15 Mayıs 2006
AKP kadrolarına göre, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile yüksek yargı organlarının başkanları ve muhalefet liderlerinin konuşmaları, Ali Dibo haberleri, bazı yargı kararları bir yerlerden düğmeye basılması(!) ile ilgili. Bu komplo teorilerine inanç nedeniyle, AKP kongrelerinde haremlik selamlık düzen de, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu düzeni savunması da es geçiliyor.
AKP’li belediyelerin kadını ikinci sınıf gösteren kitaplarıyla, 3.5 yıldır başbakan olmasına karşın Erdoğan’ın hálá söyleyemediği şeyler olduğunu açıklayarak ’gizli ajandası var’ kuşkularına zemin hazırlaması da böyle.
Demek istediğim; AKP, kendi kadrolarının yaptıklarını görmezden geliyor.
Bence iktidar partisinin sorunu da bu noktada kendini gösteriyor.
Bu inancımı da AKP ile ANAP’ı kıyaslayarak açıklamak istiyorum
MİLLİ GÖRÜŞ’E MİLLİ GÖRÜŞCÜ MUHALEFETİ
Turgut Özal, dört eğilim dediyse de ANAP’ta, milliyetçi, muhafazakar, liberal eğilimlerden oluşan üç büyük grup ve onların güçlü temsilcileri vardı.
Gruplardan birinin radikal çıkışı, taraftarlarının aykırı görüşü gündeme geldiğinde, diğer iki grup güçlü karşı çıkış sergilerdi.
Çekişmeleri bir süre tarafsız izleyen Özal, sonra orta yolu önerirdi.
İşin özeti ANAP’ta parti içi gruplar birbirini dengeliyordu.
’Takunyacı’ denilen bir liderin sistemle kaynaşması, giderek sistemi etkisine almasında, kendi tutumu kadar parti içi bu dengenin de rolü vardı.
Bu yanıyla AKP, ANAP’a; Erdoğan da Özal’a hiç benzemiyor.
AKP, çok baskın bir Milli Görüş egemenliği altında bulunurken, küçük bir milliyetçi gruba bile hoşgörü gösterilmedi; anında darmadağın edildi.
Liberaller ise kelaynaklar gibi kaldı, grup bile oluşturamadı.
Bu yapı AKP’de sadece Milli Görüş’ün sesini yükseltti.
Onların aykırılıkları AKP içinde güçlü çıkış görmedi.
Hatta Milli Görüş Milli Görüş’e, cemaat cemaate muhalefet eder oldu.
İşte, Abdüllatif Şener’in liberal söylemi, yolsuzluklara karşı duruşu.
İşte, Afyon’da, cemaatçi Milli Eğitim Müdürü’ne diğer cemaatlerin tepkisi.
Bu arada, haremlik selamlık örneği başta olmak üzere Erdoğan da bu tartışmaları izlemeye bile gerek görmeden hemen Milli Görüş yanında yer alıyor.
Oysa AKP, ANAP’a birazcık benzeseydi, Tuzla ve Eyüp belediyelerinin yayınları, haremlik selamlık oturma düzeni liberalleri ayaklandırırdı.
ERDOĞAN ÇİLLER’E BENZİYOR
Bu dengesiz yapı, AKP’deki Milli Görüşçülere, "Yüzde 34 oyun tamamı bizim" havasını verince, yolsuzluk iddialarına yaklaşımda, kadrolaşmada, demokrasiye bakışta gömleğin değişmediğini gösteren işaretler vermeye başladı.
Aynı yapı, Başbakan Erdoğan’ı da Özal’a değil Tansu Çiller’e yaklaştırdı.
Kırıcı konuşma, önüne geleni fırçalama, edep dersi verme bunun örnekleri.
Özal, her geçen gün sistemle daha çok kaynaşırken Erdoğan ayrışıyor.
Özal meşruiyeti içeride sağlarken Erdoğan, Çiller gibi dışarıya bakıyor.
Özal gibi herkesi dinlemektense Çiller gibi dar kadroyla yetiniyor.
Böyle olunca da tek bir AKP’li veya danışmanı Başbakan’a, "Haremlik selamlığı savunursan, değiştiğine inandıramazsın" demiyor.
