24 Ocak 2008
AKP’nin ikinci döneminde Bayındırlık ve İskán Bakanlığı’nın ana direği Karayolları Genel Müdürlüğü, Ulaştırma Bakanlığı’na bağlandı. Hükümet, acil müdahaleyle ilgili birimleri tek çatı altında toplama kararı verince, Afet İşleri Genel Müdürlüğü de bu bakanlıktan gidecek, dendi.
Aynı senaryoya göre, Yapı İşleri Genel Müdürlüğü (YİGM) de Çevre Bakanlığı’na bağlanacak, böylece Bayındırlık Bakanlığı ortadan kalkacaktı.
Bakan Faruk Özak, yaptığımız sohbette konuya açıklık getirdi.
Özak, karayolları için, "Önemli olan işin yapılmasıdır, taassup olmaz. Avrupa’da da karayolları Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı" dedi. Ancak, karayolları ile ilgili birçok önemli işin hálá bakanlığında bulunduğunu anımsatmadan da edemedi.
ACİL MÜDAHALE BAKANLIKTA
Özak, Sivil Savunma, Afet İşleri ve Başbakanlık Acil Müdahale Merkezi’nin tek çatı altında toplanmasından oluşacak Acil Müdahale Merkezi’nin (AMM) ise sanılanın aksine kendi bakanlığına bağlanacağını açıkladı.
Yasa tasarısında, AMM’nin Başbakanlığa bağlandığını anlatan Özak, "Ancak, Başbakanımız bu birimin bakanlığımıza bağlanacağını söyledi" dedi.
Bunun pratik yararları olduğunu da savunan Özak, bir afet durumunda ilk müdahalenin hep YİGM tarafından yapıldığını anımsattı.
Afet öncesi, afet anı ve afet sonrası işlerin önemli bölümünün bakanlığına bağlı birimlerce yerine getirildiğini sözlerine ekleyip devam etti:
"Hasar tespiti, yeni yer seçimi bizim işimiz. Bu işlerle bağlantılı İller Bankası, Teknik Araştırma Uygulama Genel Müdürlüğü, Tapu Kadastro, inşaat malzemelerindeki CE kontrolü bizde. O nedenle bu merkezin bizimle ilişkilendirilmesi doğru."
Bu konuda da taassupları olmadığını kaydeden Özak için en önemli şart, deprem kuşağındaki bir ülkede koordinasyonun en güçlü şekilde yapılması.
KENTSEL DÖNÜŞÜM
Özak’ın şu sıralar en önemsediği konu kentsel dönüşüm.
Kentlerin 40 yılda bozulduğunu, büyük bir kaçak ve güvensiz yapı sorunu yaratıldığını söyleyen Özak, "Bence önümüzdeki 30 yılın sorunu budur" dedi.
Kentsel Dönüşüm Yasası’nı bu alanda büyük bir umut olarak gören bakan, Türkiye’nin bu alanda çok hızlı hareket etmesini şart görüyor.
Ancak burada ciddi bir kaynak sorunu bulunduğundan Özak, dönüşüm alanlarının kendi kaynağını yaratır şekilde planlanması gerektiğini anlattı; vergi muafiyetleri ve başka tür teşviklerin önemine değindi.
"Çünkü, öyle yerler var ki ne yaparsan yap kaynak yaratır hale gelemez. İşte orada devlet, yıkılması gereken bütün binaları yıkacak, karşılıksız yeniden yapacak. Bu da yetmez, stok binalarımız da olmalı" dedi.
Finansman için uluslararası fonlarla ciddi temasları olduğunu da ekledi.
Tasarıyı TBMM’den iki ayda geçirmeyi hedeflediklerini bildiren Özak’a göre, bu yasa ekonomide yeni büyük bir canlanma da yaratacak.
Özak, düzenlemenin cazibesini, asıl şu sözlerle artırmaya çalıştı:
"Bu tür sosyal donatılar AB sürecini de kolaylaştırır. Ayrıca, kişi başına 10 bin dolarlık ulusal geliri hedefliyorsak, gecekonduda oturamayız."
Doğru söze ne denir ki?
