Şükrü Küçükşahin

Mesut Yılmaz’ın yapmak istediği

7 Ağustos 2006
MESUT Yılmaz’ın, memleketi Rize’den yaptığı açıklamaları nasıl okumalı? Benim gördüğüm, daha çok DYP ile Anavatan’ı ilgilendiren bir durum söz konusu.

Yüce Divan sonrası, merkez sağda partilerüstü bir imaj veren Yılmaz, bunun Anavatan aleyhine, DYP’nin lehine geliştiği inancıyla partisinin yanında saf tutma gereği duydu.

Hem de kendisine umut bağlayan bazı arkadaşlarının, "Genel başkan olacak" hayallerini yıktığı gibi Mumcu ile arasındaki güven sorununu beklenmedik bir hızla "çok büyük oranda" yok ederek yapan Yılmaz, asıl mesajı DYP’ye gönderdi.

"Anavatan’ı yok sayarak yoluna devam etme" demeye getiren Yılmaz’ın mesajını DYP, "Ne anlamı var ki" diye es geçebilir; ama Yılmaz görevini yaptığına inanıyor.

ESKİ SİYASETÇİ NEGATİFLİĞİ

Benim için ilginç olan; Yılmaz’ın, merkez sağda bütünleşme gibi bir projesi olmayan Mumcu’yu dinledikten sonra bile, engelin DYP’den kaynaklandığı sonucuna varmasıdır.

Mehmet Ağar’la buluşmadan, siyaseti partisinde yapacağını açıklamasının başka yorumu yok. Rize’de gördüğü ilginin ardından bu tutumunu daha da netleştirdi, diyebilirim.

Diğer bölgeleri tartışmalı bulsak bile Karadeniz’de önemli bir desteği olan Yılmaz, sempatisini daha da artırarak DYP’yi zorlamaya çalışacak.

Ancak bu süreçte Yılmaz’ın en büyük engeli, bütünleşme çabalarına "eski bir siyasetçinin arayışı" etiketinin yapıştırılmış olmasıdır.

Oysa Yılmaz, hem Yüce Divan kararı ardından motorun sıfırlandığına inanıyor, hem de geride bıraktığı imajını yenilemek istiyor.

Yeni dönemini pozitif imaj bırakarak tamamlama arzusundaki Yılmaz, genel başkanlık amacında olmadığını ortaya koyarak ilk fedakárlığı gösteriyor.

Çok olağanüstü bir gelişme olmadıkça da Yılmaz bu yolda yürüyecek.

ÇİFT BAŞLI GÖRÜNTÜ

Bu yürüyüşün zorluklarını görmemek de mümkün değil.

Anavatan’da aktif siyaset yapmaya kalktığı andan itibaren, hem çift başlı bir görüntü oluşacak, hem de Mumcu’ya karşı olanlar Yılmaz’ın başını ağrıtacak.

Aynı durum Erkan Mumcu için de geçerli olduğu için konuyu Yılmaz’a sordum.

Yılmaz, "Doğru; ama maharet bunu önlemekte" diyerek kendine güvendiğini gösterdi.

Yılmaz’ın bu çabalarının Anavatan’ı eski günlerine döndürüp döndüremeyeceğini bilemeyiz; ancak özellikle de Karadeniz’de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın işi o kadar kolay olmayacak.

Çünkü Yılmaz, Erdoğan’ın protestocu fındık üreticilerine biber gazı atmadığı için emniyet müdürünü görevden almasını sloganlaştıracak gibi görünüyor.

"Size biber gazını layık gören bir Başbakan var" mesajı veren Yılmaz, hemşerilerine "Kadınları ve çocukları öne sürdüler, diyerek Karadenizliye hakaret eden biri Karadenizli olur mu? Zaten olsa, gelir memleketi Rize’de karşıma çıkar" diye seslenmeyi de ihmal etmiyor.
Yazının Devamını Oku

Büyükanıt ilk vizyonunu açıkladı

3 Ağustos 2006
HÜKÜMETİN, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ı Genelkurmay Başkanlığı’na ataması sürecinde Şemdinli olayları bir dönemeçti.
Büyükanıt’ı bu makamda görmek istemeyen bazı cemaat bağlantılı oldukları belirtilen istihbaratçılar, hükümet üzerinde etki yaptı.