Onlar demiyor da Türkiye’nin medeni ufkunu belirleme iddiasındaki sermaye, işi niye sadece CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a bırakıyor?
Yazının Devamını Oku 11 Mayıs 2006
AKP, "Ali Dibo" konusunda çareyi, çekinmeden olayın üstüne giden Hatay Milletvekili Fuat Geçen’i Disiplin Kurulu’na sevk etmekte buldu. Geçen, inandıklarını söyleyen, dürüstlüğüyle tanınan bir milletvekili.
Bugün Geçen’e kapı gösteren AKP, yarın Sinop’ta, sonra başka bir ilde aynı şeyi yapabilir; ama bu durum yolsuzlukların yumuşak karın olmasını önlemez.
Çünkü aynı AKP, (eski Ağrı Milletvekili Cemal Kaya’nın istifası kendi kararıdır), hiçbir üyesine kamuyla ticari bağları yüzünden bilet kesmedi.
Bugün AKP’nin tartışılan bir başka yönünü gündeme getireceğim.
Dilerim, bu konu da bir başka milletvekilinin başını yakmaz...
BEŞ MİLLETVEKİLİ BİR YANA
2004 yılının ağustosunda, Şuhut’ta lise müdürlüğü yapan Necdet Özsoy, Afyon Milli Eğitim Müdürlüğü’ne atandı.
Bir süre sonra milletvekillerine şikáyetler gelmeye başladı.
Şikáyetlere göre, bir cemaattin üyesi olan müdürün, atamalardaki tek kıstası kendi cemaatiyle kurulan bağdı.
Şikáyet sahipleri, milletvekillerine, "Bakın şu okulun müdürü gidecek, şu isim gelecek" diyorlar, bir süre sonra bu değişiklikler gerçekleşiyor.
Şikáyetler yoğunlaşmaya başlayınca ilin Milli Görüş geleneğinden gelenleri de dahil AKP’li beş milletvekili, Sait Açba (aynı zamanda Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı), İbrahim Hakkı Aşkar, Halil Aydoğan, Ahmet Koca ve Mahmut Koçak, altında imzalarını taşıyan bir şikáyet mektubuyla durumu AKP yönetimine bildiriyor.
Uzun süre ses çıkmayıp şikáyetler de devam edince, bu milletvekillerinin bazıları konuyu Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’e de ulaştırıyorlar.
Milletvekilleri, "Bu arkadaşımız ayrım yapıyor. Kendi cemaati dışında kimseyi tanımıyor; buna diğer cemaatler bile dahil" görüşünü de dile getiriyor.
Yine, büyük bir sessizlik.
ANAYASA’DA CEMAAT MADDESİ ÖNERİSİ
Şikáyetten beş ay sonra, AKP’nin bir etkinliği oluyor.
Bu etkinliğe şikáyetçi milletvekillerinden biri katılmıyor.
Durumu fark eden AKP TBMM Grup yöneticisi bir isim, kendisiyle görüşüyor.
O milletvekilinin bu görüşmede gündeme getirdiği konulardan biri de bu.
"Beş milletvekili bir yana, bu müdürümüz bir yana" diyor.
Aynı milletvekili sonra çok çarpıcı bir ifade kullanıyor:
"Buna da bir şey demiyorum; hepimizden daha kıymetli olabilir. Görüşümü biliyorsunuz. Buna rağmen itirazım var. Ha, Anayasa’da kamu kurumları cemaatler arasında paylaşılır diye bir değişiklik yaparsınız, o zaman boynum kıldan incedir. Katılmasam da içime sindiririm."
Görüşmeden birkaç gün sonra AKP’li yönetici, milletvekilini arıyor.
Müdür görevden alınacaktır; öyle de oluyor.
Milletvekillerinin şikáyetinin gereği yapılmıştır.
Ama bir süre sonra müdür, Milli Eğitim Bakanlığı’nda daire başkanı olur.
Bu taltif de yeterli görülmemiş olmalı.
Müdür, yakın zamanda da Erkek Teknik Genel Müdür Yardımcısı yapılır.
Bence bunda bir gariplik görülmemeli.
