Şükrü Küçükşahin

No hassle

10 Temmuz 2006
MARMARİS ’in her yeri "No hassle" pankartlarıyla donatılmış. <br><br>Bu pankartlar bile turizmin bu yılki tablosunu gösteriyor. Artık tek bir turisti dahi kaçırmamak gerektiğini anlayan yerel yönetim ve esnaf harekete geçmiş.

Ana slogan "iradesi dışında rahatsız etmeme" anlamına gelen "no hassle" olmuş.

Marmaris Belediye Başkanı Ali Acar, turistleri ellerinden kollarından tutup çekiştirerek rahatsız etmeye son vermeyi amaçladıklarını söylüyor.

"Esnaf sınıfındaki işyerlerinin sayısı ihtiyacın çok, ama çok üstünde olduğu için ayakta durmak için her yol deneniyor. Bu yollarda sona gelindiğini görmemiz gerekiyor" diyor.

KURTULUŞ İÇKİ VE MEŞRUBAT

Acar’
ın verdiği bilgiler de, sahildeki bir yürüyüş de bu yıl turist sayısındaki düşüşü gözler önüne seriyor.

Avrupa’dakiler kadar çekici ve güzel olan lokanta-kafe-barların önündeki "Büyük bira 3 YTL" yazısı bunun bir göstergesi.

Marmaris’in dünya güzeli koylarına tur düzenleyen teknelerde kişi başı fiyatın öğle yemeği dahil 15 YTL olması, küçük çocuklar için ücret alınmaması da bir başka gösterge.

Buna rağmen geçen yılı aradıklarını söyleyen bir tekneciye,

"Peki nasıl kurtarıyorsunuz" diye sordum.

Yanıt "Meşrubat ve içkiden" olunca, "Eyvah, yeni bir aldatma yöntemi" demekten kendimi alamadım.

Marmaris’ten sonra Antalya’ya geçtim.

Her iki yerde de Alman turist sayısında önemli azalma var.

Bunu bir ölçüde Dünya Kupası maçlarına bağlayan turizmciler var; ama Antalya’da etkinliklere katılan CHP Lideri Deniz Baykal ile konuyu görüşme olanağı buldum.

CHP’DEN TURİZM ATAĞI

Baykal,
çoğumuzun dikkatini çekmeyen bir konudan söz ediyor.

Arıtma tesisi olmayan yerlerde denize akıtılan pis su görüntülerinin Alman televizyonlarında gösterildiğini söyleyen Baykal, hükümeti turizm yöreleri için topladığı paraları AKP’li belediyelerin birkaç şarkıcı-türkücü getirdiği şenliklere akıtmasını büyük bir talihsizlik olarak niteliyor.

"50-60 milyon dolarlık yatırımı esirgedikleri için bunun bedelini ağır ödüyoruz" diyen Baykal, asıl sorunu ise şöyle dile getiriyor:

"Can alıcı sorun, ülke çekiciliğini yitirmekte olmamızdır. Türkiye, Batı’da giderek içe kapanan, Ortadoğulu olan, fanatikleşen bir görüntü kazanıyor. Bu, imajımızı zedeliyor. İşte bu nedenle, Türkiye’nin güler yüzlü, hoşgörülü, demokratik yüzünü değiştirmemek gerektiğini söylüyorum."

Antalya’ya turizm için 30 milyar dolar yatırıldığını yılda 8-10 milyar dolar gelir elde edilmeye başlandığını söyleyen Baykal, hükümetin ’Antalya nasılsa kendini kurtardı’ anlayışında olmasını da eleştiriyor.

Antalya için, "Turizmin bel kemiği" diyen Baykal, Antalya’nın göreceği zararın tüm turizmi vuracağını belirtiyor.

Turizme daha çok ilgi göstereceklerini de anlatan Baykal, gelecek ay TÜRSAB’la birlikte büyük bir sunum yapacaklarını, orada CHP’nin çözüm önerilerini ortaya koyacaklarını açıkladı.