Bu etkinin yarattığı şüpheler, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, 24 Mart’ta Büyükanıt ile yaptığı sabah kahvaltısı ardından dağıldı gibi.

Ancak Danıştay saldırısıyla da hükümetin kafası karıştırılmak istendi.

Erdoğan’ın, Bakanlar Kurulu’nda kararnameyi imzaya açarken, "Bu iş çok speküle edildi. Hükümetimize hak etmediği şeyler atfedildi. Bütün bunları silmek için YAŞ sonrası çıkarılması gelenek olan bu kararnameyi biz öncesinde çıkaracağız" demesi de bu yönde bazı işaretler veriyor.

BÜYÜKANIT’IN ZORLUKLARI

Sonuçta hükümet ve Erdoğan, doğru olanı yaparak bu zor eşiği atladı.

Şimdi asıl zor sınav Org. Büyükanıt’ın önünde duruyor.

Büyükanıt, TSK, kendisine umut bağlamış ulusalcı güçler ve hükümet arasında zaman zaman çok sıkışacağı bir döneme giriyor.

Vizyon, esneklik, değişim karakterli bir komutan olan Büyükanıt, bunu gördüğü için ilk gün ilk sözünü ve ilk vizyonunu şöyle ortaya koydu:

"Türkiye, her türlü zorluğu yenebilecek güçte bir ülke. Kimse Türkiye’yi küçük görmesin. Kendimize güvenelim, Türkiye her şeyi başarır."

Büyükanıt,
öncelikle, "Ülkem ve kendi gücüme güveniyorum" diyor.

Ardından, "Yıkılıyoruz, AB bizi bölecek, rejim gidiyor; ABD, Irak ve İran’dan sonra Türkiye’ye girecek" diyen siyasal İslamcılar ile ulusalcılara, "Bu paranoyadan çıkın. Türkiye ne öyle başkaları tarafından kuşatılıp parçalanacak bir ülke, ne de içine kapatılacak bir ülkedir" yanıtını veriyor.

Anlayacağınız, ne şahin bir çıkış peşinde, ne de AB vizyonuna karşı.

Büyükanıt, bu mesajları orduda stratejik istihbarata geçilmesi ve bunun kurumsallaştırılmasında en büyük emeği geçen bir komutan olarak söylüyor.

İKİ BÜYÜK EŞİK

"Ben kazandım"
diye farklı bir tavır sergileyecek biri olmasa da Büyükanıt, önünde aşılması gereken iki büyük sorun bulunduğunu çok iyi görüyordur.

Bunlardan ilki Cumhurbaşkanlığı seçimi.

Kim ne derse desin; Türkiye’de ordunun, "Başkomutanı" olacak kişinin seçiminde sessiz, seyirci kalmasını beklemek hayal olur.

Ordu, yargı, üniversite konularında çok hassas davranan TSK, Çankaya’nın yeni sahibinin bu üç kurumla ilgili görüşlerine çok dikkat edecektir.

Yeni model askeri donanıma sahip; istihbari bilgilerle yeteneği kaynaştırıp karşı tarafın zayıf noktaları üzerine yönelen bir anlayıştaki Büyükanıt’ın, Cumhurbaşkanlığı konusunda ordu içindeki nabzı dışarıya nasıl taşıyacağı çok önemli.

Gerginlik yaratmayacağı kesin; ama ses tonu belirleyici unsur olacak.

Komutanın ikinci büyük sorunu, TSK’ya karşı yürütülen kampanyalar.

Ordunun, Şemdinli iddianamesi, Atabeyler çetesi, eski komutanların bazı açıklamalarının yarattığı şüphelerin dağıtılmasını istediği kesin.

Her ordu kendisine yapılana karşılık verilmesini de bekler.

Buradaki soru, Büyükanıt’ın, bu haksızlığı giderirken intikamcı mı davranacağı, yoksa yanlışlıkları düzelteme yoluna mı gideceğidir.