Çünkü ne Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in eğitime sızmalardan yakınmasının, ne de Milli Görüşçü AKP’lilerin itirazlarının haklı bir yanı var.
Yazının Devamını Oku 8 Mayıs 2006
AHMET Kara, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un, görev yaptığı her kuruma yanında götürdüğü yakın arkadaşlarından biri. Koç, bakan olduktan sonra Kara’yı Müsteşar Yardımcısı yaptı.
Aralık ayında, Fazilet Partisi’nden aldığı teşekkürnameyi bakanlık internet sitesine koyan Kara’nın teamül dışı uygulamalarını gündeme getirdim.
Kara arayıp, "Ayıp etmişim" dediğinde uyarımızın yerini bulduğunu sandım.
Yanılmışım; çünkü AKP döneminin bazı bürokratları, başkalarına "haram" gördükleri bazı şeyleri kendilerine reva görebiliyor.
Kara’nın bugün gündeme getireceğim tavrı da aynen böyle.
TAHSİL ETMİŞTİ AMA
Ahmet Kara, Müsteşar Yardımcılığı’ndan önce Sümer Holding Genel Müdürlüğü ve Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinde bulunuyordu.
Bu görevi sırasında, halefi Kadri Kanat’ın, peşin aldığı maaş ve ikramiyelerden çalışmadığı günler için doğan farkı hemen tahsil ettirdi.
Ama Kara, aynı uygulama kendisi için yapılınca devletin, AKP diliyle ’garip gurebanın’ parasını iade etmemek için şanlı(!) bir direnişe geçti.
Sadece bununla da yetinmedi, müsteşar yardımcısı olduğu halde, Sümer Holding’in lojmanını, makam aracını, telefonunu kullanmaya da devam etti.
Sümer Holding ise eski yöneticisi Kara’yı önce telefonla, hem de birkaç kez uyarma yoluna gitme inceliğini gösterdi.
Kara, her uyarıya ret yanıtı verince, Holding işi resmi yazıya döktü.
Kara’ya, aralık ayından beri defalarca yazı gönderen Sümer Holding’in son uyarısının tarihi 1 Mayıs 2006, sayısı B.02.2.SGM.0.74.00.01/843-3392.
Konusu "Borcunuz hakkında" olan yazının altındaki imzalar Genel Müdür Sezai Ensari ile Yardımcısı Recep Koyuncuoğlu’na ait.
Kara’nın ikna olması için yazıya 4 bordro fotokopisi ile tablo ve hesap ekstresi de eklendi.
İCRAYA VERİLECEK
Yazıda, Kara’nın ödemesi gereken paranın ayrıntılı dökümü var:
Yönetim kurulu üyelik ve ikramiye farkları; kasım, aralık, ocak ayları lojman telefonuyla cep telefonu faturaları; aralık, ocak ve mart lojman kiraları; bu aylara ilişkin yakıt su ve elektrik giderleri; kablo TV borcu; lojman internet ödemesi.
Toplam rakam da tam olarak 2 bin 966 YTL 71 kuruş.
Kara’ya, "Nitekim Kadri Kanat’a ödenmiş bulunan iştirak ücreti de döneminizde tahsil edilmiştir" anımsatması da yapılan yazının sonunda bence bir bürokrat için, "Bu kadar küçük para için değer mi?" dedirtecek türden şöyle bir uyarı var:
"Borcunuzun, yazımız elinize ulaştığı tarihten itibaren 10 gün içinde Holdingimizin Vakıflar Bankası 2048983 No’lu hesabına yatırılarak, dekontun gönderilmesi, söz konusu süre içerisinde yatırılmaması halinde yasal yollardan tahsili cihetine gidileceği hususunda..."
Açık ifade ile Sümer Holding, eski yöneticisinden devletin parasını tahsil etmek için icra yoluna başvuracağını söylüyor.
Bakan Koç, yakın arkadaşının şanlı direnişine ne diyecek merak ediyorum.
Ama Koç, kendisinin AKP Düzce İl Kongresi’ndeki sözlerine atıfla, "Dangoz, bu kadar parayı ne yapacaksın? Öde de kurtul" derse hiç şaşmam.