Faydalı da olur gibi, çünkü sorun hükümeti aşmış görünüyor.
Yazının Devamını Oku

KİK’teki Ali Dibo dosyaları

6 Temmuz 2006
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, cumartesi Kastamonu’da Ali Dibo haberleri için medyayı suçladı; bu haberlerin arkasında neyin olduğunu bildiğini söyledi. Bildiklerini de şu nedenle şimdi açıklamayacağını ilan etti:

"Bir meyve hamken yenilmez, yazıktır ki tadına eresin." Süresi geçtikten sonra da yenmez, çürüktür. Tam olduğu anda alacaksın ki tadına eresin. Erdoğan ertesi günü de Erzurum’da şunları söyledi:

"Bazıları, AKP yerel yöneticilerine nasıl iftira atabiliriz, gayreti içinde. Abdestimizden şüphe etmiyoruz ki namazımızdan şüphe edelim."

İki konuşma gösteriyor ki Erdoğan, Ali Dibo’ların üstüne gitmektense tehdide yöneliyor.

GERÇEKLER KİK’TE

Erdoğan’ın bu yargısı, gözleri Kamu İhale Kurumu’na (KİK) çeviriyor.

Gerçekler orada ortaya çıkacak.

Ali Dibo yazılarım üzerine KİK, Hatay’da bazı AKP yöneticilerinin aldığı kamu ihalelerini incelemeye başladı.

Uzmanlar gelen dosyalar üzerinde titiz bir çalışma başlattı.

İşte bu noktada KİK’te olan bazı gelişmelere ışık tutalım.

İncelemeler başlatıldıktan sonra hükümet, boş olan KİK Başkanlığı’na Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın danışmanı Hasan Gül’ü atadı.

Gül de, 14 Mayıs’ta incelemeler için şu ilginç sözleri etti:

"Aslında şu ildeki ihaleler şu partililere verildi, biçimindeki bir iddia incelenecek bir iddia değil. Ama başlatılmış."

Geçen gün konuştuğum Gül, ifadenin yanlışlığının farkında; ama açıklama orada duruyor.

Üstelik başka şeyler de öğreniyoruz.

İncelemeyi yapan uzmanlara, başka görevler de veriliyor.

Oysa inceleme öncelikleri, kurulum programını belirleme yetkisi Gül’de.

Peki, bu uzmanlara başka görevler verilirse Ali Dibo incelemesi biter mi?

SİYASETLE İÇ İÇELİK

Gül, "Onun süresi yok, diğerleri ise 45 günde bitmeli. Uzman sayımız ise sınırlı" dedi.

Demek ki Gül’e göre Ali Dibo incelemelerinin o kadar da acelesi yok.

Ama, bağımsız bir kurulun başkanı olmasına rağmen, odasının en güzel köşesine birlikte çekilmiş fotoğrafını koyduğu Unakıtan tarafından makamında ziyaret edilmesi; Başbakanlık Müsteşarı’nın kuruma tarihinde ilk kez gelip brifing alması pek de olağan tutumlar olarak görülmüyor. Gül’ün AKP’ye hoş görünme gibi bir gayreti olmayabilir; ama bu tablo da kafa karıştırabilir.

Madem gündemi işgal eden bu haberlerden Erdoğan da çok rahatsız, o zaman Gül’e büyük bir görev düşüyor.

İncelemelerin ahlaka, vicdanlara uygun sonuçlanmasını sağlamalı.

Başlangıçta, "1-2 ayda biter" diyen Gül’ün, buna uygun bir çalışma programı yapması kendi yetkisinde.

Kamuoyunun bilgi sahibi olması için mazeretlerden vazgeçmeli.

Yoksa, "Uzmanlar pek çok sahte belge ve belli firmaları işaret etmek için değiştirilmiş şartnameler buldu. Bunların ortaya çıkmaması için, bu iş seçime kadar sürüncemede bırakılacak" iddiaları inandırıcı gelmeye başlayabilir.
Yazının Devamını Oku

Koç: İnsanın günah işleme özgürlüğü var

3 Temmuz 2006
KÜLTÜR ve Turizm Bakanı Atilla Koç, hayatında ilk kez gittiği İran’dan, kendi tabiri ile ’dindar biri olarak’ ilginç izlenimlerle döndü. Bakan Koç, TBMM’deki sohbetimizde bu izlenimlerini bizimle paylaştı.

