20 Mart 2006
MERKEZ Bankası başkanlığına atama karmaşası, hem Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in hükümetten giden atama kararnameleri karşısındaki tutumunu, hem de atanmak istenen bürokratların eşlerinin türbanlı olup olmamasıyla ilgili tartışmayı yeniden alevlendirdi. Daha önce de defalarca gündeme getirdim.
Hükümet, Sezer engelini, Köşk’ten gelen uyarı mektuplarına rağmen vekaletlerle aşma yoluna giderken ilginç bir ’hukuk hilesi’ne de başvuruluyor.
Sayıları iki bine yaklaşan vekiller, her altı ayda bir görevden alınıyor; ama aynı günlü başka kararnamelerle vekaleten yeniden atanıyor.
Önceki dönemlerde bürokraside ’türban mağdurları’ yaratıldığını iddia eden AKP, kendi iktidarında ’türban mağrurları’ havası estiriyor.
BAKAN ÜSTÜ BÜROKRATLAR
Başbakan Tayyip Erdoğan, sık sık "İşi ehline veriyoruz" diyerek Sezer’e göndermelerde bulunuyor; ancak belediyede birlikte çalıştığı arkadaşları için pek de ’ehil’ kaygısı taşımıyor gibi görünüyor.
Sadece bir örnek vermekle yetinelim.
Gençlik Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay görevini üç yılı aşkın süredir vekaleten yönetiyor; çünkü Sezer kendisini yeterli, ehil bulmuyor.
Başta futbol ve Türkiye’nin birincilik kürsülerini hiç boş bırakmadığı halter olmak üzere, yüzme, voleybol, basketbol ve atletizmde son yıllarda yaşanan hüsranlar Sezer’e haklılık kazandırırken, sporla çok ilgili olduğu halde Erdoğan bu başarısızlıkları görmek istemiyor.
Böyle olunca da arkalarında başbakan gücü bulan bu bürokratların bazıları ’bakan üstü’ tavır bile sergileyebiliyor.
Kimi, bakanları by-pass ederek işlerini doğrudan Erdoğan’la hallederken, kimi katıldığı Bakanlar Kurulu toplantılarında, "Ben sayın bakanların konuya böyle bakmalarını da umardım" diye yüksek perdeden konuşabiliyor.
ASKER SONRADAN ÖĞRENDİ
Bugünlerde bu bürokratlardan biriyle ilgili yeni bir iddia konuşuluyor.
Bu iddiaya göre, Erdoğan’ın yakın arkadaşlarından biri olan bu bürokrat, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt hakkında soruşturma açılmasını talep eden Şemdinli iddianamesi ile yakından ilgilenme gereği duymuş.
Bu nedenle iddianame Ankara’ya birden fazla kez gelip gitmiş.
Askerler bu geliş gidişleri, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün, Başbakan Erdoğan’a konuyla ilgili yaptığı ziyaretten sonra öğrenmiş.
Buna rağmen durum sonradan Başbakan’a iletilmiş.
Kulis bilgi bu olunca askeri kanatta bazı sorular da gündeme geliyor:
Başbakan, iyi polisi mi oynuyor yoksa bazı bürokratların yaptıklarından habersiz mi?
Veya Özkök’ün, "Konuşursak borsa bile etkileniyor" uyarısı Başbakan’a, "Asker, ekonominin kırılganlığını bildiği için tepkisini bu noktada tutar" diye mi yorumlanıyor?
Böyle olsa bile askerin, iddianameye hassasiyetinin devam edeceği kesin.
Beklenen, bu hassasiyetin siyasi otorite tarafından da görülmesi.
Yoksa asker, iddianamenin etkisinin kısa dönemde aşılacağı kanısında.
Ama asker için asıl önemsenen konu şu:
İddianamenin uzun dönemde, 85 yıllık tüm mücadeleyi masaya yatırma çabalarına yol açma olasılığı göz ardı edilemez.
Yazının Devamını Oku 16 Mart 2006
AKP, CHP’nin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan hakkında verdiği üçüncü gensoru önergesini de 4-5 milletvekili hariç, tam kadro reddetti. Kızılcahamam kampı ardından yapılan bu oylama, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kampta başarı elde ettiğinin göstergesi oldu.
