KIZILAY’ın Pakistan’da deprem yaralarını sarma çabalarını; orada Türkiye adına görev yapan Kızılay mensuplarının başarılarının efsane haline gelmeye başladığını bir kez daha gördük.
Bu tespiti yapan sadece biz gazeteciler değiliz.
Büyük yıkım yaşanan Muzafferabad’ın komutanı Orgeneral İftikar, Kızılay’ın yaptıklarını anlatacak sözcük bulamadığını söylerken, Belediye Başkanı Zahid Amin ise gözleri dolduğu için konuşmasına başlamakta güçlük çekti.
Amin, "Halkımız adına söylüyorum; size sevgimizi anlatacak kelime bulamıyoruz.Çünkü bizden de iyi çalıştınız" dedi ve şöyle devam etti:
"Burada altı hafta sonra belediye seçimi var; emin olun buradaki bir Kızılaycı arkadaşınız adaylığını koysun kesin kazanır."
Pakistan Kızılayı Operasyon Başkanı İlyas Khan’ın sözleri de aynıydı.
İKİYE BÖLÜNMÜŞ BİSKÜVİLER
Ben de köşemi bugün, orada gönülden hizmet yapan tüm Kızılaycıları temsilen iki isme ayırıyorum.
İlk isim, Orgeneral İftikar’ın gözleri dolarak, "Gece yarısı ofisime geldi. Çok yorgundu. Büyük bir sorun çıktığını düşündüm. Ama, bin kilometre yol yaptığı halde çelik evlerin konacağı bir alan bulamamış. Bunun üzüntüsünü yaşıyordu" diye söz ettiği Kızılay Muzafferabad sorumlusu Banu Üçüncüoğlu:
"Burada olanlar katlanılacak gibi değil. Bu nedenle ilk geldiğimde çok ağladım.Sonra ben ağlayınca bu insanların üzüldüğünü fark ettim. Şimdi içime atıyorum. Ama burada bir alışkanlık var. Size şükranlarını ellerinizi gözlerine bastırarak gösteriyorlar. Buna dayanmakta zorluk çekiyorum. Bu insanlar çok çaresiz, yaptığınız en küçük şey bile onlar için büyük anlam içeriyor.
Bir dağ köyüne gittik. Oraya ulaşmak için önce 1.5 kilometre yokuş indik, sonra nehri geçip, yüzde 70 eğimli bir tepeyi tırmandık. Tepeye vardığımızda dağın arka bölümünün kopup gittiğini, köyün neredeyse yok olduğunu gördük.
Köyün başkanının evine ulaştık; ev dediğiniz, yıkılmış evlerin kapılarının çatı yapıldığı dört duvar. Yardım getirdiğimizi, taşımamıza yardımcı olmalarını söyledik. Oraya daha önce kimse gitmemiş; inanmadılar. Geri döneceğimizi düşünerek önümüzü kestiler, içeri davet ettiler. Bize çay yaptılar. Bir de bisküvi getirdiler. Üç-beş bisküvi; ama çok görünsün diye hepsi ikiye bölünmüştü. İşte o bisküviler gözümün önünden hiç gitmiyor."
GERİDE HASTALARINI BIRAKTI
Hemşire Figen Çelik’i ilk Kızılay hastane çadırının önünde gördüm.
Sözlerini dinleyince üzgün, yorgun yüzünün nedeni de ortaya çıkıyordu:
"Fiziki hiçbir yorgunluğum yok; ama gördüklerim karşında başka türlü olamam. Burada güzel anılarım yok; hep kötü, hep acı. Ama insana yardımın ne olduğunun en güzel anlamını burada yaşıyorsun. İlk günler, gelen yaralılarla bazen 1.5 saat ilgileniyorduk. Çünkü çok fazla yara bere var. Bu seni hem çok üzüyor, hem de tedavi ettiğin için çok sevindiriyor. Bazen yaşlı anneler, ellerime sarılıp öpmek istiyor. Hayatımın en zor anları, bunu önlemek için geçirdiğim o birkaç saniyeler oldu."
Figen Hemşire’yi ikinci kez İslamabad Havaalanı’nda gördüm.
Dört ay sonra bizimle beraber Türkiye’ye dönüyordu.
Yine üzgündü, "Türkiye’ye döneceğine sevinmiyor musun?" dedim.
İçten gelen bir sesle, "Geride hastalarımı bıraktım" yanıtını verdi.
Yüzünü öbür yana çevirdi; biliyordu, bu kış orada daha çok bebe ölmüştü; yeterince yardım gitmedikçe kim bilir kaç çocuk daha ölecekti.