Son cümlesini, "Velhasılıkelam; İran ihmal edilecek ülke değil" diye bitiren Koç, bakan olarak İran’ı incitecek ifadeler kullanmamaya özen gösterdi.

Ama, bence yine de yaptığı değerlendirmeler, dini kurallara dayalı devlet anlayışı ile ilgili önemli tespitler içeriyor.

DİNE AYKIRI CENNET

Genel izlenimini sorduğumda, ilk tespitini, "Dünyada cennet yaratmak bizatihi dinin ruhuna aykırı" diye yaptı.

Koç, "Sokağı nasıl buldunuz" şeklindeki soruma da yine doğrudan İran’ı hedef almadan; ama bence ilginç sözler içeren bir yanıt verdi:

"Bakın dindar biri olarak söylüyorum; insanların günah işleme hürriyeti de vardır. Dikkat edilmesi gereken nokta hakaret etmemektir."

Koç,
domuz eti yiyip yememenin, ineği kutsal sayıp saymamanın başkalarının değil, bunlara inananların sorunu olarak gördüğünü söyledi.

Gerekçesini de, "Çünkü, günah işlememe hakkı da var" diye açıkladı.

Bütün bunların demokrasinin güzelliğinde yaşayabileceğinin altını çizen Koç, bu noktada da şöyle bir yorumda bulundu:

"Demokrasi güzel bir şey. Demokrasi derken sadece oy vermeyi kastetmiyorum. Farklı düşüncelerin oluşması, gelişmesi ve bunların siyasal partiler olarak da örgütlenip halkın önüne çıkabilmesidir. Güzel olan bu. Bu olurken, Türkiye’den konuşalım, işte yüzde 34’le iktidara gelmeyi eleştirmek pek de makul değil. Demokrasilerde bu mümkün. Yeter ki farklılıklar korunabilsin, özgürce ifade edilebilsin ve örgütlenebilsin."

Koç
’un bir başka mesaj içeren şu değerlendirmesi de dikkat çekiciydi:

"Eğer baskı yapılıyorsa, bu baskı, hangi değer ve ideoloji adına yapılıyorsa en başta ona zarar veriyor. Din adınaysa dine, ideoloji adınaysa ideolojiye, bir kişi adınaysa o kişiye. Bu kadar açık."

ALT KADRO DAHA SERT

Bakan Koç, mesleki temasları ile ilgili izlenimlerini de aktardı.

İran’dan, Türkiye’ye geçen yıl 956 bin turistin geldiğini, rakamın bu yıl 1 milyon 300 bini aşabileceğini aktaran Koç, İran tarafına turizme önem vermeleri gerektiğini söylemiş.

"Çünkü İran’ın böyle bir potansiyeli var" diyen Koç, İran için bu alandaki en büyük sorunu konaklama ve ulaşım olarak görüyor.

İran’da, Rusya’nın bile terk ettiği Tipolov türü uçakların kullanıldığını işaret eden Koç, "İsfahan bir kültür turizmi merkezi olabilir. Termal turizm de gelişmeye çok elverişli" dedi.

Koç, bu sorunların aşılması için İran tarafına, "Bizim işadamları gelip burada yatırım yapsın" tavsiyesinde bulunduğu bilgisini verdi.

Son bir gözlem ise Ahmedinecad dönemi yönetimi ve kadroları ile ilgili.

İran’ın köklü devlet geleneğine rağmen Ahmedinecad’la randevunun yer ve zamanının son ana kadar belirsiz kalmasını garipseyen Koç, "Ancak randevudaki tutum ise oldukça samimi ve güzeldi" diyerek bir hakkı da teslim etti.

Koç’un, Ahmedinecad’ın bakanlar dahil alt kadrosunu daha sert, yani radikal bulduğunu da belirtmeliyim.
Yazının Devamını Oku

Aradan çıkın artık

29 Haziran 2006
ESKİ Başbakan Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit’in başlattığı ve AKP’ye karşı cephe oluşturma görüntüsü veren çabalarının daha ilk aşamada sonuçsuz kalacağı, buluşmalarının ’nezaketenden’ öteye geçmeyeceği belliydi. Sonuçta aynen böyle oldu; iyi ki de öyle oldu.

