23 Ocak 2006
NERMİN Erbakan'ın vefatı süresince Necmettin Erbakan ve kurmaylarının, AKP yönetimine nasıl davrandıklarını merak edip bir araştırmaya girişmiştim. Bazı ilginç veriler edinmeme rağmen konuyu göndeme getirmekten vazgeçtim.
Şu günlerde Erbakan, yeniden cezaevine girme tehdidi ile karşı karşıya.
Konuyu görüştüğüm Erbakan'ın bir yakını, bazı bölümlerini önceden bilip not ettiğim bir anekdotu bana yeniden anımsattı.
Anekdot, AKP'nin ve hükümetin en önemli isimlerinden biriyle ilgili.
NERMİN HANIM'IN EN ÇOK SEVDİĞİ EŞ
Anekdot, Erbakan'ın taziyeleri kabul ettiği evinde geçiyor.
Taziye odası, Erbakan'ın kurmayları ve diğer konuklarla dolu.
Kapı açıldı; içeri giren konuk büyük bir saygı ile Hoca'nın yanına ulaştı.
Yine saygı ile elini öpüp başına koydu; başsağlığı diledi.
Kurmaylar harekete geçip, konuğa uygun bir yer gösterdiler.
Odadaki diğer konuklar sessizce bu buluşmayı izlemeye başladı.
Erbakan, konuğunun oturduktan sonraki taziye sözlerinin ardından, "Yapabilecek hiçbir şey kalmıyor. Zaman durmuyor. Elin kolun bağlanıyor" diyor.
Konuk da aynı duyguları paylaşmakla yetinince yeni bir sessizlik oluyor.
Sessizliği Erbakan'ın, "Hanımefendi nasıllar?" sorusu bozuyor.
Konuğu, "Çok iyiler, size taziyelerini iletmemi istediler" diyor.
Erbakan'dan bu kez, "Nermin Hanım en çok da onu severdi" sözü duyuluyor.
Bu sözün siyasi bir mesajı var mıydı, yok muydu, onu Erbakan bilir.
Ancak konuğun, Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olduğu halde, dolu bir odada eski liderinin elini öpmekten çekinmeyen Abdullah Gül olduğunu belirtelim.
Dolayısıyla Nermin Erbakan'ın en çok sevdiği eş de Hayrünisa Gül Hanım'dı.
Anlayacağınız, Erbakan'ın dostları, eski arkadaşları arasında el vermesini en çok Gül'den bekleme hakkını kendilerinde buluyorlar.
NAZAR BONCUKLU GENEL MÜDÜR AÇIKLAMALARI
Perşembe günkü yazıma konu ettiğim BOTAŞ Genel Müdür Vekili Rıza Çiftçi arayarak, "Faturalarımız muhasebe servisimizde ayrıştırılır. Bu işlem benim faturam için de yapıldı. Harcamadan iki ay sonra, 2003 Temmuz maaşımdan sözünü ettiğiniz harcamaların kesintisi yapıldı" dedi.
Çiftçi, "abur cubur" dediğimiz yiyecek ve içecekler, masaj ve nazar boncuğu harcamalarının karşılığında yapılan 222 milyon liralık kesintinin belgesini de gönderirken bir açıklama da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Basın Müşaviri Bülent İşmen'den geldi.
İşmen, yazılı açıklamasında alayın duyulması ardından Bakan Hilmi Güler'in sözlü talimatıyla Çiftçi'nin görüşüne başvurulduğunu, daha sonra da maaşından gereken kesintinin yapıldığını bildirdi.
Bence bu açıklamalar da durumun hassasiyetini gidermiyor.
Nedeni de halen görevde olanlar da dahil, konunun uzmanlarına bırakıyorum:
"Böyle bir faturanın amir tarafından ibraz edilmesi, ödemenin tamamının yapılması isteğini gösterir. Bir bürokrat bu tür harcamalar yapsa bile, harcamayı yaptığı an ya peşin ödeme yapar ya da kendisi için ayrı bir fatura çıkarılmasını ister. Bu fatura Harcırah Yasası'na da Muhasebat Yasası'na da aykırı. Kamu envanterine böyle bir belge giremez. Bir gün için bile olsa, kamu parası hiçbir bürokratın masaj gideri için ayrılamaz. Ama ben yaptım, oldu denirse; o ayrı."
