17 Nisan 2006
TBMM dün kapalıydı; ama dört gazeteci arkadaşımla; Hülya Karabağlı (Sabah), Emine Kaplan (Cumhuriyet), Abdullah Karakuş (Milliyet), Orhan Ceyhan (Birgün) ile birlikte bir milletvekilinin daveti üzerine onun küçük odasında toplandık. Dikkatinizi çekiyorum; davet sahibi CHP’li değil, AKP’li bir isim.
Bu isim, bizim gündeme taşıdığımız "Ali Dibo Şirketi"nin konu edildiği Hatay’ın AKP’li Milletvekili Fuat Geçen’di ve "yazılmak kaydıyla" konuşuyordu.
Doğrusu Geçen bizi hayrete de düşürdü; çünkü, bu haberlere konu edilen AKP Grup Başkanvekili ve Hatay Milletvekili Sadullah Ergin’in halen mahkeme aşamasında olan, haberlerimizle ilgili tekzip talebine yanıt verir gibiydi.
Konuyu 1.5 aydır Hatay’daki parti yöneticilerinden başlayarak, genel merkez üst yönetimine kadar uzayan her kademe ile konuştuğunu söyleyen Geçen, bizimle görüşmesine de bu sürecin sonunda karar vermişti.
İDDİALARA SESSİZ KALAMAM
Geçen, sözlerine, "Yolsuzlukla mücadeleyi öne çıkararak iktidar olan bir partinin mensubuyum. Bu ağır iddialara sessiz kalamam" diyerek başladı.
20 yıl İçişleri Bakanlığı Müfettişliği yapmış biri olan Geçen, nefesleri tutacak bir iddia ile karşı karşıya olduklarını belirtti.
"Oysa, Sadullah Ergin, ihalelerin hangi kişilere verileceği ile ilgili belgedeki el yazısının kendisine ait olduğunu kabul ettikten sonra, ’ama o kişiler o ihaleleri almadı’ savunması yaptı" diyen Geçen şöyle devam etti:
"Ergin, bürokrat benden görüş almaya geldi, diyor. Bir bürokratın, gelip size ihaleleri kime vereyim diye sorması bile yeterince acı bir tablo. O zaman milletvekili olarak bizim kendimizi iyi sorgulamamız lazım."
Kamu İhale Kurumu’nun (KİK), 4 kurumdan haberlere konu edilen 17 AKP’linin aldığı ihaleleri sorduğunu anlatan Geçen, "Bu sonuçlara dayanarak arkadaşlarımız, alınan ihalelerin yüzde 3-4’ü geçmediğini savundular" dedi.
YÜCE DİVAN HATIRLATMASI
Geçen’in bundan sonraki çarpıcı açıklamaları da şöyle:
Sağlıklı bir sonuç için bütün yerel yöneticilerin ve bütün kamu ihalelerin esas alınması gerekir. Siyasal nüfuzun en çok işlediği ihaleler doğrudan alımlardır. Bunlar da tümüyle ortaya çıkmış değil. Rakamlar manipüle edilmiş, eksik gönderilmiştir. Teşkilatların siyasal nüfuz kullanarak aldıkları ihale sayısı bilinenlerden farklı değil, çok çok farklı olur. Tek örnek vereyim: KİK listesinde olmayan İl Genel Meclisi Başkanımızın şirketi sadece üç kuruluştan 2.1 trilyon TL ihale almıştır.
Maalesef Hatay’da istenen düzeyde hassasiyet gösterilmemesinden yakınıyoruz. Belki tepe yönetimine, bu konuda doğru bilgi verilmemektedir. Belki de diğer siyasal iktidarların hatasına düşmekteyiz: Kirli görülmeyelim, toptan ret psikolojisine girelim yoksa kamuoyu nezdinde infiale yol açar. Oysa Yüce Divan süreci bu tür hadiselerle tetiklenir.
Daha inceleme süreci tamamlanmadan, siyasi etik yasasının tanıtımının Grup Başkanvekilimize yaptırılmasının yersizliğini de sizinle paylaşmak istiyorum. İsveç’te alkollü araç kullandığı için istifa eden milletvekili var. Biz de bu millete manevi, ahlaki duygularımızla hareket edeceğimiz sözünü verdik. Bu ilke, beni de Sadullah Bey’i de bağlar.
SAVCILARI GÖREVE DAVET
Parti müfettişlerinin bürokratlarla görüşmesi teamülden değil; ama görüştüklerini duydum. İyi de iddiaların ana dayanağı belgeyle ilgili bürokratla görüşülmemiş olması eksiklik değil mi?
