20 Şubat 2006
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, partisinin Bursa ilçe kongrelerinde, muhalefetin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan hakkındaki gensoruyu hiçbir belge ortaya koymadan açtığını, bunun da gensoru kurumunu yıprattığını söyledi. Aynı Erdoğan, salı günü AKP grup toplantısında, Hatay'daki AKP yöneticilerinin kazandığı kamu ihaleleriyle ilgili yazılarım üzerine açılan görüşmede kirli işlerden yakınan vekilleri susturma yoluna gitti.
O toplantıda, daha önce, "Ya iş, ya ticaret", "Müteahhitlik yapmak isteyen başka yere gitsin" diyen Erdoğan, bu görüşten caydığını da ortaya koydu.
Bunun, teşkilatlardan kaynaklanan yeni yolsuzluk iddialarını gündeme getireceğini; bugüne kadar ticarete girmemiş AKP'lileri de 'son bir iki yılda bir şeyler yapma gayreti' içine sokabileceği sonucu yaratacağını söylemek kehanet olmaz.
İşte Hatay'dan sonra Eskişehir'de, AKP'li belediyelerin imar komisyonu başkan ve meclis üyelerinin kurduğu yapı denetim şirketlerini konuşuyoruz.
PARANTEZDEKİ UNAKITAN
Erdoğan'ın, iddiaların üstüne gitmeyen tutumunun AKP'yi yıpratacağı kesin; çünkü AKP, 'AK'lığını tescil ettirmekle övünen; eski partiler gibi olmayacağını söyleyerek oy almış bir partidir.
Bu nedenle Başbakan'ın Unakıtan için belge aramasını anlamak mümkün değil.
Çünkü, CHP Grup Başkanvekili Haluk Koç'un, "Bayan Unakıtan gümrükten defterdarlığa devredilen bir otomobili kullanırken kaza yaptı", "Oğul Abdullah Unakıtan Ofer'le görüşmek için defalarca İsrail'e gitti" iddiaları bile bir bakanı görevinden etmek için yeterli verilerdir.
Buna rağmen, herkes emin olsun ki, sırf Erdoğan arkasında durdu diye, AKP grubu Unakıtan'ın arkasında kale gibi sağlam kaldı.
Ancak, yine herkes emin olmalı ki bu kale, gönüllü inşa edilmedi.
En yetkili AKP'liler bile artık Unakıtan konusunda çok rahatsız.
Ortaya bir de 'parantezdeki Unakıtan' çıkınca rahatsızlık tavan yaptı.
Eğer Şükrü Kızılot'un ortaya çıkardığı, Maliye Bakanlığı tebliğinde oğul Unakıtan'ın piyasaya yeni çıkardığı likit yumurtaya, parantez içi vurgu ile yüzde 10'luk KDV indirimi getirilmesi gerçeği gensoru öncesinde bilinseydi AKP'de kayda değer bir kırılma yaşanırdı.
YÖNETMELİĞİN 37. MADDESİ
"Parantezdeki Unakıtan" vakası ardından AKP'de Grup İç Yönetmeliği'nin 37'nci maddesinin işletilmesi konuşulmaya başlandı.
Madde, partili bakanlar hakkında grupta gensoru açılmasına olanak veriyor.
Muhalif diye nitelenen AKP'li milletvekilleri bunu gündemlerine aldı da.
Bu isimlerin önde gelenlerinden Fuat Geçen ve Turhan Tüysüz ile konuştum.
Her ikisi de CHP'nin peşine takılarak kendi hükümetlerini yıpratma görüntüsü doğmasın diye gensoruya 'ret' dediklerini belirttiler.
Ardından da "Ama bizim ve partili milletvekillerimizin Unakıtan konusundaki kanaati, kamuoyundan farklı değil" dediler.
Bu nedenle grup içi gensoru yolunun denenmesi için harekete geçme kararında olduklarını; fakat 71 imzaya gerek duyulduğunu aktararak devam ettiler:
"Başbakan grubu serbest bıraksın, bu sayı hemen aşılır. Böylece, hem partimizi yaralayan, kamuoyunda ayyuka çıkan bazı iddiaların gereğini kendi içimizde yaparız, hem de özürlü kişilerin, 'Muhalefetin peşine takılmayın' bahanesini aşarız."
