Şükrü Küçükşahin

Kızım, her gün tıraş oluyorum

7 Haziran 2010
ÖZLEM Çerçioğlu, sayıları sadece iki olan kadın il belediye başkanından biri. Milletvekilliğini bırakıp bu göreve seçilen Çerçioğlu’nu, CHP’nin en genç milletvekili olarak TBMM’ye girdiği 2001’den beri izliyorum, tanıyorum.
Seçmenle ilişkide bu kadar başarılı az milletvekili olduğuna inanırım.
Aydın’da birlikte sokakta dolaşırken bunu bir kez daha gördüm.
Kadınların özel ilgisini anmaya gerek yok; ama çocuklar da onu iyi tanıyor.
Her tokalaştığına verdiği kartvizitinde 2001’den beri kullandığı cep telefonu numarasını da görünce, “Zor olmuyor mu” diye sordum; şu yanıtı verdi:
“Gereksiz telefon açıldığı da oluyor; ama çok az ve inanın, çoğu vatandaş haklı nedenle arıyor. Birçok hizmeti götürmeyi o telefonlara borçluyuz. Hiç rahatsız değilim. Zaten vatandaşa bire bir dokunmayı isteyen biriyim.”
KADINLAR AĞI
Çerçioğlu, bizi önce “Türkiye’de belediye eliyle ilk” dediği, yakında ikincisini de açacağını söylediği “Hafıza Güçlendirme Merkezi”ne götürdü.
Akdeniz Üniversitesi Gerentoloji Bölümü’yle işbirliği içinde 35 Alzheimer hastasına hizmet verilen merkezde, sağlık personeli hastaları her sabah evlerinden alıyor, gün boyu akla gelen her bakımı, her hizmeti onlara veriyor.
Aydın’da nüfusun yüzde 30’u 60 yaş üstü; o nedenle bu merkezler önemli.
Yaşlılar da oldukça memnun, mutlu; Çerçioğlu’na sarılıp öpüyorlar. Cebinden oğlunun fotoğrafını hiç eksik etmeyen bir yaşlı küçük adımlarla yürüyüp Çerçioğlu’nun yanına geldi; sarıldı, öptü, elini yüzünde gezdirdi, “Kızım bak, her gün sakal tıraşım yapılıyor” dedi.
Sadece Çerçioğlu’nu değil hepimizi duygulandıran bu söz dahi merkezin ne kadar önemli bir hizmet verdiğini anlatmaya yeterli.
Belediyelerin sosyal hizmette sınır tanımadığını gösteren örnekler veren Çerçioğlu’nun, bu hizmetlerdeki eli kolu yüze yakın kadın olmuş.
Aralarında gönüllülerin de bulunduğu bu kadınların her biri, günde 10-15 eve giriyor; o evlerde bakıma muhtaç, özürlü, sorunlu kim var kim yok belirliyor.
Beraberinde sosyal hizmet elamanları olan bu kadınlar, sokakta gördükleri eksik hizmetler de dahil, her şeyi Belediye Hizmet Ağı Merkezi’ne bildiriyor. 
GİRİLMEYEN EV KALMAYACAK
Bununla da yetinmeyen kadınlar, su faturalarının arkasına da yazılmış olan Belediye Callcenter’in telefon numarasını evlere bırakıyor.
Bu sayede, kendi hizmetini göremeyecek durumda olanın, ev temizliğinden saç-sakal bakımına; sağlık sorunu olanın, tansiyondan iğnesine, diş bakımından alt bağlamasına, sondasına kadar her hizmeti veriliyor.
Bin evin kapısına her gün dolu sefertası bırakılıp boşu alınıyor.
Evinde bir canlı olsun diye evcil hayvan isteyen yaşlılar dahi unutulmamış.
Çerçioğlu, bütün bu hizmetlerin büyük maliyetler gerektirmediğini söyledi.
Gönüllülerin, sponsorların önemli katkısını aldıklarını anlatan Çerçioğlu, 2009’da hizmete giren merkezin bir yılın sonunda Aydın’daki tüm evleri taramış olacağını belirterek şöyle devam etti:
“Merkezi hükümet bu tür hizmetleri, kaynakla birlikte daha iyi yapabilen belediyelere aktarmalı. Çünkü biz alandayız, kimin ne hizmete ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Böylece yaşlıya, özürlüye, ihtiyacı olana insani hizmet sunulurken ailelerine de sosyal yaşama daha çok katılma şansı sağlanıyor. Komşusunu mutlu gören tüm vatandaşlar da bundan oldukça memnun.”
Yazının Devamını Oku