Yazının Devamını Oku 21 Ocak 2008
İRAN doğalgaz akışını kesince, Enerji Bakanı Hilmi Güler, Mavi Akım’dan alınan gaz miktarını artırarak kimseyi üşütmediklerini söyledi. Oysa o Mavi Akım için kurulan çarmıhlarda, açılan davalarda en çok emeği olanlardan birinin Güler olduğunu unutmak mümkün değil. Belki Güler, şimdilerde, Mavi Akım’ın sadece halkı üşümekten kurtarmayıp, beş yıllık sürekli büyümenin enerjisini sağladığını da düşünüyordur.Bu vesileyle şu Mavi Akım gerçeklerini bir kez daha aktarmak gerek.
Refahyol döneminde gündeme getirilen projenin fizibilitesi Mesut Yılmaz’ın Başbakan olmasından iki gün önce BOTAŞ’a teslim edildi.
Bakın ondan sonra, Yılmaz’ın anlatımıyla neler oldu, neler.
PARRİS, YILMAZ’I UYARDI!
Ruslar, Yılmaz’a gelip, "Gazı getirip Samsun’da size teslim edeceğiz" dediğinde, "Bu güzel de, fiyat ne olacak" sorusuyla karşılaştılar.
"Batı gazından da ucuz" yanıtı alan Yılmaz, bunu ilk Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile paylaştı ve "Senin büyük eserin olur" diye cesaret de gördü.
İş hızlı götürüldü, 29 Ağustos 1997 günü, Enerji Bakanı Cumhur Ersümer ile Gazprom Başkanı arasında işbirliği protokolü, 15 Aralık’ta da hükümetler arası anlaşma imzalandı, proje hemen TBMM’ye sunuldu.
RP ve DYP’nin de desteğiyle proje TBMM’den ittifakla onaylandı.
Onayın ardından ABD Büyükelçisi Marc Parris, Yılmaz’dan randevu istedi.
Nota verir gibi konuştu:
"Biz projeye karşıyız; gerçekleşirse, şahsen sizin için iyi olmaz."
Yılmaz, bu sözlerin anlamını birkaç gün sonra öğrendi; projeye destek veren bazı siyasilerle yazarlar ters çıkışlar yapmaya başlamıştı.
Sonuç malum; Yılmaz ve Ersümer, AKP oylarıyla Yüce Divan’a gittiler.
Ama ikisi de Mavi Akım’la ilgili tüm iddialardan beraat etti.
ABD’NİN ALTERNATİFİ
Bu arada şöyle bir ilginç gelişme de yaşandı.
Hilmi Güler, Mavi Akım’dan alınan gazın fiyatını artırıp, Turusgaz’dan geleninkini düşüren bir formüle imza attı. İlk yıllarda gerçekten de gaz maliyeti düşecekti; çünkü Turusgaz bitmek üzereydi, Mavi Akım ise daha yeni başladığından oradan az gaz gelecekti. Oysa, Mavi Akım yıllandıkça Türkiye en az 10 milyar dolar kaybedeceğinden, formül değişikliği yerine tahkime gidilmeliydi.
Güler döneminin hukuk şirketi de, "Kesin kazanırız" raporu vermişti.
Neyse bu konu CHP’nin açtığı dava nedeniyle halen yargı sürecinde.
Gelin, Marc Parris’in o sözleri niye söylediğini de biraz açalım.
ABD, Avrupa ve Türkiye, Rus ve İran gazına bağımlı olmasın istiyordu. Alternatifleri de Türkmen gazıydı ve Yılmaz buna hemen "Evet" dedi. Üstelik Türkmenistan, gazı kaynağında 40 dolara da verecekti. Ama Yılmaz, ABD’lilere şu iki soruyu sormadan edemedi:
"İyi de; 1- Boru hattı için Türkiye’nin parası yok, finanse eder misiniz? 2- Hazar Denizi’nde egemenlik sorunu çözülemedi ve uzun yıllar da alacak gibi. Biz bu arada gazı nereden alacağız?"
ABD tarafı finansmana karışmadı, geçiş süresi için de Mısır’dan LNG alınıp, Ege’de kurulacak santrallarda sıvılaştırmayı önerdi.
Türkiye bu maliyeti yüklenemeyeceğinden Yılmaz projede ısrar etti.
İşte, Güler’in, mutlulukla, "Üşetmedik" demesinin ardında bu ısrar var.