Muhalif isimler olarak bilinen Ertuğrul Yalçınbayır, İbrahim Hakkı Aşkar, Turhan Çömez, Fuat Geçen, Abdullah Çalışkan, Halil Kaya’nın oylamaya katılmaması da bu yargıyı değiştirmez.
Ancak, Erdoğan’ın bu başarısından yola çıkarak, "Kemal Abi"nin yerini sağlamlaştırdığını söylemek mümkün değil.
Bunun nedenlerini biraz açmaya çalışalım.
İKNA EDEMEDİ
Unakıtan, savunmasını yaparken kendine güveni göstermek için sesini yükseltti, muhalefete Meclis kürsüsüne yakışmayacak sözlerle yüklendi.
Ancak, dikkat çekmek gerekir ki Unakıtan, bu sözleri kendisinin 2B arazisinin Başbakan’a ait olduğu yönündeki iddialar üzerine sarf etti.
Ailesi ve kendisiyle ilgili iddiaları ise çevreden dolaşarak karşıladı.
"Söylendiği zaman yer yerinden oynayacak konular için gensoru verilir; o bakan da yerinde duramaz. Bu çatıyı boş işlerle uğraştırıyorsunuz" dediğinde ise pek çok AKP’li tarafından, "O kadar da değil Kemal Abi" tepkisiyle karşılandığını söylemeli.
Çünkü diğer iddialar bir kenara; Unakıtan, kızının Telsim’e gittiğini itiraf ederken, bunun pek de önemli bir şey olmadığını göstermeye çalıştı.
Oysa, "Benim kızım teknik bilgi almak için gitmiştir. Yaptığı sadece kendi ürünlerini tanıtmaktır" dediğinde AKP milletvekillerinin birbirine bakıp, "Ee ürün tanıtımı niçin yapılır?" sorusunu sorduklarına da emin olun.
Onlar da biliyor ki başka bir ülkede olsa, sadece bu sözler nüfuz suiistimalinin kanıtı kabul edilip ilgili bakanı yerinden ederdi.
Unakıtan, kızının eylemini bu sözlerle savunurken, özellikle Başbakan Erdoğan ile Başbakan Yardımcıları Abdullah Gül ve Abdüllatif Şener’in yüzlerindeki ifadeyi görmek gerekirdi.
Allah’tan Unakıtan, kendisine ulaşan notlarla, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal hakkında yeni iddialar gündeme getirdi de somurtan o yüzler gülümsemeye; hiç kımıldamayan o kafalar, "Doğru, doğru" der gibi aşağı yukarı hareket etmeye başladı.
Unakıtan’ın son iki gensoruda kendisini, Baykal’a yönelik iddialar ortaya atarak savunma yoluna gitmesi, AKP’lileri belki biraz mutlu etti.
Ancak, Baykal ile ilgili iddiaların doğru olup olmadığı bir yana, "Ak" adını tescil ettirmiş, "Başkalarının yaptığını yapmayacağız" diye halktan oy almış bir partinin, "Siz yaptınız, biz de yapıyoruz" anlayışını sergilemesi pek anlaşılır bir durum değil.
ÜÇ VAKİT, BEŞ VAKİT HÁLÁ GEÇERLİ
Sonuçta, AKP’de Unakıtan’la ilgili kanının değiştiği görüşünde değilim.
Çünkü AKP, Unakıtan üzerinden yara almaya devam ediyor.
Kamuoyunun süreçten duyduğu rahatsızlık da ortada.
Tersten giderek bir görüşümü aktarmak istiyorum.
CHP, ne kadar gensorularla Unakıtan’ın koltuğunu sağlamlaştırmaya çalışsa da Başbakan, sonunda gereğini yapacak.
"Bu üç vakte kadar mı, beş vakte kadar mı olur?" sorusuna yanıt veremem; ancak Kemal Abi gitsin diye, başka bakanlar da koltuklarından olabilir.
Yazının Devamını Oku 13 Mart 2006
KIZILAY’ın Pakistan’da deprem yaralarını sarma çabalarını; orada Türkiye adına görev yapan Kızılay mensuplarının başarılarının efsane haline gelmeye başladığını bir kez daha gördük. Bu tespiti yapan sadece biz gazeteciler değiliz.