Deniz Bey heyecanlandırdı

3 Haziran 2010
DIŞARIDAN bakıldığında İsrail’in insanlık dışı saldırısından en fazla, iktidar çevrelerinin rahatsız olması gerekir; ama çok ilginçtir, pek de öyle denemez. AKP’li önemli bazı yöneticilere göre dahi, saldırı, Başbakan Tayyip Erdoğan’a, İsrail’e daha da sert bir “One minute” çekme fırsatı yarattı.
Böylece, tek bir olay, hem Kemal Kılıçdaroğlu rüzgârını durdurdu hem de Başbakan’ın arkasına yeni bir rüzgâr ekledi.
Kabul etmeli, İsrail’in saldırısı iç politikaya etki edecek; o nedenle işin dış politika boyutunu yazan çizen nasılsa çok, biz biraz iç yansımaya bakalım.
İç politikaya, daha açıkçası oy üzerine etkiyi görmemiz biraz zaman alacak; ancak “One minute” sürecinden farklı bir dönemden geçildiğini unutmamalı.
TAKİP MEYDANLARDA OLACAK
Artık Başbakan’ın karşısında taze bir isim, Kemal Kılıçdaroğlu var.
Dün konuştuğum Kılıçdaroğlu, büyüklüğü nedeniyle sorunun iç politikaya etkisini kabul ediyor; ancak oy üzerindeki etkinin geçici olacağı kanısında.
Başından beri İsrail’i kendisinin de en sert şekilde eleştirdiğini anımsatan Kılıçdaroğlu, Başbakan’ın grup konuşmasını ise biraz hayal kırıcı bulmuş.
“Doğrusu, daha fazla çözüme yönelik sözler edeceğini düşünüyordum” diyen Kılıçdaroğlu, bunu göremediğini belirterek şöyle devam etti: “Ortada somut bir sonuç yok. BM Güvenlik Konseyi’nin açıklaması yeterli değil. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, uluslararası standartlara uygun soruşturma istedi, doğru da. Ben de Lübnan’da Harriri suikastı sonrası uygulanan yöntemin izlenmesini istedim. Bu yönde tek işaret yok. Başka ülkelerin yurttaşları da katledildi. Aktif dış politika bu ülkeleri de harekete geçirmektir. Bu da sağlanamadı, yalnız kaldık. Tek başarı; yaralıları kendi uçaklarıyla göndermek isteyen İsrail’e, ‘Kendimiz alırız’ resti çekmek oldu.”
Kılıçdaroğlu, İsrail’in yaptıklarının yanına kâr kalmamasını istiyor, bunun için de edilen sözlerin somut sonuçlarının alınmasını bekliyor.
“Söylenen her sözün takipçisiyim. Yapılmadığı takdirde meydanları dolaşıp halka anlatacağım. Bu, onuru kırılmış Türkiye’ye karşı görevimdir” diyerek iktidara, “Beklentini tersine çeviririm” mesajı iletmiş oluyor.
OYA ETKİ EDECEK ASIL UNSUR
Seçimlere daha bir yıl var, bu arada çok şey gelir geçer; ama AKP, İsrail’den çok CHP’deki iç gelişmeleri izlese daha yerinde olur gibi.
Deniz Baykal’ın Önder Sav’ın, Gürsel Tekin’in alacağı pozisyonlar önemli. Baykal, ilk grup toplantısında Kılıçdaroğlu’nu yalnız bırakmadı, karşısına oturdu; ya, “Sade milletvekili olarak yerimi aldım” demek istedi ya da, “Her konuşmanı, her hareketini burnunun dibinden izleyeceğim” mesajı verdi.
Kılıçdaroğlu’na, Baykal’ın gruba gelmesini de sordum, “Dinleyiciler arasında Deniz Bey’in de olması beni heyecanlandırdı” demekle yetindi. Ancak Baykal gibi, Kılıçdaroğlu’nu çok iyi tanıyan bir kurt politikacı, karşıdaki oturuşunun, “Kılıçdaroğlu’nu psikolojik olarak etkilediğini; kendisi kadar hitabeti güçlü olmadığından, ister istemez ‘Acaba bir sorun çıkar mı, yanlışım olur mu’ kaygısına düşürdüğünü” öngörmüş olmalıdır.
O nedenle bakalım Baykal, aklından hiç çıkarmadığı koltuğunu geri alma kavgasına mı girişecek, yoksa seçime kadar bekleme sabrı mı gösterecek?
Şu anda Baykal’ın şanslı olduğunu söylemek zor; ama Sav eski alışkanlıkları sürdürür, Tekin de bayrak açarsa işte o zaman AKP’nin, “Bunlar birbiri ile kavgadan başka bir şey bilmez” kozunu kullanma hakkı doğar.
Seçim üzerinde asıl etkiyi bu gelişmelerin yapacağına inanıyorum.
Yazının Devamını Oku