Yazının Devamını Oku 4 Mayıs 2006
ANAP’ın tek başına iktidar olduğu dönemi çok yakından olmak üzere, 23 yıldır her hükümetin Bakanlar Kurulu toplantılarını izlemiş bir gazeteciyim. Parti organlarıyla devlet organlarının, neredeyse tek partili ülkelerdeki gibi iç içe sokulduğuna ilk kez bu hükümet döneminde tanık oluyorum.
Beni bu sonuca, AKP Eskişehir il kongresini muhalif adayın kazanmasının ardından yaptığım küçük bir araştırma ulaştırdı.
Eskişehir’deki seçim, başta Başbakan Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP’nin tepesini mutsuz etmiş, bu nedenle kullanılan oylar ikinci kez sayılmıştı.
İkinci sayımda da muhalif aday 2 farkla yarışı önde tamamlamıştı.
Erdoğan ve AKP yönetimi, en demokratik parti olduklarını sık sık vurguladıkları için, "Bunda mutsuz olacak ne var?" denilebilir.
Gelin görün ki iş hiç de öyle değil.
BAKANLAR KURULU OLAYA EL KOYUYOR
Seçimin 24 Nisan’daki Bakanlar Kurulu toplantısında gündeme geldiğini duyduğumda inanmadım; en fazla spontane gelişmiş olabilir diye düşündüm.
Oysa, duyum doğruydu.
Erdoğan, kongrede divan başkanı olan Çalışma Bakanı Murat Başesgioğlu’ndan, "Neden bu arkadaş seçildi?" diye bilgi istemişti.
Sonuçta da, "Eski arkadaşımız çok çalışkan biriydi. Bu doğru bir seçim olmadı" deyip kazanan adayın görevden alınabileceğini dahi ima etmişti.
Konunun burada kapandığını düşünüyordum; ama o haftaki diğer kongreler üzerinde de değerlendirme yapıldığını öğrenince, muhataplarıma, "Nasıl yani, Bakanlar Kurulu’nda parti kongreleri mi konuşuluyor?" diye sordum.
Yanıt "Evet" oldu ve AKP kongreleri başladığından beri de durum böyleydi.
Kurulun her toplantısında ele aldığı ilk konu, parti kongreleriydi.
Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer dışında bürokratların bulunmadığı toplantının bu bölümünde Erdoğan, o hafta sonu kongrelerde divan başkanlığı yapan tüm bakanlardan değerlendirme alıyor, görüş açıklıyor.
KONGRE FIRÇALARI DA ATILIYOR
En fazla 4-5 bakan kongre görevine çıktığı için diğerlerinin dinlemede kaldığı bu bölüm, genelde kongreler tek listeli geçtiğinden kısa sürebiliyor; ama Eskişehir gibi 3-4 il daha kurulu epey meşgul etmiş görünüyor.
Bu illerde (Örneğin Nevşehir) milletvekilleri, belediye başkanları ve il başkanları birbirleriyle pek geçinemedikleri için birden fazla liste çıkıyor.
Bu tabloya üzüldüğü için Erdoğan da şöyle sitemler yapabiliyor:
"Burada sorun milletvekili arkadaşlarımızdan kaynaklanıyor. Ayıp ama. Biz arkadaşları buraya getirdik, onlar kendilerini yukarıda görüyor."
Şunu da belirteyim ki konuyu birçok eski bakana da sordum.
Hiçbir Bakanlar Kurulu’nda parti işi konuşulmadığını belirten eski bakanlar, "Parti işimiz varsa başkanlık divanı toplantısına giderdik" dediler.
AKP’nin Merkez Yürütme Kurulu toplantılarının da her pazartesi günü, Bakanlar Kurulu ardından toplandığını ayrıca anımsatalım.
Demek ki bu da Erdoğan’ın devlet yönetimine getirdiği yeni bir üslup.
NOT: Bir önceki yazımda DSİ Genel Müdürlüğü’nde bir daire başkanının eşiyle birlikte, bir müteahhitlik firmasının davetlisi olarak Suudi Arabistan’a gidip gitmeyeceğini sormuştum. Enerji Bakanlığı Dış İlişkiler Dairesi Başkanı Çiğdem Hatunoğlu, böyle bir görevlendirmenin olmadığını bildirdi. Teşekkür ederim.