Büyük yıkım yaşanan Muzafferabad’ın komutanı Orgeneral İftikar, Kızılay’ın yaptıklarını anlatacak sözcük bulamadığını söylerken, Belediye Başkanı Zahid Amin ise gözleri dolduğu için konuşmasına başlamakta güçlük çekti.
Amin, "Halkımız adına söylüyorum; size sevgimizi anlatacak kelime bulamıyoruz. Çünkü bizden de iyi çalıştınız" dedi ve şöyle devam etti:
"Burada altı hafta sonra belediye seçimi var; emin olun buradaki bir Kızılaycı arkadaşınız adaylığını koysun kesin kazanır."
Pakistan Kızılayı Operasyon Başkanı İlyas Khan’ın sözleri de aynıydı.
İKİYE BÖLÜNMÜŞ BİSKÜVİLER
Ben de köşemi bugün, orada gönülden hizmet yapan tüm Kızılaycıları temsilen iki isme ayırıyorum.
İlk isim, Orgeneral İftikar’ın gözleri dolarak, "Gece yarısı ofisime geldi. Çok yorgundu. Büyük bir sorun çıktığını düşündüm. Ama, bin kilometre yol yaptığı halde çelik evlerin konacağı bir alan bulamamış. Bunun üzüntüsünü yaşıyordu" diye söz ettiği Kızılay Muzafferabad sorumlusu Banu Üçüncüoğlu:
"Burada olanlar katlanılacak gibi değil. Bu nedenle ilk geldiğimde çok ağladım. Sonra ben ağlayınca bu insanların üzüldüğünü fark ettim. Şimdi içime atıyorum. Ama burada bir alışkanlık var. Size şükranlarını ellerinizi gözlerine bastırarak gösteriyorlar. Buna dayanmakta zorluk çekiyorum. Bu insanlar çok çaresiz, yaptığınız en küçük şey bile onlar için büyük anlam içeriyor.
Bir dağ köyüne gittik. Oraya ulaşmak için önce 1.5 kilometre yokuş indik, sonra nehri geçip, yüzde 70 eğimli bir tepeyi tırmandık. Tepeye vardığımızda dağın arka bölümünün kopup gittiğini, köyün neredeyse yok olduğunu gördük.
Köyün başkanının evine ulaştık; ev dediğiniz, yıkılmış evlerin kapılarının çatı yapıldığı dört duvar. Yardım getirdiğimizi, taşımamıza yardımcı olmalarını söyledik. Oraya daha önce kimse gitmemiş; inanmadılar. Geri döneceğimizi düşünerek önümüzü kestiler, içeri davet ettiler. Bize çay yaptılar. Bir de bisküvi getirdiler. Üç-beş bisküvi; ama çok görünsün diye hepsi ikiye bölünmüştü. İşte o bisküviler gözümün önünden hiç gitmiyor."
GERİDE HASTALARINI BIRAKTI
Hemşire Figen Çelik’i ilk Kızılay hastane çadırının önünde gördüm.
Sözlerini dinleyince üzgün, yorgun yüzünün nedeni de ortaya çıkıyordu:
"Fiziki hiçbir yorgunluğum yok; ama gördüklerim karşında başka türlü olamam. Burada güzel anılarım yok; hep kötü, hep acı. Ama insana yardımın ne olduğunun en güzel anlamını burada yaşıyorsun. İlk günler, gelen yaralılarla bazen 1.5 saat ilgileniyorduk. Çünkü çok fazla yara bere var. Bu seni hem çok üzüyor, hem de tedavi ettiğin için çok sevindiriyor. Bazen yaşlı anneler, ellerime sarılıp öpmek istiyor. Hayatımın en zor anları, bunu önlemek için geçirdiğim o birkaç saniyeler oldu."
Figen Hemşire’yi ikinci kez İslamabad Havaalanı’nda gördüm.
Dört ay sonra bizimle beraber Türkiye’ye dönüyordu.
Yine üzgündü, "Türkiye’ye döneceğine sevinmiyor musun?" dedim.
İçten gelen bir sesle, "Geride hastalarımı bıraktım" yanıtını verdi.
Yüzünü öbür yana çevirdi; biliyordu, bu kış orada daha çok bebe ölmüştü; yeterince yardım gitmedikçe kim bilir kaç çocuk daha ölecekti.