Öfkeli toplulukları yönetmek zor; ama komutanın mahareti burada konuşacak.
Yazının Devamını Oku

Şu an bizlik bir durum yok

31 Temmuz 2006
İSRAİL’in Lübnan’a saldırısı ve Ortadoğu önümüzdeki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının ana konularından biri olacak. Bu nedenle devlet güvenlik birimleri gelişmelerin Türkiye’ye etkilerini ve Türkiye’nin takınması gereken pozisyonu da ortaya koyan raporlar hazırladı.

Satır aralarında hükümet tespitleri ile çelişen görüşlerin olduğu gözlenen raporlara MGK üyelerinin nasıl bir tepki vereceğini görmek gerekir.

Raporların en önemlilerinden birindeki tespitlere göre Filistin’de Devlet Başkanı Mahmut Abbas ile Başbakan İsmail Haniye arasındaki İsrail’i tanıma anlamına gelen ulusal uzlaşma anlaşmasından birkaç saat sonra HAMAS’ın İsrailli bir onbaşıyı kaçırması arasında bağlantı var.

Bağlantı da HAMAS’ın siyasi kanadını temsil eden Haniye ile askeri kanadının önderi AKP davetiyle Türkiye’ye gelmiş olan Halid Meşal arasındaki çekişme.

Asker kaçırma da bununla ilgili ve bu eylemle üç kuş birden vuruldu:

HAMAS içindeki çekişme perde gerisine atıldı, HAMAS bölünmekten kurtuldu ve Hizbullah, HAMAS’a hem el verdi hem de üzerindeki yükü aldı.

İRAN’A TAKDİR

Raporda İran’la ilgili şöyle bir ilginç tespit de söz konusu.

"İsrail saldırısından en kazançlı çıkan İran oldu. İran diplomasisi bir kez daha çok iyi oynadı. Kendi uzantısı olan HAMAS ile Hizbullah’ı el ele verdiren İran, bunaldığı uluslararası baskıyı bir anda gündemden düşürdü."

Tespit demek istiyor ki; İran en azından şimdilik istediğini aldı; yarın ise başarılı İran diplomasisi başka bir seçeneği piyasaya sürebilir.

Çünkü, rapordaki havaya bakıldığında son noktada İsrail’e karşı başarı zor.

Bunun gerekçesi de birkaç nedene dayandırılıyor.

Birincisi, İsrail’in üstün kara ve hava gücü.

İkincisi, bütün gücüyle İsrail’in arkasında durmaya devam eden ABD desteği.

Bu destekle ki Roma’da bile bir karar çıkarttırmadılar.

Üçüncüsü, söylenenler ne olursa olsun Hizbullah’ın güç kaynakları kesiliyor.

TÜRKİYE ARABULUCU OLAMAZ

Raporun Türkiye’nin pozisyonu ile ilgili tespitlerde ise hükümet politikasıyla hafif farklılıklar görmek mümkün.

Bir kere rapor, bu çatışmayla Türkiye’nin, terörle mücadele konusunda Avrupa’ya karşı bir koz kazandığı mesajını veriyor.

Hükümet, HAMAS ve Hizbullah’ı daha çok o ülke meclislerinde temsil edilen siyasi bir organizasyon olduğundan halkın temsilcisi gibi görse de rapor, Türkiye’ye, Avrupa’ya şöyle seslenmesini öneriyor:

"Siyasi organizasyon dediğiniz örgütler nasıl bir askeri güç haline gelmiş görün. Bugün görmek istemediğiniz PKK da böyle olabilir."

Rapordaki son alıntı ise devlet olmanın gerçekçiliği ile duygusallıktan uzak, kimilerine göre acımasız gelecek şöylesi mesajlar veriyor:

"Kuvvetin haklı olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Bu nedenle şimdi hak, hukuk, adalet demek de bir sonuç vermeyecek. Roma toplantısı da bunun açık delili. O nedenle Türkiye’nin bir arabulucu rolü şimdilik olmamalı. Çünkü, şu ana kadar bizi çok alakadar eden bir gelişme olmadı. İsrail’in saldırısı bir süre daha devam edecek, gelişmeleri biraz daha görmek gerekli."
Yazının Devamını Oku

