Şükrü Küçükşahin

Köye dönüş ve kartvizit çorap

2 Ekim 2006
TERÖR nedeniyle köyünden edilmiş vatandaşlarla ilgili sorun, Türkiye’nin yıllardır BM ve AB’deki en önemli sıkıntılarının başında geldi. Ancak, İçişleri Bakanlığı ile UNDP’nin pilot bölge olarak seçilen Van’daki toplantısı bu sorunda önemli ilerleme sağlandığını ortaya koydu.

Bu gerçeği UNDP’nin yeni temsilcisi Mahmood Ayub da BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın özel temsilcisi Walter Kailen de teslim etti.

İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu da "En önemli işimiz" dediği projeye verilen önemi, toplantıyı sonuna kadar, yanında sorunun yaşandığı 14 ilin valisi olduğu halde, izleyerek bir kez daha gösterdi.

Kailen’in, "Üç yıl önce Bakan Bey’le bu sorunu konuşamıyordum bile; ama bugün çok önemli sonuçlar almaya başladık" dediğini aktarırsam devletin soruna bakışındaki değişim daha net görülür.

RESİM DAHA DA NETLEŞECEK

Van’daki toplantı gösteriyor ki devletin tutumundaki değişiklik, sorunun çözümünü oldukça kolaylaştırmış, yerel yöneticilerle sivil toplum örgütlerinin daha rahat ve birlikte çalışmasının yolunu açmış.

Sonuçta da pilot bölge Van’dan, ulusal eylem planı çıkar duruma gelinmiş.

Bu gelişme sadece AB ve BM raporlarına olumlu bir yansıma ile kalmayacak.

Örneğin, AB’nin bölgesel kalkınma fonunun kullanımına da olanak verecek. Oysa Türkiye, 2001 yılındaki 45 milyon Euro fonu dahi kullanamadı. Örneğin; Hacettepe Üniversitesi tarafından yapılan ve aylardır sonuçlarının açıklanması beklenen bir araştırma sorunun gerçek boyutunu gösterecek.

Çünkü, Başbakan Tayyip Erdoğan, kaç kişinin yerinden olduğunu en gerçek rakamları ile ortaya koyacak araştırma için, "Açıklansın" dedi.

Ayrıca, diğer partilerin belediye başkanlarının yanı sıra DTP’li başkanlar da İçişleri Bakanlığı ve UNDP ile daha yakın çalışmaya başlamış.

Öyle görünüyor ki Van’daki toplantı yeni AB ilerleme raporunda Türkiye’nin başını ağrıtan konulardan birinde eksilme sağlayacak.

AKSU’NUN İADE ETTİĞİ ÇORAPLAR

Hani Van’a gidince, bu ilin milletvekili olan Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in gündeme gelmemesi düşünülemezdi.

Doğaldır ki Çelik’le ilgili gündem "kartvizit çorapları" üzerineydi.

Sokaktaki Vanlı, "Bizde böyle bir moda yok" derken, çoraplarda Bakan’ın adının önünde neden ’Doç’ (Doçent) ibaresinin yer almadığını merak etmiş.

Bu, yüzyılın ’jestini’ yapmış çorap üreticisinin unutkanlığından kaynaklanmış olabilir; ama iftar sofrasında ilginç bir bilgi alıyorum.

Yemeğe katılan bir AKP’li bu yalakayla ilgili bir ayrıntı veriyor.

Meğer aynı çoraplar İçişleri Bakanı Aksu’ya da gönderilmiş.

Demek ki, çorapların diğer bakanlara gönderilmiş olma olasılığı da var.

O neyse de Aksu, kabine arkadaşı Çelik gibi davranmamış.

Çorapları görür görmez, "Bu kadar da olmaz" diyerek hemen iade etmiş.

Bu bilgiyi aktaran AKP’li, Aksu’nun tutumunu doğru bulduğunu söylerken Çelik’in görgü kuralları ile alçakgönüllülük konusunda ise sınıfı geçemediği kanısında.