Böylece Rahşan Hanım, belki aradan çıkması gerektiğini görmüş olur.

Eğer çıkarsa, "AKP’yi gönderme amacı" belki daha rahat gerçekleşebilir.

Ayrıca böyle bir amacın gerçekleşmesini samimi olarak istiyorlarsa bazı baba siyasetçilerin de en azından perde gerisine çekilmesi gerekir.

Bu amaç yolunda (hadi öyle diyelim) duayen siyasetçilere düşen rol bu.

Ama AKP’nin de yaşanan bu sürece, ellerini ovuşturarak bakması hata.

AKP’nin kendisine, "Ne yaptık da yaşını başını almış siyasetçiler bile bize alternatif yaratacağını düşünmeye başladı" diye sorma zamanı geldi.

GENÇ PARTİ NEREDE

Gerçi AKP yönetiminin bu soru yerine, "Ama ne güzel; bütün bu arayışlar, arayış için ortaya çıkanları halk sandığa gömdüğü için bize yarar" düşüncesiyle süreci teşvik ettiği de gözlenmiyor değil.

En azından Başbakan Erdoğan’ın Antalya’daki söylemi bunu gösteriyor.

Çünkü, bölünmüş siyasetin en çok AKP’nin işine yaradığı kesin.

Bu çerçevede hükümet Uzan Ailesi ile uzlaşma yoluna giderse hiç şaşırmam.

Hatta Cem Uzan’a büyük bir servetin iade edilmesinin yolu açılarak Genç Parti’nin yeniden arenaya çıkması, el altından desteklenebilir.

Bu da DYP ve MHP’nin barajı geçme olasılığını tıkayabilir.

Ancak, bütün bunlar AKP’yi yeniden iktidara taşımaya yeterli olmayabilir.

Çünkü, AKP dar kadrocu ve ’illa da bizden olan’ anlayışla kendi lehindeki ittifakları bozdu ve bunların yeniden oluşması hiç de kolay değil.

ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK

AKP’nin işinin kolay olmadığını öne sürmemin nedenleri var.

’Duayen siyasetçiler’ bugün etraflarındaki kendine yapışmış bazı eski siyasetçilerle halkın talebinin farklı olduğunu eninde sonunda görecekler.

Bugün halkta, bu siyasetçilere ciddi bir talep yok.

Halktan gelen tek talep DYP ile Anavatan Partisi’nin bir araya gelmesidir.

Kim ne derse desin, halktan gelen bu talep eninde sonunda karşılanacaktır.

Sağ siyaset tablosu o zaman gerçek yerine oturacaktır.

Solda da aynı tablo eninde sonunda oluşacaktır.

Rahşan Ecevit’in "Ortak Başbakan" adayı Yılmaz Büyükerşen, "Büyük ittifakı sağlasınlar ben öyle geleyim" diyerek daha ortaya çıkmıyor.

DSP içinden bile bazılarının gönülsüz olduğu bu öneriyi, solun yüzde birlik partileri dışındaki tek güçlü partisi CHP’nin kabul etmesi saf bir hayaldir.

Bu nedenle Deniz Baykal, haklı olarak "Gelin CHP’ye katılın" diyor.

Soldaki yeni arayışlar da yine CHP’nin tutumu nedeniyle boşa çıkacak.

Sonuçta CHP, bazıları gönülsüz olsa da çekim merkezi haline gelecek.

Bütün bunlar öyle mühendislik çalışmaları ile falan da gerçekleşmeyecek.

AKP’yi asıl zorlayacak olan da normal süreçle ortaya çıkacak bu tablodur.

Üstelik MHP de bu hesapların dışında.
Yazının Devamını Oku

Anti-Baykalcılık’tan parti çıkarma

26 Haziran 2006
SON dönemde sağı ve solu bütünleştirmek isteyenler atağa kalktı. Bunun adını, "Derin siyaset" koyanlar da çıktı. Bence bu tanım bile, işin amacını daha başından yok ediyor.

