12 Haziran 2006
CHP Lideri Deniz Baykal’la yeni açılım politikasına yankıları konuştuk. Baykal, bugüne kadar CHP haritası içinde görmediği çok kişiden destek aldığını anlatırken "Hoş olmaz; yoksa öyle çarpıcı isimler var ki" diyor.
Ancak Baykal, TOBB ve TÜSİAD üyelerine özel atıf yapıyor.
Geçen hafta TOBB’un bir etkinliğine katılan Baykal’la hayatlarında ilk kez görüşen pek çok işadamı, kendi görüşlerini anlatıp fikirler vermiş.
Baykal’ın bu görüşmelerde ilginç bir gözlemi söz konusu.
Bu işadamları konuşurken sık sık, "Karım, dedi ki"li cümleler kuruyor.
Böylesi atıfları AKP’de zemin kaymasının şifresi olarak gören Baykal, kadınlarda, "Yaşam tarzımız değişecek" kuşkusunun arttığına inanıyor.
Bence Baykal’ın bu gözleminden AKP’nin çıkarması gereken sonuçlar var.
Demek ki sağ kesimde kadınlar, eşleri üzerinde baskı yapmaya başladı.
ÖYLE ÇARPICI İSİMLER VAR Kİ
Baykal, bu durumu, günlük ekonomik ve sosyal sıkıntıların ötesinde, gelecek konusundaki belirsizliğe, oluşan tedirginliğe bağlıyor.
"Herkes, kendisinin ve ailesinin yaşamına etkiler konusunda sorular soruyor" diyen Baykal, şöyle devam ediyor:
"Herkes, doğru ne, yanlış ne; iyi ne, kötü ne diye bakıyor. Yeni bir ihtilaf ortaya çıkıyor. Tabii yeni bir savunma ihtiyacı da."
Bu soruları soranların, meydanı marjinallere bırakmadan Türkiye’nin makul çizgisini yeniden sahiplenmek istedikleri inancındaki Baykal, CHP’nin ilk kez kamuoyu anketlerinde yüzde 20 düzeyine çıkmasında bu sorgulamanın etkili olduğunu söylüyor.
Baykal, anket sonuçlarının yeni açılım çağrısından önce yapıldığını anımsatırken, yapılacak anketlerde CHP’nin daha yüksek çıkacağından emin.
SORUNLARA ÇÖZÜM İDDİASI
Sorunların sadece açılım politikasıyla çözülemeyeceğinin farkında olan Baykal, üç nokta üzerinde duruyor.
Birinci önceliği ise işsizlik sorununa veriyor.
Baykal, "Çözüm için mucizevi reçeteler yok; ama bu yaşamsal soruna en iyi çözümleri sol partilerin bulduğunu İngiltere örneği kanıtladı" diyor.
Sol bir parti olmaları nedeniyle iş dünyası ile komplekssiz bir ilişki kurarak, istihdamla ilgili ciddi önlemler alacaklarını anlatan Baykal, "İngiltere’de yapılanı biz de burada yapacağız" diyor.
İkinci öncelikli ve önemli sorun yolsuzluklar.
Bu konuda "Türkiye’nin şansı" olarak ortaya çıkacaklarını öne süren Baykal, "Çünkü, bu konuda en duyarlı parti biziz; işte dokunulmazlıklar" diyor.
En önemli üçüncü sorunu eğitim ve gençlik olarak gören Baykal, katsayı, meslek liseleri, üniversite sınavları konularında iddialı konuşuyor:
"Türkiye’yi rahatlatacak çok çarpıcı, şaşırtıcı açılımlar yapacağız. Biz söyledik diye büyük kabul görecek. İnsanlar bu önerileri duyduğunda çok ferahlayacak, derin bir oh çekecekler. Ne güzel düşünülmüş, diyecekler."
Baykal’a, "CHP, özgürlükleri savunmuyor" eleştirilerini de anımsattım.
"Hiç, ama hiç kompleksimiz yok" diyen Baykal şu savunmada bulunuyor:
"Gazeteci Metin Göktepe’nin öldürülmesi, Manisa’daki işkence davası, Yüksekova çetesinde sis perdesini kaldıran biziz. Merak edilmesin; özgürlükleri güvence altına alacak düzenleme varsa başrolde biz oluruz. Bugün ise Türkiye’nin acil sorunu terördür. Kompleksi olan bizi anlayamıyor."