Tekin’in İstanbul Beyliği

31 Mayıs 2010
GÜRSEL Tekin’in CHP yönetimine girememesi Kemal Kılıçdaroğlu için yeni görevindeki en önemli, iz bırakacak ilk kararlarından biri sayılmalı. Tekin, birlikte anıldığı Kılıçdaroğlu’ndan sonra, CHP’de, halkta karşılık bulan ilk isim; o nedenle, “CHP’de istediği her görevi hak eden biri” diye görülüyor. Çok istediği halde CHP yönetimine giremedi; ortadaki hava da bunun, Genel Sekreter Önder Sav tarafından engellendiği yönünde.
Eğer böyle ise bu, hem Kılıçdaroğlu’nun etkinliği üzerinde ilk gölge, hem de Sav’ın yeni dönemde de alışkanlıklarını sürdüreceğinin işareti kabul edilir.
Oysa cumartesi yayınlanan röportajımda böyle bir izlenim bırakmamış olan Sav’dan, ağabeylik yapması, “Tekin gerçeğini” kabullenmesi bekleniyordu.
(Parantez açayım; halk, prim verdiği birine yapılanı kendisine yönelik sayar.) Böyle olmadı; ama kararda belki de Kılıçdaroğlu’nun bir arzusu etkin oldu.