Birincisi; ’derin siyaset’ tanımı, kendileriyle bütünleştirildiği için Ecevit çifti ve Süleyman Demirel’e haksızlık olsa gerek.

İkincisi; eğer bu derin siyasetse, o kadar derinde ki, yeryüzüne çıkması uzun zaman alacak ve AKP’nin önünü kesme amacına nefesi yetmeyecek.

Üçüncüsü; çalışmalar bu tanım etrafında veya "AKP’ye karşı cephe" görüntüsünde sürdürülecekse, AKP’nin değirmenine daha çok su taşınacak. Çünkü, ortaya konan tablo sadece AKP’ye yarıyor.

YENİBİRBÖLÜNME

Özetlediğim bu tablo bir yazı boyutunu aştığından bugün solu yazacağım.

Amacı solu bütünleştirme olan 10 Aralık Platformu cuma günü Ankara’daydı.

DİSK öncülüğündeki bu seçkin ve iyi niyetli solcuların toplantısını izlerken, bütünleşme değil yeni bir bölünmenin yolda olduğunu gözlemledim.

Konuşmaları dinlerken yakın zamanın bazı partileri aklıma geldi.

Ne olduğu anlaşılamayan Tapınak Şövalyeleri’nden, neşter operasyonlarından, hazırladığı işkence raporlarından parti çıkaran siyasetçiler gördük.

Artık kendilerine ’10 Aralık Hareketi’ diyen siyasetçilerimiz alınmasın; ama burada da Anti-Baykalcılık’tan bir parti çıkarma görüntüsü var.

Çünkü, CHP’yi hedef alan yok; varsa yoksa Baykal’ın tutumu.

Baykal’a yönelik eleştirilerin bir bölümünün haklılığı ortada; ama üzerinde pek durulmayan bazı sorular da yok değil.

Baykal, kaybettiği onca kongreye rağmen partisini terk etmedi.

Oysa, Ertuğrul Günay dışındaki çoğu ünlü ve sorumlu mevkideki CHP’li, Baykal karşısında aldığı ilk yenilgi ardından partiden ayrılma yoluna gitti.

Bu tutumun, (ayrılanların ifadesi ile) CHP’yi daha çok Baykal’ın partisi haline getirdiği ortada; ama istifalar CHP’yi aşan bir parti de yaratmadı.

Aksine seçimleri kaybettiği halde koltuğu bırakmayan yeni liderler çıktı.

SENSİZ OLMAZ AMA

10 Aralık hareketinin "Sensiz olmaz" diye güzel bir sloganı var.

Ama, yüzde 20 oy almış CHP’nin lideri Baykalsız olsun isteniyor.

Buna göre, Baykal çekilecek, milletvekili adaylarını belirleyen bir kurul oluşturulacak, CHP henüz kim olduğu bilinmeyen bir liderle seçime gidecek.

Bunun gerçekleşmeyeceğini tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok.

O zaman da 10 Aralık Hareketi kendinde yeni bir parti kurma hakkı bulacak ve birliği sağlayıp, solu iktidar yapacak...

Hem de Baykal’ın sağa açılma politikasını eleştirirken, Tony Blair’in benzer bir yöntemle iktidarı almasını alkışlayarak.

Bunu yaparken "Solun kurdu sol olmayacak" ilkesini yaşama geçirecek.

"Mutlaka iktidardan düşmeli" dediği AKP’ye karşı "Son dakika çığlığı atıyoruz" sloganı kullanmasına rağmen, CHP’siz başarı sağlayacak.

Oysa giderek daralan, moral yitiren sola yeni bir şok yaşatılırsa, bu iyi niyetli insanların omuzlarına büyük bir sorumluluk yükleneceği kesin.