Cumhuriyet savcılarını da göreve davet ediyorum: İhalelerde kamu menfaati korundu mu? Doğrudan alımlarda ne yapıldı?
Gelin Hatay’ı, siyaseti kirlilikten kurtarmak için fırsat yapalım.
İhale sayısında da, parasal olarak da Ömer İshakoğlu’nun şirketi önde görünüyor. Sadullah Bey, 2002 yılında seçimden önce bu firmanın avukatı. Bu şirketi neden savundu bilemem; ama firmanın bizim dönemdeki ihale alımı geçmiş iktidarlardan epey fazla.
Sonuç olarak; bugüne kadar ne kadar siyasi nüfuz kullanılmışsa bunların tamamı bir sonraki iktidarda detaylarıyla ortaya çıkmıştır. Bu sizin siyasetinizle ilgili zarardır ve sonucunda sizi sandığa gömerler. Ama bunun da ötesinde ülkemiz var. Yolsuzluk kültürü yerleşince ülke kaybeder. Görevimiz de bunu önlemek.
Yazının Devamını Oku 13 Nisan 2006
MERKEZ sağda birlik sorunuyla ilgili yazım geniş yankı buldu. Arayanlar daha çok, siyasete yeni girmek isteyenler ile kenara çekilmiş; ama gelinen noktadan memnun kalmayıp DYP-ANAVATAN bütünleşmesini zorunlu gören eski siyasiler oldu.
Ancak bütünleşmenin hiç kolay olmadığının da herkes farkında.
Çünkü iki partinin gözüyle bakanlar, en azından şu aşamada, bütünleşme için zemini uygun hale getirmiyor; bu çabaların daha çok bazı kişilerin kendilerine yeni bir yer edinme arzusundan kaynaklandığını düşünüyorlar.
DYP’nin konuya bakışını önceki yazımda aktarmıştım.
ANAVATAN’ın bugün aktaracağım görüşleri de gösteriyor ki, bütünleşme iradesinin ortaya çıkmasının tek şartı, toplumun bu arzusunu ortaya koyması.
KUŞAK SORUNU VAR
Merkez sağdaki kuşaklar arası çatışma da süreci zorlaştırıyor.
Özellikle ANAVATAN cephesinden bakanlar, eski kuşakların, siyaseti 60’lı, 70’li kuşaklara bırakmakta istekli olmadıklarını düşünüyorlar.
Zamanında gereğini yapmayanların bugün, yeni şeyler yapıyor gibi ortaya çıkmasından kuşkulanan ANAVATAN’lılara göre eskiler, "kartlar yeniden dağılırsa belki bize de pay çıkar" inancında olduklarından bütünleşmeyi bu amaçları için kalkan niyetine kullanıyorlar.
ANAVATAN, kendilerini barajdan uzak gören DYP’ye de şu mesajı veriyor:
"Bizim baraj sorunumuz hiç yok. Parasızlığımıza rağmen buraya sıfırdan geldik. Yüzde 9.5’luk DYP ise geldiği noktadan ne kadar memnun?"
ANAVATAN cephesinden iddialı bir bakış daha söz konusu:
"Biz alternatifsizlik düşüncesine de katılmıyoruz. Erkan Mumcu, ANAVATAN’ın başına geldiğinde AKP anketlerde yüzde 60’lardaydı. Aradan bir yıl geçti, AKP yüzde 30’lara inmiş durumda. Bunun nedenini herkesin bir kez daha düşünmesi gerekir. Siz bir de bunun bir yıl sonrasını düşünün. Çünkü bugün bağ dokusu gevşeyen AKP’de çözülme yarın olacak."
ŞİKE DUYGUSU YARATACAK İŞTE YOKUM
Konuya pek girmek istemeyen Erkan Mumcu’dan, zar zor alabildiğim şu kısa değerlendirme de merkez sağdaki gerçeği gözler önüne seriyor:
- AKP, milleti yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklardan kurtarmaya inandırdığı için iktidar oldu; ancak bugün AKP’nin samimiyetsizliği ortaya çıktı.
- Toplum hálá bu üç alanda samimi mücadele edecek kadroları arıyor. Biz buna talibiz ve büyük zorluklara rağmen bu mücadeleyi veriyoruz.
- Ben bugün sadece Türkiye’nin geleceğini düşünüyorum ve en zor koşullarda bile akılla emeğin, doğruluğun üstesinden gelemeyeceği şey yok.
- Biz bu yolu yürürken birileri mühendisliğe devam ediyor. Onlar yoluna biz yolumuza; çünkü bugünkü ihtiyaç derme çatma ittifak değil, sorunların üstesinden gelecek akıllı ve imanlı bir kadrodur.