Söz konusu kişi bir eğitim bakanı olunca, sanırım bu yargıya hak veren de çok.
Yazının Devamını Oku

AKP’nin zor yılı

28 Eylül 2006
SALI günü yapılan AKP grup toplantısındaki bir görüntü bence es geçildi.<br><br>TBMM, tatilden sonra yeniden toplanıyor ve Başbakan Tayyip Erdoğan da grubuna yeni yasama yılının ilk konuşmasını yapıyor. Bilmeyenler için yineleyelim; milletvekilleri, AKP salonu girişinde, öğrenci gibi yoklamaya tabi tutulur, hepsinden tek tek imza alınır.

Burada amaç, katılımı artırmaktır ve genelde başarı sağlandı da.

Çünkü, Erdoğan, basına kapalı bölümlerini, diğer kitle partilerinin liderlerinin başvurmadığı bir tarzda, kürsüye çıkarak yönettiği toplantılara tam katılım ister.

Bu şartlara rağmen; son toplantıda, bazı koltuklar milletvekili olmayanlarca işgal edilmiş olsa da hissedilir boşluklar vardı.

Oysa, tatilden dönen milletvekillerinin, genel başkanlarının yeni dönemle ilgili neler söyleyeceğini merak etmesi gerekmez miydi?

MERAK BAŞKA YÖNE

Gruptaki boş sıralar, toplantı öncesi ve sonrası milletvekilleri ile yaptığımız sohbetler gösteriyor ki beşinci yıl AKP için zor geçecek.

Bunun birinci nedeni AKP grubundan kaynaklanacak.

Milletvekilleri beşinci yılın yorgunluğu içine girmiş durumdalar.

Geçen hafta toplantı yeter sayısı bulunamaması bunun başka bir delili.

Türkiye’de bu hava aslında her dördüncü yılda yaşanır; ama AKP bu kez zoru deniyor, milletvekillerini beşinci yılda da çalıştırıyor.

Bunun ne anlama geldiğinin farkında olan yöneticiler de var.

Grup Başkanvekili Faruk Çelik, kuliste gazetecilerle sohbet ederken bu durumu şu sözlerle ortaya koyuyordu:

"Seçim yılları böyledir. Yorgunluk, bıkkınlık hali olur. Milletvekilinin kafası başka şeyde olur. Seçim geldi, ne olacak halimiz, der."

Ben Çelik’e bazı ilaveler yapmak istiyorum.

Sadece bununla kalınmaz, vekiller arası çekişme alır başını gider.

Ruhban Okulu örneğinde olduğu gibi yasalara isyan artar.

Seçilemeyeceğini düşünen çoğu milletvekilinde ilgisizlik zirve yapar.

Hele bir de muhalefet işi sertleşmeye götürürse sinirler harap olur.

CHP’nin bu yılı böyle geçireceğini haber vermeye gerek bile yok.

ERDOĞAN’IN SÖYLEMİ SORUN

Bir gözlemimi daha aktarmak istiyorum.

AKP’li milletvekillerinde bir başka yorgunluk daha var.

Bunun nedeni Erdoğan’ın şehitler ve aileleri ile ilgili son söylemleri.

Anladığım kadarıyla, bir televizyon kanalında çocukları ile yeterince görüşemediğini söylerken mendilini çıkarıp gözünü silen bir Başbakan’ın, evladını hayatı boyunca bir daha hiç göremeyecek olan bir şehit annesine anlayış gösterememiş olması, bu annenin duygularını anlamamış gibi görünmesi AKP’nin üstüne kara bulut gibi çökmüş.

Partinin etkili bazı isimlerinin de Erdoğan’ın bu tutumunun AKP seçmeni üzerinde etkisi olduğunu kabul ettiklerini belirteyim.

Her şeye karşın AKP’nin bu yorgunluğa karşı tedbir alacağına inanıyorum.

Ancak, bu yöntem, çıkmayan bir yasa için suçu CHP’ye yüklemek olamaz.

355 milletvekiline sahipken 301’le ilgili düzenlemeyi yapamayan AKP’nin suçu CHP’ye atması her zaman bugünkü kadar kabul görmeyecektir.