Yazının Devamını Oku 8 Haziran 2006
DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’la birlikte Van il kongresine gittik. Ağar, Türkiye’nin en doğu ucundan üç ana mesaj verdi.
Ağar’ın ilk mesajı, "Demokrasi, demokrasi, demokrasi. Bu vazgeçilmeyecek yegáne gücümüzü zedeleyecek her şeyin karşısındayız" oldu.
Bölge hassasiyetine atıfla güvenlik sorununun ülke bütünlüğü ve özgürlük temelinde çözüleceğini söyleyen Ağar şöyle devam etti:
"Dağlar özgür olacak. Dağlarda kurşun atan değil, keyif çatan gençler olacak. Dağlar, kuş sesi ile çınlayacak, çiçeklerle bezeli olacak."
Üçüncü mesaj AKP’nin yolsuzluklar konusundaki tavrıyla ilgiliydi.
Yoksulun yanında olma vaadi ile iktidara gelen AKP’nin tuzu kuruların hükümeti olduğunu anlatan Ağar, AKP’ye şu uyarıyı yaptı:
"İstediğiniz kadar kayırmalı müteahhitler yaratın; kamu kaynaklarını akrabalarınız arasında bölüşün; ama Mehmet Ağar geliyor. Bacaklarınız titreyecek, bacaklarınız. Vereceksiniz bunun hesabını."
HAREMLİK
SELAMLIKTAKİ FARK
DYP’nin Türkiye için her şeyi yapacağını anlatırken Názım Hikmet’ten, "Sen yanmazsan, ben yanmazsam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa" dizelerini okuyan Ağar, "Üniversitedeki türban sorununu da biz çözeriz" vaadini yaptı.
Ardından, birkaç kez Cumhuriyet’in kadın konusundaki kazanımları ve kadın-erkek eşitliğine değinen Ağar’ın bu vurgusunun nedenini kongreden sonraki sohbetimizde, "AKP’yi haremlik-selamlık düzen uyguluyor diye eleştiriyoruz; ama burada da hemen hemen aynı şey vardı" demem üzerine öğrendik.
"Haklısınız; ama kadın konusundaki vurgum bu konuda uyarıdır. Yaptığım bu uyarıyı kadınlar aldı ki büyük tezahürat yaptılar" diyen Ağar, böylece bu oturma düzenine destek veren Başbakan Tayip Erdoğan’la farkını gösterdi.
Bu sohbette Ağar’ın, cumhurbaşkanlığı seçiminde uzlaşma öneren CHP Lideri Deniz Baykal ve TÜSİAD’dan farklı düşündüğünü de gördük.
Ağar, "Uzlaşmayı arayacak olan hükümet. Ama bu niyeti yok. O nedenle en doğru çözüm erken seçimdir" görüşünü savundu.
Ağar, bu noktada hükümetin yıl sonunda seçime gideceğini ileri sürerken, "Çünkü hazırlıkları bu noktada. Doğrusu da bu. Ayrıca Başbakan daha dün oylarının yüzde 42 olduğunu söyledi. Eğer inanıyorsa hemen seçime gitsin. O zaman cumhurbaşkanlığı sorunu da, başka sorun da kalmaz" diye konuştu.
Ekonomik göstergeleri de iyi bulmayan Ağar, dövizdeki yüzde 20’lik artışı devalüasyon olarak görenlere cahil diyen Başbakan Erdoğan’a yükleniyor:
"Asıl piyasanın yaptığını görememek zır cahilliktir."
Ağar’ın "Ordu içinde çeteler oluştu" iddialarına bakışı da ilginç:
"Eğer bunlar doğru ise, yapılması gereken ordunun hiyerarşisi ile üstüne gitmektir. Bunun için de güveni tesis etmeli. Yoksa bunlar içe çekilirse; mesela orduevlerine, başka askeri yerlere, sorun olur. Bunu 27 Mayıs’ta gördük. Bu işler çok dikkat ve duyarlılık gerektirir. Öyle sadece polisle çözülecek iş değil."
SAYDAMER’DEN ÖZÜR
Bugün yazımı sevgili arkadaşım Kemal’den özür dileyerek bitireceğim.
Kemalciğim; Van programı nedeniyle son yolculuğunda seni yalnız bıraktım.
Özür diliyorum ve o büyük centilmenliğinle beni hoş gördüğüne eminim. Ama, aramızdan bu kadar erken ayrılıp gittiğin için senin de bir özür borcun oluştuğunu sakın unutma!