- Biz de diğer parti temsilcileri de bu erdemli mücadeleyi veriyoruz. Onları saygıyla selamlıyorum ve iyi olan kazansın.
- Biz yarışalım, millet kazansın.
- Ben millette şike duygusu yaratacak bir işte yokum.
Mumcu’nun bu sözlerinin tek satır yoruma bile gereksinimi yok.
İki partideki bu tabloya bakınca, bütünleşmeyi düşünenlere, "toplumun arzusunu kanıtlayacak deliller ortaya koyun" demek dışında seçenek kalmıyor.
Yazının Devamını Oku 10 Nisan 2006
DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar ile ANAVATAN Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu, meydanlarda en çok görünen, en çok dolaşan iki lider. Bu hafta sonu da iki lider kendilerini mutlu eden kalabalıklara seslendi.
Fethiye’de konuşan Ağar da, Adıyaman’da halka hitap eden Mumcu da gazetecilere, baraj sorunları olmadığını, iktidara yürüdüklerini söylediler.
Seçime kadar ne olur ne olmaz şimdiden kestirilemez; ama bugünü konuştuğumuzda iki parti için tablonun bu kadar da pembe olduğunu söyleyemiyoruz.
Üstelik, aynı tabana seslenecek yeni bir oluşum için çalışanlar da var.
Bu nedenle merkez sağda bütünleşme giderek daha sıcak bir konu olacak.
AĞAR’IN SAMANLIK ALEVİ UMUDU
Konuyu, benim de izlediğim Fethiye mitingi ardından Ağar’la konuştum.
Tempoyu artırarak yürüyüşlerine devam edeceklerini söyleyen Ağar, "Ben yıkama, yağlama işlerinden anlamam; meydanlara, halka bakarım. Bizim yürüyüşümüz samanlık yangını gibi. Alev birden öyle bir parlayacak ki iktidarı herkes görecek" diyor.
Sonra da yeni oluşumculara, "Geçen dönem halkın tasfiye ettikleri nasıl siyaset yapacak?" sorusunu yöneltip şu çağrıda bulunuyor:
"Baraj maraj derdimiz yok. İktidara yürüyoruz. DYP demokratik teşkilat geleneği en yüksek parti. Mesele Türkiye ise buyursunlar birlikte çalışalım. Bu iş lokantalarda, otel odalarında konuşarak olmaz. Ciddi hazırlıklar var. Birikimlerini, kurduğumuz çözüm ekiplerinde değerlendirsinler."
BİRAZ DAHA ÇALIŞSINLAR BAKALIM
Sohbetimiz ANAVATAN’la birlikteliğe gelince, Ağar özenli konuşuyor.
"Sokakta henüz ANAP yok. Biraz sabretmeli" diyen Ağar, ANAVATAN’a, "Biraz daha yürüsünler bakalım. Siyaset, ayaklar yere bastıkça daha gerçekçi olur. Biz iktidar yürüyüşümüzü sürdürüyoruz; onlar da çalışmalarını sürdürsünler" diye sesleniyor.
Bu konuda biraz daha sabretmek gerektiğini savunan Ağar’ın bu sözlerinden benim anladığım şudur:
"ANAP, eninde sonunda barajı aşamayacağını görecek. O zaman birleşme, bütünleşme konusu daha rahat gerçekleşecek."
ANAVATAN’la ilgili olumsuz hiçbir ifade kullanmayan Ağar, güç gösterisi zemini olarak gördüğü mitinglerini artırarak sürdürecek.
Bu çerçevede, Ağar ve DYP’de iddialı bir çalışmanın hazırlığı görünüyor.
"DYP büyük kentlerde zayıf" iddialarına katılmayan Ağar, bana, "Gel İstanbul’u birlikte gezelim; bize ilgiyi sen de gör" önerisinde bulunurken, DYP Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan, "Mayıs’ta İstanbul mitingi yapacağız" diyor.
Öte yandan Mumcu da sürekli yükselen tek parti olduklarını söylüyor.
Eğer Mumcu’nun bu iddiası gerçekleşirse, DYP ile yolların nerede kesişebileceğini tahmin etmek zor; ama bölünmüş bir merkez sağ, iktidar şansının düşük kalması bir kenara, her iki partinin baraja takılması sonucunu bile yaratabilir.
İşte o zaman bunun hesabını vermek Ağar’la Mumcu’ya düşer.
Ancak bu noktada da görev sadece Ağar ve Mumcu’nun da değil, kendisini akil adam gören, merkez sağda siyaset yapmayı düşünen herkese düşüyor.