Onların bu sorumluluğunun Baykal’ı rahatlatmayacağı da ortada. Bu noktada bugün güçlü konumda olan Baykal’a, sağdaki vatandaşlar kadar soldaki bu isimleri de, diğer sol partileri de kucaklama görevi düşüyor.
Yazının Devamını Oku

Tekzibin reddi

22 Haziran 2006
MEHMET Y. Yılmaz’ın dünkü "Tanrı Adliyeye Düşenlere Yardım Etsin" başlıklı köşe yazısı ve Anavatan Partisi’nin Hatay’daki yolsuzluklarla ilgili araştırma önergesi üzerinde salı günü TBMM Genel Kurulu’nda yapılan görüşme, Ali Dibo konusuna bir kez daha girmeme yol açtı. 1 Mayıs’ta, "Hatay’da Ali Dibo Gerçekleri" başlıklı bir yazı yazdım.

Yazımda, AKP Grup Başkanvekili Sadullah Ergin’e, Karlısu Beldesi’nde, kendisine ait olduğunu belirttiğim bir arsayla ilgili sorular yönelttim.

Yazım üzerine Ergin mahkemeye gitti ve Ankara 11. Sulh Ceza Mahkemesi, kendisini haklı bularak bir tekzip metninin yayınlanmasına hükmetti.

TEKZİP KARARININ REDDİNE

Tekzip kararında yazdıklarımın tamamının hilafı hakikat olduğunu belirten Ergin, "Arsa bana değil, eşime ait. Üzerinde de tek bir yapı yok" diyordu.

Ergin, arsanın, alımı müteakip üç yılda imar görmesini normal buluyordu.

Tekzip üzerine avukatım Günay Erkan’la bir üst mahkemeye itirazda bulunduk. Elimdeki belgelerle...

İtirazımızı değerlendiren Ankara 17. Asliye Ceza Mahkemesi Başkanı Hákim A. Muzaffer Mutlu, 7 Haziran günü şu kararı verdi:

"Tekzip kararının kaldırılmasına, konu gazete yazının tekzip talebinde bulunanın şeref ve haysiyetini ihlal edici nitelikte olmadığı, yazının dosya içindeki tapu kaydı, tescil bildirim beyannamesine uygun olduğundan gerçeğe aykırı bulunmadığı, eleştiri sınırlarını aşmadığı anlaşılmakla... tekzip kararının kaldırılmasına karar verildi."

Bu noktada duayenimiz Mehmet Y. Yılmaz’a şu anımsatmayı yapayım:

"İçiniz rahat olsun; yargıda gereken incelemeyi yaparak karar verenler de var."

ZEYTİNLİĞİN TARLAYA DÖNÜŞMESİ

Sadullah Ergin
için de birkaç değerlendirmem olacak.

Doğrudur; Karlısu Beldesi’ndeki 1315 numaralı parsel, seçimden "hemen" önce değil, bir yıl üç ay önce, 12 Temmuz 2001 tarihinde alınmış.

İmar görmesine gelince durum şöyle:

Tapu kaydına göre, arsanın alındığı tarihteki niteliği, yasa gereği imara açılamayan, tarlaya dönüştürülemeyen, zeytinlik.

Hatay Tapu ve Kadastro Müdürlüğü’nün bu araziyi "tarla"ya çevirme tarihi ise arsanın alımından tam üç yıl sonra 8 Ağustos 2003 günlü.

Müdür Ahmet Çetinkaya, Teknisyen Mükerrem Oktay ve Harita Mühendisi Tamer Taşpınar’ın imzasıyla yapılan bu değişiklikte ilginç bir gerekçe de var.

Bir maddede, "Son iki yılda arazide tarım yapılmamıştır" deniyor.

Yoruma gerek yok, son iki yıldır arazide tarım yapmayanlar arsa sahipleri.

Tabii bu karara imza atanlar, mutlaka özgür iradeleriyle bunu yapmıştır.

Ergin’in bu konuda, bir telefon dahi etmediğine kuşku yoktur.

Ama, tesadüfen karar AKP iktidarı sonrasına denk düşünce göze batabiliyor.

Aynen, Ergin’in bir hastane müdürüyle oturup ihale konusunu konuşması gibi.

Ergin, bu bürokrata kapıyı gösterseydi, haberlik değil, takdirlik olurdu.
Yazının Devamını Oku

Tesadüfler de yıpratır

19 Haziran 2006
HACI Mehmet Gani, AKP iktidara geldikten sonra, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan Ankara’ya tayini çıkan bürokratlardan biri. Üç yılı aşkın süredir MTA’da 1. Hukuk Müşavirliği yapan Gani, Amasyalı.