Yazının Devamını Oku 17 Ocak 2008
KÜLTÜR ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, kahvemizi içmeye geldiğinde daha bir gün önce Alacahöyük-Boğazköy kazı alanından dönmüştü. Büyük bir heyecanla izlenimlerini anlatırken en çok da kazıları yapanların, oraları, evlatları gibi görmesinden etkilendiğini gösterdi.
Heyecanı ve ilginç gözlemleri büyük bir pişmanlığını da ortaya çıkardı.
Yanlış anlaşılmasın, Günay’ınki öyle siyasi bir pişmanlık değil.
Siyasetten uzak kaldığı yılların bu pişmanlığını şöyle dillendirdi:
"O dönem bir üniversitede arkeoloji veya tarih okumak istedim. Bunu yapmadığım için şimdi çok pişmanım. Oysa arkeolojiye hep yakınlık duydum, çok kitap okudum. Okuduklarım arasında mutlaka bir arkeoloji kitabı vardır."
12 İMAM, 12 HAVARİ, NAMAZ
Çorum’da Anadolu kültürünün köklerini bir kez daha görmüş olan Günay, şu muharrem günlerinde, Yazılıkaya’da açık hava mabedinin bir duvarındaki 12 Yeraltı Tanrısı figürüne atıfla şöyle ilginç bir saptama yaptı:
"3 bin 4 bin yıl öncesinden söz ediyoruz. Ne Müslümanlık ne Hıristiyanlık var. 12 İmamlar, 12 Havariler ve orada 12 tanrı. Kafalarında keçi kılından başlıklar. Ama nasıl; Hacivat ve Karagöz’ün kullandığının benzeri; Mevlevilerin, Hacı Bektaş’ın, Nemrut krallarının kullandığı başlıkların aynısı veya versiyonları."
Mabet bölümüne, kralın dahi el ayak yıkayıp girmek zorunda olduğunu söyleyen Günay, buradan hareketle bir ilginç benzetmede daha bulundu:
"Namaz öncesi abdest almak gibi; el ayak yıkıyoruz değil mi?"
DEPREM ÜZÜNTÜSÜ
Edindiği bilgileri başka açılardan da çağımızla ve günümüz Türkiye’siyle kıyaslayan Günay, başka örneklemelere de gitti.
Önümüzdeki süreçte ayağa kaldırılacak olan toprağa yerleştirilmiş birer tonluk sıra sıra küp kalıntılarına atıfla şunları dedi:
"Burası ticaret merkezi. Sıvı ürünler bu küplerde satışa sunulmuş. Ama bu kadar düzenli bir çarşı olabilir mi? Günümüzün çarşılarının mükemmeli."
Günay, o yılların inşaat tekniğinden de çok etkilenmiş:
"Adamlar 3000, 4000 bin yıl önce öyle bir inşaat tekniği kullanmışlar ki, temelde büyük büyük taşlar birbirini kucaklayacak şekilde kesilerek üst üste konmuş. Deprem anında sallantı ile bu geçmeler daha iyi oturuyor. Bununla da yetinilmemiş, bu taşların üzerine oturacak olan kerpiç, sudan etkilenmesin diye de araya tahtalar konmuş. Tabii o zaman bina yıkılmıyor."
Bazı yerlerde taşların metalle birbirine bağlandığını da aktaran Günay, bu tekniğin günümüzde Japonlarca uygulandığını anımsattı.
Bu anımsatmayı yaparken bir üzüntüsünü de aktarıyor:
"Binlerce yıl önce bu toprağın çocukları böyle bir teknik kullanmış. Ama yakın zamana gelelim; 1967 ile 1999 arasında büyük depremler yaşadık. Şunu gördük; bu toprakların şimdiki çocukları, onlardan ders almamış."
Günay’a bu vesile ile kültüre turizmden daha çok önem ve değer verdiği yönündeki eleştirileri anımsattım, aldığımyanıt da şu oldu:
"Ben esas turizmle uğraşıyorum. Oralara gitmem turizm ve turiste pazarlama amaçlı değil mi? Bakın Frankfurt Kitap Fuarı’nda, ’Yazının Vatanı Anadolu’ ana temalarımızdan biri."