Yazının Devamını Oku 9 Mart 2006
İKİ ay arayla yeniden depremin büyük tahribat yaptığı Pakistan’ın Muzafferabad kentindeyiz. Kurban Bayramı’nda Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu’nun ziyareti nedeniyle büyük bir mutlulukla gözlediğimiz, Türk Kızılayı’nın Muzafferabad’daki etkinliklerini bir kez daha göreceğiz.
Bu nedenle, Şemdinli iddianamesinin yarattığı çalkantılı gündemin biraz dışındayım.
Bunu fırsat bilerek, Türkiye ile alakası olmayacağını sizin de düşüneceğiniz bir olayı aktarmak istiyorum.
Hani diyelim ki olay Pakistan’a giderken üzerinden uçtuğumuz bir ülkede geçmiş olsun.
Tabii ki Başbakan Recep Tayip Erdoğan da "Allah’tan benim ülkemde, benim kabinemde böyle olaylar yaşanmıyor" diye içini rahat tutmalı.
BAKANA BÜYÜK İLGİ
Türkiye’de yaşanmayan bu olayın geçtiği ülkenin icracı bir bakanının, bir gün kamu niteliğindeki bir kuruluşa şahsi işi düşer.
Bu kuruluş kendisine işi düşen herkese gösterdiği özeni, bakana da gösterir.
Kuruluşun en yetkili ve en bilgili görevlileri bakanla yakından ilgilenir.
Bakana, işinin tüm detayları hakkında bilgi verilir; ne yapılacaksa onunla paylaşılır.
İlgiden çok memnun kalan bakan, bunu sık sık telefon ettiği eşiyle paylaşmaktan da büyük gurur duyar.
Çünkü, ülkesinde böylesi kuruluşların olmasından dolayı çok mutludur.
Uzatmaya gerek yok, bu kuruluş ülkesinin bakanına en iyi ilgiyi gösterdikten sonra, sıra ayrılık zamanına gelmiştir.
BAKANIN OĞUL SEVGİSİ
Kuruluşun yöneticileri ayrılık zamanının, bakanın memnun kaldığı hizmetleri daha da iyi yapmalarını sağlayacak sıkıntılarını gidermek için kendilerine büyük bir fırsat doğuracağını düşünürler.
Bu düşünceyle, "Sayın bakanımız, bizim bir istirhamımız var" derler.
Bakan, gördüğü ilgiden her şeyi yapmaya hazır havasında, "Lafı mı olur" der.
Kuruluşun yöneticileri, "Efendim, şöyle bir işimiz var. Sizin önünüzde. Onay verirseniz biz de halka daha iyi hizmet götürürüz" derler.
Bakan bu talebi geri çevirecek gibi değil; ama aklına çok sevdiği oğlu gelir.
Bu kuruluşun, oğlunun ürettiği ürünleri kullanmadığını gözlemlemişti.
"Güzel de benim oğlumun ürününü siz neden kullanmıyorsunuz?" deme gereği duyar.
Kuruluş yöneticileri, ne kadar şaşırsalar da bu ürünü kullanmadıkları için çok mahcup olurlar.
"Kullanırız efendim" diyerek bakanı mutlu bir şekilde yolcularlar.
Onların işi oldu mu olmadı bilmem; ama ben size söyleyeyim ki, bu ürünü kullanan kuruluşun ilgili personeli bir süre sonra yöneticisine gider, "Siz bu ürünü niye aldınız; benim işimi görmüyor ki" uyarısı yapar.
Bunun üzerine ürün alımı kesilir.
Sakın yanlış anlaşılmasın, ben Türkiye’nin bütün gündeminden uzaktayım.
Size Türkiye’den uzakta bir ülkeden, bir hayali olay aktardım.
Dedik ya, Allah’tan bizde böylesi olaylar olmaz.
Yazının Devamını Oku 6 Mart 2006
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın iki günlük İzmir gezisini izledim.<br><br>CHP'nin İzmir'deki gücü malum; ancak yine de gördüklerim beni şaşırttı. Parti otobüsü sokaklardan geçerken, kadınlar ağırlıklı olmak üzere neredeyse el sallamayan yoktu dersem çok bir abartma yapmış sayılmam.