Bu nedenlerle ve de "Bugüne kadarki badireler ne ki" dedirtecek cumhurbaşkanı seçimi gündemdeyse AKP yönetiminin acil önlem alması şart.
Yazının Devamını Oku

İsimler aynı olunca

25 Eylül 2006
ARKADAŞIMIZ Şehriban Oğhan’ın, Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın, adaşı Mehmet Aydın’dan ’çektiğini’ anlatan haberini okuduğum gün, konuyu gündeme getiren olduğum için Hatay’dan ’Ali Dibo’luk iddiasıyla yeni bir belge geldi. Malum ’Ali Dibo’ konusu, AKP Grup Başkanvekili Sadullah Ergin’in, Antakya Devlet Hastanesi’nin inşaat işlerinin listesine AKP’li yerel yöneticilerin adlarını yazdığı belgeyle gündeme geldi.

O gün bugündür, Ergin bu olayların merkezine oturdu.

Ancak, şunu açık yürekle söylemeliyim ki Ergin’in Ali Dibo düzeninde şahsi bir çıkar elde ettiğini gösteren tek bir belge olmadı.

Oysa yeni belgeyi getirenler, "İşte Sadullah Ergin’in belgesi" demez mi?

Çünkü, iki faturadan oluşan belge üzerinde Sadullah Ergin adı var.

"Bunda bir yanlışlık olduğuna eminim" dedim.

Bakın araştırınca nasıl bir Mehmet Aydın örneğini gördüm.

AYNI GÜN İKİ İHALE

Konu yine Antakya Devlet Hastanesi’nin bir ihalesi ile ilgili.

Hastanenin basılı evrak ihalesini, AKP iktidarı öncesinde bu tür ihalelere katıldığı bilinmeyen Yorum Gazetesi kazanıyor.

Ancak, basılı evrak aynı olmasına rağmen ortada iki fatura var.

Üstelik 7.4 milyar liralık iki fatura da 14 Kasım 2003 günlü.

Bunun izahı; açık ihale olmaması, Kamu İhale Kurumu (KİK) alanı dışına çıkılması için iki ayrı ihaleye gidildiğidir.

Yasanın 22/d maddesi 8 bin YTL’nin altı için buna olanak sağlıyor.

Çoğu kamu kurumu da işi hızlı yapmak için bu yola başvuruyor.

Ancak, KİK’e göre de bu artık suiistimal noktasına gelmeye başladı.

Çünkü, bu yolla küçük bedelli; ama sayısı binleri bulan ihaleler yapılıp toplamda büyük tutarlarda alıma gidiliyor, KİK denetiminden kaçılıyor.

Ali Dibo’ya konu olan çoğu ihale de bu yolla yapıldı.

Yorum Gazetesi adına kesilen iki ihalenin amacı da başka değil.

Neyse, konuya geri dönelim.

Gazetenin sahibi Sadullah Ergin olduğu için fatura bu isme kesilmiş.

İsim tabii çok ilginçti.

Ama araştırınca bu Ergin’in AKP Grup Başkanvekili Ergin değil, amcasının oğlu olduğu ortaya çıktı.

Anlayacağınız, adaşlığın az daha Ergin’e de bir faturası olacaktı.

BU İŞLER ÇOK NARİN

Ali Dibo
konusuna girince yeni bazı iddialara değinmeden durulamıyor.

Bir iki örnek verelim:

Antakya Devlet Hastanesi 40 günde 24 bilgisayar için 15 ihale açtı.

İhaleler tek günde açılsaydı, hem KİK denetimi sağlanacak, hem de fiyatlar toplu alım nedeniyle düşük olabilecekti.

AKP’li İl Genel Meclisi Başkanı Mehmut Narin’in ailesine ait şirket, 35 milyar lira yıllık kira ile 555 dönümlük fidan üretim merkezini kiraladı.

Bedava fidan dağıtan Narin’e bağlı İl Özel İdaresi bir ihale açtı.

750 bin fidanlık ihaleyi kazanan FİTAŞ, fidanların 630 bin tanesini Ekrem Narin şirketinden aldı ve 2 Şubat 2006 günlü 808 bin dolarlık faturayı kesti.

Yani ihaleyi açan kurum Narin’e bağlı, fidanlar da aile şirketinden.