Yazının Devamını Oku 19 Ocak 2006
BU köşeden zaman zaman bürokrasideki bazı uygulamaları dile getiriyorum. Bugün de Türkiye’nin en önemli kuruluşlarından olan, milyarlarca dolarlık ticarete hükmeden BOTAŞ’ın Genel Müdür Vekili Rıza Çiftçi’den söz edeceğim.
Çiftçi, 1989 yılında komiser yardımcısı olarak başladığı kamu görevini, uzun yıllar, yatay geçiş yaptığı Maliye Bakanlığı Mali Planlama Koordinasyon Daire Başkanlığı’nda sürdürdü.
ABD’de kaldığı dönemde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler ile yakın ilişki kurduğu bilinen Çiftçi, Kemal Unakatın’ın Maliye Bakanı olmasıyla beraber Özel Kalem Müdürlüğü görevini üstlendi.
Burada birkaç ay çalışan, 2003 Şubat’ında genel müdür yardımcısı olarak BOTAŞ’a atanan Çiftçi, altı ay önce genel müdür vekilliği görevini üstlendi.
MASAJ YAPTIRDIM ÜCRETİNİ ÖDEYİN
Çiftçi, BOTAŞ’a geçtikten üç ay sonra, 23-26 Mayıs 2003 tarihleri arasında Türkiye’nin en lüks otellerinden The Ritz Calton’da üç gece konakladı.
Elimde seri numarası 320100, teyit sırası 47057 olan ve "BOTAŞ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ BİLKENT PLAZA" adresine kesilmiş bu konuklamayla ilgili fatura var.
Faturanın bedeli 1 milyar 132 milyon 430 bin 556 lira.
Bu faturanın ayrıntılarına baktığımızda ilginç giderler görüyoruz.
Üç sabah da her biri 52 milyon lira tutan kahvaltılarını odasında yapan Çiftçi’nin bu harcamasında bürokratik geleneğe aykırı bir unsur bulunamaz.
Ancak şu harcamalara ne demeli?
24 Mayıs günü, otelin SPA merkezinde masaj yaptıran Genel Müdür Vekili, muhtemelen bir bayan görevliden aldığı bu rahatlama amaçlı hizmetin karşılığını cebinden karşılamak yerine kuruma fatura ettiriyor.
Bu amaçla BOTAŞ’ta kesilen fatura 95 milyon lira oluyor.
Faturaya göre, "Abur cubur" olarak nitelediğimiz odadaki yiyecek ve içeceklere karşı da Çiftçi’nin iştahı oldukça açık.
Çiftçi, 81 milyon lira karşılığında odadaki Pringles Chips, Twix, Joblerone, Nestle Pistachio, Mars Bar, Pistachio yiyor; Peach Juice (şeftali suyu), Danone Akımane Soda, Still Water Small (maden suyu) içiyor.
BLUE EVIL EYE
Genel Müdür Vekili’nin bir sürprizi de faturanın bir sonraki kaleminde.
Faturanın bu kaleminde İngilizce yazılmış, "Blue Evil Eye" ibaresi var.
"Nazar boncuğu" demek olan bu ibarenin karşısında 24 milyon lira yazıyor.
Çiftçi, genel müdür yardımcılığına yeni atandığından, bu harcamayla kendisini nazardan koruma amacı gütmüş olabilir.
Boncuğun yararı da görülmüş olmalı ki Çiftçi, bugün BOTAŞ’ın bir numarası.
Bürokrasi tarihimizde böyle bir fatura kestiren olduğunu hiç sanmıyorum.
İki bakana yakınlığının da Çiftçi’ye bu hakkı getirmeyeceği kesin. Çünkü harcadığı para AKP söylemi ile "garip gurabanın" parası.
Yoksa, ’AKP döneminin bazı bürokratları masajsız da boncuksuz da yapamaz’ diye düşünmemiz mi gerekecek?
Çiftçi’yi arayarak, bu meraklarımı gidermeyi; yurtdışına yaptığı gezilerden dönüşte, tutkunu olduğu Paris’te kaç kez konakladığını sormak istedim.