Yazının Devamını Oku 16 Şubat 2006
ANIMSANACAĞI üzere, bu köşeden AKP Grup Başkanvekili ve Hatay Milletvekili Sadullah Ergin’in, bir bürokrata partili arkadaşlarına ihale verilmesi yönündeki niyetini gösteren el yazılı belgesini aktardım. Ardından, bürokrat Yaşar Artar’ın açıklamalarını okudunuz.
Son olarak da AKP’li bazı yerel yöneticilerin Hatay’da eş, dost şirketi anlamına gelen ’Ali Dibo Şirketi’ kurduğu yönündeki haberi yaptım. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, ANAVATAN Genel Başkanı Erkan Mumcu ve DYP Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan da konuyu Meclis gündemine taşıdılar. Konu salı günkü AKP grup toplantısının ana gündemini oluşturdu. Yolsuzluk konusu AKP Grubu’nda ilk kez bu kadar detaylı ele alındı. Sinop Milletvekili Cahit Can, AKP teşkilatlarının mafyalaşmasından söz ederken, Hatay Milletvekili Fuat Geçen, benim yazdıklarımı doğruladı. Eski Diyanet İşleri Başkanı sıfatını da taşıyan Tayyar Altıkulaç bile teşkilatlarda ihale dağıtıldığı yönünde bilgiler aldığını açıkladı.
MÜSVEDDE SAVUNMASI
AKP Grubu’ndaki çıkışlara rağmen, il başkanlarına, "Müteahhitlik yapanlar başka yere gitsin" diyen Başbakan Tayyip Erdoğan, dile getirdikleri yakınmaların üstüne gitmektense milletvekillerini susturmayı yeğledi.
Erdoğan’ın bu tutumu, bizdeki bilgilerle kendisine verilen bilgiler arasında farklılık olduğu yönünde de yorumlanabilir. Eğer bu doğruysa; bu noktada şunları anımsatmakta yarar var. Sadullah Ergin, ilk yazım üzerine beni aradığında, doğruluğuna emin olduğum el yazılı belge için, "O bürokrat düzmece işler yapar" dedi. El yazısının kendisine aitliğinden emin olmama rağmen etik anlayışım gereği, sonraki yazımda Ergin’in bu sözlerine yine de yer verdim.
Sonuçta yazının kendisine ait olduğunu itiraf etmek durumunda kalan Ergin bu kez, "Bunda ne var, o bir müsvedde, ihaleler de yapılmadı" dedi.
Oysa Ergin’in, bürokratı telefonla partisinin ilçe merkezine çağırması (Ergin’in Ankara’da görüştüm demesi de doğru değil), ihalelerin kimlere verileceğini kayda geçirmesi, bazı ihalelerdeki kár payını bile hesaplayıp belgeye yazması hiç de olağan bir siyasi tutum değil.
En azından "müsveddenin" neden bürokrata verildiğini sormak gerekiyor. Ancak, bu soruyu sorması gereken isimlerin ilk sırasında yer alan Erdoğan’ın, AKP Grubu’nda Ergin’i, "Bizi tatmin etti, bir de size anlatsın" sözleriyle kürsüye çağırması, bu yöndeki umutları yok ediyor.
BAŞKAN’IN ORTAKLIĞI
"Ali Dibo Şirketi" haberim üzerine AKP Hatay İl Başkanı İsmail Kimyeci, Antalya Devlet Hastanesi ek binasının kendisine ait olmadığını kanıtlayan kira sözleşmesini de içeren bir açıklama gönderdi.
Haberimdeki uzun listede adı geçenlerden Selim Çiçek’in müteahhitlik; Ahmet Kanlı’nın kırtasiye işleri yapmadığını; Serdar Toprak’ın hiçbir kamu kurumuna tüp satmadığını ifade eden Kimyeci, şu noktanın altını çiziyor:
"Sevilen ve sayılan kişilerden oluşan teşkilat içinde dürüstlük ilkesine uymayanlarla ilgili işlemi önce biz yaparız."
Kimyeci’nin belirttiği yanlışlara bir sonraki yazımda değineceğim.