Anlaşılan, AKP yönetimi Hatay’daki kamu ihalelerine daha sorgulayıcı bakmadıkça iddiaların da, bize ulaşan belgelerin de sonu gelmeyecek gibi.
Yazının Devamını Oku

Ağar’ın Demirel’e attığı taş

21 Eylül 2006
DYP İstanbul İl Örgütü’nün düzenlediği ekonomi panelinde, panelistler İstanbul Sanayi Odası Başkanı Tanıl Küçük, eski Merkez Bankası Başkanı Yaman Törüner, Prof. Dr. Eser Karakaş ve Dr. Rüştü Bozkurt’u dinledik. Ekonomideki olumlu gelişmeleri, (enflasyondaki düşüş, büyüme, sıkı bütçe vs.) ortaya koyan panelistler, ciddi korkuları da şöyle sıraladılar:

Cari açığın giderek daha büyümesi, ki bu yıl sonuna kadar 33 milyar doları aşması bekleniyor, istihdamdaki sıkıntı, kayıtdışı ekonomi ve AKP döneminde de borç miktarındaki artışın (dış borç 130 milyar dolardan 180 milyar dolara; iç borç 237 milyar YTL’den 350 milyar YTL’ye) sürmesi.

Panelin ekonomik yönünü tartışacak mutlaka daha çok yanı var; ama ben daha çok siyasi gözlem yapmayı yeğledim.

TARIM TARTIŞMASI

Böylesi bir panelde, tarımdaki nüfusun daralması gereğinin de tartışılması doğaldı.

Böyle de oldu ve DYP tabanı ile yönetimden tepki anında geldi.

Ben daha çok bu tepkideki Mehmet Ağar’ın usta dokundurmasına dikkat ettim.

Eser Karakaş, birkaç kez Demirel’in, "Tarımda istihdam yüzde 10 olmalı" dediğini söyledi.

Ağar’ın, paneli kapatırken kürsüye çıktığında ilk söz de bu konuda oldu.

"Sayın Demirel bu sözü siyaseti bırakmadan önce mi söyledi, sonra mı söyledi bilemiyorum" deyince, Karakaş’tan, "Bıraktıktan sonra" yanıtı geldi.

Bunun üzerine Ağar, imalı bir gülüşle, "Öyle mi?" demekle yetindi.

Ağar’ın, böylesi bir topluluk önünde, Demirel’e bu kadar net bir dokundurmada bulunması, kendine güvenini ortaya koyan bir tutumdu bence.

Bunu, özellikle merkez sağdaki bütünleşme için girişilen çabalar ve gelişmelerle ilgili olarak bir kenara kaydetmek gerekiyor.

FATİH ÜZERİNDEN ERDOĞAN’A

İstanbul’daki bu panel öncesinde de Ağar’la siyasi bir sohbet yaptık.

Süren gezilerini ramazan boyunca Karadeniz’in tamamı, Güneydoğu’nun bütün büyük illerini de içeren 20 ille sürdüreceğini anlatan Ağar, "Türkiye’nin tamamından oy almayan bir partinin ve iktidarın olamayacağını" söyledi.

Tüm gezilerinde iktidarı sık sık, "Sokağa çıkamaz hale geliyorsunuz" diye uyardığını vurgulayan Ağar, AKP Grup Başkanvekili Eyüp Fatsa’nın Ordu’da uğradığı saldırıya atıf yapıyor.

"Tepkileri yumuşatmadan oraya gitmek yanlış" diyen Ağar, tepkinin fiili saldırı biçiminde yapılmasını ise hiç onaylamıyor.

Ağar, AKP’ye tepkinin her alanda arttığını belirtirken söz Başbakan Tayyip Erdoğan’ın şehit aileleri ve şehitlerle ilgili sözlerine geliyor.

Ağar, Başbakan’ın bu sözlerini kullanmaya başlamış bile.

İzmir’de bir parti toplantısında anlattığını bize de tekrarlıyor:

"Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra Ulubatlı Hasan’ın şehit düştüğünü öğreniyor, cenazesine katılıyor. İstanbul’u aldık da senin şehit olmana değdi mi, diyor. Değdiğini tabii ki biliyor; ama bir lider olarak kalanların gönlünü almayı biliyor."

Sonra, "Biliyor musunuz, bunu 20 yaşındaki bir lider yapıyor" deme gereği duyuyor.