Çok meşgul olduğunu tahmin ettiğim için bize yanıt veremeyen Çiftçi’ye ümit ederim bu soruları bizim adımıza soracak bir amiri çıkar.
Yazının Devamını Oku 16 Ocak 2006
ANAVATAN Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu’nun, bayramın iki gününü Pakistan’da geçirmesi takdir edilecek bir karardı. Bundan da güzeli, ziyareti boyunca daha çok başta Kızılay olmak üzere Türk yardım kuruluşlarının etkinliklerini, başarılarını öne çıkarmasıydı.
Bu kuruluşlar ve tüm personeli bunu fazlasını da hak etmişlerdi.
O personel ki, her gün yüzlerce dramı yaşayıp zaman zaman gözyaşlarını tutamasalar da Türkiye adına kalpleriyle hizmete devam ediyorlar.
Onlar, çadırlarda gece gündüz hizmet verip yorgunluklarını unutmak için gözlerini çevirdikleri gökyüzünden başka şeyleri olmayan temsilcilerimiz.
KOL, BACAK KESMEDİLER
Başkent İslamabad ile en büyük tahribatın yaşandığı Muzafferabad arasındaki kuş uçumu 100 kilometre olan mesafe Karakurum Dağları ile kaplı.
Bu dağların, zirvelerine kadar her metrekaresi yerleşim yeri ile dolu.
Muzaferabad’da sohbet ettiğim iki hemşiremiz Nurdan Deveci ve Yeşim Aydan’a, dağları gösterip, "Buralarda nasıl yaşıyorlar ki?" diye soruyorum.
"Yaşıyorlar mı ki!" demeye getirip, "Ama biz oralara başka gözle bakıyoruz. Gece yüzümüzü yukarı çevirdiğimizde o dağları gökyüzü, üzerindeki ışıkları yıldızlar gibi görüyoruz" diyorlar.
Ne söyleyebilirdim ki, yıkık Muzafferabad da başka bir yıldız değil mi!
Yeniden bu temsilcilerimizin yaptıkları hizmetlere dönüp, bölgenin en düzenli çadır kentlerini ve ikinci büyük hastanesini kuran Kızılay’ın operasyon başkanı Tahsin Reyhan’ı dinliyorum:
"Bölgede kadınların muayene oldukları tek erkek doktorlar bizimkiler. Çoğu ülkelerin hastanelerinde kolaylarına geldiği için kol, bacak kesiliyor. Biz bunu hiç yapmadık. Hastaneden ölü çıkmasın diye yaralı seçmeyen tek hastane de bizimki dersek, haksızlık etmeyiz. Plastik cerrah bulunduran, doktorları diğer ülke hastanelerince ödünç istenen tek hastane de bizimki."
DÖNENLER ÜZGÜN
Reyhan, Türk bayrağı sallandırarak katır sırtında 5 bin metre yükseklere yürüyerek yardım ulaştırmanın gururunu da yaşıyor.
Bölgede daha iki yıl kalacaklarını; ailelerine, çocuklarına özlemleri aldıkları dualarla unuttuklarını söylerken bile yüzü gülüyor.
Reyhan ve tüm arkadaşları zor koşullardan da hiç şikayetçi değiller.
Hatta İran’ın hava sahasını 14 saat kapalı tutması nedeniyle bölgeye yarım gün gecikmeli gelmelerine ne kadar üzüldüklerini anlatıyorlar.
Türk Büyükelçisi Kemal Gür’ün, "Buradan görev süresi dolanların sevinmesi gerekir değil mi? Bayramda ayrılanlar oldu. Hepsi üzüntülüydü. İnşallah en kısa zamanda geri döneriz, diyerek gittiler" sözlerini de sizin yorumunuza bırakıyorum.
Sadece Kızılay değil, Kimseyokmu, İnsani Yardım (İHH) ve Deniz Feneri vakıflarının yaptıkları çalışmaları da takdir etmek gerekiyor.
Ancak, diğerlerine göre daha organize ve etkin olan İHH’nın, kendi propagandasını çok önemsediği izlenimi edinirken, Deniz Feneri’nin, Türk bayrağı astığı bir kampta tek Türk görevli bulamayınca şaşırdığımı belirtmeliyim.