Yazının Devamını Oku 1 Mayıs 2006
İKİ parti de mitinglere devam edince biz de bir DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ı, bir Anavatan Genel Başkanı Erkan Mumcu’yu izleme fırsatı buluyoruz. Cumartesi günü de dört ay önce Ağar’ı izlediğimiz Hatay’ın Emlakevleri Meydanı’nda bu kez de Mumcu’yu izleme fırsatı yakaladım.
Bu durum da beni, "Hangisi daha kalabalıktı" sorusuna muhatap etti.
DYP’nin mitingi biraz daha kalabalıktı; ama bence daha önemli bir şey var.
Seçim yok, ama hem bu iki parti meydanlara ciddi kalabalıklar topluyor, hem de DYP’nin diri olan örgütüne ilaveten Anavatan örgütünü de hareketleniyor.
BULUŞMA ÇOK ZOR
Bu noktada ben daha önce de dile getirdiğim görüşümü tekrarlıyorum.
İki partiyi, bir şekilde buluşturacak formülle, tablo daha da değişir.
Şu aşamada bunun çok zor olduğunun bilincindeyim; çünkü iki partinin yönetimi de kendileri için baraj sorunu görmüyor.
Oysa sorun sadece baraj değil, ikbal kuşkusu ile de ilgili.
Yöneticilerle tek tek konuşulduğunda birlikten yanalar; ancak "Birleşme olursa ben ne olurum" kaygısının bir kenara bırakılamadığı da gerçek.
Az mı; iki partinin otuza yakın genel başkan yardımcısı, 26 milletvekili var ve genel başkanların bu kadrolara verdiği sözler ortada duruyor.
Bu kaygılar kenara atılıp buluşma sağlansa, bir çekim merkezi yaratılacağı, iki parti dışındaki arayışların ortadan kalkabileceği de görülüyor.
Bu adımın atılmasının zorluğunu biliyorum; ama buna rağmen seçim yaklaştıkça, iki parti yönetiminin ayrı ayrı durmakta zorlanacağını düşünüyorum.
BELGE ORTADA
Hatay’a gidince ve aynı gün, haberlerimizle ilgili tekzip metni yayınlanınca Ali Dibo konusuna girmemek de mümkün olmadı.
Konunun çok konuşulur olduğunu hem meydanda hem de sokakta gördük.
AKP Grup Başkanvekili Sadullah Ergin, tekzipte, hangi AKP’liye ihale verileceğini gösteren káğıdın bir müsveddeden ibaret olduğunu tekrarlıyor.
Bu noktada tekzip kararını anlamak mümkün değil; çünkü Ergin’in "Yazı bana ait; ama o ihaleleri o kişiler almadı" dediği karalamanın, milletvekilliği göreviyle nasıl bağdaştırılabileceğini hala merak ediyorum.
Doğrudur; tüm haberlerimde ’Müsveddedeki’ ihalelerin Ergin’in adını ’karaladığı’ AKP’lilere verilmediğini yazdım; ama başka kamu kurumlarından bu isimlerden birinin 10, diğerinin 15 ihale alması soru işaretine neden olmuyor mu?
Öte yandan, o belge Ergin’in kamu ihaleleriyle ilgilendiğini kanıtlıyor.
Ergin, bürokrat ihale konusunu açtığında, "İhaleler beni ilgilendirmez, buyrun kapı!" demediyse, bunun başka bir izah tarzı olabilir mi?
Bu belgeye rağmen Ergin, tekzipte, "Tüm iddiaları çürüttüm" diyor.
Ancak, AKP’nin aynı ildeki bir milletvekili bile, "Yazılan iddialar fazla değil, eksik" diyebiliyorsa bu tekzibi anlamak mümkün mü?
Tekzipte Ergin’in, "Saydam, dürüst siyaset yaptığı" belirtiliyor.