Yazının Devamını Oku 5 Haziran 2006
TÜSİAD’ın hükümete yönelik eleştirilerini sert bulanlar oldu. <br><br>Bunlar daha çok AKP yöneticileri ve AKP’ye yakın isimler arasından çıktı. AKP yönetiminin eleştirileri sert bulmasına biraz şaşırdığımı belirteyim. Çünkü, AKP milletvekillerinin parti yönetimine ve hükümete yaptığı eleştiriler çok daha sert ve somut.
Üstelik eleştiriler, parti yöneticileri ve bakanların önünde yapılıyor.
Hem de AKP Genel Merkezi tarafından düzenlenen "kaynaşma" toplantılarında.
Eleştirileri yapanların bildik muhalif isimler olmadığını da belirtmeli.
RANT ÇARKINDA ANAP’TAN HIZLI
Önce altmışar milletvekilinin katıldığı toplantıların havasını aktaralım.
İlk görünen AKP yöneticilerindeki, son günlerdeki bildik olaylardan hareketle AKP’ye karşı bir komplo kurulduğuna olan inanç.
İkincisi, ülkede işlerin iyi gittiğini söyleyen vekil sayısı azalırken başta, köylü ve esnaf geniş kesimleri sıkıntıda görenler çoğunlukta.
Daha dikkat çekici olanı; milletvekillerinin büyük çoğunluğunun, parti mensuplarının da karıştığı yolsuzluklardan yakınıyor olması.
En çarpıcı sözler de Ordu Milletvekili Hamit Taşçı’dan geliyor:
"Anadolu’dan gelen haberler rahatsızlık verici. AKP, ANAP’tan daha hızlı rant çarkına girdi. Teşkilatlar ihale takip ediyor. Tedbir alın."
Ağrı milletvekili Halil Özyolcu ise iki Y içinde yoksullukla mücadelenin iyi olduğunu; ancak yolsuzlukla mücadelede böyle olunmadığını söylüyor.
Belediyelerde yolsuzluğun diz boyu olduğunu da söyleyen Özyolcu ekliyor:
"Yolsuzluklarla ilgili mücadelede halkın kafasındaki güven, soru işaretine dönüşmüş. Bunlar doğrudur yanlıştır, dedikodudur bilmiyorum; ama halk bu konuda artık güven noktasında sıkıntılar yaşıyor."
5 YILDIZLI BOŞ GENEL MERKEZ
Muhalif olarak tanınan Turhan Çömez’in (Balıkesir) bakanları, "Yetersizler; gündem yaratamıyorlar" diye eleştirdiği toplantıda Eyüp Sanay (Ankara) da yolsuzlukları gündeme getirdiği için Fuat Geçen’in (Hatay) disiplin kuruluna verilmesine atfen şu uyarıyı yapma gereği duydu:
"Konuşan arkadaşlar için disiplin sürecini başlatmak çözüm değil, konuşulmazsa demokrasi nasıl tesis edilecek?."
Böylesi bir toplantıda Ali Dibo’ların gündeme gelmemesi mümkün mü?
Bu konuya bakışı da Veli Kaya’nın (Erzurum) sözlerinden aktaralım:
"Hatay yolsuzluklarından bıktık. 24 saat Ali Dibo ile yatıp, Ali Dibo ile kalkıyoruz. Buna bir çözüm bulmalı. Bence artık cevap vermeyelim."
Peki ya çeşitli milletvekillerinin yaptığı şu eleştirilere ne denir?
- Belediyelerde, hastanelerde ciddi yolsuzluklar var.
- Parti genel merkezi beş yıldızlı otel gibi. Ama koridorları boş; içinde millet yok, milletvekili yok. DSP Genel Merkezi’ne dönmüş.
- Bürokraside kötü not alıyoruz, atananlar ehil değiller.
Son noktayı da Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in uyarıları ile koyalım:
"Bize zarar verecek üç nokta var: Milli Görüş gömleği yeniden giyildi izlenimi; yolsuzluk iddiaları; hükümetin idare edemediği görüntüsü."
Yazının Devamını Oku 1 Haziran 2006
SON iki grup konuşmasını da dikkatle dinlediğim Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, gerilimi düşürmeye, partisinin ideolojik konumu ile ilgili bazı kuşkuları ortadan kaldırmaya yönelik bir çaba içine girdiği görülüyor. Erdoğan, önceki grup konuşmaları ile kıyaslandığımızda, Danıştay saldırısından bu yana daha yumuşak bir üslup kullanmaya başladı.