Otobüsün önüne fırlayan, hararetle el sallayan, telefonuyla fotoğraf çeken, kalbini atar gibi el hareketi yapan, öpücük gönderenler ciddi sayıdaydı.
Gördüğüm tek tepki, başparmağını aşağı doğru sallayan türbanlı genç bir kadından geldi; ama sevgi gösteren türbanlılarla başörtülüler de az değildi.
Örneğin, türbanlı bir bayan ile el ele tutuştuğu eşinin ellerini serbest bırakıp birlikte Baykal'a selam vermeleri dikkatimi çekmedi değil.
İLGİDE ARTIŞ VAR
Söz konusu kent İzmir olduğu için tabloyu olağan karşılayanlar olabilir.
Bu nedenle, İzmirli gazeteci arkadaşlardan geziyi öncekilerle kıyaslamalarını istediğimde aldığım yanıt şu oldu:
"Önceki gezilerden farklı bir durum söz konusu; ilgi artmış görünüyor."
Baykal da aynı kanıdaydı ve memnuniyetini, "Uçağın ucu artık yukarı doğru çıkıyor: Bu tabloyu diğer şehirlerde de görmeye hazırlanın" diye açıkladı.
Bu çerçevede bazı illere yönelik planlar yaptıklarını anlatan Baykal'ın Ege Üniversitesi öğrencileri, Ege Bölgesi Sanayi Odası, İzmir Esnaf Birliği, Sağlık Meslek Odaları Platformu'ndaki performansları da dikkat çekiciydi.
Son günlerde önüne gelen herkesi protesto eden yüzlerce öğrenci Baykal'ın "AB ve Türkiye'nin Dış Politikası" konulu konferansını büyük bir dikkat ve sessizlik içinde dinledi. CHP Lideri, sanayici ve işadamlarından da yeterince iltifat aldı.
Baykal'ın esnaf temsilcileri ile toplantısı ise gövde gösterisi gibiydi.
Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu üyeleri arasında, bu örgütün son genel kurulundaki tutumu nedeniyle büyük güç kazandığı gözlenen Baykal'ın yeni hedefi sağ partilerin kalesi görülen Odalar Birliği'ne yönelmiş. Milletvekillerine, "Sanayi ve ticaret odalarının meclis toplantılarına mutlaka katılın" talimatı verirken bu hedefini ortaya koyar gibiydi.
YOLSUZA, YOLSUZ DEMEK SUÇ MU
İzmir dönüşünde Baykal'ın hem gezi hem de Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ile ilgili yeni gensoru önergesine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, "CHP işi sulandırıyor, aç tavuk kendini darı ambarında sanır" şeklindeki sözlerine tepkisini alma fırsatı da yakaladım.
Gelecek seçime yönelik çalışmalarını, geniş tabanlı kesimlere yönelik projelerinden söz ederek anlatan ve tarımdan ciddi oy kayması bekleyen Baykal, buna bazı illere yönelik kitlesel değişim sağlayacak projelerle destek vereceklerini anlatıyor.
Baykal, gensoru konusunda ise, "Yolsuza, yolsuz demek suç mu? Biz asıl, gensoruyu vermezsek görevimizi yapmamış oluruz. Biz üstümüze düşeni yaparız, gerisi Meclis'in ve tabii ki çoğunluğu oluşturan AKP grubunun kararı olacaktır" diyerek Erdoğan'a gönderme yapıyor.
Ünlü komutan Hannibal’ı yenen Romalı general Cornelius Scipio "Kartaca yıkılacak" sözünü tekrarlayarak devam eden Baykal, bu sözü sadece Unakıtan için kullanmıyor.
İzmir morali ile AKP'nin gidici olduğunu da söylemek istiyor. Tabii, Baykal'ın bu sözlerle anketçilere taş attığını da belirtelim.
Yazının Devamını Oku 2 Mart 2006
AKP’de, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve bazı teşkilat yöneticileriyle ilgili yolsuzluk iddialarıyla ilgili tartışmada çekinmeden çıkışlar yapmayı göze alan Hatay Milletvekili Fuat Geçen ile Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez’e nihai amaçlarının ne olduğunu sordum. İlginç bulacağınıza inandığım yanıt Geçen’den geldi:
"Hz. İbrahim’i yakmak için odunları yığmış, ateşi alevlendirmişler. Bu sırada bir karınca, ateş yığını ile bir su birikintisi arasında koşuşturup duruyormuş. Arkadaşları, ’Ne yapıyorsun, ayak altında ezileceksin’ demişler. O da, ’Ağzıma suyu doldurup ateşe fırlatıyorum’ cevabını vermiş. ’Senin o minicik suyunun bir yararı olmaz’ demişler. Karınca da, ’Olsun; ama Allah benim ne yaptığımı görüyor, niyetimin ne olduğunu biliyor’ cevabını vermiş. Allah gördü, ateş de güle döndü."