Öte yandan, muhalefet lideri diye Mumcu ile teyit edilen görüşmesini yapmayan Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref’in Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan’ın bölgeye yaptığı ziyarete de soğuk baktığını öğrenince söyleyecek söz bulamadığımızı da vurgulayalım.
Yazının Devamını Oku 12 Ocak 2006
SON günlerde kabine değişikliği ile ilgili haberler arttı. Bu haberlere bakılacak olursa, gidici bakanlardan biri de Dış Ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen.
Bence Tüzmen ile ilgili karar Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın en fazla zorlanacağı karar olacak.
Bununla görevden almanın zorluğuna işaret etmiyorum, asıl görevden aldıktan sonra ortaya çıkacak durumu kastediyorum.
Nedeni konusunda ise şu tahlilin ardından kararı siz verin.
TAKIMIN SKORER ZENCİSİ
Tüzmen, hem milliyetçi kimliği hem de yaşam tarzı ve çalışma üslubu ile kabinenin en farklı ismi.
Konukları, makamını ziyaret ettiğinde bunun izlerini görebilir.
"Karar odası" dediği salonda, koltuğunun solunda cansız varlığına rağmen, ürkütücü dişleriyle bir köpekbalığı başı yer alıyor.
Masanın uç tarafındaki bir sualtı fotoğrafında ise göz kamaştırıcı güzellikle dört barbun aynı sırada duruyor.
Biraz önlerinde ise "çıkıntılık yapmış" bir başka barbun var.
Tüzmen, "O öndeki barbun ben olduğum için hep gündemdeyim" diyor.
Farklılığını başka bir anlatımla da şöyle ortaya koyuyor:
"Takımın zenci oyuncusuyum; ama skorer olduğum için sürekli takımdayım."
Skorer olmasa zenciliğinin takımda yer almasına engel olacağını mı söylemek istiyor, yorumu size ait; ama zenciliği ile milliyetçiliğine atıf yaptığını düşünüyorum.
İşte o noktada da karar vermenizi kolaylaştıracak, Erdoğan’la arasındaki çizgi farklılığını ortaya koyacak bilgiler aktarayım.
BU BAYRAĞIN ADI NE?
Tüzmen’in, Erdoğan’ın "Kürt sorunu" ve "alt kimlik-üst kimlik" tartışmasından rahatsız olduğunu bilmeyen yok.
Benim bilgim, bunu Bakanlar Kurulu dahil, kapalı kapılar ardında Erdoğan’ın önünde ortaya koymaktan da çekinmeyen bir isim.
Bu toplantılarda, salondaki bayrağı gösterip, "Bunun adı ne; Türk bayrağı mı, Türkiye bayrağı mı?", "Konuştuğumuz dilin adı ne?" diye soran Tüzmen’in şu sözleri de sizce meydan okuma değil mi?
"Biz milliyetçi duruşumuza rağmen Türkçülük yapmıyoruz; ama kimsenin Kürtçülük yapmasına da izin veremeyiz."
Şimdi ortada böyle bir Tüzmen var ve bugüne kadar kendisini doğrudan tek bir kez bile eleştirmemiş bir başbakan.
İşini en iyi yaptığına inanan, "Biz yapmayacağız da kim yapacak; meydanı boş mu bırakacağız?" diye düşünen bir Tüzmen’den söz ediyoruz.
Son gümrük operasyonuna da başka ayrıntılara da girmeyeceğim; ama Tüzmen itelenmediği sürece AKP ile yollarını ayırmak istemez.
İtelendiğinde ise AKP’nin imaj sorunu ortaya çıkacak.
İşte; sevmiyor, hazmetmiyor bile olsa Erdoğan için Tüzmen’le ilgili kararın zorluğu buradan kaynaklanıyor.
Çünkü böylesi bir operasyon AKP’nin milliyetçi kanadına darbe vurmak olacaktır.
Yazının Devamını Oku 9 Ocak 2006
ENERJİ ve Tabii Kaynaklar eski Bakanı Zeki Çakan’ın Yüce Divan’a sevk kararlarından biri de, "miktar indirimleri elde edilmesine karşılık, Mavi Akım Anlaşması’nın iptal koşulları oluştuğu halde anlaşmayı iptal etmediği için..." suç işlediği iddiasına dayanıyor. Çakan’ın Yüce Divan’da yargılanma süreci devam ede dursun, ben İran’dan alınan doğalgazla ilgili bir belgeyi dikkatlere sunmak istiyorum.