Başbakan’ın verdiği bu kozu kullanacağını gösteren Ağar, "Millet kılıcı çekti. İstenen sadece seçimin gelmesi. Başka şeye gerek yok" diyor.
Yazının Devamını Oku

Kadın cinayetine fetva

18 Eylül 2006
KADIN Merkezi (KA-MER) Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da 23 ilde kadın, kadına yönelik şiddet, namus cinayetleri gibi konularda çalışmalar yapıyor. Başkan Nebahat Akkoç ve arkadaşları, Ankara’ya gelerek hem dernekleri hem de çalışmaları ile ilgili bir sunum yaptılar.

Bu konularda duyarlılığı olan herkese çarpıcı gelecek bilgiler verdiler.

Aralarında ’damdan düşmüş’ bir kadının da yer aldığı sunumu yapan Ka-Mer üyelerinin yaşadıkları karşısındaki yorgunlukları yüzlerinden okunuyor.

Doğrusu yorulmak için onlar gibi olayların içinde yer almanız bile gerekmiyor, anlatılanlar yetiyor, artıyor da.

CİNAYET ARALIĞI KISALDI

Akkoç
’un verdiği rakamlara göre son iki yılda Ka-Mer’e başvuran kadın sayısı, önceki yıllara göre ikiye katlanmış.

Ama ilginç bir gelişme olmuş.

Daha önce aile meclisinin kararından sonra infaz ilk beş ay içinde gerçekleştirilirken, kamu ve sivil otoritenin duyarlılığı artmaya başlayınca, engellenmesin diye, cinayetler ilk bir ayda işlenmeye başlanmış.

Bu acımasızlığa ve gözü karalığa Akkoç’un bir ilavesi daha var:

"Cinayetin işleneceğini köyün imamı, muhtarı ve öğretmeni de dahil herkesi biliyor. Bilmedikleri sadece zamanı; ama hepsi susuyor."

Anlayacağınız ortada toplu failli seri cinayetler söz konusu. Akkoç’un şu sözleri de bu düşüncemi destekliyor:

"Cinayeti işleyecek bile belli. Kardeş diyelim. Cinayete kadar kimse bu kardeşle konuşmuyor. Görünmemek için çatılardan geçip evine giden kardeşler var. Ayrıca o güne kadar kimse aile ile konuşmuyor, alışveriş yapmıyor."

Cinayetlerde bunlar kadar önemli ve düşündürücü bir yön daha var.

Akkoç, aile meclislerinden alınan bu kararların, mutlaka dini otorite olarak görülen birine onaylatıldığını, fetva alındığını söylüyor.

Akkoç, bu kişinin Diyanet’le bağlantısı olmadığının ise altını çiziyor.

ALLAHLIK MÜDÜRLER

Ka-Mer’e başvuran 125 kadın arasında tek bir üniversite mezunu yer almazken, 42’sinin okuryazar olmaması sorunun eğitim boyutunu ortaya koyuyor.

Akkoç, bu nedenle ’eğitim’ diyor; ama başka önerilerde de bulunuyor.

İmam-öğretmen-muhtar duyarlılığı bile çok cinayeti önleyebilir, diyor.

Akkoç, Diyarbakır Valisi Efkan Ala ile polisten övgüyle söz ediyor.

"Polis beklenenden daha kısa zamanda duyarlılığını ortaya koydu. Hiçbir şey yapamazsa, tehlike altındaki kadını nezarette konuk ediyor"
diyor.

Ancak Akkoç, Sosyal Hizmetler İl Müdürlerinin bazıları için, "Allahlık" tanımını yeğliyor.

En az 50 garip örnek verebileceğini söyleyen Akkoç, devam ediyor:

"Yaptıklarını anlamak mümkün değil. Kadıncağız canını zor kurtarmış. Biz de bir süreliğine götürüp sosyal hizmetler müdürlüğüne bırakmışız. Akşama kadının il müdürleri tarafından kocasına teslim edildiğini görüyoruz."

Sunum gösterdi ki bu seri cinayetleri önlemek için alınacak çok yol var.

Ancak bu yolda muhafazakár kesimin siyaset adamlarına, din önderlerine, yazar-çizerlerine daha büyük sorumluluk düştüğü de ortada.

Bu kesim de namus cinayetlerine karşı sesini daha fazla yükseltmeli.