Ben de "saydamlık" gereği, "Sayın Ergin, seçimlerden hemen önce alınan Karlısu’daki 14 dönüm, tapu kaydında zeytinlik görünen 1315 No’lu parselin AKP iktidar olduktan hemen sonra imara açılması; parsele yapılan 5 villanın aileniz ve AKP yöneticilerine ait olması tesadüf mü" diye sormak isterim.
Çünkü, AKP muhalif siyasilere bu uygulamayı hak görmüyor da!
Yazının Devamını Oku 27 Nisan 2006
PAZARTESİ günkü, Başbakanlık’tan dönen bürokrat kararnameleriyle ilgili "Dinçer’in de Veto Kriterleri Var" başlıklı yazıma hem Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’den hem de Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’den yanıt geldi. Mehmet Ali Şahin, Başbakanlık’tan dönen kararnamelerin önemli bölümünün, daha önce Cumhurbaşkanlığı’ndan dönenler olduğunu belirterek, "Buradaki amaç aynı kararnameleri Köşk’e ikinci kez göndermemek" dedi.
Devlet Personel Başkanlığı’ndan da sorumlu olan Şahin, CHP İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, "Bakanlıklarca Başbakanlığa gönderilen kaç kararname iade edildi?" sorusuna yanıt verirken bu ayrıntıya girmemişti.
Yazımız vesilesiyle konuya daha ayrıntılı bakma gereği duyduğunu söyleyen Şahin, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile kendi iade gerekçeleri arasında ciddi farklılıklar olduğunu da ortaya koydu.
SEZER’E TAŞ
Şahin, devlet memurlarının yer değiştirme ve görevde yükselme yönetmeliklerine uygun olmayan kararnamelerin de iade edildiğini anlattı.
"Ama bizim Başbakanlık’ta yaptığımız yerindelik denetimi değildir, uygunluk denetimidir" diye sözlerini sürdüren Şahin, Sezer’e taş atmadan duramadı.
Sezer’in Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak, "Cumhurbaşkanları yerindelik denetimi yapmamalı" görüşünü savunduğunu anımsatan Şahin şöyle devam etti:
"Bizimki Anayasa Mahkemesi kurallarına uygun. Sayın Cumhurbaşkanı’na sunulan isimler en az 10 yıldır kamuda çalışan isimler. Bunlar sokaktan bulunup getirilmiş, parti teşkilatımızdan seçilmiş isimler değil ki. İşime gelmedi; atamam, demiyoruz. Oysa Sayın Cumhurbaşkanı zaman zaman yerindelik ataması yapıyor."
Ömer Dinçer ise yazılı açıklamasında, objektif kriterlere göre davranıldığını; hiçbir kurum, grup veya kişi için kayırma yapılmadığını belirtti.
Şahin’e ilaveten önceki hükümet dönemindeki üst düzey bürokrat ataması (2 bin 896) ile AKP hükümetleri döneminde (2 bin 899) yapılanların hemen hemen eşit olduğunu; bu nedenle, yazımdaki Cumhurbaşkanı’na sunulmayanları da içeren rakamın (6 bin 650) gerçeği ifade etmediğini vurguladı.
Dinçer’in, kendisine karşı maksatlı davrandığım savını ise reddediyorum.
BİRKAÇ BÜROKRAT SORUSU
Bu konuya yeniden girmişken AKP dönemi bürokratları hakkında sık yazı yazan biri olarak birkaç bürokratla ilgili bazı yeni sorular aklıma geldi.
Birinci bürokrat DSİ’den; kontrollerle ilgili bir daire başkanı hakkında.
Bu bürokrat, devlet göreviyle ilgisi olmayan bir toplantıya katılma gerekçesiyle 15 Mayıs’ta, eşiyle birlikte Suudi Arabistan’a gidecek mi?
Masrafı bir büyük şirketçe karşılanan bu gezinin asıl amacı umre olmasın!
İkinci bürokrat ise BOTAŞ’ta proje direktörlüğünün başında.
Bu bürokratın altında kaç kişi çalıyor; kaçı hemşerisi, kaçı akrabası?
Bunların kaçı eğitim düzeyini daha yüksek gösterip yüksek maaş alıyor?
Bir de "Bunlar parti teşkilatımızdan değil" diyen Şahin’e anımsatma...