Günay’la sohbetim bu kadar değildi; ama başka bir yazıya ihtiyaç var.
Yazının Devamını Oku 14 Ocak 2008
SÜLEYMAN Soylu’nun DP’ye genel başkan seçilmesi, merkez sağda yeni bir anlayış ve yeni bir yapılanma anlamına geliyor. Soylu’nun ve yeni anlayışın kalıcı olup olmayacağını söylemek için henüz çok erken; ama yeni ekip partinin "geleneksel köküne" çok güveniyor.
Bu noktada da Soylu’nun, (bugünden zaten yapmaz da) yerini sağlamlaştırdıktan sonra, ’ortak aklı’ bir kenara bırakıp bırakmayacağı, kendisine özel güç vehmedip etmeyeceği, kadrosuna danışıp danışmayacağı çok önemli.
Bunu, 25 yıldır izlediğim merkez sağın tüm liderlerinin bir süre sonra, kendilerini ilahi güç sahibi gibi gördüklerini düşündüğüm için söylüyorum.
KARADENİZ ERKEĞİ
Soylu’yu henüz yeterince tanımıyoruz; ama en azından şu kısa süreçte kendisiyle ilgili izlenimleri toplamaya çalıştım.
Bire bir ilişkide sıcak ve samimi görüntü veren Soylu, kadın konusunda ’Karadeniz erkeği’ çekingenliği içinde olduğu izlenimi bırakıyor.
Oysa DP, kadın ve gençlere açılma politikasını öne koyuyor.
Bu noktada, hem yönetimde temsil hem de eşiyle vereceği görüntü Soylu’nun kadın bakışının ilk göstergeleri olacak.
DP, kendisini AKP’den farklılaştırarak, ayağa kalkmaya çalışacak.
Anladığım bu noktada kentli muhafazakarlık, başka bir ifade ile modern muhafazakarlık, merkez sağdan daha fazla duyacağımız söylem olacak gibi.
Bu söylem, merkez sağ kavramıyla birlikte, pragmatik yaklaşımı da biraz geriye atıp ideolojik temelli yaklaşıma daha ağırlık vermeyi getirecek.
İlk hedef de son seçimde alternatifsizlik nedeniyle AKP’ye yöneldiği düşünülen "geleneksel kökü" geri çekmek.
Ardından AKP’nin üzerine gecekondu kurduğu geniş arazi kazanılacak.
Soylu da ekibi de bunun zorluğunun farkındalar; ancak benim anladığım, "geleneksel kökün" korunduğunu gördükçe umutlanmışlar.
"Geleneksel güçle" Anavatan’daki bütünleşme arzusu da cabası.
UZUN YOLCULUK
"Geleneksel kökü" yeniden harekete geçirmek için Soylu, ülkeyi karış karış dolaşacak; şubatta başlayacak olan bu yolculuk uzun, yıllarca sürecek.
Yeni ekip, bununla bir yandan "Soylu kalıcı" işareti veriyor, diğer yandan, iletişim için doğrudan temasın öne çıkarılacağını ortaya koyuyor.
Soylu’nun yeni bir isim olması da ekibini pek ürkütmüyor, aksine bunun yeni politikalar oluşturmada avantaj yaratacağı dahi düşünülüyor.
"Zamanımız da var" deniyor; ama bir eksiklik söz konusu gibi.
Merkez sağı yıpratan en önemli konu hep çıkar ilişkileri oldu.
Soylu, bunun şeffaflıkla yenileceği düşüncesinde.
Parti muhasebesinde bunu hayata geçirmiş de.
Orası tamam da, önceki dönemlere yönelik adım atılması, hem eskiler hem de kendileri için daha iyi sonuç yaratmaz mı?
Soylu, ilk farkı burada yaratsa, yanlış yapanı ayıklamaya partiden başlasa güven veren bir imajı daha başından oluşturabilir.
Şimdilik böyle bir izlenim yok; gerekçe de, "devri sabık yaratmamak".
Oysa, DP’nin hedefine aldığı merkez sol seçmen için de, kentli muhafazakar seçmen için de bu nokta çok önemli.