Bununla da yetinmeyerek, "Hiçbir AK Partili kendisine giydirilmek istenen o farklı gömleklere giremez" deme gereği duydu.
Erdoğan’ın bu söylemini, benim de dile getirdiğim "AKP giderek milli görüşe yaklaşıyor" değerlendirmelerine yanıt gibi de alıyorum.
Şunu belirtmeli ki Erdoğan’ın son söylemi ile AKP yönetiminin eşini döven Halil Ürün’le ilgili kararı ve dini yayın yapan belediyeleri uyarması gibi çıkışları, AKP’yi yeniden muhafazakar demokrat çizgisine çeker gibi.
Ancak, bugün AKP için daha yüksek bir inandırıcılık sorunu ortaya çıktığından, bu çabaların uygulamada hayata geçirilmesi son derece önemli.
KURUMLARLA İLİŞKİ
Bu görüşlerimi şundan dolayı dile getiriyorum.
AKP, "Benim her dediğim halkın tümünün talebidir" söyleminden uzaklaşmalı; demokrasinin azınlık oyu (yüzde 34) ile de iktidarı getirebildiğini; ama bu iktidarın, "Her şeye muktedirim" anlamına gelmediğini görmeli.
Bu oyların sadece milli görüşten geldiği ise hiç düşünülmemeli.
AKP, demokrasilerde kurumların önemli yeri olduğunu kabullenmeli.
Bu nedenle kurumlarla güven esasına dayanan bir ilişki kurulmalı.
Bence bunun önemli şartlarından biri, kurumlarla hükümetin koordinasyonunu sağlamakla görevli bürokratik kademelere bu amaca uygun yapı kazandırmak.
Örnek mi; ilk akla gelen Başbakanlık Müsteşarlığı olabilir.
Başbakan’ın önüne geleni fırçalama alışkanlığından vazgeçmesi de şart.
Benim kanım, Berlin Büyükelçisi Mehmet Ali İrtemçelik örneğinde yaşanan olayın Başbakan Erdoğan üzerinde oldukça uyarıcı etki yaptığı yönünde.
Erdoğan, eğer türban, imam hatip gibi konulardaki önyargısını bir kenara bırakabilirse sanırım sinirlerine daha hákim olabilir.
Çünkü, Erdoğan bu iki konuda farklı yaklaşım içinde.
Yoksa, Berlin’de türbanlı vatandaşın ne demek istediğini daha anlamadan, o genç bayana, onun da amacını aşan bir destek verirken, İslamcı holdingler nedeniyle canı yanmış vatandaşa karşı o hoşgörüsüzlüğü gösterir miydi?
SİYASİ YAKLAŞIMLAR
Konunu bir de siyasi yaklaşımlar bölümü var. Özal gibi bir lider bile, muhalefetle ilişkilerini gerdiğinde, "Hükümet olan benim" anlayışıyla özür dileyip, ortamı yumuşatma yoluna giderdi.
Erdal İnönü’ye, "Boyu uzun aklı kısa" dediği için ertesi günü, "Erdal Bey de bana, boyu bücür, fitne fücur derse haklı" diyen Özal’dı.
Ama, Kasımpaşa’da büyümüş Erdoğan’dan bunu beklemek gerçekçi olmaz.
Gördüğüm; Erdoğan’ın bu durumlarda suskunluğu yeğlediğidir.
Bu nedenle, son tutumu geçmişteki sertliğine özür gibi görülebilir.
Ama, ben başında da değindiğim gibi uygulamaya bakmaktan yanayım.
Çünkü; birincisi, hálá haremlik-selamlık oturma düzeni savunulduğu, ona gerekçeler yaratıldığı sürece ’gömlek değişti’ söylemi inandırıcı olamaz.
İkincisi, CHP lideri Deniz Baykal’ın muhafazakarlar da dahil laik demokratik cumhuriyete hassas sağ tabana yönelmesi AKP’yi düşündürmüş olabilir mi?