Ancak ben şimdilik; binayı kat karşılığı inşa edip bitiren Bilgü A.Ş’nin, kira sözleşmesindeki kişi ile Kimyeci’ye ait olduğunu; bina tamamlanınca Kimyeci’nin bürosunu buraya taşıdığını; ortaklık 7 Temmuz 2003 günü sona erince, mal paylaşımı nedeniyle büronun binadan taşındığını açıklamakla yetinmek istiyorum.
Yazının Devamını Oku 13 Şubat 2006
AKP’li bakan ve akrabaları, milletvekilleri, teşkilat yöneticileri ve AKP dönemi bürokratlarıyla ilgili bazı yolsuzluk iddiaları gündemden düşmüyor. Başbakan Tayyip Erdoğan da il başkanlarına, "Bazı teşkilatlardan burnumuza pis kokular geliyor. Duyumu olan bilgisini, belgesini bana ulaştırsın. Yönetime girip ihale isteyenlerin partimizde işi olamaz. Gitsinler müteahhitliklerini başka yerde yapsınlar" diyerek hassasiyetini ortaya koymuştu.
Söylemine baktığımızda, günlerdir gündeme getirilen bazı konularla ilgili olarak Erdoğan’ın harekete geçeceğini öngörebiliriz.
Bu bir yana; ben bugün, akçalı konulara yaklaşımı örnek kabul edilen AKP’nin iki numaralı ismi Abdullah Gül’ün bu konulardaki sessizliğini tahlil etmeye, bunun nedenlerini açıklamaya çalışacağım.
MİLLETVEKİLİ OLDUĞU SÜRECE
Son 20 gün içinde Gül’ü üç ayrı platformda yakından izleme olanağı buldum.
Kayseri Sanayi ve Ticaret Odası vergi ödül törenini birlikte izlediğim Gül, hálá o gün katıldığı açılış ve temel atma törenlerinin mutluluğunu üzerinden atmamış, "Gerçek gündemimiz bunlar olmalı" diyen bir devlet adamıydı.
Aynı törende, vergi politikasını eleştirdi diye Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın hedef yaptığı TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun gönlünü alma görevini üstlendiğinde hükümetteki konumunun sorumluluğu içindeydi.
Aynı Abdullah Gül, Ankara’da Unakıtan etrafında yapılan tartışmalarla ilgili tüm ısrarlı sorularıma karşın konuya girmekten kaçınırken, partisine bağlılığını ortaya koyan bir siyasiydi.
Peki bu üç maddede özetlemeye çalıştığım bir portreye sahip Gül’ün, yaşanan bu gelişmelere sessiz kaldığını söylemek mümkün mü?
Soruya kendi adıma, ’Hayır’ yanıtı veriyorum.
Çünkü, kendisine yakın milletvekilleri ile teşkilattaki siyasi arkadaşlarının Gül’e, etkili bazı AKP’li isimlerin akrabaları etrafında dolaşan söylentileri ve teşkilatlarda yaşanan bazı olumsuzluklar da dahil bazı bilgi ve dosya sunduklarından eminim.
Çünkü, kendisine 2B olarak bilinen arsalardan alması önerildiğinde, "Milletvekili olduğum sürece bu tür şeyler yapmam" diyen bir Gül’ü konuşuyoruz.
Çünkü, söz konusu olan AKP kurulurken, Başbakan Erdoğan’la birlikte çekinmeden, "Mal varlıklarımız şeffaf olsun" önerisi yapan bir siyasi.
Bu anlayıştaki Gül’ün, bakan olduktan sonra tanınır hale gelen bir soyadın marka yapılıp tezgahlara dizilmesine olumlu bakmasını kimse düşünemez.
GEREKLİ ZEMİNLERDE
Kanımca Gül, yolsuzluk, usulsüzlük iddialarının partisini yıprattığını görüyor; ama bunları kamuoyu önünde konuşmayı partisi adına doğru bulmuyor.
Bu konuda kimsenin kendisini ’gaza’ getiremeyeceği de kesin.
Buna karşın, partisinin ilgili ve yetkili kurullarında kendisine iletilen duyumları, raporları gündeme getirdiğinden de şüphe duyulmamalı.
Gül’ün bu yönteminin sonuç vermediğini düşünmek de yanıltıcı olur.