Yazının Devamını Oku 10 Ocak 2008
SANAYİ ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan’la kahvaltıda bir araya geldim. Çağlayan, Ankara Sanayi Odası Başkanı olarak bakanlığa yabancı değildi; ama gördüğüm, detaya girdikçe beklentileri dışında bir yapıyla karşılaşmış.
Bir mühendis ve işadamı gözüyle kuruma baktığında en çok, "Bu iş ne zaman olur?" sorusuna, "En kısa zamanda" yanıtı verilmesine şaşırmış.
O nedenle de her iş için kesin zaman istemeye karar verdiğini söyleyen Çağlayan, "Bir tek saniyeyi istemiyorum, çünkü çok çabuk geçiyor" dedi.
"Çünkü iş çok. AB ile ilgili 35 başlığın 21’i; akla gelebilecek her türlü ölçü aletinin ayar ve denetimi sadece iki görevimiz" anımsatmasını yapan Çağlayan, 70 milyonun işini gördüklerinden en etkin, en dürüst çalışma; en güçlü denetimin peşinde olduğunun altını çizdi.
ESNAFIN VAR SANAYİNİN YOK
Türkiye’nin bugüne kadar çıkarılmamış sanayi envanterini bu yıl sonuna kadar gerçekleştirmeyi hedefleyen Çağlayan, bakanlıkla ilgili şöyle bir şaşkınlığını dile getirmekten de çekinmedi:
"1 milyon 800 bin esnafın bütün şeceresini bakanlıkta bulabilirsin; ama 270 bin sanayi tesisinin sadece 60 bininin verileri var."
Envanterin çıkarılmasıyla, üretim ve uluslararası rekabet gücünü öne çeken bir teşvik politikası belirleneceğini anlatan Çağlayan, bu nedenle bakanlığını "Türkiye’nin geleceğini planlayan kurum" olarak görüyor.
Geçen hafta iş dünyasıyla yaptığı bir toplantıda kendisine de, "Türk sanayisinin CEO’su sizsiniz" hitabı yapılması çok hoşuna gitmiş.
CEO olarak, sanayide asıl devrimi, bu envanter ortaya çıktığında yapacaklarını savunan Çağlayan, otomotiv sektöründen örnek veriyor:
"Dünyada üretilen her bin otomobilin 14’ü artık Türkiye’de üretiliyor. TOFAŞ’ın mini kargosu yüzde yüz Türk ürünü. 154 bin üretiliyor; ama 145 bini banttan çıkar çıkmaz Citroen, FIAT ve Peugeot’ya gidiyor. Bu yetmez, 21 milyar dolarlık otomotiv ihracatımız 4 yıl sonra 40 milyar dolara ulaşmalı. Artı, kendi motorumuzu üretip test sürüş alanlarını hayata geçireceğimize inanıyorum."
DÜNYAYA YETECEK UN
Envanter konusunun önemini ters ve ilginç şu örnekle de açıkladı:
"Envantersizlik ve yanlış teşvik politikası yüzünden bugün Türkiye’de ciddi bir atıl kapasite oluşmuş. Yani hepimizin parası boşa gitmiş. Sadece un üretimine bakın; bırakın Türkiye’yi, dünyanın ihtiyacını karşılayacak durumdayız."
Çağlayan, bu tablonun değişmesi için bütün sektörlerin önderleri ve TOBB, TÜSİAD gibi kuruluşlarla yakın çalışacağını da açıkladı.
Gece yarısı görüştüğü işadamları olduğunu söyleyen Çağlayan, geçen hafta Güler Sabancı’yı arayıp, "Toplayın tüm üst yönetiminizi görüşelim" demiş.
Görüşme gelecek hafta, Sabancı Holding’de.
Çağlayan, Sabancı topululuğuna sadece, "Ne görüyorsunuz, ne bekliyorsunuz, ne istiyorsunuz" sorularını sorup yanıtlarını alacak.
Bunu diğer büyük holdinglerle de yapacak.
Geçen perşembe günü gündeme getirdiğim bürokrasi konusunda ise, "İşte bütün bu anlattıklarım için, maraton koşacaklar kalacak, diğerleri gidecek; zaten bir kısmı kendiliğinden gitti" demekle yetindi.