Yazının Devamını Oku 29 Mayıs 2006
AKP’de bazı kesimleri rahatsız etse de Ali Dibo gerçeği ortada duruyor. <br><br>Bu gerçeği bugün de AKP’nin tam içinden iki mektupla ortaya koyacağım. Mektuplar, 3 Kasım seçiminin ardından 44 ay boyunca AKP Hatay İl Başkanlığı yapan, iki ay önceki seçimde ise yarışı kaybeden İsmail Kimyeci’ye ait. Kimyeci, bu mektuplarını o günlerde henüz Disiplin Kurulu’na verilmemiş olan AKP Hatay Milletvekili Fuat Geçen’e gönderiyor. Mektupların ilki, Ali Dibo haberlerimiz ardından, 21 Şubat 2006 günlü.
Kimyeci, mektubun başlangıcında partili milletvekillerine, "Küçük olsun benim olsun. Benim hırsızım iyidir. Sadece bana bağlı olsun. Ehliyet, dürüstlük, liyakat hiç önemli değil" görüşünde olma eleştirisi yöneltiyor. AKP Teşkilat Başkanı Hayati Yazıcı’dan defalarca sıkıntılara çözüm bulmasını veya durumu Başbakan Tayyip Erdoğan’a iletmesini istediğini anlatan Kimyeci, somut bir adım atılmadığı için heyecanını kaybettiğini anlatıyor.
BÜROKRATA KAN KUSTURANLAR
Kimyeci, mektupta AKP Grup Başkanvekili ve Hatay Milletvekili Sadullah Ergin’i, il başkanlığının içini boşaltmakla suçlayıp şöyle diyor:
"Benim gibi düşünen AK Partililer, artık bu ekibe ayak bağı olmaya başladı. Rahat hareket etmeyeceklerini anladıklarından başta ben olmak üzere, parti ilkelerini ödünsüz savunan teşkilat mensuplarından kurtulmaya çalışmaktalar. Bir daha seçilmemem için ölüm kalım meselesi gibi uğraşacaklar."
Kimyeci, il başkanı sıfatıyla mektubunu şu ilginç cümleyle bitiriyor:
"Partimin teşkilat kademelerinde adı şaibe ve olumsuzluklara karışmış, bürokratlara baskı yaparak, kan kusturarak para kazanan şahsiyetlerin yer almaması için elimden geldiğince mücadele edeceğim."
Kimyeci, il başkanlığı seçiminin ertesi günü (17 Nisan), bir gün önce basın toplantısı yaparak AKP yönetimine Ali Dibo eleştirileri yönelten Geçen’e yazdığı ikinci mektubun ilk bölümünde ise şu görüşlerini aktarıyor:
"Genel başkanımızın bir gün Anadolu’ya bakıp, ’Emanetim hangi ellerde’, sorusunu soracağına inanıyorum. İktidara gelişimizden itibaren aramıza sızarak, bizi eskinin, köhne, talancı partilerine benzetmeye çalışanları hemen fark ettim. Bunları önce milletvekillerimize daha sonra Hayati Yazıcı’ya defalarca, şahsen ifade ettim. Her seferinde de, ’İl başkanı olarak yeni sorunlara yol açma, çözeriz’ sözleri ile rahatladım."
ALİ DİBOCULAR YÖNETİME
Görevi boyunca Erdoğan’ın, "İlinizde temsilcim olduğunuzu unutmadan, şaibeye bulaşmadan; doğruluk, dürüstlük, şeffaf ve adaletten şaşmadan çalışın" ilkesine uyduğunu da kaleme alan Kimyeci’nin şu görüşlerini de aktarlım:
"Teşkilat içinde, bürokraside Erdoğan’ın gösterdiği doğruluk, dürüstlük ilkelerine uymayan; bu umudu hoyratça harcayan, basınımızda ’Hatay’da Ali Dibo şirketi’ne konu olan kişileri partiden uzaklaştırma umudunda oldum."
"Sadullah Ergin’in, Hatay’dan çıkarcı çevrelerden almış olduğu yanıltıcı bilgiler, önceleri hassasiyetle korumaya çalıştığı ilkelerin bir bir ortadan kalkmasına, bugünkü süreci yaşamamıza neden oldu."
"Beklediğim hamleyi yapamayan Sayın Ergin’e, ilçe kongreleri öncesinde ’Ali Dibo’ olarak şaibeye konu olan tek kişinin bile teşkilatlarda yer almamasının önemini arz ettim. Ergin, beklediğimin tersini yaptı."