Yazının Devamını Oku 6 Nisan 2006
PAZARTESİ günkü Bakanlar Kurulu, salı günkü AKP grup toplantısı ve TBMM Genel Kurulu’ndaki terör görüşmesi hükümetin konuya yaklaşımındaki karmaşanın henüz ortadan kalkmadığını bir kez daha ortaya çıkardı. "Demokratik adımlara devam" diyen Bakanlar Kurulu’ndan başlayalım.
Toplantıda şu üç önemli karar alınıyor:
Abdullah Gül’ün başkanlığındaki Terörle Mücadele Yüksek Kurulu (TMYK), sadece olaylar çıktıktan sonra değil, sürekli toplanacak.
TMYK’nın sekretaryasını üstlenecek, terörle mücadeleyi koordine edecek Başbakanlık Güvenlik Genel Müdürlüğü’nün (BGGM) kuruluşunu sağlayacak TBMM’de beklemekte olan tasarı hemen yasalaştırılacak.
Sınırlı da olsa Terörle Mücadele Yasası’nda (TMY) değişiklik yapılacak.
GÖRÜŞME ANLAYIŞINDAKİ FARKLILIK
TMYK’nın sürekli çalışması, askerin de talebi olan, ’terörle ilgili yeni bir koordinasyon biriminin’ kurulması açısından çok önemli.
Çünkü asker, BGGM’nin koordinasyonda yetersiz kalacağı düşüncesinde.
TMYK ile ilgili bu karar, "Mücadelede kararlıyız. Koordinasyonu da askerin istediği düzeyin bile üstüne çıkarıyoruz" mesajı içeriyor.
Bu noktada bir sorun yok; ancak hálá bazı çelişkiler göze çarpıyor.
Örneğin, Bakanlar Kurulu toplantısı ardından Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, DTP Başkanı Ahmet Türk’ün, Erdoğan’dan randevu talebine, "Önce teröriste terörist de; ondan sonra" karşılığını verirken, bir gün sonra TMYK Başkanı sıfatını da taşıyan Başbakan Yardımcısı Gül, "Neden görüşmesin, baktırdım randevu talebi yok" dedi.
Gül’ün bu açıklamasından bir saat sonra bu kez Erdoğan, AKP grubunda, Çiçek gibi, "Önce PKK’ya terör örgütü de, sonra gel" diye seslendi.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, hükümeti, PKK’nın siyasi uzantılarını görmemekle suçlamasının temelinde de bu yaklaşımlar yatıyor.
Bu noktada, cezaevinden çıktıktan sonra, "PKK terör örgütüdür" demedikleri halde Leyla Zana ve arkadaşlarıyla Başbakanvekili olarak görüşen Gül’ün, tutarlı davrandığını düşünsek bile, o gün bu kabulü eleştiren bildiri yayınlayan 10 AKP milletvekilini sert şekilde azarlayan Erdoğan’ın tutumuna ne demeli?
Şimdi o milletvekilleri, "Peki, niye bizi azarladın?" diye sormaz mı?
UYGULAYICILAR BAŞKA TELDEN ÇALIYOR
Daha can alıcı sorun hükümetle kendi bürokratları arasında yaşanıyor.
Hükümet, "Mevcut yasalar yeterli; hatta yeni reformlar da yolda" derken başta İstanbul Emniyet Müdürü olmak üzere polis, "Bu yasalarla olmaz. Hem cop kullanmayın diyorsunuz, hem de yetki vermiyorsunuz" diye bağırıyor.
Erdoğan ise mesaisinin ciddi bir bölümünü kendisinin İstanbul programlarını izlemekle geçiren emniyet müdürünü çağırıp ne "İsteğin nedir?" diye soruyor, ne de "Sen bunları söylersen Diyarbakır’daki arkadaşın ne yapsın? Ya bu yasalarla yapacaksın, ya da yapan gelecek" deme cesaretini gösteriyor.
Üstelik hükümetin polise, "Yumuşak davranın" talimatını PKK zaaf olarak algılıyor; İstanbul’un göbeğinde bile yakıp yıkmaya devam ediyor.
Bunun üzerine Erdoğan önceki gün, "Kürt sorunu, dedim; ama bana yardımcı olunmadı" siteminde bulundu; ama bu ANAVATAN Genel Başkanı Erkan Mumcu’ya, "PKK, gönderdiğiniz kriptoları okumuyor" deme kozu vermekten öte geçmedi.
Oysa bugünkü can alıcı ihtiyaç; önce hükümetin kendi içinde, sonra Başbakan’ın yakın çevresi ile hükümet arasında, ardından da hükümetle güvenlik güçleri ve muhalefet arasında ortak bir dili yakalayabilmesidir.