Sorun, Başbakan Erdoğan’ın yönetim üslubundan kaynaklanıyor.
Dış baskı ile karar aldığı görüntüsü vermekten çekinen Erdoğan, iç baskıları hiç dikkate almayacak bir siyasi gibi de görülemez.
Bu çerçevede Erdoğan’ın, bir zamanlama hesabı içinde olduğu söylenebilir.
Ancak, her geçen günün iktidar aleyhine işlediği de ortada.
Yazının Devamını Oku 9 Şubat 2006
BAKANLAR Kurulu’nda zaman zaman ilginç tartışmalar yaşanır. Ancak bir önceki toplantıda, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun ile Maliye Bakanı Kemal Unakıtan arasındaki tartışma yeni bir boyuta işaret ediyor.
Unakıtan ve Coşkun, kabinede "Abi" diye hitap edilen iki üye.
"Kemal Abi", Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hitabından; "Ali Abi" ise yaştan, şakacı kimlikten ve sözünü sakınmayan tutumdan kaynaklanıyor.
Kabinedeki iki "Abi", iktidarın açık muhalefetine karşın Derviş Günday’ın yeniden başkan seçildiği Türkiye Esnaf ve Sanatkárlar Konfederasyonu (TESK) genel kurulundan sonraki ilk toplantıda karşı karşıya geldi.
O genel kurulu terk eden Coşkun’un Derviş Günday’a kızdığı sanılmıştı.
Oysa aktaracağım tartışmaya bakılırsa tek neden Günday değil gibi.
YETKİLER DEVLETE
"Ali Abi", toplantının gündem dışı bölümünde, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu’nda AKP döneminde yapılan değişiklikleri eleştiriyor.
Değişikliklerin sahibi "Kemal Abi" olduğundan onu hedef alıyor:
"Değişikliklerle özerk kurumları, KİT’leri, bazı sivil kurumları kendinize bağlı hale getirdiniz. Aldığınız yetkiyle bu kurumlara karışıyorsunuz. Ne özerklik kaldı, ne bağımsızlık. Bu kurumların iş yapması da engelleniyor."
"Kemal Abi", ara sıra devreye girip "Bunu mali disiplin için yapıyoruz" dese de "Ali Abi" geri adım atmıyor:
"Hani biz yetkileri kendimizde toplamayıp dağıtacak, devleti büyütmeyip küçültecektik. Yaptığınız devletleştirme. Ülke komünist ülke gibi oluyor."
Başbakan Erdoğan, bu son vuruş üzerine bir ölçüde rahatsız olsa da küçük müdahalelerle bazen "Kemal Abi"yi, bazen "Ali Abi"yi destekler tutum alıyor.
Buna rağmen "Ali Abi" şu ilginç çıkışı yapmaktan da çekinmiyor:
"Sonra gidip bu kuruluşların genel kurullarına müdahil oluyoruz. Yok Futbol Federasyonu, yok TESK... Alınan sonuç da ortada."
Son dönemde bazı bakanların farklı açıklamalarına tanık oluyoruz.
Belki de bu nedenle Başbakan Erdoğan, pazartesi günkü toplantıda bakanlarını konuşmaları konusunda uyarma gereği duydu.
Ama yine de önümüzdeki günlerin neler getireceğini merak etmeli.
DUYUMUM HATAY İLE İLGİLİYDİ
DYP Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan, geçen perşembe günkü "Benim de Bir Duyumum Var" başlıklı yazımı, önceki gün TBMM Genel Kurulu’na taşıdı.
Yazımda konuyu bildiğini belirttiğim muhalefet milletvekili olan Eraslan, "İhalelerin kime verileceğini el yazısıyla bildiren AKP milletvekili benim ilimden" diyerek bu milletvekilini açıklama yapmaya davet etti.
Eraslan, bende de bulunan el yazılı belgeyi kürsüden gösterdi.
Tartışma nereye varır bilemem; ama el yazısının kendisine ait olduğu belirtilen AKP milletvekili beni arayıp, Y.A. adlı bürokratın düzmece işler yaptığını, geçirdiği soruşturmalar sonucu görev değişikliğine tabi tutulduğunu anlatarak belgeler de gönderdi.