AB kenar konusu

27 Temmuz 2006
DEVLET Bakanı ve AB Başmüzakerecisi Ali Babacan’ın gazetelerin Ankara yöneticileriyle yaptığı toplantı yaklaşık 2.5 saat sürdü. İki saate yakın bölümü ekonomi alınca, AB Genel Sekreteri (ABGS) Büyükelçi Oğuz Demiralp sunuşuna, bence anlamlı olan şöyle bir cümleyle başladı:

"Kahvaltı sonrası ekonomi, öğle yemeği öncesi AB oluyor. Tabii yemek öncesi olduğu için kısa tutmak gerekiyor."

Sonuçta öyle de oldu; zaman daralınca AB ile ilgili soruları soramadık.

Her ne kadar Ali Babacan, "Merak etmeyin, AB konusuna gereken zamanı ayırıyorum" mesajı verse de arkadaşlarımızın soruları da gösterdi ki AB konusunun daha çok yemek öncesi konu haline geldiği görüşü egemen.

DERİNDEN GİDİYOR DA

Babacan,
ekonomi ile başmüzakereciliğin birlikte yürütülmesinin zorluğuna işaret edildiğinde, bunun daha çok TÜSİAD görüşü olduğunu belirterek, "Bunu da düşünce özgürlüğü içinde görmek gerekir" dedi.

Babacan, iki görevin iç içe girdiğini, bu nedenle sorun yaşanmadığını; önemli olanın ekiplerin yaptıkları olduğunu belirterek şöyle bir örnek verdi:

"O kadar uyumlu ekiplerimiz var ki geçen gün birkaç arkadaşı aradım; baktım hepsi aynı mekánda. Neredesiniz ya, dedim. Tatile birlikte çıkmışlar."

Ekibin tamamının, "Yapıda benim de bir tuğlam olsun" mantığıyla hareket ettiğini, çalışmaların alttan olgunlaştırılıp yukarı taşındığını anlatan Babacan, geçmişte "15 günde 15 yasa" denilerek çıkarılan yasalarda sonradan 11 değişiklik yapıldığını anımsatıp geçmiş hükümete taş attı.

Ancak, bu hükümet döneminde çıkarılan yasalarda da sonradan birçok düzenleme yapıldığını, tasarılar daha Meclis’teyken ne gibi ileri-geri adımlar atıldığını ve bunların yarattığı sonuçlarını anımsadığımızda Babacan’ın biraz haksızlık ettiğini düşündük.

Babacan, kendilerinin böyle davranmadığı için Türkiye’nin geleceği olarak nitelediği AB işlerinin iyi gittiğini savunurken, "Belki sansasyonel konular olmadığı, pürüzsüz, derinden ve sessiz gidildiği için yapılanlar görülmüyor" dedi.

BİRAZ DA BİZİ AŞIYOR

Kurumların işi sahiplenmesi için ABGS’yi dominant yapmadıklarını aktaran Babacan, bence AB konusunun üzerinde çok da yük olmadığı inancında.

Yoksa, "Biz müzakerenin ekonomik ve teknik bölümlerini götürüyoruz, zaten diğer işleri Dışişleri Bakanlığı yapıyor" demezdi.

Diğer tüm aday ülkelerin güçlü başmüzakereci ile yola devam ettiğini düşündüğümüzde Babacan’ın tavrı biraz moral bozucu gibi gelebilir.

Ancak Babacan, şu açıklamayla rahatlatma yoluna gitti:

"Merak etmeyin her şey yolunda. Sıhhatli bir yapılanmaya gidildi. Göreceksiniz, Türkiye’nin şartlarına en uygun şey yapılacak. Sadece fotoğraf çekmiyoruz; Türkiye’nin MR’ını çeker gibi çalışıyoruz. Tarama süreciyle ilgili çalışmalarımız da bunu gösteriyor."