Yazının Devamını Oku 3 Nisan 2006
12 Eylül solun üzerinden silindir gibi geçince; solun kalesi sayılan, sözcülüğünü üstlendiği varoşlar sahipsiz kaldı. Pastadan aldığı pay da artırılmayınca varoşlar, muhalefetlerini gösterecekleri yeni bir adres aradı ve bu boşluk siyasal İslam eliyle dolduruldu.
Sonraki süreçte de din, Türk siyasetinde daha ağırlıklı hale geldi.
Darbeyi yapanlar CHP ve AP kökenli partileri de seçim dışında tutunca MSP milletvekili adayı Turgut Özal’ın ANAP’ı tek başına iktidar oldu.
Tek başına iktidara gelen ikinci parti ise Milli Görüş çizgisi kadrolarının egemen olduğu, ANAP’a göre daha da muhafazakár AKP oldu.
AKP’nin şansı, Cumhuriyet tarihinin en büyük iki ekonomik krizi ile iki büyük deprem; yıpranmış-yaşlı siyasi kadroların yarattığı moral bozukluğu ve seçmen iradesinin yüzde 45’inin TBMM dışında kalmasıydı.
ANAP ve AKP’nin en benzer yanları yeni parti olmalarıydı.
DSP’Yİ DMP YAPIYORLAR!
Bugün ise diğer koşulları ’es’ geçip, ’yeni parti’yi neredeyse iktidar olmanın tek koşulu gibi gören bazı eski siyasiler faaliyetlerini artırdı.
Önce, Eskişehir Belediye Başkanı Prof. Dr Yılmaz Büyükerşen merkezli gelişmelere bakalım.
Büyükerşen, solda gibi; ama etrafında epey sağ kadrolar var ve onlar olası liderlerine, "Sağ ya da sol değil; merkez bir partisi kuralım" diyor.
Ayrıca Ecevitler, Büyükerşen’i çok beğenir.
Bu avantajla, 100 milyon YTL parası olan DSP’nin, adından ’Sol’ kaldırılır yerine ’Merkez’ konursa iş çözülmüş olur.
Hem yeni bir lider, hem de yeni bir parti doğar.
Bu noktada sözü DSP Genel Başkanı Zeki Sezer’e bırakıyorum:
"Büyükerşen, bizim başarılı bir belediye başkanımız. Kendisini takdir etmeyen de yok. Gerisine dedikodu gözüyle bakarım; çünkü DSP’nin adını da ilkelerini de değiştirmeye tankıyla, topuyla da gelse kimsenin gücü yetmez."
Solda, DİSK’in "Ne olacak bu solun hali konuşma" toplantıları da sürüyor.
BİR PROFESÖR DE SAĞA
Merkez sağda da mevcut partilerden umutlarını kesenler Süleyman Demirel’in desteğini aldığı ileri sürülen Prof. Dr. Mehmet Haberal adını dillendiriyor.
Bu senaryoya göre de "Baba" isteyince Mehmet Ağar, DYP Genel Başkanlığı’nı bırakacak, DYP’nin adı sola da hoş gelecek biçimde yeniden düzenlenecek.
Haberal’ın program yazdığı da konuşuluyor; ama Ağar da "Meydanlar benim" diyerek gezmeye devam ediyor, bu haberlerle ilgilenmiyor.
ANAVATAN Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu da bu senaryolara duyarsız.
Yani ortada CHP’nin karşısına Büyükerşen’i, DYP ve ANAVATAN’ın karşısına da Haberal’ı çıkarma olasılıkları var.
Bu hareketlerin partileşmesi başarıya ulaşır mı ulaşmaz mı bilemiyorum; ama yönlendirmeleri yapan akil adamlar Türkiye’nin sorunlarının derinleştiğini, sadece AKP’ye karşı çıkmanın yetmediğini, umut vermek gerektiğini bilmek durumunda.
İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk ve bölünme korkusu temel sorunlar.
Bu sorunları çözmek de bölünmekten değil bütünleşmekten; yeni partiden önce sorunları çözecek umudu vermekten geçiyor.
Yoksa birileri, kendilerini kurtarmakla Türkiye’yi kurtarmayı birbirine karıştırıp, ülkeyi bir kez daha baraja takabilir.
Böyle bir olasılığın yaratacağı sonuçlar görmezlikten gelinemez.
Çünkü, umutsuzluğun seçmeni nereye sürükleyeceği tahmin edilemeyebilir.
