kendisinin görevlendirdiğini açıklıyor.
Başlıkta anlatmak istediğim de konuşmanın bu bölümü ve çoğu kişinin, “Hadi canım” dediğini duyar gibiyim; ama bakın ben kimleri kastediyorum.
Önce suikast iddiasından 8 gün sonraki, 28 Aralık günlü, “Görevlendirme üst düzeyden” başlıklı yazıma dikkatinizi çekmek isterim.
Yazıda, “İki subay oraya emir komuta zinciri içinde gitti” deyip ekledim:
“Epeydir izlendiklerini düşündüğüm iki subayın istihbaratı da aşan, daha özel bir birimin elemanları olduğu, o nedenle görevlendirmelerinin çok üst düzeyden yapıldığı bilgisi veriliyor.”
BAŞBAKAN BİLİYORDU
Yazının Devamını Oku 18 Şubat 2010
GEÇEN hafta TBMM kulisinde yaşanan bir manzarayı aktaracağım.
Genel Kurul’dan hışımla kulise çıkıp seslendiği korumaları yanına gelince, “Buradaki tüm ziyaretçileri derhal dışarı çıkarın” talimatı verdi.
TBMM İdare Amiri olmadığı için bu yetkiye sahip değildi, bunu geçtik.
Korumalarının da, bırakın kulise müdahale etme, oraya girme hakkı dahi yoktu; ama bunu düşünecek ruh halinde olmadığı görülüyordu.
Korumalar ise yetkilerinin farkındaydı; o nedenle talimatı, önce TBMM görevlisi polislere ilettiler, sonra onlarla birlikte işe koyuldular.
Yazının Devamını Oku