STATÜKO SÜRMEYECEK

Şöyle ki; 21 Mayıs’ta çıkan, “Parti Sav’a, Beylik Tekin’e” başlıklı CHP kulis notlarımda, Kılıçdaroğlu’nun İstanbul’a çok önem verdiğini; o nedenle Tekin’in “İstanbul Beyi” olarak kalmasını istediğini yazmıştım.
Bunun Kılıçdaroğlu’nun, o günkü samimi görüşü olduğunu da söylemeliyim. Ancak Tekin, yönetimde görev alma arzusuyla Parti Meclisi’ne girmek istedi. Bu süreçte Tekin, usta bir siyasetçiden beklenmeyecek hatalar da yaptı.
Hepsini sıralamayıp sadece Kurultay’daki bir görüntüyü anımsatacağım. Kılıçdaroğlu, salona girdikten sonra gitti Tekin’in yanına oturdu; sonra da en önemli siyasi konuşması için kürsüye çıktı.
Peki, Tekin ne yaptı; o konuşmayı salonda izlemek yerine otel odasına gidip televizyon karşısına geçti; bunu anlayan çıkar mı?
Sonuçta gelinen nokta ortada; şimdi bekleyelim bakalım Kılıçdaroğlu, birlikte yola çıktığı arkadaşını gerçekten önem verdiği İstanbul’a bey mi yapacak, yoksa sade bir PM üyesi olarak etkisizleşmesine yol mu verecek? Tekin’e yapılan, bazı çevrelerde heyecan yaratmış; ne Kılıçdaroğlu’nun “yolda bıraktığı”, ne “CHP’nin bölündüğü” kalmış; ancak Tekin’den aldığım izlenim, İstanbul’a dönüşü hiçbir kırgınlık yaratmayacağı yönünde.
O nedenle “müzmin muhalif Baykal-daimi Başbakan Erdoğan” statükosunun sürmesini isteyenler, tahminlerinde yanılabilirler.

MANŞETLE GÖTÜRME

Siyasetin önümüzdeki sürecinin CHP’nin Kurultayı ile şekilleneceğini bugüne kadar kaç kez yazdım, anımsamıyorum; ama aynı görüşümü sürdürüyorum. Kurultay bitti ve Türkiye’de siyaset, yeni bir başlangıç yapıyor. Kılıçdaroğlu’nu değişik bölgelerde izledim, halkla temasını gördüm. Buna dayanarak diyorum ki, inanmak isteyen devam etsin; ama karşımızda, öyle manşetlerle gelmiş biri yok, halktan prim almış “yeni” bir siyasi var.
Zaten, seçildiğinden bu yana “manşetlerle götürülmek” istenen Kılıçdaroğlu, o manşetlerden hiç de mutsuz değil; çünkü o manşetlerin sadece kendisini daha fazla mağdur etmeye yarayacağını düşünüyor. Gerçekte de, Başbakan’ın en yakınındaki isim dahi; “Kılıçdaroğlu, üretmeye çalıştığı kişisel figür ile büyük bir siyasal dönüşümü temsil edemez” diyorsa onca manşete, o kadar çok yazı yazmaya ne gerek var? Üstelik bunu yapanlar, halkın nabzını çok iyi tuttuklarına inanırlar.
Halk böyle düşünüyorsa, Kılıçdaroğlu’nu tamamen görmezden gelseler ya.
Görmezden gelmeyi ilk Başbakan Erdoğan yaparsa da hiç şaşmam.
Yazının Devamını Oku

‘Medya getirdi’ mi dediniz

27 Mayıs 2010
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ı, önceki gün grup toplantısında izlerken çok şaşırdım doğrusu; eminim çoğu AKP’li de aynı şaşkınlığı yaşamıştır.

Başbakan, daha yeni seçilmiş Kemal Kılıçdaroğlu’na öyle yükleniyor ki bazı AKP’lilere, “Başbakan, sanki Kılıçdaroğlu’nu destek kararı almış! Böyle devam ederse Kemal Bey oturduğu yerden oy toplar” diye şaka yaptım.

Çünkü, en iyi Başbakan bilir; birine prim veren halk, daha primini geri almamışsa, o kişiye yapılan tüm saldırıları kendine yönelik sayar.

Ama Başbakan, kimseyi dinleyecek durumda görünmüyor; “Kılıçdaroğlu’nu medya getirdi” deyip duruyor, Deniz Baykal da aynı imada bulunuyor.

Buna inanmaya devam etsinler; ancak hiç sevmediğim halde, geçmiş yazılarımdan kısa özetlerle kendilerine yeniden yardımcı olmaya çalışayım:

Yazının Devamını Oku

Kılıçdaroğlu da ürkmüş olmalı

24 Mayıs 2010
YEREL seçimlerden beri Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili en çok yazı yazanlardan biri olarak, gelinen noktaya ve sonrasına yönelik tahminlerimi özetleyeyim.