Yazının Devamını Oku 30 Mart 2006
AKP iktidar olduğunda Güneydoğu’da sükûnet hákimdi.TBMM’de son 50 yılın en büyük grubuna sahip Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresinde ve AKP yönetiminde Kürt kökenli siyasetçi ağırlığı vardı. AKP, bir yıl sonraki yerel seçimlerde de uzun yılların ardından Güneydoğu’da HADEP’i geçen ilk parti olma avantajını yakaladı.
Bu tablo, siyasetin, yeni bir dönemi başlatacağı; askeri başarıyı perçinleyen kalıcı bir çözümü yaratacağı inancını güçlendirdi.
Ancak, neredeyse üç yıl atalet içinde geçirildikten sonra, 2005’te yeniden kitlesel gösteriler başlayınca sorunun unutulduğu görüldü.
Üç yıllık unutkanlık üzerine asker konuşmaya başladı.
Orgeneral İlker Başbuğ, 19 Temmuz 2005 günü Genelkurmay İkinci Başkanı olarak terörle mücadelede yeni bir aşamaya gelindiğini belirtti ve buna uygun yeni bir bürokratik birim gerektiğini söyleyip Terörle Mücadele Yasası’nda (TMY) değişiklik önerdi.
HIZLI HAREKET EDİLEMEDİ
Bürokratik birim için sessiz kalan hükümet, "TMY’ye bakarız" dedi.
Bir ay sonra ise Başbakan Erdoğan, "Kürt sorunu" söylemini dile getirdi.
Eşzamanlı olarak Erdoğan’ın bölgeyle ilgili büyük çaplı bir sosyo ekonomik araştırma başlattığı haberleri çıktı.
Birkaç ay sonra da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Emekli Subaylar Derneği’nin dergisinde "Terörle mücadelede hukuki sıkıntı var" diye yazdı.
Bu arada Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün başkanlığında Terörle Mücadele Üst Kurulu (TMÜK) oluşturuldu.
Geçen ay Şemdinli ve Hakkári eylemleri gerçekleşirken geçen hafta, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Başbakan’a terörü anlattı.
Aynı gün, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah da neredeyse sıkıyönetim yasası anlamına gelen talepleri dillendirdi.
Geçen 8 ayın sonucuna baktığımızda; TMY değişikliğinin akıbetinin bilinmediğini, başkanlığın araştırmasından ise ses çıkmadığını görüyoruz.
TMÜK’e sekreteryalık yapacak, terörle mücadelede koordinasyonu sağlayacak Güvenlik Genel Müdürlüğü Yasa Tasarısı da Meclis komisyonlarında bekliyor.
Hızlı hareket edemeyen hükümetin, kendi bürokratı Celalettin Cerrah’ın taleplerini haklı mı haksız mı bulduğunu ise hálá öğrenemedik.
DİYARBAKIR BU KEZ DİRENEMEDİ
Sonuçta, daha önce terör örgütünün taleplerine karşı direndiği için örgüt yayınlarında, "Sana ne oldu Amed" dedirten Diyarbakır bu kez direnemedi.
Şimdi yeni tartışmalar gündeme getiriliyor.
Cenazelerin savcılığa götürülmesi yerine, savcının olay yerine gelmesi; eylemleri önlemek amacıyla önceden gözaltı uygulamasına dönülmesi; örgütün poster ve pankartlarını taşıyanlara anında müdahale edilmesi; örgüt propagandası yapan belediye yöneticileriyle daha etkin mücadelede bulunulması, tartışmalardan birkaç tanesi.
Sürecin İçişleri Bakanı’nı yıpratır boyutta geliştiğini de belirtelim.
Ama asıl sorun, olayların asker müdahalesini gerektirir boyuta ulaşması.
PKK, hem bu olasılığı ortadan kaldırmak hem de sivil itaatsizliği geliştirmek için her fırsatta halkı sokağa dökmeye çalışıyor.
Böyle olunca da, "Bunlar provokasyon" söylemleri boşa çıkıyor ve maalesef, bölgede askerin yeni bir şekilde devreye girmesinin yolları açılıyor.
PKK da, yerel Kürt önderler de geride pek bir seçenek bırakmadı.
Yazının Devamını Oku 27 Mart 2006
HATAY’da AKP’lilerin kamu ihaleleri ile bağlantılarını anlattığımız ’Ali Dibo şirketi’ yazılarımıza AKP’den gelen tepkiler beni şaşırtmıyor değil. Buraya bir müfettiş gönderip tabloyu görmek yerine "Bir AKP’li 10, 20, 50 milyarlık kamu ihalesine girse, o adam yandı. Elinize, dilinize dursun ya, insaf. Yani AKP’li bu memleketin evladı değil mi?" diye soran Başbakan Tayyip Erdoğan medyayı suçlama yoluna gitti.