Yazının Devamını Oku 7 Ocak 2008
AKP’nin ikinci döneminde farklı bazı sesler duymaya başladık. Son günlerden verebileceğimiz birkaç örnek şunlar:
TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı olarak Zafer Üskül, önce Alevi öğrencilere yapılan baskılarla ilgili tabloyu ortaya koydu, sonra bir cami imamının, nefis ve çalışma konusundaki fetvası ile çalışan kadınlar başta olmak üzere tüm kadınları küçülten, inciten açıklamasına tepki gösterdi.
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Fazıl Say konusunda bazı AKP yöneticilerinin sevimsiz yaklaşımının izlerini sildi, olaya sorumlu yaklaştı.
Aksaray Milletvekili İlknur İnceöz, okulda olması gerekirken evlendirilen kızlar için yoğun çaba içinde bulunuyor.
BAŞBAKAN DESTEĞİ ŞART
Geçen dönem pek göremediğimiz bu manzara kıpırtı da olsa önemli bir aşama; ama bu çabaların Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından desteklenmesi önemli.
Erdoğan’da da bu dönem bazı işaretler yok değil.
Örneğin, türban nedeniyle kötü muamele görenleri eşi Emine Hanım’la beraber arayıp destek veren Erdoğan, kamuoyunun dillendirmesi sonrası olsa da Alevi kökeni nedeniyle öğretmeninden dayak yiyen öğrenciyi de aradı.
Ancak Başbakan’ın ve AKP’nin pek çok yöneticisinin kadınları aşağılayan sözlerin sahibi imama tepkisiz kalmasını anlamak mümkün değil.
Üstelik imamı İstanbul Müftülüğü görevden almışken.
Merak ediyorum, bir asker, "Türbanlı kadının iş hayatında yeri yok" deseydi, Başbakan dahil AKP’liler aynı sessizliği koruyacaklar mıydı?
Emine Hanım’ın kadın konusundaki hassasiyetini biliyoruz; o da bir şeyler söyleyebilirdi; ama yapmadı, peki ya kadından sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun bir sözü oldu da duymadık mı acaba?
Belki sorulmamış olabilir; ama AKP’de ilk tepki Çubukçu’ya yakışırdı.
Anlaşılan içine sindirememiş ki CHP Aydın Milletvekili Özlem Çerçioğlu da Çubukçu’nun bu tutumunu bir soru önergesiyle TBMM gündemine taşıdı.
KÖŞK BÖCEK PEŞİNDE
Aynı konuda "herkesin cumhurbaşkanı olma" sözünün sahibi Abdullah Gül’ün de tepkisiz kalması dikkat çekici.
Gerçi Çankaya’da, Köşk’ün restorasyonu ile ilgili gelişmeler daha öncelikli gibi; ama Cumhurbaşkanı, TRT’deki programda bu konuyu bir şekilde gündeme getirebilirdi ve çok da şık olurdu.
Çünkü Gül’ün (ve de Erdoğan’ın), bu konuda vereceği mesajlar, asıl adres olan muhafazakár kesim üzerinde geniş etki yaratabilir.
Söz Çankaya’ya gelmişken, Ankara kulislerindeki bir iddiayı aktarayım.
Köşk’teki geniş restorasyona eskimiş mobilyaları değiştirme ve fare başta olmak üzere Köşk’e musallat olmuş haşere nedeniyle de gidiliyor.
Ancak, burada özel bir böceğin peşinde olunduğu da belirtiliyor.
Bu böceğin orjininin Türkiye mi olduğu veya yurtdışından mı Köşk’e uzandığı konusunda bir bilgi yok.
Bilinen tek şey, bu böceğin, insanların sağlığı üzerinde olumsuz etki yapma veya kötü görüntü sergileme gibi bir özelliği yokmuş.
Bakalım restorasyon çalışmaları sırasında böylesi böcekler bulunabilecek mi, yoksa o böcekler de eskiyen eşyalarla beraber Köşk’ü terk mi edecek?
Yazının Devamını Oku 3 Ocak 2008
ZAFER Çağlayan, Ankara Sanayi Odası Başkanlığı’ndan beri iyi tanıdığımız, kafasında hep projeler bulunan, bunları hayata geçirmek için her zemini yoklayan, kamuoyu oluşturmada son derece başarılı bir isim. Çağlayan, Sanayi Bakanı olarak da aynı heyecan içinde ve makamının hakkını vermek, projelerini uygulamaya koymak aceleciliği içinde.