Bu su serpme amaçlı sözleri de bir koltukta iki büyük karpuzu taşımanın zorluğuna inanan bazı arkadaşlarımızı tatmin etmeyince, Babacan noktayı ilginç bir cümleyle koyma gereği duydu:

"Biraz da bizi aşan konular bunlar."
Yazının Devamını Oku

Asker etkiler Başbakan etkilemez

24 Temmuz 2006
ASTSUBAY Ali Kaya, Şemdinli’de bir kitabevini bombalayıp bir kişinin ölümüne neden olduğu gerekçesiyle gözaltına alınmıştı. Bu olay üzerine, 11 Kasım 2005 günü Çankaya Köşkü’ndeki bir resepsiyonda bazı gazetecilere konuşan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın söylediği bir cümlenin yarattığı tartışma henüz unutulmuş değil.

Büyükanıt, Ali Kaya için, "Ben o astsubayı tanıyorum, benim karargáhımda çalışmıştı. İyi çocuk; onu yapacak birisi olduğunu zannetmiyorum" demişti.

Büyükanıt’ın bu sözleri davayı etkileme olarak algılanmış; eleştirilmiş ve sonuçta Savcı Ferhat Sarıkaya’nın, kendisi hakkında dava açılması talebine neden olmuştu.

ZANNETMİYORUM VE KENDİME İNANDIĞIM GİBİ

Bu anımsatmayı Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, BM’nin terörü destekleyen isimler arasında gördüğü Yasin El Kadı ile ilgili sözlerine verilen yankılar üzerine yapma gereği duydum.

Erdoğan, NTV’de Yasin El Kadı için, "Yasin Bey’i tanıyorum ve kendime inandığım gibi inanıyorum. Hayırsever olmaktan başka bir özelliği olmayan bir insandır" dedi.

Başbakan bu sözleri ederken, El Kadı ile igili Danıştay’da da çok önemli bir dava görülüyordu.

Ama nedense bir Başbakan’ın bu sözlerinin, dava üzerinde yaratacağı etkiye pek de değinilmedi.

Org. Büyükanıt’a yapılan eleştirinin onda biri bile gündeme getirilmedi.

Oysa gelin her iki söylem arasında bazı kıyaslamalar yapalım.

Büyükanıt, Ali Kaya ile uzun yıllar birlikte çalıştığı için, yakından tanımasına rağmen, "Bunu yapacak birisi olduğunu ZANNETMİYORUM" demişti.

Erdoğan ise Türkiye’nin başbakanı olarak, yakın mesaide bulunmadığı, Türk vatandaşı dahi olmayan tartışmalı bir isim için, "Kendime inandığım gibi inanıyorum" demekte hiçbir sakınca görmüyordu.

YAPILMAYAN GÖREV

Başbakan’ın, Danıştay’ın kararını önceden öğrenip böyle konuştuğunu söyleyenler de çıkabilir.

Ama amiyane tabiri ile kazın ayağı hiç de öyle değil.

Çünkü, Danıştay kararı Başbakan için çok önemli bir sonuç da ortaya çıkarıyor.

Danıştay kararında diyor ki hükümet, El Kadı ile ilgili bilgi ve belgeleri adli mercilere intikal ettirmedi; hakim kararı alınmasının yolunu açmadı.

Bu durumda Başbakan, hükümet olmanın gereğini yapmadığı gibi aksine bu kişinin masumiyeti ile ilgili açıklamada bulunmuş olmuyor mu?

Ayrıca dava henüz tamamlanmış da sayılmaz.

Çünkü hükümet kanadının itiraz hakkı bulunuyor.

Bu sözleri eden Başbakan’ın, yargıyı da, hükümeti de etkilemediğini mi düşüneceğiz.

Ya da bütün buradan şöyle bir sonuç mu çıkarmamız gerekecek:

Asker konuşursa yargı etkilenir; Başbakan konuşursa etkilenmez.

O nedenle komutan konuşmuşsa eleştirilmeli; Başbakan konuşmuşsa nasılsa sonucu etkilemez deyip, es mi geçilmeli?
Yazının Devamını Oku

Araulakçılık yorgunluğu

20 Temmuz 2006
AKP hükümetinin dış politikada en iddialı olduğu konu Ortadoğu. Ortadoğu’ya ’stratejik derinlik’le bakan hükümet, uluslararası diplomasi üzerinde, "Bölgeyi biz biliyoruz" havası estirmede de başarılı oldu gibi.