Örneğin; Diyanet İşleri Başkanı (dileriz hiç olmaz) bir kurbanın cenaze namazını bizzat kıldırsa, "Bu cinayetin dinle hiçbir alakası yok" mesajını en net vermiş olmaz mı?
Yazının Devamını Oku

Ekonomik Sorunları Değerlendirme Kurulu sorun oldu

14 Eylül 2006
BÜYÜME rakamları, enflasyonun yeniden düşüşe geçmesi, ekonomideki istikrarsızlık görüntüsünün ortadan kalkması, iş dünyası için olumlu gelişmeler. Buna rağmen, iş dünyasının değişik örgütlerinin tepe noktalarındaki kişilerle yaptığım görüşmeler, bazı tedirginlikleri ortaya koyuyor.

Özellikle protestolu senet sayısının altı ayda 900 binden 1 milyon 500 bine doğru çıkması ciddi korku yaratıyor.

Teşvik sistemine yönelik eleştirileri her işadamından duymak mümkün.

"Türkiye’nin her yerinde un fabrikaları var, hálá un fabrikalarına teşvik veriliyor. Çünkü teşvik bölgesel olunca sonuç bu oluyor" diyorlar.

Oysa onlar, her isteyenin istediği yere fabrika kurmasından yana değil.

Bunun için de bir sanayi envanteri çıkarılmasını şart görüyorlar.

17 SENTE ELEKTRİK

Sanayi envanteri konusunda en çok Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) istekli; ancak konu onları çoktan aşmış.

Çünkü, bu kuruluşun elinde 70 bin tesisle ilgili bilgi var.

Ancak, Türkiye’de envantere alınması gereken tesis, 230 binden fazla.

Ne gariptir ki yıllardır, bir sanayi stratejisi yapılmasını sağlayacak bu önemli konuda hükümet ve iş dünyası ortak bir çalışma içine giremiyor.

İş dünyası sosyal güvenlik reformunun Anayasa Mahkemesi’nden dönmesi olasılığı karşısında yeni bir kriz durumunu da göz ardı etmiyor.

Daha doğrusu tam bir korku yaşıyorlar.

En az bunun kadar hissettikleri başka bir korku da elektrik üretiminin özelleşmemesi halinde fiyatlarda görülebilecek yükseliş.

Burada 17 senti bile dillendirenler var.

Vergi ile ilgili yakınmaları ise zaten çok bilinen bir konu.

BABACAN’IN YORGUNLUĞU

Benim için asıl sürpriz, hükümetle diyalog konusu oldu.

Bu diyaloğun iyi olduğunu düşünürüz; ama iş dünyası aynı fikirde değil.

Verdikleri ilk örnek de Ekonomik Sorunları Değerlendirme Kurulu (ESDK).

Abdullah Gül’ün başbakanlığı döneminde oluşturulan ve o dönemde haftada bir toplanan bu kurulun üyeleri, son bir yılda sadece üç kez buluşmuş.

Oysa Başbakan ve ilgili bakanların katıldığı bu toplantılarda hep sonuç alınmış.

Kuş gribi, tekstil ve turizmde yaşanan sıkıntılarla ilgili yapılan son üç toplantı da beklenenleri karşılayabilmiş.

Toplantıların yapılmamasına, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın programının yoğunluğu gerekçe görülüyor; ama yorgunluğuna da işaret ediliyor.

İlginçtir, iş dünyasında yorgunluğundan söz edilen bir isim de kabinenin en genç ismi Devlet Bakanı Ali Babacan.

Ancak, Babacan’ın yorgunluğu daha çok AB ile ilişkilendiriliyor ve bu yorgunluk, süreci yavaşlatan bir unsur olarak da görüyor.

Daha da açığı, iş dünyasında, başlangıçtaki görüşlerin aksine, Babacan’ın AB ile ilgili süreci canla başla üstlenmediği kanısı giderek yayılıyor.

Buradaki korkuları da sürecin kazaya uğraması halinde Türk ekonomisinin istikrarını kaybetmek dahil, önemli sıkıntılarla karşılaşma olasılığı.

Böyle olunca, "Bunu hükümetle konuşmuyor musunuz?" diye sordum.

Yanıt, "Belki dediğimiz anlaşılmıyor; ama her şey ortada zaten" oldu.