Belgelere göre Y.A., taciz dahil birçok suçlama ve önceki müdürlerle ilgili mahkeme kararları sonucu yer değiştirmek zorunda kalmış.
Yazının Devamını Oku 6 Şubat 2006
SAĞDA AKP'ye alternatif arayışının konuşulduğu her zeminde en çok Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu adı geçiyor. Cuma günü Hisarcıklıoğlu ile Ankara'dan, memleketi Kayseri'ye kadar süren bir yolculuk yaptığım için kendisiyle bu konuyu konuşma fırsatı buldum.
"Hisarcıklıoğlu, siyasete atılmayı hem düşünmüyor hem de zemini buna uygun bulmuyor" diyebilirim.
Hatta, bu konuda neden inandırıcı olamadığına da şaşırıyor.
TOBB BAŞKANLIĞINDAN MEMNUN
"Yeniden söylüyorum; dönemi sonuna kadar TOBB başkanıyım; siyasette yokum" dediğinde bile ben, "Bu iddiayı yazmayı riskli bulurum" yanıtı verdim.
Bunun üzerine Hisarcıklıoğlu, bir kez daha kestirip attı:
"Niye anlatamıyorum? Son kararım. TOBB başkanı olarak da ülkeme iyi hizmet ettiğime inanıyorum. Bu koltukta oturduğum sürece siyaset yok."
Doğrusu, kapalı kapılar ardında Kırşehirli işadamlarına ekonomiyi bir öğretmen edasıyla, pozitif ve negatif yönleriyle anlatırken oldukça mutluydu.
Sanayiciyi yatırım yapması, ödediği verginin hesabını sorması için "gaza getirmeye" çalışırken de, yolsuzluk çarkında işadamının rolü konusunda özeleştiri yaparken de TOBB başkanı olmanın keyfini çıkarıyordu.
Hisarcıklıoğlu'na, "Hükümeti sadece övüyor" eleştirilerini anımsatıyorum.
Bunu haksız buluyor; çünkü hem nalına, hem mıhına vurduğu kanısında.
Bunu Kayseri Ticaret Odası ödül törenindeki konuşmasında da gösteriyor.
Hem de karşısında işadamlarının yanı sıra Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ olduğu halde.
UNAKITAN'IN BOŞA ÇIKAN YUMRUKLARI
Ekonomideki olumlu göstergeleri sayan Hisarcıklıoğlu, sıra hükümetin vergi politikasına geldiğinde, ringde sürekli yumruk yediği halde, antrenörü tarafından övülen boksörün, "Bu kadar iyiysem, beni yere yapıştıran yumrukları kim atıyor?" diye sorduğunu anımsattı.
Ardından da, "Türk işadamlarının durumu da bu boksörünki gibi" dedi.
Ama, Unakıtan çok alınmış olmalı ki, kürsüye çıkınca verdi veriştirdi.
Bunun üzerine, benimle Gül'ün arasında oturan Hisarcıklıoğlu, bana dönerek, "Çok mu sert eleştirdim ki?" diye sordu.
Hisarcıklıoğlu'nun sorusuna yanıt, soruyu duymadığı halde kürsüye çıktığında, "Eleştirileri hükümet adına kabul ediyorum; çünkü yapıcı eleştirilerdi" diyen Gül'den geldi.
Bu kez de Unakıtan, "Demek ki ben çok eleştirdim; beni düzeltiyor" deyince ben de, "Rıfat Bey'e epey yumruk salladınız; ama boy farkı kendisini korudu. Gündüz de Deniz Baykal'ı yumruklamışsınız. O da uzun boylu. Siz bugün hep uzun boyluları yumrukluyorsunuz" esprisini yaptım.
Sözlerimi soğuk gülümsemeyle karşılayan Unakıtan o gün, Baykal'a yönelik olduğu anlaşılabilecek şekilde, ’Ulan oğlum’lu bir konuşma yapmıştı.
Unakıtan'ın Hisarcıklıoğlu'na attığı yumrukları Gül boşa çıkardı.
Yarın AKP grup toplantısı var; orada da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Unakıtan'ın Baykal'a attığı yumrukları yumuşatma yoluna giderse şaşırmayalım.