Bu güçle hükümet, bölgede her sorunla ilgili arabuluculuğa soyundu.

Ancak gelinen noktada, ’arabuluculuktan’ çok ’araulakçı’ olundu gibi.

Her araulakçılığın ABD’nin istemiyle gerçekleştiği de ortaya çıktı.

Anımsayalım; önce Saddam’a, "Aman ha iş çok ciddi; ABD vuracak" dendi; sonra İran’a gidildi, tam da aynı şey söylendi.

Son olarak da Suriye ve HAMAS’a gidilip, "Aman İsrail vuracak" dendi.

İLTİFAT MI

Hani, araulakçılıktan yoruldular denilse yeridir.

Ama bu yorgunluğa değecek tek arabulma da bir türlü gerçekleşemedi.

Üstelik geride kafa karıştıran şöyle bir soru da kaldı:

ABD terörist gördüğü bu ülke ve örgütlere AKP üzerinden mesaj gönderirken iltifat mı ediyor; "Bunların dilinden iyi anlarsınız" mı diyor?

Yoksa, "Sen bizim de onların da dilinden anlamıyorsun" mu?

ABD ne dedi geçelim; AKP’nin bu görevlere soyunurken, Ortadoğu’ya yön veren güçlerin oyuncusu haline gelen PKK’ya karşı bir ödün alıp almadığı da ortada.

Uzmanlara göre, AKP, PKK’yı da ’stratejik derinlik’ içinde görmediğinden bugün de ne yapacağını bilemez halde.

Üstelik Bakanlar Kurulu sonrası ortaya çıkan tablo da eleştiriliyor.

Güçlü bir ordu ile etkin bir hükümetin yapacağı tek şey vardı, deniyor.

O da; Dışişleri Müsteşarı’nın pazartesi açıklama yaptığı sırada, gereken operasyonların gerçekleştirilmiş olmasıydı.

Hele, "Operasyon 30 Ağustos’tan sonra" türü mesajlar hiç anlaşılamadı.

Ankara kulislerinde bu mesajdan iki olumsuz sonuç çıkarılıyor.

İlki; mevcut komuta kademesi operasyonu sonraki komutanlığa bıraktı.

İkincisi; hükümet, "Gereğini yap" derken sorumluluğu üstlenmemiş oldu.

Çünkü, gereği zaten yapılıyordu; talimat, "Git şunu da yap" olmalıydı.

Bu olmayınca da geride, ’gövde gösterisi’ kaldı.

AKP’YE YENİ POLİTİKA

Bilgim, hükümetin PKK-Ortadoğu politikası ile ordu ve diplomasinin mutabakat içinde olmadığı, ’stratejik derinlik’ten rahatsızlık duyulduğu.

İstenen; Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, en az danışman kadrosu kadar, devletin ilgili kurumlarının uzmanlarını dinlemeye de zaman ayırması, daha fazla kurumsal bilgiye başvurup, buna göre konuşması.

Konu Ortadoğu ise Erdoğan’ın, siyasi bir görüşün yandaşı olmaktan çok Türkiye Başbakanı olarak açıklama yapması da başka bir arzu.

İktidarı süresinde terörden uzak geçen üç yılı, PKK’nın taban kazanmasını engelleyecek sivil önlemleri almakta başarılı olamayan AKP’nin ciddi bir inandırıcılık sorunu bulunduğu da ortada.

AKP milletvekilleri ile yandaşı aydınlar bile karşı çıktıkça hükümetin sınır ötesi operasyon kararı vermekte zorlanacağına kesin gözüyle bakılıyor.

Ayrıca, AKP’nin bölgedeki güçlü isimleri PKK terörü konusunda sessizliğini korurken, TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın, bölge halkı ve DTP’lilere, "Bağlılığınızı gösterin" demesi pek de inandırıcı olamıyor.

