27 Aralık 2007
YENİ konuklarının ardından Köşk’ün viraneliği(!) konusunda yazılmadık şey, söylenmedik söz kalmadı sanıyordum. Nazlı Ilıcak’tan öğreniyoruz ki Ahmet Necdet Sezer döneminde, süpürge, faraş, deterjan da alınmadığı için Köşk’te fareler cirit atmaya başlamış.
Anlaşılan aylar geçti; ama yeni konuklar cirit atan farelere çare bulamamış.
Hayrünnisa Hanım, Ürdün Kralı onuruna verilen davette, fareler yemek salonuna girmesin diye kapıya nöbetçiler dikmiş.
Köşk’e süpürge alınmadığına göre nöbetçi olsa olsa silahına güvenmiştir!
Allah’tan fareler o gün ortalığa çıkmadığı için bir skandal önlenmiş!
SORULARA YANIT GEREK
Abdullah Gül sonrası, Köşk’ün viraneliği(!) konusunda sızdırılan haberleri yazı konusu yapıp bunların Cumhurbaşkanlığı’nın saygınlığına gölge düşürdüğünü savundum; yapılması gerekenin bir an önce restorasyon işlemlerini bitirmek olduğunu yazdım.
Haberlerin sadece birkaçına bakarsak, Sezer döneminde Köşk, o kadar bakımsız, çağdan uzak kalmış ki, yerdeki halılar kir pas içinde, internet altyapısı çökmüş, personel TV cihazlarını evlerinden getirir olmuş.
Aylardır bunlar konuşuluyor; ama Sezer ve arkadaşlarından tık çıkmıyor.
Sezer, başına silah dayansa konuşmaz anladık da ya yönetimden sorumlu dönemin Genel Sekreteri Kemal Nehrozoğlu ve yardımcıları niye susar?
Ben onlara soruyorum ve bekliyorum, Köşk’le ilgili bu iddialar doğru mu?
Doğruysa, görevlerini yaptıklarını söylemek mümkün mü?
Tabii, halen görevlerini sürdüren Özel Kalem Müdiresi Zergün Korutürk ile Başyaver Metin Özbek’in ne düşündüğünü de merak ediyorum.
Aslında iki döneme de tanıklık ettikleri için en doğru bilgi onlardadır.
SADECE HÜNKÁRBEĞENDİ
Bu vesileyle konuşması gereken başkalarının da bulunduğunu belirtmeli.
Çünkü, Hayrünnisa Hanım, Dışişleri Bakanlığı konutu için de bir görüşmesinde Nur Çintay’a, oranın da ne kadar bakımsız bırakıldığını anlatmıştı.
Radikal’de çıkan bu yazıya göre örneğin, "Devralınan aşçı hünkárbeğendi dışında yemek yapmasını bilmediği için tüm yabancı konuklara her gelişlerinde sadece bu yemek sunuldu".
Uygulama Hayrünnisa Hanım’ın ancak aşçıyı değiştirmesiyle son buldu.
Öyle bir yerde sadece hünkárbeğendi bilen bir aşçı; doğru mu, değil mi?
Yoksa devralınan mirası kötülemek için aktarılmış yanlış bir bilgi mi?
Bu bilgisiz(!) aşçıya da, konutun eski ev sahibeleri Elçin Cem ile Zeliha Gürel’e de bu köşe açık.
Bir açıklık da Gül Ailesi’nin borcu.
Kızları Kübra’nın düğündeki hediyelerin değerinin yarısı şehit ailelerine gitti mi?
Bu rakamın doğrusu ne; 70 bin mi, 400 bin YTL mi?
Bazıları 70 bin YTL diye yazdı; ama iki bin davetiye sahibi çeyrek altın getirse 100 bin YTL eder.
Köşk’le ilgili hangi haberler doğru, hangileri yanlış çözmek zor.
Yazının Devamını Oku 24 Aralık 2007
BAŞBAKAN Yardımcısı Cemil Çiçek ile yaptığımız sohbette, Türkiye’nin Kuzey Irak yönetimine, özellikle Barzani’ye mesajının net olduğunu gördük. Çiçek, yetkinin bir yıllık olduğuna birkaç kez dikkat çekip, "Zorunlu kalmadıkça Barzani yönetiminin beyanlarına yanıt vermeme" kararını açıkladı.
"Ne derse desinler, o kötü adamlar orada oldukça bu beyanlar Türkiye’yi durdurmaz. Bir yıl içinde, gelecek istihbarata göre, benzeri operasyonlar yapılır, yapılacak da" dedi. Ve yapıldı da...
Operasyonların devam etmemesinin tek yolunu da gösterdi.
"Etmemesi bize değil, biraz da kendilerinin gayretine bağlı."
Çiçek, Irak merkezi hükümetini muhatap aldıklarını, ilişkilerin çok iyi geliştiğini söylerken de mesajını Barzani yönetimine verdi.
OPERASYONA İMAJ GECİKMESİ
Operasyonlarda gecikme olmadığını anlatan Çiçek, yapılması gereken büyük hazırlıkları anımsattı; ama şu iki noktanın altını özenle çizdi:
- Gencecik insanları sıcak çatışmanın içine gönderiyorsun. En küçük hata birinin hayatına mal olur.
- Dünyanın en büyük harekát kabiliyetine sahip güçlü ordusunun imajına gölge düşürecek bir hatayı yapmamak gerekirdi.