Bununla da birilerini yerme veya savunma amacında değilim.
Ancak, Yüce Divan kararlarında ve gerekçelerinde belirleyici olan AKP kadrolarına, dün suç gördükleri işlemleri bugün neden yapmak durumunda kaldıklarını sormak ve bunun yanıtını da bilmek gerekiyor.
FAKS TEYİDİ İVEDİ YAZI
Elimde o günün BOTAŞ Genel Müdürlüğü Doğalgaz İşletmeler Müdürü Recep Arslantay’ın, 2 Mayıs 2005 tarih, B.15. 2.BOT 1.02.29.02-2005/173 sayılı Doğalgaz Alım ve Kontrat Devirleri Daire Başkanlığı’na gönderdiği, "Faks teyidi" ve "Acele" mühürlü, "İran 70 gün" konulu şu yazısı var:
"İran’dan ithal edilen doğalgazın kimyasal gaz kompozisyonlarındaki of speck (kontratta taahhüt edilen kalitede olmayan gaz) gün sayısı, Ek-1’de görüleceği üzere 70 güne ulaşmıştır. 01.01.2005-01.05.2005 tarihleri arasındaki İran gazındaki of speck günleri gösteren tablo (Ek-2) başkanlığınıza gönderilmektedir. Gereğini bilgilerinize arz ederim."
Yazının eklerinde de "N2 SAPMA-yüzde 5" başlıklı sütünün altında 70 gün boyunca gazın akmadığını gösteren boşluk dolu çizelge yer alıyor.
Etkin üç BOTAŞ görevlisi tarafından da paraf edilen bu yazı, "Kontratı tazminatsız fesih hakkı doğdu; kullanabilirsiniz" anlamına geliyor.
Bu hak o gün kullanılmadı, bugüne kadar da kullanılmış değil.
Buna rağmen İran indirim yapmamakta direnince, Enerji Bakanlığı fesih hakkını kullanmayı değil, tahkime gitmeyi uygun gördü.
REFAHYOL KAYIRMASI
"Rus gazındaki gibi, ’Al ya da öde’ cezasına düşmemek için İran gazı kesilseydi iyi olurdu" diyenler bulunsa da Rusya’ya bağımlılığını azaltmak için İran hattının kesilmemesi genel kabul görüyor ve doğru politika olarak nitelendiriliyor.
Ancak, bunun bir karşılığının olması gerektiği de açık.
Örneğin Çakan döneminde Mavi Akım için doğan fesih hakkı, fiyat indirimi ve "Al ya da öde" cezasının silinmesi karşılığında kullanılmadı.
Bu kazanımlar Çakan’ın, AKP oyları ile Yüce Divan’a sevkini engellemedi.
Şimdi öğreniyoruz ki İran’dan doğalgaz alımına yeniden başlandı.
O zaman, bizim "İran’dan bazı avantajlar sağlandı mı?" diye sorma hakkımız doğuyor.
Türk şirketleri kazandı diye bazı ihaleleri iptal etme yoluna giden İran’ın, Türkiye’ye, Rusya’nın 260 dolarlık fiyatının da üstünde gaz sattığını anımsadığımızda bu bilgi çok daha önem kazanıyor.
Çünkü, fesih hakkını kullanmayan Çakan’la şimdiki Bakan Hilmi Güler’in uygulamaları arasında görünürde hiçbir farklılık yok.
Aksi düşünce çifte standart işareti olarak kabul görür.
Yoksa Mavi Akım’da "Anlaşmaya sonradan ilave edilen ’K faktörü’ ile gaz daha pahalı oldu" diyen; ama bunun Refahyol döneminde yapıldığını saklayan Enerji Bakanlığı, İran gazında da mı aynı dönemi kayırıyor sorusu akla gelecek.
Yazının Devamını Oku 5 Ocak 2006
RUSYA, Ukrayna’ya doğalgaz sevkıyatını kesince, Mavi Akım’a ilgiyi artırırken ne kadar önemli olduğu gerçeğini de yeniden ortaya çıkardı. Bunun üzerine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın, "Mavi Akım’la İlgili Gerçekler" başlıklı kitapçığı ile BOTAŞ’ın CHP’ye gönderdiği bir savunmayı yeniden okuma gereği duyunca bazı ilginç noktalara ulaşıldığını gördüm.