AKP milletvekilleri bölgede, hem de Türkiye’nin en yoksul ilinde, milyon YTL’lik altın takılan BMW cipler hediye edilen düğünler yapıp 10 yaşındaki çocuklarca kurşun sıkılarak karşılanıyorsa nasıl olsun ki?
Yazının Devamını Oku

AKP yazık etti

17 Temmuz 2006
ADI ne konulursa konulsun Türkiye’nin iki büyük sorunu var. Bunlar; Kürt/bölücülük ve irtica/siyasal İslam sorunlarıdır. AKP bu iki sorunu çözerek, Türkiye’nin en devrimci partisi olabilirdi. Bu görüşümü bazı yazılarımda da dile getirmiştim. Bunu AKP’nin yönetiminde ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın çevresinde bu iki sorunla ilgili önemli çok sayıda siyasal önderlerin bulunmasına bağlamış; "Sistemle soruna kaynaklık eden bu kesimleri AKP kaynaştırabilirdi" demiştim.

Ancak iki sorunda da ne Erdoğan ne de AKP bu başarıya yaklaşamadı.

YENİ KAZANIMLAR PEŞİNDE

İkinci sorunda, imam hatip liselerinin fazlalığını, zorunlu din dersleri uygulamasını ve Alevilerin sıkıntılarını görmezden gelmeyi yeğleyen AKP, katsayı ve türban sorunlarını ise her fırsatta gündeme taşıdı.

Bu sorunlara bir paketle yaklaşma yerine; siyasal İslam’ın kazanımlarından geri adım atmayıp aksine daha ileri gitme felsefesi benimsendi.

Böyle olunca da AKP’ye prim yaptığı düşüncesiyle, her zemin ve seviyede bu sorunları tartışmakta, körüklemekte sakınca görülmedi.

AKP’lilerden, "Türkiye’de din özgürlüğü sınırlanıyor" söylemi de duyulur oldu; ama sonuçta ülkeyi rahatlatacak bir gelişme yaşanmadı.

Peki ya Başbakan’ın ifadesiyle "Kürt sorunu", başka bir ifadeyle bölücülükle mücadelede AKP hükümeti döneminde ne yapıldı?

Veya AKP’nin ’sıfır’ düzeyinde teslim aldığı terör, bugün hangi noktada?

Bu soruları, "Son seçimlerde, bölgede HADEP’i geçen ilk parti olan AKP, bugün aynı zemini koruyabiliyor mu?" diye sormak da mümkün.

KURUMLAR ÇATIŞTI

Tabii, gelinen noktada sadece AKP’nin sorumlu olduğunu iddia edemeyiz.

Ancak, iktidara geldiği gün yenilmiş olan terörün bugün yeniden üst düzeye çıkmasında hükümetin sorumsuz olduğunu ise hiç ileri süremeyiz.

Bir kere Başbakan Erdoğan dün de son 4 yıldır yaptığını yaptı.

Olay olduktan sonra sert açıklamalarda bulunan Başbakan, göreve gelmesinin ardından geçen üç yılı sorunun temeline inmek için kullanamadı.

Başbakan, AKP’deki ve çevresindeki Kürt siyaset adamlarından da yararlanarak, PKK’nın taban bulmasının önüne geçebilirdi.

Ancak, Başbakan ve AKP bu şansı kullanamadı.

Aksine, biraz da Ankara’da sık duyulan şu söyleme neden olundu:

"Başbakan, Kürt politikasında daha çok Kürt arkadaşlarının eğilimlerini dikkate alırken, devletin ilgili birimleriyle denge kuramadı. Buna karşın Kürt arkadaşları, PKK eylem yaptığında geri durmayı yeğlerken, Terörle Mücadele Yasası, Şemdinli olayları gibi konularda mangalda kül bırakmadı."

Bir yıl önce terör yeniden yükseldiğinde, Başbakan bölge ile ilgili geniş kapsamlı bir araştırma yaptırdığını açıklamıştı.

Araştırmanın sonuçları ne oldu, ne önlemler alındı hálá belli değil.

Başbakan terör tırmanınca bölgeye gidip, "Kürt sorunu", "Demokratik Cumhuriyet" gibi PKK’nın da kullandığı ifadelerle konuştu.

Bu bazılarında, "Demek ki Başbakan ancak terör tırmandığında Kürt sorununu hatırlıyor" düşüncesi yaratırken, Şemdinli olayları sonrası, haklı veya haksız, bölgede görev yapan güvenlik güçleri üzerindeki moral bozukluğunu giderecek önlemlere başvurulmadı.