"Ergin’in kongre sürecindeki karar ve davranışları sonucunda umudum tamamen kayboldu. İlimizi ve teşkilatımızı ülke genelinde sıkıntıya sokan isimlerin bir kısmı merkez ilçe yönetimine girdi. Arta kalanlar ise daha sonra il yönetim listesinde yer alarak bu olaylar hiç olmamış gibi davranıldı."
Hatay’da AKP’nin bir numarasının bu sözlerinin yoruma ihtiyacı var mı?
Yazının Devamını Oku 25 Mayıs 2006
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın, AKP grup toplantılarında yaptığı hemen hemen tüm konuşmaları dinlemiş bir gazeteci olarak, dün ilk kez gerginliği artırmadan, kızgınlık gösterisine girmeden konuştuğuna tanık oldum. Erdoğan, cumhuriyet değerlerine sahip çıktı; 73 milyonun Başbakan’ı olduğunu, "öteki" kavramını tanımadığını söyleyip sağduyu çağrısı yaptı.
"Kimse, yarın pişman olacağı ifadeleri kullanmasın" da diyen Erdoğan’ın, bu sözleri acaba bir özeleştiri olarak görülebilir mi?
Bugünkü Türkiye’de, çoğu kişi de "Keşke böyle olsa" diyecektir.
"Keşke Başbakan, bazı şeyleri önceden okuyabilseydi" ekini de ben yapayım.
ÖZKÖK’ÜN MESAJI DOĞRU OKUNAMADI
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün Danıştay’a yapılan saldırı sonrası gösterilen tepkinin sürekliliğini dileyen sözlerinden yola çıkalım.
Eğer Başbakan bu sözleri doğru okusaydı, Özkök’ün, "Hükümeti protesto edin" değil, "Bizden devreye girmemizi beklemeyin. O devir bitti. Cumhuriyetin temel değerlerine sahip çıkılacaksa ilk görev halkın" dediğini görürdü.
Erdoğan, demokrasiye yaklaşımını iyi bildiği Orgeneral Özkök’ün, "Yeni bir 28 Şubat yok" anlamına gelen mesajını anlamadığı için eleştiri yoluna gitti.
Bence Başbakan, Danıştay üyesi Mustafa Özbilgin’in cenazesine katılanların verdiği mesajı da doğru okumadığı için yine "ötekiler" hatasına düştü.
Bu değerlendirmeyi de şundan yapıyorum:
Erdoğan, saldırı sonrası Mısır’a uçarken, haklı olarak, bir bayanın başörtüsünü çıkarma girişimini eleştirdi.
Doğru da yaptı; bu aklı başında kimsenin savunacağı bir tutum değildi.
Ancak, aynı Başbakan 15 gün önce AKP’li belediyelerin, "Başı açık kadınlar günahkárdır" içerikli kitap dağıtmasını da eleştirseydi, "Hah, işte Başbakanımız başı açığın da başı kapalının da hakkını koruyor" dedirtmez miydi?
GİDEREK DAHA ÇOK MİLLİ GÖRÜŞÇÜ
AKP hükümetiyle ilgili sorun da tam bu noktada başlıyor.
Cenaze töreninde on binler, "Bizim yaşam tarzımızın değiştirileceği konusunda şüphelerimiz var. Hükümet bu konuda güven vermiyor" demek istedi.
Peki sizce dün, 73 milyonun Başbakan’ı olduğunu söyleyen Erdoğan, aktardığım iki tutumu karşısında Kocatepe Camii’nin avlusundaki on binlerin içinde büyük bir grup oluşturan başı açık kadınları ikna etmiş olabilir mi?
Hele bu kadınlar, Erdoğan’ın harem-selamlık oturma düzenini savunduğunu da unutmamışlarsa.
Burada daha pek çok örnekle konu detaylandırılabilir.
Ancak Başbakan Erdoğan’ın dünkü konuşması bir milat olabilir.
Orgeneral Özkök’ü eleştirirken, "Sorumluluk mevkiinde olanların sözlerinin bir bedeli vardır" diyen Erdoğan, belki Başbakan olmasına rağmen "Hálá söyleyemediklerim var" diyerek neyi kastettiğine de açıklık getirir.
Çünkü; bu söylem ortada durdukça, 3.5 yıl değil, 5 yıl da geçse, giderek daha çok Milli Görüşçü olan AKP "gizli ajandamız yok" güvenini veremez.