Çünkü, kendisini eleştirenlere sık sık, "Edepli, adaplı olun" uyarısı yapan Erdoğan'dan beklenen, "Ana muhalefet liderine hitap ederken de edepli, adaplı olun" demesidir.
Yazının Devamını Oku 2 Şubat 2006
YOLSUZLUK söylentilerinden rahatsız olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, geçen pazar günü topladığı AKP il başkanlarını şöyle uyardı:<br><br>"Bazı teşkilatlardan burnumuza pis kokular geliyor. Bu işlere bulaşanları ayıklayın. Böyle bir duyum alan bilgisiyle, belgesiyle bana ulaştırsın." Hassasiyeti bununla sınırlı kalmayan Erdoğan, devam etti:
"Yönetime girip ihale isteyenlerin partimizde işi olamaz. Gitsinler müteahhitliklerini başka yerde yapsınlar. Bu kişilere zerre kadar tolerans yok."
Ben de bu söylemden güç alarak bir duyumumu aktarmak istiyorum.
BÜROKRASİYLE İÇ İÇELİK
Gerçekte duyumumun yanında elimde bir de belgem var.
Belgedeki olay, güneydeki sınır illerimizden birinde geçiyor.
İlin bir milletvekili, partiye yakın diye Y.A.'nın ildeki bir ilçenin devlet hastanesi müdürlüğüne atanmasına referans veriyor.
Y.A., bir süre sonra aynı referansla il merkezinde doğumevi müdürü oluyor.
Neden bilinmez; atamadan sonra Y.A., büyük harflerle yazılmış, "... doğumevi onarım işleri" başlıklı bilgisayar çıktısıyla vekilin yanına geliyor.
Yazıda alt başlıklar da, "çatının yaptırılması", "jeneratörün yenilenmesi", "kireç giderici ve hidrofor sisteminin yenilenmesi", "ikinci ve zemin katın ve hastane girişinin tüm kapı, pencere, duvar ve tavanlarının yenilenmesi", "mutfak havalandırma sisteminin tamiratı" diye sıralanmış.
Alt başlıkların karşısında ise elle yazılmış isimler var.
(Sadece baş harflerini yazıyorum) Birinci madde karşısında M.B., ikincide "40-50 milyar", üçüncüde A. ve M., dördüncüde de M.İ. adları görünüyor.
Bendeki bilgiye göre bu kişilerden M.B., milletvekilinin ikinci derece akrabası ve AKP il disiplin kurulu üyesi, kardeşi ise ilçe yönetim kurulu üyesi; A. ve M.'den 'M.' AKP il genel meclisi üyesi, 'A.' da kardeşi; M.İ. ise AKP il yönetim kurulu yedek üyesi.
Bir süre sonra bu ihaleler gerçekleşiyor; ancak ihalelerin maddelerin karşısında adları yazılı AKP'lilere değil başkalarına verildiği ortaya çıkıyor.
İHALE OLMADI TAYİN ÇIKTI
Bunun üzerine Y.A.'yı çağıran milletvekili, hesap soruyor.
Milletvekili, Y.A.'nın başka hesap içinde olduğunu düşünüyor.
Tesadüf bu ki bir süre sonra Y.A., aynı ilin küçük bir ilçesindeki devlet hastanesine vekil müdür olarak atanıyor.
Y.A. da soluğu biri muhalefetten, biri AKP'den iki vekilin yanında alıyor.
"Falanca milletvekili, benden ihale listesi istedi; kimlerin alacağını da el yazısıyla karşılarına yazdı" deyip elindeki belgeyi de teslim ediyor.
Öbür milletvekiline de, "Ben şu isimlere gittim" haberini gönderiyor. Yine ilginçtir ki bu aşamadan sonra Y.A.'nın vekáleti asalete çevriliyor.
Bu arada diğer milletvekilleri hem durumu araştırıyor, hem de iddiaya konu edilen arkadaşlarıyla görüşüyor ve belge konusunda ikna oluyorlar.
Milletvekili bu işten çıkar elde etmediğini, parti teşkilatına yardımcı olmak istediğini belirtip, "Zaten gerçekleşen bir ihale de yok" diyor.