Hacı Mehmet Gani için mayıs ayında bir görevlendirme yazısı çıkarıldı.

"Görev Emri" başlıklı yazının hazırlanma tarihi 18 Mayıs 2006.

Yazıya göre Hacı Gani, üç günlük, 19, 20 ve 21 Mayıs tarihleri arasındaki bu görevinde resmi araç kullanıp 200 YTL de yol gideri avansı aldı.

Hacı Gani’nin göreve gittiği yer Amasya.

Bunda ne var, diyebilirsiniz; ama bakın nasıl bir tesadüf oldu.

İNCELEME, TETKİK VE DENETLEME

Gani
’nin Amasya’ya gittiği gün AKP il Kongresi yapılıyordu.

Ancak, şüphesiz, Hacı Gani kongre için bu görevlendirmeyi almadı.

Kongre salonuna gittiği de düşünülemez.

Kendisinin, öyle bir amacı olsa dahi 200 YTL’ye tenezzül edecek, resmi aracı kullanacak bir karakter sahibi olmadığı belirtiliyor.

Ayrıca, AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Amasya Milletvekili Akif Gülle de bu tür yanlış tutumlara izin verecek bir siyasi değil.

Ama gelin görün işte; Ankara dışına çıkması pek teamül olmayan bir hukuk müşaviri, tesadüfen de kendi memleketine, hem de iktidarında göreve aldığı partinin il kongresinin yapıldığı gün, görevli gidiyorsa söylentilere neden olur.

AKP iktidarında göreve gelen bürokratlarla ilgili çok yazı yazdım.

Tümünde de "AKP, öncekilerin yaptığını yapmama, sözü verdiği için halktan oy aldı" anımsatmasında bulundum.

Bu kuralın sadece siyasi kimlikli AKP’lilerin değil, kamudaki AKP kadroları için de geçerli olduğu ortada.

İşte bu nedenle, bürokratlar attıkları her adıma dikkat etmek durumunda.

Hele adları, ileride AKP’den siyaset yapacaklar arasında gösteriliyorsa.

ESKİLER GİBİ OLMAMA SÖZÜ

Hacı Gani
ile ilgili belgeler elimde.

Öğreniyorum ki, belgelerin dışarı sızdırılmış olması üzerine, söylentileri yok etme gerekçesiyle MTA Genel Müdürlüğü üst düzey yönetimi ile Hacı Gani seferber olmuş durumda.

Ancak, yapılan özensizlik, savunmalara yönelik kuşkuları gideremiyor.

Çünkü, Genel Müdür ve Haci Gani’ye göre görev, Amasya’daki Metropoliten Yatırım Projesi’ni denetleme amaçlı.

Ama, kurum çalışanları diyor ki, bu görev hukuk müşavirinin değil.

"MTA Genel Müdürü, Başbakan’ın katıldığı DSİ törenine davetliydi; ama kendi gitmeyince yerine Gani’yi gönderdi" gerekçesi de havada kalabiliyor.

Çünkü, şöyle bir karşı gerekçe oluşturuluyor:

"Genel Müdür’ün dört yardımcısı var. Bunlardan birini değil de hukuk müşavirini görevlendiriyor. O zaman Genel Müdür, Başbakan’ın katıldığı törenin protokol düzeyini bu seviyede mi görüyor?"

Benim demek istediğim ise net:

Hacı Gani’nin, AKP il kongresinin yapıldığı günü bilmemesi mümkün değil.

Peki, bu görevin aciliyeti mi vardı?