Bakalım buradan söylenince anlaşılabilecek mi?
Yazının Devamını Oku

Kenter ile Evgin’den siyasi kararlar

11 Eylül 2006
CHP, kuruluşunun 83’üncü yılını yeni bir genel merkez binasının yarattığı olanakla bu yıl bir başka havada kutladı. İyi hazırlanmış, motivasyon yönü yüksek bir organizasyon izledik.

Erol Evgin’in duysallık-yurtseverlik-çağdaş yaşam motifli "CHP-Cumhuriyet 83 yaşında" sunumu bir yana, Yıldız Kenter ve Talat Halman’ın "Çağlar Boyunca Türk Sanatları" gösterisi bile CHP tarihi ile bağlantılı gibiydi.

Deniz Baykal’ın tercihlerini yansıtan iki sunumda CHP’liler, Atatürk, Çanakkale Savaşı ve şehitlerle ilgili bazı bölümlerde epey gözyaşı döktü. Benim için, kutlama sonrası Baykal’ın odasında ağırladığı bu üç sanatçı ile gelişen sohbet de en az sunumları kadar ilginç oldu.

KENTER’İN PROTOKOL TAVRI

Baykal,
her üç sanatçıya saygısını her fırsatta ortaya koymakla yetinmeyip, onlara birer hediye vermeyi de ihmal etmedi.

Halman, paketi açınca Yalçın Gökçebağ’ın harika bir tablosuyla karşılaştık.

Kenter’i zahmete sokmak istemeyen Baykal, "Efendim isterseniz açmayın; sadece Nuri Abaç olduğunu söylemekle yetineyim" dedi.

Erol Evgin için uygun görülen ise Paşabahçe’nin mineli camlar koleksiyonundan ceylan figürlü çok hoş bir sürahi oldu.

Baykal, her adımda kuruluş gününü sanatla iç içe geçirmeyi yeğlemişti. Sohbet sırasında da sanatla siyaset iç içe geçti.

Aktarmak istediğim birinci sohbet Yıldız Kenter’den.

Kenter, devlet protokolünün, siyasetin sanata ilgisinin azalmasından yakınırken, "Ankara’ya her gelişimizde mutlaka ilk oyunumuzu protokol için sahnelerdik. Ama 10 yıl kadar önce buna son verdik" dedi.

Gerekçesi çarpıcıydı.

"Çünkü; son yıllarda protokol gelmemeye başladı. Üç kişi bir köşede beş kişi başka bir köşede oturunca şevkimiz kırıldı" diyen Kenter, "Kendisine şifa dilediğim, sanata büyük ilgi gösteren Sayın Bülent Ecevit bile gelmemeye başladı" vurgusunu ayrıca yapma gereği duydu.

Bu ilgisizlik üzerine uygulamadan vazgeçtiklerini söyleyen Kenter, "Ama, hálá seve seve istendiği kadar yer ayırmaya hazırız" diyerek devlet protokolüne ve siyasilere sanata yeniden ilgi göstermeleri çağrısı yaptı.

BAŞBAKAN’IN TUTUMUÜZERİNE

Erol Evgin de bu sohbette bence çok ilginç ayrıntılar verdi.

Cumhuriyet ve Atatürk bağlantılı bu programını sürdüreceğini, konserlere gösterilen ilgiden çok memnun olduğunu söyleyen Evgin, şarkılar ve türkülerle süslediği bu sunumu ile özel bir misyon üstlenmiş görünüyor.

Kadının sosyal hayata katılımı konusundaki duyarlılığı hem sunumunda hem de Baykal’ın odasındaki sohbette gösteren Evgin, bakın ne yapmış?

Evgin, sunumunda öğretmenlerle yapılan bir toplantıda Atatürk’ün haremlik-selamlık uygulamasına koyduğu tepkiye yer veriyor.

Evgin, AKP Kars il kongresindeki haremlik-selamlık oturma düzenini Başbakan Erdoğan’ın savunması üzerine metnin bu bölümüne bir ilave yapmış.

Bu ilavenin Atatürk’ün, "Kadınların iffetinden mi, yoksa kendinizden mi korkuyorsunuz" sözleri olduğunu söylüyor.

Bir sanatçının böylesi bir tavrına yorum yapmaya bile gerek yok.