Aycell’deki görevi sırasında, Başbakanlık müfettişlerince "hizmet nedeniyle emniyeti suiistimalle" suçlanan; buna rağmen yakın zamanda bir kamu bankasının yönetimine atanan AKP İstanbul il eski yöneticisi olan kimse yok mu?
Yazının Devamını Oku 24 Nisan 2006
BÜROKRASİNİN yönetim kademelerine yapılan atamalar, AKP hükümeti ile Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer arasında sık sık tartışma yaratıyor. Sezer’in vetolarını, maksatlı gören hükümet üyeleri eleştirilerini, "Bir hükümet kendi kadrolarıyla çalışabilmeli" anlayışına dayandırıyor.
Ama gelin görün ki bürokrat kökenli CHP Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’e sorduğu sorulara aldığı yanıt, hem bir çelişkiyi hem de Sezer’e yapılan bir haksızlığı gün yüzüne çıkarıyor.
SEZER KADAR VETO
Önce, Başbakan olduktan iki ay sonra, önceki hükümeti, "57’nci Hükümet işbaşında kaldığı 2.5 yıl içinde 1698 üst düzey atama yapmıştır. Eşi benzeri görülmemiş kadrolaşma işte budur" diye suçlayan Tayyip Erdoğan döneminde, bürokratik kadrolara 6 bin 650 atama yapıldığını anımsatalım.
Bu kararnamelerden 3 bin 156’sı Sezer’in onayına gönderildi.
Cumhurbaşkanlığı’nın kayıtlarına göre, Erdoğan döneminde Sezer, bu kararnamelerden 391’ini imzalamayarak hükümete geri gönderdi.
Peki, Başbakanlık’tan veto edilen kararname sayısını merak eden Kılıçdaroğlu’a Şahin’in verdiği yanıt ne?
Sezer’den sadece ve sadece 10 eksik, 381 kararname.
Ankara’da Başbakanlık’ta, atamalara ilişkin denetimi Erdoğan adına Müsteşarı Ömer Dinçer’in kendisine bağlı bir ekiple yaptığını bilmeyen yok.
Yani, hükümet açısından bakıldığında Dinçer de Sezer kadar vetocu.
O zaman da Sezer’i eleştiren hükümet üyelerine, Dinçer’in veto kriterleri nedir sorusunu sormak gerekmez mi?
Veya kendi hükümetinizin bürokratı, kendi bakanınızın birlikte çalışmak istediğine onay vermezken, Sezer’i eleştirmek niye demek de mümkün.
KILIÇDAROĞLU’NDAN SUÇLAMA
Şahin’in yanıtından Dinçer’in atamasını veto etmediği tek kabine üyesinin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül olduğu anlaşılıyor.
Yanıta göre, Başbakanlık 2003’te 117, 2004’te 133, 2005’te 122, 2006’da da 5 kararnameyi bakanlıklara iade etti.
Bu noktada önerge sahibi bürokrat kökenli Kılıçdaroğlu’nun tabloyu analiz ederken söyledikleri hiç de yabana atılacak cinsten değil.
"Başbakanlık’ta eleyici bir grup var" diyen Kılıçdaroğlu şöyle devam etti:
"Benim bildiğim isimler var. Bunların kararnameleri gidip geri dönüyor. Özellikle de bazı bakanların kararnameleri... Kabul edilmeyen isimlerin yerine, dışarıdan tarikat bağlantılı insanlar da atanmak isteniyor."
Bir bakanın gönderdiği kararname ile ilgili olarak başka merkezlerin devreye girdiğini de ileri süren Kılıçdaroğlu, "Başbakanlık daha çok tarikat bağlantılı bürokratlardan referans alıyor" iddiasını da dile getirdi.
Kılıçdaroğlu’nun bir iddiası daha var:
"Bakan, birini bir göreve atamak istiyor. Ama Başbakanlık’tan Çankaya’ya gönderilen kararnamede bu isim daha pasif bir görev için öneriliyor. Bunu daha çok, bakanın ısrarcı olduğu durumlarda yapıyorlar."
Böyle bir durumda, hükümetin kendi bürokratı kendi bakanının atamasını veto ederken, Sezer’e bu hak niye fazla görülüyor ki?