Yanıt, "Kesinlikle hayır" olduğu için söylentilerin arkası kesilemiyor.
Yazının Devamını Oku

AKP il kongreleri

15 Haziran 2006
AKP il kongreleri, cumhurbaşkanlığı seçimi öncesindeki son kongreler olduklarından Başbakan Tayyip Erdoğan’ın özel ilgisini çekeceği, ilk sandık konmadan önce Ankara’nın siyasi kulislerinde konuşulmaya başlanmıştı. Bu iddianın gerekçesi de şu senaryoya dayandırılıyor:

"Erdoğan, Köşk’e çıkmayı kafasına koyduğundan kendinden sonra AKP Genel Başkanı olacak kişinin, olası başkaldırılarını kendi seçtirdiği tabanın zorlaması ile zayıflatacak. Bunu Turgut Özal ve Süleyman Demirel yapamadığı için kendinden sonra gelen liderlerin direnişi ile karşılaşmışlardı."

Doğru ya da değil; ama Erdoğan’ın bu kadar müdahil olması beklenmiyordu.

Erdoğan, kongreleri o kadar önemsedi ki, daha önce de yazdım, Bakanlar Kurulu toplantılarının ilk maddesini kongrelerin gidişatı oluşturdu.

RANTA (MAMAYA) ALKIŞ BÜYÜK

Erdoğan,
istediği adayın bir tek sözüyle yarım saat içinde kongre iptal ettirdi (Isparta), sandıktan çıkmış başkanın görevden alınması gerektiğini söyledi (Eskişehir), aşırı ısrarı delegeyi ortadan ikiye böldü (Ankara).

Örnekleri uzatmak mümkün; ama daha önemlisi AB hedefini en fazla savunduğunu söyleyen Erdoğan, parti içi demokrasi konusunda iyi bir örnek olamadı.

Ayrıca kongrelerde heyecanın da yok olmasına yol açtı.

Bazı illerde ilginin fazlalığını göstermek için statlarda kongreler yapıldı; ama birçok ilde kapalı salonlarda bile boşluklar oluştu.

Böyle olunca da il kongreleri parti içi gövde gösterilerine dönüştü.

Bu da ellerinde büyük güç olan belediye başkanlarını avantajlı kıldı.

Belediye başkanları, kongrelere işçi yığarak alkışın en iyisini aldılar.

Gerçi bu tabloyu Adalet Bakanı Cemil Çiçek farklı yorumluyor.

Çiçek, bir tanesi de dün sabah yapılan milletvekilleri ile kaynaşma toplantılarında, belediye başkanlarının yetkilerini yanlış kullanmasından ve rant dağıtmasından yakınan milletvekillerine şu yanıt veriyor:

"Çok kongreye katıldım. Baktım, en çok alkışı belediye başkanları alıyor. Çünkü rant onlarda (Kimi milletvekiline göre Çiçek, rant, yerine ’mama’ sözcüğünü kullandı). Rant varsa alkış da, itibar da geliyor."

GENEL MERKEZ FIRÇASI

Erdoğan
’ın, kongrelere etkiyi güvendiği yakın arkadaşı Teşkilat Başkanı Hayati Yazıcı eliyle yapıldığını ifade eden pek çok AKP’li oldu.

Bunlar arasında teşkilatçılığı çok iyi bilenler biri, "Hayati Bey, teşkilatla ilişki konusunda Erdoğan kadar başarılı değil; kırıp döktüğü çok oluyor" derken bir başkası, "Genel Merkez, Yazıcı eliyle tam bir fırça merkezi haline getirildi" dedi.

Yazıcı’nın, listelere girecek isimler üzerinde bile büyük etki yaptığını söyleyen AKP’liler, "Genel merkez dokunulmaz hale geldi" diyor.

Örneğin kaynaşma toplantıları, milletvekillerinin eteklerindeki taşları dökmesi, her eleştiriyi yapması amacıyla genel merkezce düzenleniyor.

Ama ilginçtir; bu toplantılarda genel merkezin tutumunu eleştirenlerin, daha sonra genel merkeze çağrılarak fırçalandığı da olmuyor değil.

Bu çerçevede bir başka milletvekilinin şu sözlerini de aktaralım:

"Ankara il kongresinde delegenin bütün baskılara rağmen tam ortadan ikiye bölünmesi de genel merkezin bu tutumuna isyandan başka bir şey değil. Artık teşkilatlarda yönetime destek veren, vermeyen mücadelesine hazır olmalı."
Yazının Devamını Oku