Unutulmasın, her şey beş gün içinde oldu bitti; bu kadar kısa zamanda ne ideal bir konuşma, ne büyük projeler, ne de mükemmel bir liste hazırlanabilir.

Konuşması için merkez sağdan eski bir bakanın şu sözleriyle yetineceğim:

“Yaşantısı sade, kıyafeti sade, ailesi sade, konuşması da sade oldu.”

Parti Meclisi (PM) listesine tam sorun çıkacakken müdahale etti, ‘en olabilire’ yaklaştırdı; buna rağmen listenin yeterli bulunmaması son derece doğal.

Yazının Devamını Oku

Sav’ı değiştiren neden

20 Mayıs 2010
DENİZ Baykal’la ilgili kaset olayı ortaya çıktığında ABD’deydim. Sonrasında süreci yakından izlemeye çalıştım; ABD dönüşü, geçen perşembe günkü yazımda Baykal’ın dönmemesi gerektiğini belirttim, aynı gün NTV’de, CHP Grup Başkanvekili Hakkı Suha Okay ile birlikte katıldığım bir programda soru üzerine, “Döneceğini düşünmüyorum” dedim.
Döndüğüm gün, ‘Geçmiş olsun’ dileklerimi iletmek amacıyla Baykal’ı aradım ulaşamadım; yazımın çıktığı gün iki kez daha aradım, sonuç yine aynı oldu.
Bilirim, böylesi yazılara pek hoş bakmaz; zaten Oya Araslı’nın annesinin cenaze töreninde, bir yakını, bana açık sitemlerini iletti; ben de yanıtımı verdim. Malum; böylesi sitemlere alışığız, ilacımız da doğrunun yanındaki zamandır.
O DALGAYA DİRENİLEMEZDİ
Muhabirlikten geldiğim için okurlara demek isterim ki, Baykal’ın ne düşündüğünü sizlere aktarmak önemliydi ve geri dönme arzusu kesindi.
Ancak öbür yandan, bunun olabilirlik oranını aktarmamız da önemliydi.
Doğru teşhis, sadece Baykal’ın iki dudağı arasına bakarak konamazdı.
Halktan yükselen dalgayı; “kurşun asker” konumuna düşürülen CHP örgütü ile delegesinin bu dalgaya direnip direnemeyeceğini iyi görmek gerekirdi.
Pazartesi günü de Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını “An meselesi” başlığı ile duyurdum; ancak ne ilginçtir, arkadaşlarım dahi açıp, “Bunu neden yazdın?” diye sormadan sabah ekranlarda “Baykal dönecek” dediler.
İki saat sonra yanıtını aldılar; oysa o yazıda iyi bir ipucu vermiştim.
CHP’de aklıselimlerin az olmadığını, Kılıçdaroğlu’nun içinde fırtınalar koptuğunu aktardıktan sonra, “Partide, aday olursan Baykal dönemez diyenlerin güçlü bir toparlanma içinde olduğunu görüyor” diye yazdım.
Çünkü, o CHP’liler sokağa çıktıkları an, çok yoğun bir “Kılıçdaroğlu” baskısı ile karşılaşıyordu, partisi ile en küçük bağı olan biri buna direnemezdi.
Hiç başka tezlere gerek yok; Önder Savı’ı o çizgiye çeken de bu dalgadır.
Suha Okay’la NTV sonrası sohbetten daha o gün çıkardığım sonuç buydu.
Halktan gelen dalga bir kenara, örgütü dahi anlayamayan birileri de çıktı:
Yıllardır CHP’yi yöneten MYK üyeleri. (Sahi şimdi ne düşünürler ki; geçiniz.)
GENÇLER VE KADINLAR
Halktan gelen talebe karşın, “Baykal dönecek” teranesini dillendirip duran, hatta yaşananlar olağanmış gibi göstermek isteyenler, Kılıçdaroğlu’nun adaylık açıklamasına rağmen neler yazıp durdular, diyecek laf yok.
Ancak, Baykal’a karşı cesur çıkış yapan CHP’lilere, “Sattınız” demek insafa sığmaz; eğer bir satma işlemi varsa, o da partisini böylesi ahlaki bir tartışmanın içine çeken eylemleri yapanlar üzerinden düşünülmelidir.
Umarım, Baykal da satıldığını düşünmüyordur ve tavrını iki güne koyar.
İki seçeneği; çıkıp aday olması veya gelişmeleri kenardan izlemesidir.
(Aslında, etnik/mezhep imasıyla Kılıçdaroğlu’na bir özür borcu da var.)
Kılıçdaroğlu için de en iyi iki seçenek bunlardır, “destek” açıklaması değil.
CHP artık yeni bir kulvara giriyor, siyasette sorun çözmek daha kolaylaşıyor.
Demokrasi ve ülkenin daha iyi yönetilmesi için iyi bir sonuç olan bu gelişmenin kadro yenilenmesi ile desteklenmesi gerekli.
O noktada da gözler Sav’a yöneliyor; CHP’liler ondan, ağabeylik bekliyor.
Ağabeyliğini, “Kılıçdaroğlu’nu kuşatan değil; ona destek olan, her alanda deneyimli, proje üreten, gençler ve kadınların öne çıktığı bir Parti Meclisi ve MYK oluşması için” göstermesi isteniyor.
Kılıçdaroğlu’nun böyle düşündüğü kesin, Sav da böyle davranırsa sorun yok.
Yazının Devamını Oku