AKP Grup Başkanvekili, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin ise her şeyin hukuki olduğunu belirterek, kendisinin hiçbir ihalede işi olmadığını söyledi.
AKP’nin bu anlayışla yoluna devamı kendi bileceği bir iş; ama Türkiye’nin her yanından bize gelen tepkiler gösteriyor ki bu yaklaşım AKP’yi de eskilere benzetiyor.
KENARA KONACAK BELGE DEĞİL
Erdoğan, Ergin’i dinleyerek ortada bir şey olmadığını söylüyor.
Çünkü Ergin, ortada hukuka aykırı bir işlem olmadığını, kendisinin de hiçbir ihale içinde yer almadığını söylüyor; her ikisi de doğru.
Anımsayacağınız gibi, Ergin’in el yazısını taşıyan Antalya Devlet Hastanesi’nde yapılacak işlerin kimlere verileceğini gösteren kendi tanımı ile ’karalama káğıdı’ ortaya çıktıktan sonra konu bu noktaya geldi.
Ergin, belge için AKP grubunda da aynı savunmayı yapmıştı.
O toplantıda kendisine şu yanıtı veren isim ben değilim; Diyanet İşleri eski Başkanı sıfatını da taşıyan AKP Milletvekili Tayyar Altıkulaç:
"İyi güzel de bu belge kenara konacak bir şey değil; ihaleyle ne işin var?"
Kamu İhale Kurumu araştırması sürüyor, ortada hukuka aykırı bir durum var mı yok mu göreceğiz; ama bu işin siyasi etik yanı hiç mi yok?
AKP, iktidar olmadan önce kamu ile hiçbir işi olmayan AKP yöneticileri kamuya hizmet vermek için yarışa girmişler, daha önce yapmadıkları işleri yapmaya başlamışlar ve ihale üstüne ihale almışlar.
Oysa Başbakan, "İş başka siyaset başka; müteahhitlik yapmak isteyen başka yere gitsin" dememiş miydi?
AKP de, "Biz eskilerin yaptığını yapmayacağız"ı vaat etmemiş miydi?
YA MİDAS YA MUHALİF OLMAK
Bizim gündeme getirdiğimiz konu da Erdoğan’ın başlangıçta dediği gibi, siyasetle ticaretin birbirinden ayrılmasıydı.
Oysa Hatay örneği siyasete ticaret için girildiği izlenimi doğuruyor.
Bu nedenle de parti ile ilişki, Midas’la ilişkiye dönüşüyor.
Daha önce kamu kurumlarının önünden geçmeyenler, AKP’li olunca kamu işi yapmaya başlıyor.
Örneğin, önemli kamu kurumlarının davaları Ergin’in avukatlık bürosundan geçen, parti yöneticisi olan isimlerce üstleniliyor.
Bu tablo, ihale işi dışında kaldığını söyleyen Ergin’i de yaralıyor.
Sadullah Ergin’in, uzak-yakın bazı akrabalarının kamuda üst görevlere getirilmesi, Karaksı’daki arsasının üzerinde zeytin ağaçları bulunduğu halde yokmuş gösterilip imara açıldığı yönündeki iddiaların ortalıkta dolaşıp durmasına neden oluyor.
Bu da yetmiyor; tablo, "Ben bu ilişkileri gördüğüm için AKP’den ve bu arkadaşlardan ayrıldım" diyen Midas olmaktansa hesap sormayı tercih eder konuma geçen, konuyu TBMM’ye taşıyan DYP’li Mehmet Eraslan’ı bile hak etmediği bir görüntü içine sokuyor.
Tüm bunlar, siyasetle ticaret arasına mesafe koymayı gerekli kılmıyor mu?
Yazının Devamını Oku 23 Mart 2006
AKP’nin il yöneticilerinin Hatay’da, yerel dille eş dost, yandaş şirketi anlamına gelen "Ali Dibo Şirketi" kurduğu yönünde haber ve yazılarım oldu. Bu yazılarda, AKP Grup Başkanvekili ve Hatay Milletvekili Sadullah Ergin’in ihalelerin hangi partililere verileceğini gösteren, kendisinin "Karalamaydı" dediği el yazısını taşıyan belgeyi ortaya koydum.
Duyumlarıma dayanarak ihaleleri hangi AKP’linin kazandığını da aktardım.
Konu CHP ve ANAP gruplarının yanı sıra, AKP grubunda da tartışıldı.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın savunma için söz verdiği Ergin, "Sözü edilen ihaleler, toplamın yüzde 10’u bile değil; bir tüp, iki kilo sebze" demişti.