İhale gerçekleşmemiş tamam; ama ortada AKP milletvekilleri ile teşkilatının bürokrasiyle nasıl iç içe geçtiğini gösteren bir tablo var.
Başbakan bu konuya küçük bir ilgi gösterirse eminim, bu örnekten dahi çok olumlu sonuçlar çıkarılabilir.
Yazının Devamını Oku 30 Ocak 2006
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan'ın salı günü AKP grup toplantısının basına kapalı bölümünde yaptığı konuşmanın kamuoyuna henüz yansımayan bir bölümü var. Erdoğan'ın aktaracağım sözleri, kendisinin ve AKP'nin, hep eleştire geldikleri eski siyaset anlayışına döndüklerinin ipuçlarını veriyor.
Üstelik, burada Süleyman Demirel örnek alınıyor; ama kötü kopya çekiliyor.
Kamuoyu önünde yıprandıkları her geçen gün daha fazla ortaya çıkan arkadaşlarını korumak için görevden alma mekanizmasını çalıştırmaması bir kenara, Erdoğan'ın aktaracağım sözleri sanki, Türk usulü yeni bir siyasi intihar süreci başladığı izlenimi yaratıyor.
SİYASET DUAYENİ BÖYLE OLDULAR
Erdoğan'ın konuşmasına gelelim.
Başbakan, grupta hükümetin Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) seçimlerine müdahale ettikleri gerekçesiyle eleştirilmelerine atıfla, "Soruyorlar; etki ettiniz mi? Neden etmeyecektik ki? Müdahale değil, bize yakın isimlerin göreve gelmesi için yapılan bir çalışma var, ortada" diyor.
Erdoğan, yanlış yapmadıklarını kanıtlayan sözlerle devam ediyor:
"Geçmişte bazı siyasetçiler ülkeyi böyle yönetmedi mi? Biz niye yapmayacağız ki? Yapacağız! İşte önümüzde Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu (TESK) seçimleri de var. Genel Başkan Yardımcısı arkadaşlarıma talimat verdim. Kanunların elverdiği oranda, bu seçimlerle ilgilenelim, elimizden gelini yapalım, dedim."
Erdoğan, şu sözlerle de isim vermeden Demirel'i örnek aldığını gösteriyor:
"Türkiye'yi yıllarca Sivil Toplum Örgütleri (STÖ) eliyle yönettiler. Bazıları siyaset duayenliklerini bu yolla sağladılar. Geçmişte bu yapılanları unutanların, bugün çıkıp bizi eleştirmeye hakları yok."
Erdoğan istedi; iktidar müdahale etti de ne oldu?
Demirel'in kötü kopyası dedim; çünkü Demirel, doğrudan görüş belirtmez, "Kime oy verelim?" diyenlere, "Gidin falancaya sorun" derdi, bir.
İki, yarın bu örgütlerde oluşacak bir anlaşmazlığa hakem olması gereken konumdaki bir başbakanın böyle konuştuğuna ilk kez tanık oluyoruz.
Üç, bütün etkilere rağmen son iki ayda, geniş kesimleri ilgilendiren Fiskobirlik, TFF ve TESK seçimlerini muhalif gruplar kazandı.
Eğer AKP kadroları kimin kazanacağını önceden göremediyse ayrı bir sorun; ama bile bile etki etme kararı alınıyorsa buna siyasal intihar denmez mi?
Tabii, "Bütün gücü kendi etrafında toplama çabası da" denebilir.
BAKAN GÜLER BU KEZ İYİ GÖRDÜ
Doğalgaz konusunda, şimdiki bakan Hilmi Güler'in bazı uygulamalarının, halen Yüce Divan'da yargılanmakta olunan Enerji ve Tabii Kaynaklar eski bakanları Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan'ın suçlandığı konularla aynı olduğunu bu köşeden, belgeleri ile birkaç kez yazdım.
Bilindiği gibi geçen hafta, yeterli gaz gelmediği gerekçesiyle bazı büyük sanayi kuruluşlarına verilen doğalgaz kesildi.
İlginçtir; Ersümer'e yöneltilen suçlardan biri de 1999-2000 kışında yapılan aynı tür kesintiler nedeniyle ülkeyi 127 milyon dolar zarara uğratmak.