Adaylığı an meselesi

17 Mayıs 2010
CHP’de yaşanan kara mizahı, böylesi bir çocuk oyuncağını hiç görmedim; bir daha görüleceğini de sanmadığımdan, bazıları gibi bu komedinin uzayıp gitmesini olağan karşılar tarzda yazmayacağım, evirip çevirmeyeceğim.

Önce Deniz Baykal’dan başlamalı; istifasını açıkladıktan sonra yapması gereken, köşeye çekilip hiç konuşmamak, arkada kalan ‘kendisinin siyasete kazandırdığı arkadaşlarının’ başarısıyla övünüp onlara destek vermekti.

Eteğine yapışıp “Geri dön” diye yalvaranların, yapışacağı başka yerin olmadığını en iyi bilen bir akil adam gibi davranabilmeliydi; yapmadı. Kimse aldanmasın, tek işaretle, kapısında açlık grevi yapan 10 gençle “Geri dön” diye bağıran 2 bin genci bu komiklikten de kurtarabilirdi.

Ya, “Yalan” demek ya da halktan, ailesinden özür dileyip sorumluluğunu yerine getirmektense sık sık konuşunca Başbakan Tayyip Erdoğan da “Bu olayı kullanmayacağım” sözünü bir kenara bırakıp “ahlak” saldırısına geçti.