Ancak, doğaldır ki bürokrasinin çarkları ve devletle özel sektörün farkı, bazı işlerin istendiği hızda gitmesini önlüyor.
Bakan da bunu yenmek için işadamı olarak sık sık yakındığı bürokrasiyi, daha hızlı harekete geçirmek amacıyla çeşitli yöntemler uyguluyor.
Yöntemlerden biri, "Hızıma uyamıyor" dediği bürokratı uzaklaştırma.
Bu yöntemi uygulamak ise her zaman kolay olmadığından; Çağlayan’ın kafası bugünlerde, savcılığa da yansımış, bir yanda okul arkadaşlarının şikáyet mektubu, diğer yanda güçlü CV’ye sahip yeni atadığı Müsteşar Yardımcısı Vekili Selçuk Arı’nın olduğu ilginç bir tartışmayla meşgul.
KURTARIN BENİ ÇIĞLIKLARI
Olayı, Gazi-Yükseliş Vakfı Mütevelli Heyeti ve Yönetim Kurulu başkanları Nihat Özyurt ile Şükrü Öner’in şikayet mektubundan aktarıyorum.
Vakfın üyesi ve Çağlayan’ın da üniversiteden arkadaşı olan Sanayi Bakanlığı Ankara İl Müdürü Emin Ünyay, 28 Aralık Cuma akşamı evindeyken, 20.35’te Bakanlık Özel Kalem Müdürü Ebubekir Şahin tarafından aranıyor.
"Bakan Bey çabuk sizi bekliyor" denince soluğu Bakanlık makamında alan Ünyay, özel kalemde beklerken, Müsteşar Yardımcısı Vekili Selçuk Arı bakanın yanına girip çıkıyor; "Sizi bakan değil, ben çağırttım" diyor.
Arı, Ünyay’ı makamına çağırıp kapıyı kilitliyor.
"Emeklilik dilekçeni imzala" diyor; ancak olumlu yanıt alamayınca hakaretler, tokat ve tartaklama eylemleri art arda geliyor.
Uzatmayalım, sonunda Ünyay pes edip, "Tamam imzalayacağım" diyor.
Arı, boş kağıt getirmek için dışarı çıkınca Ünyay, misafir çıkış kapısından koridora fırlayıp, "Kurtarın beni" diye bağırıyor.
Aynı kattaki Müsteşar Yusuf Balcı’nın makam odası kapısını açık bulunca oraya girip, durumu aktarıyor, yardım istiyor.
Teşkilatlanma Genel Müdürü Mehmet Vehbi Günan da o an içeride.
Ünyay, hemen hákim eşini de arayarak "Can güvenliğim yok, gel beni kurtar" diyor.
Bu nedenle Adalet Bakanlığı müfettişleri de devreye giriyor.
BİR DE ODUN TARTIŞMASI
Vakıf Başkanı Özyurt, mektuba gerçekleri yazdıklarını belirterek, "Zafer Bey de arkadaşımız; Ünyay’a yapılan haksızlığa sessiz kalmayız" diyor.
Özyurt, bakın nasıl ilginç bir iddiayı daha gündeme getiriyor:
"Zafer Bey mektup için bize dönmedi. Bir arkadaşımıza, ’Biz de Ünyay’ın yaptıklarını basına veririz’ demiş. Bunu dediğine inanmak istemiyorum. Bunları söylemez. Ünyay, bakanlıktan odun götürmüş. Adam kaloriferli evde oturuyor. Odunu ne yapacak?"
İşte böyle; bakalım "Vay be ne işlerle uğraşıyoruz" dediğine emin olduğum Çağlayan bu tartışmayı nasıl bir proje ile çözecek?
DÜZELTME: "Hünkárbeğendi tartışması" başlıklı önceki yazımda, Dışişleri eski Bakanı Şükrü Sina Gürel’in eşi Zeliha Gürel’e atfen, kendi dönemindeki yüz davetten sadece 5’inde hünkárbeğendi ikram edildiğini belirttim. Oysa bu sayı Gürel değil İsmail Cem dönemine ait. Benden kaynaklanan bu yanlışı düzeltir, özür dilerim.