Ancak, Bakan Güler bu kez olayı gördü ve akıllıca bir açıklama yaparak, "Gaz kesintisi yanlış anlamadan oldu" dedi.
Yazının Devamını Oku 26 Ocak 2006
BAŞBAKAN Recep Tayip Erdoğan, salı günü AKP Grubu’nda Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’a sitem ederken, "Koalisyon bakanı gibisiniz" demesi dikkatimi çekti. İlginçtir, ben bu sözü son bir hafta başka AKP’lilerden de duydum.
Herkesin uzun zamandır gördüğünü anlaşılan Başbakan da fark etti.
Aynı Erdoğan, Unakıtan’ı fırçalamadan önce de, "Kabinenin zencisiyim; ama skorer oyuncu olduğumdan sürekli takımdayım" diyen Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’le konuştu.
Erdoğan’ın, geçen hafta, "Kimse farklı hesap yapmasın, bir dönem daha iktidarız" demektense, "Türkiye koalisyon kültürüne alışık değil" diyerek bir korku kuşkusunu dile getirdiğini de anımsatalım.
CHP’NİN SİNE-İ MİLLET SIKINTISI
Bence Başbakan, daha fazla seyirci kalması halinde, siyasette de bir Haluk Ulusoy’un çıkıp güvenilir kaleyi alabileceğini görmekte.
Çünkü, bugüne kadar CHP’nin bir çıkmazına güvenen Erdoğan, o çıkmazın aşılabileceğini de görmüş olabilir.
Sözünü ettiğimiz çıkmaz, 1999’da CHP’nin, 2002’de de MHP’nin seçime giren partiler olarak Meclis dışında kalmış olmaları.
Bu durum, CHP’nin yoğurdu üfleyerek yemesine neden olurken, seçimi getirecek en büyük kozu olan sine-i millete dönüşünü de engelliyor.
Ancak, CHP’nin kendi ilkelerine zıt bir ismi Çankaya Köşkü’ne gönderecek sürece direnmemesi de başka bir çıkmazını oluşturuyor.
Buradan çıkış AKP’nin, CHP’nin desteğini alan demiyorum; ama hiç değilse CHP’nin tepkisini çekmeyecek bir cumhurbaşkanı adayı çıkarmasıdır.
Yoksa Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan ve Başbakan yardımcılarının oluşturduğu tepe kadroların tamamında eşleri türbanlı siyasiler oturacak.
Bu tablo AKP’nin, "Türkiye ortalamasıyız" iddiasıyla paralellik göstermez.
O zaman da türban sorunu daha keskin biçimiyle seçim meydanlarına taşınır.
AKP, bundan kazançlı çıkabileceğini; en azından, bu keskinliğin Meclis’e yeniden iki parti (AKP ve CHP) sokabileceğini düşünüyor olabilir.
MECLİS DIŞI GELİŞMELER
Ama, 2006’da CHP’yi rahatlatacak gelişmeler yaşanabilir.
Burada belirleyici olan da Meclis dışı hareketliliktir.
Bununla askerleri ima ettiğim hiç düşünülmesin; o devir kapandı.
Unutmamak gerekir ki, sokağa çıkabilecek gücü olan MHP, hálá uykuda.
Kapısı da hálá milletvekili transferine sıkı sıkıya kapalı.
Zaten meydanlarda olan DYP, 2006’da tempoyu daha da artırma amacında.
ANAVATAN cenahında da yakın zamanda yeni hareketlilikler yaşanacak gibi.
Partiler bir kenara, belki de daha önemlisi sivil toplum örgütlerinin 2006 içinde hareketlilik içine girmesi çok mümkün.
Bu tablo gerçekleştiğinde, şimdiden seçim kampanyasını başlatan, iki yıllık kampanyaya da hazır olan CHP’nin önüne 1999’dan farklı bir durum çıkar.
CHP, bu kez AKP’yi, cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde sandığa götürebilmek için "kamuoyu baskısı" ile sine-i millete dönüş kozunu kullanabilir.
Buradan kamuoyunu etrafında toplama becerisiyle de çıkabilir.
Oysa, CHP’nin bugün böyle bir düşüncesi olmadığı kesin.
İşte o nedenle, belirleyici olacak tutum AKP’nindir.
Yazının Devamını Oku