Ancak, Evgin’in sohbette, ’iyi bir seçici ve üretken’ diye nitelediği kadının siyasette öne çıkarılmasını özellikle istediğini de belirteyim.
Yazının Devamını Oku

’Hayır’ tuşu üzerindeki tartışma

7 Eylül 2006
LÜBNAN’a asker gönderme tezkeresi nedeniyle tatilime bir günlük ara verip Meclis’e gittim; ama görüşmeleri hakkıyla izledim, diyemem. Eski Başbakan Mesut Yılmaz ile Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu arasındaki ilişkiyi ortaya koymak için yazdığım, "Hayır tuşuyla verilen mesaj" başlıklı yazımın yankıları bütün gün beni kuşattı.

Burada belirleyici olan da Mumcu’nun çıkışı ve açıklamaları oldu.

Mumcu, Yılmaz’ı aramadığını; bunu telefon operatörünün ve kendi telefonunun kayıtlarından kanıtlayabileceğini söyledi.

"Ortada ya bir yalan ya da bir yanlış var" diyen Mumcu, yanlışlığın operatör numarasından kaynaklanabileceğini belirtti.

Gerçekten de Mumcu’nun 532 ile başlayan telefonunu 543 ile başlattığımda telefonumun ekranında Erkan Mumcu adı çıktı.

Karşı taraf beni aradığında da yine ekranda Erkan Mumcu yazısı vardı.

ARAMA REDDEDİLDİ

Mumcu haklıdır, derim; ama bence bu da işin özünü değiştirmiyor.

Bu nedenle, Anavatan Partisi’nden yapılan, "Böyle bir arama olmamıştır" ibaresine hiçbir itirazım olmasa da "Aramanın reddedilmesi söz konusu değildir" denmesi doğruyu yansıtmıyor.

Çünkü; Yılmaz, arayanın gerçekten Mumcu olup olmadığına bakmadı, ekranda "Erkan Mumcu" adını görünce "Hayır" tuşuna bastı.

Yani, Erkan Mumcu adının ekranda görünmesi, aramanın reddi için yeterli oldu.

Benim tanık olduğum olay budur ve doğrudur.

Bu vesileyle Mumcu’nun söylediği bir şey daha var.

Yılmaz’la ilişkisinin bu noktaya gelmesinde katkısı olmadığı için bunun nedenini açıklayacak kişi olmadığını da söyledi.

Öyle ya da böyle; Yılmaz ile Mumcu arasında beş yıl sonra kurulan diyaloğun bir ay sonra yeniden bozulduğu gözleniyor.

Dünkü MKYK toplantısı, bunun parti içindeki ilk yankılarını verdi bile.

Bu nedenle o yazımda, "Mumcu’nun liderlik kariyerinde yeni bir dönem başlıyor" dedim.

AĞAR ’BANA GELSİNLER’ DİYOR

Konuya DYP’den de ilginin az olmadığını söylemeliyim.

Meclis’te sohbet olanağı bulduğum Mehmet Ağar da aynı konuya atıf yaptı.

Ağar, süreçte iki liderin de hatalı tutumları olduğunu söyledikten sonra, "Kardeşim, mal burada gelsinler buraya. Kapımız herkese açık. Burası en eski ve sağlıklı adres. Doğrusu bu" diyerek herkesi partisine davet etti.

Randevu isterse Yılmaz’la görüşeceğini söyleyen Ağar, "Biraz acele etti", "Seçim kaybetmeyen tek lider benim, derken haklıydım", "Seçimi kaybeden onlar", "Yani AKP neden iktidar oldu?" cümlelerini kurmaktan da çekinmedi.

Partisinde eski ve yeni çok ismin bulunduğunu, daha çok ismin de geleceğini anlatan Ağar, "Torbada daha çok tavşan var, zamanı geldikçe hepsini çıkaracağız. Bazılarının acele etmesine gerek yok" dedi.

Anavatan grubunu devşirme gören, Mumcu’yu da çocuksu çıkışlar yapmakla eleştiren Ağar, bugün birlikteliğe kapalı görünse de olası gelişmeler konusunda kestirip atmıyor.

Ağar, "Neden bizi sık sık eleştiriyor, anlamıyorum" dediği Mumcu’ya, "Sen git, bugünkü güven sorununu yaratan 23 aylık birlikteliğin olan AKP iktidarı ile uğraş" derken de böylesi bir mesaj veriyor.
Yazının Devamını Oku