Geçen, Çömez ve arkadaşları kendilerini Hz. İbrahim’i yakan ateşe su taşıyan karıncaya benzetirken, AKP yönetimi onlara kulak asmaz havada.
Başbakan Tayyip Erdoğan, iddiaların üstüne gitmektense medyayı eleştiriyor, AKP’nin iki numarası Dengir Mir Fırat yapılanı "gayri ahlaki" niteliyor.
BAŞBAKAN HAKEM OLSA
Oysa bu yaklaşım yerine, Başbakan Erdoğan, görmezden gelinemeyecek iddiaları kamuoyu önüne taşıyan "ailenin haşarı çocuğu" Çömez’i ve Bakan Unakıtan’ı bir araya getirse, kendisi de hakem olsa AKP’nin farkı ortaya çıkardı.
Çünkü salı günü grup konuşmasında bir kez daha "Ak kadrolar"dan söz eden Erdoğan’ın, akı karalayacak en küçük iddianın bile üstüne gitmesi şart.
Erdoğan, bunu yapmak yerine hem "Unakıtan’a tam destek" vermeyi sürdürüyor, hem de Kızılcahamam toplantısında aykırı ses çıkmasını istemiyor.
Ancak önleme girişimlerine rağmen aykırı sesler de susmayacak gibi.
İşte bu noktada Erdoğan, bastırma yoluna gidecek.
İlginçtir, burada disiplin mekanizması işletilmek istenmiyor.
Yoksa parti tüzüğünün 116 ve 117’nci maddeleri, partili bakanlarla ilgili ithamlar için disiplin mekanizmasının işletilmesini emrediyor.
Bu yıl ne Geçen, ne de Çömez için işletilmediğine göre, ya milletvekilinin açıklamalarını doğru kabul etmek ya da "Yolsuzluk var, diyen atılırken, yapan korunuyor görüntüsü verilmek istenmiyor" diye düşünmek gerekiyor.
ÇÖMEZ DEFALARCA DİLLENDİRDİ
Dengir Mir Fırat’ın ahlakilik eleştirisini de "Defolarımız niye dışarıyla paylaşılıyor. Kol kırılsa da yen içinde kalsın" anlayışına dayandırabiliriz.
Oysa Fırat iyi biliyor ki, Çömez, kamuoyuna açıkladığı iddialarını genel başkan yardımcılarına, grup başkanvekillerine, Erdoğan’ın bazı yakın çalışma arkadaşlarına defalarca aktarmış; ama hiçbir sonuç alamamıştı.
Çömez, son çıkışının ardından, "kahve içme ziyaretinde" bulunan yetkili bir isme iddialarını yinelerken ısrarını gösteriyordu.
Bu durumda, AKP için ahlakilik kavramı değişikliğe mi uğradı diyeceğiz.
Tabii ki iddialarla ilgili karar Erdoğan’la partisini ilgilendirir.
Hatta CHP, Erdoğan’ın dış baskılarla karar almayacağını bildiği için, Unakıtan yerini daha da sağlamlaştırsın diye bir gensoru verirse şaşmam da.
CHP bununla hem yumuşak bir karına vurmaya devam edecek, hem de AKP içindeki sıkıntıyı kaşımaya devam edecek fırsatı yakalayacak.
Ben bu nedenlerle medyaya ve parti içi muhalefete ne kadar kızsa da Erdoğan’ın bir formül arayacağı kanısındayım. Ama daha önce de yazdığım gibi; karar üç vakte kadar mı, beş vakte kadar mı gelir, onu tahmin edemiyorum.