OLCAY, ASLI VE ATAÇ BAYKAL

Yazının Devamını Oku

Ağlayan değil cesareti olan

13 Mayıs 2010
FETHULLAH Gülen’e yakınlığı ile bilinen Pasifica Institute’nin Los Angeles’ta düzenlediği Anadolu Kültür ve Yemek Festivali’nden daha dün döndüm. Öncelikle 40 bin ABD’li ve Türk’ün gezdiği festivalin başarısını teslim etmeli.
Deniz Baykal’la ilgili gelişmeler festival günlerine denk düştüğü için “Gülen-Baykal temasına orada nasıl bakıldığının” merak edilmesi çok doğal.
Aramızda detaya sahip cemaat üyesi yoktu; ama derin muhasebe gerekmiyor.
İzlenimimi kısaca, “Fethullah Gülen, bir yandan bu işte rolleri hiç olmadığını ortaya koyarak cemaatini yeni bir gerginlik/saldırıdan uzak tuttu, -ki cemaat bundan çok memnun- diğer yandan, kendisine en soğuk bakan CHP tabanına yönelik iyi bir halkla ilişkiler çalışması yaptı” diye özetliyorum.
Öyle, CHP ile yakınlaşma falan yok, AKP dururken bu varsayım sadece fantezidir.
BAYKAL’IN ARKASINDA İLK SAF
Baykal’a yapılan alçaklığa dönünce; bugün tarzımın dışına çıkmama izin verin.
Yaklaşık 20 yıldır yakından tanıdığım, çoğu zaman iğneleyici sorularım nedeniyle sitem aldığım, tartıştığım; ama gazeteci-siyasetçi ilişkisinin dışına çıkmadığım Baykal’ın çıktığı doğru yoldan dönmemesi gerekir. 
İstifayı, “alçaklığı yapanlara yol açmak” diye görenler yanılıyor; aksine bu çıkış alçaklarla karşılaşmak için cesaretli bir yürüyüş sayılmalı. Bu karşılaşmasında Baykal’ın arkasında ilk saf tutması gerekenler ise birden “Baykalsever” kesilen, “dönün” gazı verirken timsah gözyaşı dökenler olmalı. Hiç kıvırmamalı; eğer bu bir alçaklıksa ortaya çıkarmak pek de zor değil. Hele hele AKP ile ilişkisi olmayan derin odakların işiyse çocuk oyuncağı.
Yeni “Baykalseverler”, hükümeti hiç değilse bu konuda zorlayabilirler.
Ama umutsuzum; Baykal’a Van’da yapılan ve üstelik iktidarla bağlantılı eylemi, demokrasinin neresine sığdırdılar ki bir karşı duruş sergilemediler.
Umutsuzum; çünkü içeriden biri, eski Keçiören Belediye Başkanı Turgut Altınok’a yapılan unutuldu, alçaklar ortaya çıkarılmadı, hesap sorulmadı. Eğer o alçaklığı yapanlardan hesap sorulsaydı, bugün bunlar yaşanır mıydı?
GERİ DÖNMEMELİ
Tabii, yeni “Baykalseverleri” bir kenara bırakmalı, asıl CHP’ye bakmalı.
Dönüş yolunda gazeteleri okurken Gürsel Tekin dahil birçok CHP’linin ağlayan fotoğraflarını görünce şaşırmadım değil.
Oysa bugünler, CHP’liler için ağlama değil, cesaret gösterme zamanı olmalı.
Baykal’ın yerine aday olmak ihanet olamaz; ihanet, bu alçaklığın hesabını sormamaktır; hesap sormanın tek yolu ise güçlü bir CHP yaratabilmektir.
Kimse hikâye anlatmasın, olay açığa çıkmadan Baykal geri dönerse, bu eylem ne CHP’ye güç katar, ne de o CHP, Baykal’a onur mücadelesine katkı sağlar.
Baykal’a destek, ancak yenilenmiş, güçlenmiş, hesap soran bir CHP ile olur. Öyle gölge genel başkanlarla da bu iş olmaz; insanları töhmet altında bırakıp, sonra “Kendini akla da gel” deme dönemini bitirmek için sert mücadele şart.
O nedenle ağlayan değil, bu mücadelede Baykal’dan da önde duracak, hükümeti sorumluları ortaya çıkarmaya zorlayacak CHP’lilere ihtiyaç var.
Bu ise ancak CHP’yi doğru bir yere oturtmak, doğru konumlamakla mümkün.
Şunu görmeli; Baykal, alçaklar ortaya çıksın diye kendini feda etti.
Bu fedakârlığın boşa çıkmaması için asıl sorumluluk CHP delegeleri üzerinde.
Kurultay’ı ya cesaret platformuna çevirecekler ya da ağlaya ağlaya gidecekler.
Yazının Devamını Oku