Birincisi, 2003 yılında Mavi Akım’la ilgili tahkime gitme kararı, Rusya’yı "kandırmak" amacıyla verilmiş.
İkincisi de AKP, eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer’i "Rusya’dan alınan doğalgaza uygulanan formülü değiştirdi" suçlamasıyla Yüce Divan’a gönderdi; ancak bugün aynı partinin bakanı, bu formül değişikliğinin doğru ve zorunlu olduğunu itiraf ediyor.
TAHKİMDE TÜRKİYE KAYBEDECEKTİ
Önce yorum yapmadan iki belgeden alıntılarla yola çıkalım.
Belgelerde, "oluşan, daha doğrusu oluşturulan" ifadesi kullanılarak atıf yapılan 2003’teki Mavi Akım formül değişikliğine şu savunma getiriliyor:
"Rus kontratlarında fiyat, aynı formüllerden türetilmektedir."
"Hükümetler arası anlaşmanın hiçbir yerinde formül yoktur."
"Sözleşmeye hatalı geçen formül aslında 18.02.1998’de değiştirilmiştir. Aynı günlü Cumhur Ersümer imzasını taşıyan Side Letter ile Mavi Akım için de formül düzeltilmiştir, BOTAŞ’a uygulanır hale getirilmiştir."
"Genel teamüllere uymayan, teknik olarak hiçbir çalışma prensibi içermeyen, daha önce değiştirilen, tarafların gerçek iradelerini yansıtmadığı açıkça ortada olan söz konusu formülle ilgili ihtilafın, tahkimde çözümünün beklenmesi halinde, BOTAŞ için en az fiyat kadar önem arz eden alım taahhütlerinin indirilmesinin mümkün olmadığı gerçektir."
"Formül bu haliyle kendi içinde ve diğer anlaşmalarla tutarsızdı."
"BOTAŞ, Side Letter ile düzeltilmiş olan, uygulamada benzeri olmadığı için savunulması imkánsız olan formül yapısını koz olarak kullanmış, anlaşmaları revize etmiştir."
"Varılan mutabakat ile formül, olması lazım gelen şekli almıştır."
Şimdi bu savunmalar ışığında, Rusya’ya karşı bu ’kandırmacı’ tutumun bundan sonra nasıl inandırıcı olacağını sormak gerekmiyor mu?
Ayrıca, tanık sıfatına rağmen Side Letter’de formül değiştirdiği iddiası ile Yüce Divan’a gönderilen Ersümer’e haksızlık yapılmış olunmadı mı?
EROĞLU’NUN BİLGİSİ YOK
Önceki yazım üzerine DSİ Genel Müdürlüğü Basın Müşavirliği’nden gelen yazılı açıklamada, DSİ projelerinin açılış törenlerini organize eden firma ile Genel Müdür Veysel Eroğlu’nun geçmişte bir ilişkisi bulunmadığı; Eroğlu’nun bu organizasyonlar konusunda bilgi sahibi olmadığı belirtildi.
Biz yine de açılış davetiyelerinin altında Eroğlu’nun imzasının bulunduğunu, Genel Müdürlüğü’nün açılış pankartlarıyla donatıldığını anımsatalım.
Ayrıca Eroğlu, bu konularda bilgi sahibi değilse, çalışma arkadaşlarıyla ilgili bir küçük araştırma yapması halinde bazı sonuçlara ulaşabilir.
Öte yandan, Eroğlu’nun imtiyaz sahibi olduğu ve "Vakfımıza gelir oluyor" dediği Su Dünyası Dergisi’nin vakfa yıllık katkısı sadece 26 bin YTL.
Dergiye tek bir DSİ müteahhidinden alınan reklam bile daha yüksek.
O nedenle Eroğlu ve derginin Yayın Kurulu üyesi Enerji Bakanı Hilmi Güler’e, "İmzalarınız orada kalmaya devam edecek mi" diye yeniden soralım.