Türkiye de dün 8 şehit daha verdi.
Yazının Devamını Oku

AKP de farklılaşamadı

13 Temmuz 2006
TÜRK siyasetinin her dönem en büyük sorunu kamu kaynaklarının kişisel veya siyasal amaçlarla kullanılması oldu. AKP, bu konuda büyük bir dönüşümü sağlayabilirdi.

Ancak, AKP de eski siyasi hastalıkları aynen sürdürüyor.

"Bizden" olanlar ileri, "Diğer Beyaz Türkler" geri itekleniyor.

Yolsuzlukla mücadele sözüyle iktidar olan AKP, bu konuda özenli görünmüyor.

Başbakan Tayyip Erdoğan, ülkenin dört bir yanından gelen Ali Dibo haberlerine, "Benim partilim bu işlere bulaşmaz" şeklinde kayırmacı bir mantıkla yaklaşıyor.

AKP’de de bu haberlere, "Bizi sevmeyenlerin uydurmaları" diye bakılması itibarlı oluyor.

OY DESTEĞİ EN AZ

Oysa Başbakan’ın küçük adımları büyük mesajlar verebilirdi.

Örneğin; Başbakan, partisinin il kongrelerine kamunun uçağı yerine partisince kiralanan bir uçakla gitse; kongre salonuna Başbakanlık otobüsü yerine parti otobüsü ile geçse eski siyasilerle farkını ortaya koymuş olmaz mıydı?

Bunda Başbakan’ın rahatı düşünülmüş olabilir; ama ya mütevazılık?

AKP’nin kamudaki kadrolarında da aynı tutumu görmek mümkün.

Bu iktidar döneminde de en az eskisi kadar kamu saltanatı sürdürülüyor.

Bunların görülmeyeceğini, etkilerinin olmayacağını düşünmemeli.

Çünkü, AKP yoksullukla mücadeleyi birinci sıraya oturtarak iktidar oldu.

Ama işsizlik yüzde 12’yi görürken AKP’li belediyelerle hükümet, yoksullara dağıtılan yardımların her yıl ne kadar azaldığı ile değil ne kadar arttığı ile övünüyorsa bu saltanat yoksulun gözünden kaçamaz.

Üstelik AKP hükümeti, demokrasi tarihimizin oy desteği en düşük hükümetidir.

Böyle bir hükümet döneminde her mahallede bir-iki AKP zengini doğarken yolsuzlukların üzerine gitmezse sonuç, diğer mahallelinin AKP’den uzaklaşmasından öte olmaz.

Eskiden de hep böyle oldu.

KİK’TEN AÇIKLAMA

"KİK’teki Ali Dibo dosyaları" yazımız üzerine Kamu İhale Kurumu (KİK) Başkanı Hasan Gül bir açıklama gönderdi.

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’a danışmanlığı bir dönem yaptığını, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürüyken KİK’e atandığını bildiren Gül, Unakıtan’ın nezaket ziyaretini, Başbakanlık müsteşarına brifing verilmesini, odasında Unakıtan’lı fotoğrafının bulunmasını olağan görüyor.

Ben ise bu tutumların daha önce görülmediğini yineleyeceğim.

Bağımsız bir kurumun başkanı olarak Gül’ün bu fotoğraf olayını, "Bir basın toplantısında çekilmiş" diye savunmasını da anlamak mümkün değil.

Ancak, "incelemelerin ahlaka, vicdanlara uygun sonuçlanması" dileğimize, "Bunu sağlamak mevzuatın temel gereği; ettiğim yeminin de bana yüklediği bir sorumluluktur" yanıtı verilmesi son derece güzel bir yankıdır.

"Hatay’da gerçekleştirilen ihalelere yönelik iddialarla ilgili sürdürülen incelemeler, kamuoyu hassasiyeti de dikkate alınarak en kısa sürede sonuçlandırılacaktır" açıklaması da aynı değerdedir.

O günkü yazımın amacı da bundan öteye bir şey değildi.
Yazının Devamını Oku