Bunu kabul veya ret AKP’nin sorunu; ama dışarıdan bakıldığında tablo bu. Unutulmamalı ki AKP’yi iktidar yapan asıl oylar Milli Görüş dışındakiler.
Yazının Devamını Oku 22 Mayıs 2006
CEMAL Taşar, dayısının eşi Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in teyzesi olduğundan bakanlıkta "Teyze oğlu" diye tanınan bir eğitimci. 3 Kasım seçimleri öncesinde memleketi Bitlis’ten AKP milletvekili aday adayı olan Taşar, ön seçimden birinci çıktı; ama listeye alınmadı.
O gün ilköğretim müfettişi sıfatı taşıyan Taşar’ın, seçim sonrası bakanlıktaki yükselişi bu mağduriyeti gidermeye yönelik çarpıcılıkta oldu.
Ancak Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den onay çıkmadığı için bu yükseliş hep vekaletlerle gerçekleştirildi.
Teyze oğlu için elinden geleni yapmaya devam eden Bakan Çelik’in son icraatı bürokrasi tarihine geçecek ilklerden olacak gibi.
MÜSTEŞARLIK ANTETİNE DANIŞMAN İMZASI
Çelik bakan olunca, "Teyze oğlu" dediği Taşar, önce Personel Genel Müdürlüğü daire başkanı, sonra da vekaleten genel müdür yardımcısı yapıldı. Taşar, 2005 Mart’ında ise Özel Öğretim Kurumları Genel Müdür Vekili oldu. Ancak mahkeme, geçen ay eski genel müdürü göreve iade ettirdi. Taşar, bir kez daha ’mağduriyetle’ karşı karşıya kalmıştı. Ancak Bakan Çelik, "Teyze oğlu" için elini yeniden uzattı.
’Mağduriyeti’ bu kez de vekaleten Müsteşar Yardımcısı yapılarak giderilen Taşar’a, bakanlığın en önemli birimleri bağlandı. Ama geri dönen genel müdüre de bir fatura kesilmeliydi!
Bakanlık bu amaçla harekete geçip ilginç bir uygulamaya gitti.
Bir profesörün, rüyasındaki şeyhi ile görüşmesini anlattığı mektubunu YÖK’e gönderdiği için uyarı cezası alan Bakan Çelik’in danışmanı Fatih Atalık devreye sokuldu.
Bir görevlendirme olmalı ki Atalık, 2 Mayıs 2006 tarih; B.08.0.MÜB.0.37.02.00/687 sayı ve ’MEB Müsteşarlığı’ anteti taşıyan evrakı imzaladı.Prosedür evrakı Müsteşar Necat Birinci’nin imzalamasını gerektiriyordu. Ancak, Birinci daha önce yargı kararını uygulamadığından mahkûm olmuştu. İşte bu nedenle Atalık’ın imzaladığı tahmin edilen yazıda, "... Müsteşar Yardımcılığı görevine vekaleten atanan Cemal Taşar bu görevini, Beşevler Kampusu E Blok’ta bulunan Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü makamında yürütecektir" deniyordu. Tam da, "Teyzemin oğlu geldi, makamı boşalt" demenin yolu değil mi?
BÜROKRASİ GELENEKLERİ ALTÜST
Bu köşeden AKP’nin bürokratik uygulamalarını sık sık gündeme getirirken, devlet ve bürokrasi geleneklerinin göz ardı edildiğini belirtiyorum.
Bu yazıyı da 30 yıllık bir uzmana sordum.
İşte "Hayatımda böyle evrak görmedim" diyen uzmanın gerekçeleri:
1- Müsteşarlık anteti altında danışman imzası yetki aşımıdır.
2- Onay yazısını kim yazmışsa, bu yazıyı da o yazmalıydı.
3- Aynı kişi üç kademe vekaleten yükseltilerek vekalet kurumu katledilmiş.
4- Genel Müdürlük yasada yeri ve makamı olan bir birim olduğundan genel müdür makamında başka birini oturtmak makam gaspı olur.
5- Mahkeme kararı yalancıktan yerine getirilmiş.
Kamunun pek çok biriminde olduğu gibi MEB’de de AKP kadrolarının, teamülleri değil kendi kurallarını geçerli kıldığı bilgileri geliyor.
Birimlerin cemaatler arasında paylaşıldığından cemaat taraftarları arasında ciddi çekişmelerin yaşandığı; kıdem, kariyer, ehliyet gibi niteliklerin göz ardı edildiği haberleri de işin başka bir boyutunu oluşturuyor.