Yazının Devamını Oku 27 Şubat 2006
KAPIKULE Gümrük Kapısı’nda başlatılan operasyonun ardından, 12 Ocak’taki yazımda, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in portresini çıkarmaya çalışmıştım. "Söz konusu olan, ’Biz yapmayacağız da kim yapacak; meydanı boş mu bırakacağız?’ diye düşünen bir Tüzmen" demiş ve devam etmiştim:
"Tüzmen; ’Takımın zenci oyuncusuyum; ama skorer olduğum için sürekli takımdayım’ diyen, Erdoğan’ın ’Kürt sorunu’ ve ’alt kimlik-üst kimlik’ tartışmasından rahatsız olan; bunu Bakanlar Kurulu toplantı salonundaki bayrağı gösterip, ’Bunun adı ne; Türk bayrağı mı, Türkiye bayrağı mı?’, ’Konuştuğumuz dilin adı ne?’ diye soran biri."
Sonra da, "Ortada böyle bir Tüzmen ve bugüne kadar kendisini, doğrudan bir tek kez bile eleştirmemiş bir başbakan var" diye yazmıştım.
Ama geçen sürede, bazı ilginç gelişmeler yaşandı ve ben, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Tüzmen’le farklı bir üslupla konuştuğu kanısına ulaştım.
Bakın neden?
TÜZMEN’E BY-PASS
Yazımın ardından merak ettim; acaba Erdoğan, Tüzmen’e "Takımın zenci oyuncusu ne demek?" diye sormuş muydu?
Sormamıştı; ama aynı Erdoğan, 20-25 gün önce, bazı gümrük kapılarını işletme hakkı almış olan TOBB’un Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nu arıyor.
Hisarcıklıoğlu’nun teyit ettiği bu telefon görüşmesinde Erdoğan, "Bütün gümrük kapılarını Ankara’dan izleyecek elektronik bir sistem kurabilir miyiz?" diye soruyor.
"Evet" yanıtı alınca, "Hemen projesini yapıp gümrüklerle görüşün" diyor.
Bu telefon görüşmesini öğrenince projeyi, bilir diye Tüzmen’e sordum.
"Böyle bir projeden haberim yok" yanıtı alınca şaşırdım.
Konuyu takip etmeye devam ettim ve hafta sonu, TOBB’un hemen gerekli projeyi hazırlayıp, 10 gün önce Gümrük Müsteşarlığı’na sunduğunu öğrendim.
Ama, Başbakan’ın talimatına rağmen, káh "Bir bakalım", káh "Müsteşar yeniden değişti" denilerek, TOBB’un getirdiği projeye henüz bakılamamış bile.
Bu arada, Tüzmen’le ilgili EGS firmasına verilen kredi bombası patladı.
İlginçtir; Erdoğan, bu dosya önüne geldiğinde de Tüzmen’le konuşmamış.
POSASI ÇIKARILMIŞ TÜZMEN
Başbakan’ın, bu kadar önemli iki konuyu bakanıyla konuşmaması ilginç.
Bu tabloyu komplo teorilerine meraklı olanlar belki daha kolay çözebilir; ama bence, "Zenciyim; ama skorer olduğum için takım dışına çıkarılamıyorum" diye meydan okuyan bir bakana, Başbakan bu şekilde yanıt veriyor. Çünkü, Tüzmen’le AKP arasında ciddi bir kan uyuşmazlığı olduğu gerçek.
Bu kan uyuşmazlığı bir noktada komplikasyon yaratacaktı. İşte bu noktada Tüzmen’in en zararsız konumda olması gerekiyor.
Gelişmeler de Tüzmen’in posasını çıkaracak tarzda ilerliyor; ama taraflar birbirini doğrudan muhatap almadığı için, sürecin varacağı yeri kestirmek zor. Hele bir de Tüzmen, Başbakan’a "Benim için soruşturma izni verin" deme cesareti göstermeye kalkışırsa...
NOT: Dün Yeni Şafak’ta Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in veto ettiği bürokratların, "Sezerzede Bürokratlar Derneği" kuracakları haberi çıktı.
Doğruysa; bürokraside çok tehlikeli bir kutuplaşmaya yol açılır. Çünkü karşıda da sayıları daha kabarık, mahkeme kararına rağmen görevlerine döndürülmeyen veya döndürülse de bir odaya tıkılan "Tayyipzede Bürokratlar Derneği" çıkabilir.