Yazının Devamını Oku 2 Ocak 2006
DSİ’nin düzenle-diği bazı temel atma ve açılış törenleri için yüklenici firmalardan önemli miktarda para toplandığını daha önce de gündeme getirmiştim. Para, Veysel Eroğlu’nun Genel Müdür olmasıyla yayınlanmaya başlanan, önceki dönemlerde benzeri olmayan Su Dünyası Dergisi’ni çıkaran bir firmaca toplanıyor.
Eroğlu’nun İSKİ’de de birlikte çalıştığı bu firma, dergi için DSİ ile iş yapan firmalardan reklam karşılığı olarak da ciddi miktarda para topluyor.
Kendisinin imtiyaz sahibi, Enerji Bakanı Hilmi Güler’in de Yayın Danışma Kurulu üyesi olduğu böylesi bir dergiye reklam vermeyecek babayiğit yüklenici firma olur mu diye sorduğumuz Eroğlu, "Biz o işe karışmayız" demekle yetinmişti.
BÜTÇE DIŞI DENETİMSİZ KAYNAK
Bunları yazmamız da bir şeyi değiştirmedi.
Bakan Güler, konuya ilgi göstermiş, ancak "Müteahhitler belge vermiyor" demiş; kendisinin yayın kurulu üyeliğini ise düşüneceğini belirtmişti.
Derginin son sayıları o alanda da bir gelişme olmadığını gösteriyor.
Şimdi benim elimde söz konusu firmaya yapılan bir ödeme dekontu var.
Dergiyi çıkaran AFA firmasına sordum, "Tören için katkı payı" dediler.
Belgeye göre DSİ ile halen iş yapan firma, 14 Ekim 2003 günü, 292509 sıra No’lu faturayla Pamukbank üzerinden AFA’ya 12 milyar 540 milyon lirası KDV olmak üzere 82 milyar 212 milyon 960 bin liralık ödeme yapıyor.
Rakam bendeki bilgileri doğruluyor.
Şöyle ki; DSİ yaptığı törenler için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat gittiği şantiye sahibi firmadan 150 bin dolar, sanal ortamla açılış töreni düzenlenen şantiye sahiplerinden ise 45 veya 50 bin dolar "masraf" alıyor.
Bu arada DSİ yeni bir model geliştirdi; örneğin 50 kilometrelik bir sulama işini, tek proje olmasına karşın beşe bölüp ayrı ayrı açılış yapıyor.
Böylece yıllık açılış sayısı 100’e ulaştırılıyor.
Bunun anlamı da yılda 5 milyon doları aşan gelir demek.
Ama, gelirin ne kamu bütçesi içinde görünürlüğü var, ne de denetimi.
Aynı durum, 20-50 bin dolar arası olan reklam gelirleri için de geçerli.
BARAJI HORMONLU YAPINCA
Devlette daha önce benzeri olmayan ve müteahhitlerin çekindikleri için seslerini çıkarmadığı bu uygulamayı sürdürmekte kararlı görünen Eroğlu, kamuya yönelik söylentileri de artırıyor.
Söylentilerden biri de Eroğlu’nun ileriye yönelik siyasi ihtiyacı için gerekebilecek sponsorluğu sağlama aldığı biçiminde.
Eroğlu, kendi uygulamalarının haklılığına çok inanıyor; ama işte bazı uygulamaları devletin başına iş açıyor, bazı kurumları zor durumda bırakıyor.
Yine daha önce yazdım; Deriner Barajı’nda Cumhuriyet tarihinin en büyük keşif artışı yapıldığı için maliyet Atatürk Barajı ile yarışır hale geldi; üçe katlanarak 2.6 milyar dolara çıkarıldı.
Bunda, Karayolları’nın üstlenmesi gereken ve 300 milyon doları aşan yol yapımını maliyete ekleyerek barajı hormonlu hale getirmeleri de rol oynadı.
Tasası ise DPT’ye düştü; "Artık bu baraj rantabl değil" dedi.
Ancak DPT, kara kara da düşünüyor; çünkü ortada başlamış bir iş var.
Benden söylemesi; bu tablo iki kurum arasında kavga çıkaracak gibi.
Yazının Devamını Oku 29 Aralık 2005
KABUL; CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, bütçe görüşmelerinin sonunda tansiyonu yükseltmesi 2006’da sandığı getirme politikasının bir parçasıydı. Ancak, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın aynı tondaki yanıtını nasıl okumalı?