Aynı toplantıda bazı AKP’li milletvekilleri Ergin’i doğrulamasa da Erdoğan, anlatımı yeterli bulmuş olmalı ki herhangi bir işleme gerek görmedi.
Şimdi ortaya resmi belgeler de çıktı; bakalım Erdoğan bir şey yapacak mı?
271 İHALENİN TAMAMI AKP’LİLERE
Yazılarımız üzerine harekete geçen Hatay Cumhuriyet Savcısı Mehmet Özgür Turhan’ın soruşturması sürerken, idari alanda da Kamu İhale Kurumu (KİK), Hatay Valiliği’nden, ilde son üç yılda yapılan ihalelerle ilgili bilgi istedi.
Bazı kamu kurumlarıyla ilgili çalışmalar sürüyor; ama valilik, kaymakamlıklarla, Sağlık, Milli Eğitim, Bayındırlık, Vakıflar Bölge ve Mahalli İdareler Müdürlüklerinden gelen bilgileri toparladı.
Çalışmayı yapan görevlilere Ankara’dan, "Listeye bazı isimleri koymayın" ’ricası’ yapıldığı bilgilerime rağmen, tablo ortada ve çok da çarpıcı.
Hatay Valiliği onaylı listede toplam 271 ihale ile ilgili bilgiler var.
Çoğu ’doğrudan ihale’ olan bu işlerin, üç beşi hariç, tamamını AKP’liler kazanmış.
Doğrudan ihalenin, "En düşüğü seninki olmak üzere üç zarf ver" anlamına geldiğini herkesin bildiğini anımsatarak listeyi verelim.
İŞTE LİSTESİ
Ömer Akçay (İlçe Yönetim Kurulu üyesi): Antakya Devlet Hastanesi ve Doğumevi yufka ekmek, yiyecek, genel temizlik, güvenlik ihtiyaçları; Köy Hizmetleri ve belediyeye araç kiralama; Yayladağ Lisesi hizmet alımı. (16 İhale)
Ömer İshakoğlu (Eski İl Gençlik Kolları Başkanı, Belediye Meclis üyesinin kardeşi): Sağlık Müdürlüğü; Reyhanlı, Kırıkhan, Dörtyol, İskenderun, Körfez, Antakya, Hatay devlet hastaneleri; İskenderun ve Antakya doğumevleri; SSK Antakya Hastanesi tıbbı cihaz, malzeme, ilaç alımı. (169 ihale)
İsmail Zobu (İlçe Yönetim Kurulu üyesi): Antakya Doğumevi tıbbi malzeme, kumaş alımı; belediye araç kiralama; Hassa Hastanesi temizlik ve otomasyon hizmetleri. (10 İhale)
Mahmut Boncuk (İl Disiplin Kurulu Üyesi): Karlısu, Salmanuşağı, Çökak, Kışlak, Çabala ilköğretim okulları inşaatları; Köy Hizmetleri hidrofor tesisi yapımı; sağlık ocağı inşaat ve onarımı. (10 ihale)
Mustafa Açıkgöz (AKP’nin etkin isimlerinden): Sağlık Müdürlüğü inşaat, sıhhi tesisat malzeme alımı, kalorifer ve su tesisatı onarımı. (15 ihale)
Yusuf Seçmen (İl Sekreteri): Devlet Hastanesi demirbaş alımı, İl Sağlık Müdürlüğü koltuk alımı, sağlık ocağı onarım. (3 ihale)
Hakan Öztürk (İl Yönetim Kurulu üyesi): Bayındırlık, Vakıflar, MİT Antakya, MİT İskenderun binaları ile İskenderun Cezaevi onarımları; Kaletepe ilköğretim okulu inşaatı. (7 İhale)
Ali Salcan (İlçe Yönetim Kurulu üyesi): Doğumevi tavuk eti alımı. (8 İhale)
Mehmet Tuna (İl Yönetim Kurulu üyesi): MEB kitap dağıtımı; kırtasiye alımı, Antakya Devlet Hastanesi ve Doğumevi büro kırtasiye malzemeleri. (11 ihale)
Mehmet Hamutoğlu (İlçe Yönetim Kurulu üyesi): Antakya Belediyesi ile İl Sağlık Müdürlüğü araç ve ambulans kiralama, sigortalama. (12 ihale).
Şükrü Çağlarsu (İlçe Yönetim Kurulu üyesi): Antakya Devlet Hastanesi demirbaş, doğumevi büro malzemeleri alımı. (2 ihale)
Yazının Devamını Oku