Yazının Devamını Oku 23 Şubat 2006
AKP'yi seçimlere hasarsız götürmek isteyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın dış baskılar nedeniyle Maliye Bakanı Kemal Unakıtan konusunda karar alamadığını; ama iç baskılara dayanmasının süresi olduğunu yazmıştım. Son iki günde AKP grubundan edindiğim izlenim bu kanımı daha güçlendirdi.
Grupta, CHP'nin gensorusunun Unakıtan'ın ömrünü uzattığını savunanlar çok; ama kerhen ret oyu verilmesinin yarattığı rahatsızlık oldukça yaygın.
Erdoğan da gensorunun ardından bu gerçeği fark etmiş durumda.
Detaya girmeyeceğim; ama Erdoğan, hem Unakıtan, hem de yolsuzluk iddialarına karşı daha duyarlı davranacağının işaretlerini vermeye başladı.
Çünkü, gensoru ardından her iki konuda da kendisine yeni bilgiler ulaştı.
Ayrıca kendisine bilgi akması için kanallar açtığının işaretini verdi.
Bu nedenle AKP milletvekilleri iddiaları delillendirmeye başladı.
PARANTEZDEKİ UNAKITAN'I SORDU
Erdoğan'ın, kötü koku gelen teşkilatlara karşı yeni önlemler alacağını belirtmekle yetinip, Unakıtan konusunda bazı bilgiler ve iddialar aktaralım.
Erdoğan'ın, Bakanlar Kurulu kararıyla 'Unakıtan likit yumurtasına' bir parantez açılarak yüzde 10 KDV indirimi yapılması üzerine Bakan Unakıtan'a, "Bu nereden çıktı, bana bunu niye söylemedin?" diye çıkıştığı güçlü bir şekilde ifade ediliyor.
Aynen gerçek olan şu olayı ise bazı bakanlar da biliyor:
Antalya'daki bir otelin sahibinin telefonu çalıyor.
Arayan otel yöneticisidir ve patronuna, "Unakıtan likit yumurtası pazarlıyorlar; şu kadar alır mısınız, diyorlar" bilgisini aktarır.
Patron telefonu kapatır ve yanındakilere durumu aktarır, sonra geri döner:
"Alın kardeşim, hem de daha fazlasını. Çünkü adamın babası Maliye Bakanı, yarın başımıza ne gelir belli mi olur?"
Bu pazarlama şeklinden bırakın baba Unakıtan'ın, oğul Unakıtan'ın bile haberi olmayabilir; ama bu yolun kendiliğinden açılmadığı kanısı yaygın.
AKP milletvekillerinin bu haberlerden çok rahatsız olduğunu biliyorum.
Bu nedenle bazı milletvekillerinin parti içi gensoru mekanizmasının işletilmesini istediğini yazmıştım; ama bu yola başvurulması zor görünüyor.
Buna karşın, 10-11 Mart günleri Kızılcahamam'da yapılacak toplantıda, konunun gündeme gelmesi engellenecek gibi değil.
Orada kızılca kıyamet kopabilir.
KAÇ VAKTE KADAR OLUR BİLEMEM
Başa dönecek olursam; yolsuzluklar, nüfuz suiistimalleri AKP'yi kırıp dökmeden götürmenin baş şartlarından biri haline gelmekte olduğundan Erdoğan da gruptaki rahatsızlıktan rahatsız olmaya başladı.
Çünkü Erdoğan, AKP'de, "Bizimkiler bu işlere karışmaz" diyenlerin bile görüşlerinin değişmekte olduğunu; daha çok sayıdaki milletvekilinin, "Hani biz diğerleri gibi olmayacaktık" dediğini görüyor.
Başbakan, gensoru ardından kendisine ulaşan bazı yeni bilgileri ve iddiaları da değerlendirmesine aldığına göre, bir operasyon yapacak gibi.
Bu operasyonun kaç vakte kadar olacağını söylemek ne kadar zorsa da iş uzadıkça AKP'deki sıkıntının büyüyeceği kesin.
O nedenle ben bilgilerime dayanarak şunu söyleyebiliyorum:
Bakan Unakıtan'ın koltuğunu koruma şansı artık çok, ama çok daha zor.
Hele bir de Erdoğan'ın yönelteceği yeni sorulara cevap veremezse...
Yazının Devamını Oku