İlk okuma, "Her şeye yanıt vermek Erdoğan’ın karakteri" olabilir.
Bence yabana atılmaması gereken ikinci bir okuma var ki çok önemli:
"Erdoğan da seçim atmosferi yaratmak istiyor olabilir."
Üstelik bu atmosferde tek rakibinin Baykal olması tercihi.
ANAVATAN Genel Başkanı Erkan Mumcu’yu muhatap almama, söylediklerine yanıt vermeye bile gerek görmeyen anlayışını sürdürmesi de bunun işareti.
BAYKAL KOLAY KOZ VERDİ
Tabii, Baykal’ın da bu ikili yarıştan çok memnun kalacağını söylemeli.
Baykal, önceki gün de kürsüye bu tablonun rahatlığı ile çıktı.
Konuşmasının ilk 45 dakikasında hükümetin uygulamalarını, Türkiye’nin sıkıntılarını her kesime yönelik mesajlarıyla başarılı bir üslupla aktardı.
Bir iki kez "Sen"li konuşma yoluna giderken, son bölümde, Erdoğan’ı Hikmetyar’la fotoğraf ve geçmişteki bir konuşmasıyla vurma yoluna gitti.
Sürprizdi bu sözler; ama tansiyonu yükseltme dışında bir amaç yoktu.
Ancak, Baykal gibi tecrübeli bir siyasi, "32 yıldır tutarlıyım" yerine "32 yıldır aynı şeyleri söylüyorum" diyerek rakibine ciddi koz verdi.
Çünkü, değiştiğini, geliştiğini açıklayan rakibinin taşı, "30 yıl öncesinde kalmadım" diyerek gediğine koyacağını düşünmüş olmalıydı.
Buna karşın, aile konusunda her zaman hassasiyet gösteren Baykal’ın, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ı savunmak için kendisini belden aşağı vurmak, oğlundan başlayıp eşinden çıkmakla suçlayan Erdoğan karşısında yapabileceği bir şeyi yoktu.
Çünkü Baykal, Unakıtan’ı çok hırpaladı; ama eş konusuna hiç girmedi.
Bu vesileyle bir kez daha belirtelim; kürsüye çıkarken gelen alkışlar da gösteriyor ki AKP grubunun Unakıtan’a primi giderek düşüyor.
ERDOĞAN FIRÇALAMADIK KİMSE BIRAKMADI
Erdoğan ise dersine iyi çalışmıştı, yine vücut dilini konuşturdu.
Ne kadar inandırıcı oldu bilinmez; AKP’den uzaklaştığı ileri sürülen köylü ve esnafa büyük destek verdiklerini, rakamları ile anlatmaya çabaladı.
Ancak, bilinçli olarak eski alışkanlıklarını sürdürdü, diyebiliriz.
Böylece kahvehanelerde, "Herkesin ağzının payını verdi" dedirtti.
Önceki gün de AKP’li Meclis Başkanvekili İsmail Alptekin’den Baykal’a, sıradan CHP milletvekiline kadar herkes Erdoğan’ın fırçasından nasiplendi.
"Bir edep var, adet var ya", "İşte oraya üç nokta koyuyorum", "Ayıp yahu", "El kol hareketi yapma, biraz sonra o dille de konuşuruz", "Bak", "Canım benim", "Çok ileri gittin", "Ayıp yav", "Git sor abilerine" artık Başbakan’ın sıradan lafları oldu.
Erdoğan, önceki gün bununla da yetinmedi, bir başbakan olarak yerinden oturumu yöneten Meclis Başkanvekiline müdahale etti.
Başbakan’ın Kapıkule ile ilgili konuşurken, yolsuzlukların üzerine gidilmesi talimatını kendisinin verdiğini ima etti.
Ancak, ne tesadüf ki, AKP iktidarı döneminde ortaya çıkan tüm büyük yolsuzluk iddialarında, AKP iktidarında Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Başkanlığı’na getirilen, Beyaz Enerji Operasyonu sonrasında, bir gerekçe ile Edirne’ye kaydırılan Hanefi Avcı’nın imzası var.
Demek ki Başbakan bu konularda en çok Avcı’ya güveniyor...
Yazının Devamını Oku