Yazının Devamını Oku 31 Aralık 2007
SON yazımda, Nazlı Ilıcak’ın, salı günü köşesinde Çankaya Köşkü’nde cirit atan farelere karşı Harünnisa Gül’ün aldırdığı önlemleri aktardığı "dedikodu" üzerine Nur Çintay’ın, 8 Nisan tarihli yazısına da atıf yaptım. Çintay, Hayrünnisa Gül’ün ağzından, devraldıkları Dışişleri Konutu’nun bakımsızlığına değinmiş, aşçı sadece hünkarbeğendi yapmayı bildiği için tüm yabancı konuklara her seferinde ’sadece’ bu yemeğin ikram edildiğini yazmıştı.
Bu iddiaları dile getirip, Çankaya ile Dışişleri Konutu’nun önceki konuklarına, "İddialar doğru mu, değil mi?" çağrısı yaptım.
İlk yanıt, Gül Ailesi’nin Dışişleri Konutu’nu devraldığı Şükrü Sina Gürel’in eşi Zeliha Hanım’dan geldi.
KUSUR KAPATMA GİRİŞİMİ
Zeliha Hanım’ın açıklaması aynen şöyle:
"Sayın Hayrünnisa Gül’ün kendisinden önceki dönemleri karalama, kötüleme çabalarının hangi güdülerle ortaya çıktığını bilmek zor. Ancak, kendisinin, hem de eşinin görev süresi içinde devleti uluslararası mahkemeye vermiş bir bakan eşi olması, dedikodu niteliğinde karalamalarla kendi temsil kusurunu unutturma gayreti içinde olmasını açıklıyor. Hayrünnisa Hanım, herhalde, devleti dışarıya şikáyet etmiş olmanın kusur ve eksisini bu şekilde kapatmaya çalışıyor.
Dışişleri Konutu’nda, Bakanlığın görevlisi olan bir İdari Memur, Konut Müdürü olarak görev yapar. Arşivleme, tefriş, bu müdürün görevleri arasındadır. Kendisinin denetimi de Bakanlık tarafından yapılır. Bakan eşi, yönlendirir ve temsil eder. Ben ve eşim Konut’ta bulunduğumuz süre içinde gerekli ve asgari giderler dışında herhangi bir bütçe yükü yaratacak harcamada bulunmadık.
Hayrünnisa Hanım’ın, aşçı ve mönülerle ilgili söylediklerini doğrulamam mümkün değildir. Dışişleri Konutu’nun personeli her zaman iyi yetişmiş ehil kimseler olmuştur. Dışişleri Konutu’nda ’yalnız hünkarbeğendi sunulduğu’ doğru değildir. Üstelik bu yemek bizim mutfağımızın seçkin bir örneğidir.
Hayrünnisa Hanım gibi bir Cumhurbaşkanı eşine yaraşacak olan bu tür konuları aşarak, gerçekten Türk kadınını yüceltecek konulara eğilmesidir."
BELGELERİ DE VAR
Zeliha Hanım, mönülerden örnekler de gönderdi.
Bunlar arasında İsmail Cem döneminin mönüleri de var ve onlar da gösteriyor ki ikramlarda sadece hünkarbeğendi ile sınırlı kalınmamış.
Ayrıca Bayan Gürel, kendi dönemindeki yüz davetten sadece 5’inde hünkarbeğendi ikram edildiği istatistiki bilgisini de aktardı.
Ben de edindiğim yeni bazı bilgileri aktarayım.
Cem ve Gürel döneminde de konut sakinleri eşyaların bazılarını kendi zevklerine uygun görmemişler; ama hem de ödenek bulunmasına rağmen, temiz ve bakımlı oldukları için değiştirme yoluna gitmemişler.
Gül döneminde ise konut neredeyse baştan aşağı yenilendi. Şimdi Köşk’te de aynı şey yapılıyor; bunu yadırgamak doğru değil.
Bazı bürokratların bu tür harcamaları teşvik ettiği de bilinen gerçek.
Ama anlaşılır olmayan bu işlerin, kurumların saygınlığını azaltacak şekilde ve ısrarla özel sızdırılan haberlere konu edilmesidir.
Yazının Devamını Oku