Yazının Devamını Oku 18 Mayıs 2006
SON günlerde konuştuğum her bakandan aynı izlenimi alıyorum. (Bir kısım) Medya yazıyorsa doğru değildir, izlenimi.
Tabii bu yargı, daha çok AKP’ye hoş gelmeyen haberlerle ilgili.
Önceki gün AKP grup toplantısı sonrasında görüştüğüm Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç bu mantığı samimiyetle ve açıklıkla ortaya koyan isim oldu.
Yakın çalışma arkadaşı bakanlık Müsteşar Yardımcısı Ahmet Kara’nın, peşin maaş ve ikramiye aldığı için Sümer Holding’e 3 bin YTL borç taktığını belgesiyle ortaya koyduğum yazım hakkında görüşme fırsatı bulduğum Koç, arkadaşının arkasında durdu.
Koç, "25 yıldır evladım gibi. Güvenirim. Hep kamu yararını korudu" dediği Kara’nın, "Haklıyım. İcraya versinler hukuka giderim" sözlerini aktardı.
Koç, Kara’ya neden hak verdiğini ise ilginç bir gerekçeye dayandırdı.
YAZILANLAR DOĞRU DEĞİL
"Kara, önceki genel müdürden aynı parayı geri aldırmış" dediğimde, bundan haberi olmadığını anlatan Koç, şöyle bir vurguyu yapmaktan çekinmedi:
"Kendisi, haklı olduğunu söylüyor ve bunu savunuyor. Ben de hukuka bakarım. Ama ben olsam, bu parayı hiç sorun etmem, hemen öderim."
Koç, bu davranış şeklini açıklarken aile içi bir örnek de verdi:
"Nasıl olmuşsa, kızımın bir trafik cezası üç kez yollandığı halde bize ulaşmamış. Çok üzüldüm. Hemen ödemesini yaptım. Benim anlayışım budur."
Bu anlayıştaki Koç, Kara’ya desteğin gerekçesini ise şöyle açıklıyor:
"Ben açık sözlü bir insanım. Size de açıklıkla söyleyeyim. 14 aylık bakanlığım süresince benim hakkımda yazılanları gördüm. Doğru olmayan şeyler. Böyle olunca da ben yazdığınız her şeyin doğru olduğunu düşünmüyorum."
İSTENEN MEDYA TÜRÜ
İşte benim takıldığım konu Koç’un bu sözleriydi.
Başından belirttiğim gibi bu anlayış AKP kadrolarına egemen.
Bu anlayış nedeniyle; bakan çocukları, bazı bakanların ilişkileri, Ali Dibo haberleri başta olmak üzere pek çok konunun ’AKP’yi istemeyen medya’ tarafından hem de kasıtlı olarak gündeme getirildiğine inanılıyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın tavrını anımsatmaya bile gerek yok.
Bizim hiç hata yapmadığımızı söylemek tabii mümkün değil.
Ancak, AKP kadrolarının görmediği bir şey var.
"Biz ne yapıyorsak doğrudur" anlayışı hatalarını görme önünde engel.
Tercih ettikleri medyada ise çok farklı. O medyada bir tek eleştiri veya yolsuzluk haberi yer bulmazken, aksine yolsuzluk haberlerinin ’ne kadar yalan olduğu!’ kanıtlanmaya çalışılıyor.
Hoşlanmadıkları kararları verenleri afişe edip, hedef göstermekle meşgul bu medyanın AKP’den sürekli itibar gördüğü de açık.
Oysa bir iktidar için en büyük katkı eleştiridir, uyarıdır.
Çünkü, pohpohlayan, gaza getiren her dönem yeterli sayıda çıkar.
AKP, kendisini sürekli şampiyon gören Fenerbahçe gibi davranıyor.
"Şampiyon olduğumuzdan diğerleri bizi çekemiyor" deyip rahatlıyor. Tabii ki bir siyasi kadro için böyle davranmak kendi tercihi olarak görülmeli; ama bunun bir faturası olacağı da mutlaktır.
Bugün AKP’de, bu faturanın kár yazdığını düşününler çoğunlukta.
Oysa, yarın sandık geldiğinde ortaya kárlı fatura mı, ’şerefli başka demokratik görevler’ mi çıkar şimdiden kestirmek erken.
Yazının Devamını Oku