Yazının Devamını Oku 20 Nisan 2006
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, kararlarında anketleri de esas alan bir lider. Erdoğan’ın Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve bazı AKP’lilerin karıştığı yolsuzluk iddialarıyla ilgili tasarruflarında da bu anlayışın izleri var.
AKP için anket yapan ANAR, son çalışmasına bu iki konuyu da aldı.
Bakın ankete katılanlar, "İddialar karşısında Unakıtan’ın savunmasını inandırıcı buldunuz mu?" sorusuna ne yanıtı verdi?
İnandırıcı değildi: Yüzde 51.5.
İnandırıcı oldu: Yüzde 48.5.
Anketteki bir diğer önemli sonuç ise AKP’ye oy verenler arasında Unakıtan’ı inandırıcı bulmayanların yüzde 20’de kalması.
Ankete bakılırsa yolsuzluk iddiaları AKP oylarını etkilemiş değil.
Benim ilgimi çeken bu sonuçlardı; ama başka bir merakı da gidereyim.
Ankete göre kararsız yüzde 33 dağıtılmadan barajı hálá 2 parti geçiyor.
BAZI İNANMAZLAR VAR
Erdoğan’ın, bu sonuçlardan nasıl bir yol haritası çıkaracağını göreceğiz.
Ancak şu kesin ki, AKP üyeleri bu iddialardan etkileniyor.
Bana anketi yorumlayan yetkilinin görüşü de bunu doğruluyor.
’Ali Dibo şirketi’ konusunda Hatay Milletvekili Fuat Geçen’in çıkışı ve önceki günkü AKP Grup toplantısı da aynı yönde işaret veriyor.
Abdullah Gül’ün yönettiği toplantıda Hatay’da yaşanan "Ali Dibo Şirketi" iddiaları konusunda bilgi veren parti müfettişi Fahrettin Poyraz her ne kadar, "Allah korkusu ve kul hakkı yememe duyarlılığı ile çok objektif davrandık" dese de bazı arkadaşlarını inandıramamış görünüyor.
Tek tek incelediği binlerce ihale arasında sadece, DYP Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan’ın kardeşine verilen dört ihalede usülsüzlük olduğunu söyleyen Poyraz’a, Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez, net yanıt isteğiyle şu soruları yöneltiyor:
Sadece haberlerde adı geçenlerin aldıklarını mı yoksa bütün ihaleleri mi incelediniz?
İlin tamamın-da kaç ihale yapıldı, maddi büyüklüğü ne kadardı?
Parasal ve sayısal bazda yüzde kaçını teşkilat yöneticilerimiz almış?
Bu ihaleler hangi usule göre yapılmış?
İl genel meclisi başkanımızın yakınlarının şirketlerinin kaç trilyonluk ihale aldığına ve bu ihalelerin ne şekilde yapıldığına baktınız mı?"
İYİ NİYETLİ BAKIŞ
Poyraz, bu soruları es geçince Çömez, "Sorularıma cevap vermediniz. Madem, Kamu İhale Kurumu’ndan bazı kötü niyetli kişiler bu bilgileri almış, diyorsunuz; o halde siz niye iyi niyetle bunları alıp gereğini yapmadınız?" deme gereği duyuyor.
Çömez’e ilaveten ben de Poyraz’a birçok soru yöneltebilirim; ama sadece bir tesadüfe dikkat çekebilirim.
Kapatılan Refah Partisi’nin kayıp trilyon davasında belki de imzası olmayan tek il başkanı şimdiki AKP Grup Başkanvekili Sadullah Ergin’di.
Ama imza sahibi iyi bir hukukçu olan Ergin, değil Mehmet Sözer’di.
Sözer, 8 ay cezaevinde yattı çıktı; sonra ticarette yükseldi.
AKP’nin iktidar olmasından sonra Ergin’in bu yakın arkadaşı, çeşitli kamu kuruluşlarından, art arda trilyon lirayı bulan ihaleler aldı.
Bu tesadüfte hukuksuz, yolsuz bir şey olmayabilir; ama ya siyasi kuşku?
Yazının Devamını Oku