Alınan sonucu bu çerçevede çok başarılı bulan Çiçek, "sözün bittiği yerde olunduğunu" yineledi ve, "Bilinsin ki devletin yürüttüğü faaliyet bilinenin çok ötesindedir. Çok değişik kanallardan faaliyetler yürütülüyor" uyarısı yaptı.
Bu noktada yeni bir pişmanlık yasasına karşı olduğu bilinen Çiçek’in bugüne kadar çıkan 8 yasanın sonuçlarını olumlu gördüğünü belirtmeli.
Sekiz yasadan yararlanan 9 bin 670 kişiyle ilgili bazı kayıtların silinmiş olduğunu söylediğinde biz biraz şaşırdık.
Çiçek de bu duruma üzülmüş, hatta, "O nedenle götürü usulü rakam veriyoruz" dedi; ancak ardından şu tespiti yaptı:
"Artık bu geride kaldı, önlemi alınıyor. Olaya şöyle bakalım; bu rakamın en az yarıdan çoğu dağdan kurtarılmış kişilerdir."
ASKERİN İSTEDİĞİ DE BUYDU
Çiçek, bir kısım çalışmaların, para bulunmasına, ortamın uygun olmasına rağmen sırf işler tek elden yürümediği için sonuçlanamadığını da anlattı.
Ancak, yeni kurulacak Kamu Düzeni Müsteşarlığı’nın (KDM) bu açığı gidermede önemli işlev üstleneceğine inanıyor.
Bu arada, KDM’nin Genelkurmay Başkanlığı’nın üç yıldır talep ettiği bürokratik oluşumu karşılayacağını da söylemeli.
Anımsayalım, bu öneriyi ilk Genelkurmay 2. Başkanı sıfatıyla üç yıl önce bugünkü Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ dillendirmiş, Başbakan Tayyip Erdoğan da önce öneriye olumlu bakmış; ama daha sonra, kararını değiştirdiği için bugüne kadar konuyla ilgili adım atılmamıştı.
Bu açıdan KDM kurma kararını hükümetin, terörle mücadelede son bir yıldır askerle sağladığı uyumu daha da geliştirme adımı olarak da görmeli.
KDM’nin bir yararı daha söz konusu.
Terörle Mücadele Üst Kurulu’nun oluşumuyla daha hızlı alınmaya başlanan bazı kararların uygulaması da hızlandırılmış olacak.
Yazının Devamını Oku 20 Aralık 2007
EN güzel dileklerle kutladığım bayramımızın bu ilk gününde, dini görevlerini yerine getiren milyonlar kurbanlarını kesmeye başladı. Kurban kesimi konusunda hayır kuruluşlarının yıllardır sürdürdüğü yarış, bu yıl büyük reklam ve kampanya savaşına da dönüştü.
Bu kuruluşların bazılarının temsilcileri, yeni ev sahibi nedeniyle, bu yıl Çankaya Köşkü’ne de çıkıp, oradan, bir ’destek bildirisiyle’ döndüler.
Ama Köşk’ten destek alan örgütlerin, ideolojik boyut bir yana, kaliteli hizmette kamu nitelikli kuruluşların çok gerisinde kaldığı açık gerçek.
O nedenle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başta, devleti yönetenlerin, konuya artık "yakınlığa" göre değil, kamu yararına göre bakma zamanı geldi.
SATIŞ NEREYE
Gelin işe kurban kesme yarışına girişen, on milyonlarca YTL reklam harcamasını göze alan bazı kurumların yaptıklarından başlayalım.
Kurban kesme yetkisi alan bu kuruluşlar, kurbanların bir kısmını kesiyor, geri kalanını dağıtılmayan etle birlikte satıyor.
Kurbanların nasıl kesildiği ayrı bir konu; ama bu satışlarla kasalarına yüz milyonları koyan bu kurumlar satışı nereye yapıyor?
Et ve Balık Kurumu da dahil kesim kime yaptırıldıysa.
Peki, eti satın alan kurum, satışı nereye yapıyor?
Kim alırsa ona; yani siz hiç istemeyebilirsiniz; ama kurbanınızın etinin meyhaneye girme olasılığı da yok değil; çünkü satan kurum, "Bu kurban eti, şuraya değil, buraya satılır" diye bir şart koşamaz.
Benim duyumum, bu kurumlar, kurban etlerinin bu yolla satışı konusunda Din İşleri Yüksek Kurulu’ndan da görüş almışlar.
"Kurban kesiyoruz, et çok oluyor; hepsini dağıtamadığımızdan heba olabilir. Bu kısmı satabilir miyiz?" diye sormuşlar.
Soru böyle sorulunca, yanıt da, "Tabii ki satabilirsiniz" olmuş.
ADRESE TESLİM SİSTEM
Peki, aynı hizmeti, örneğin Kızılay nasıl yapıyor?
Kurbanın kesim şartlarını, hijyen koşullarını göz önünde bulunduran Kızılay, Diyanet’ten, veterinerler odasından, Tarım Bakanlığı’ndan, Et Balık Kurumu’ndan (EBK) brifingler aldı.
Sonuçta da "En sağlıklı yol, eti kavurma yapıp dağıtmak" denildi.
Kurbanı önce veteriner denetiminden geçiren Kızılay, kesimi de hayvancılığın merkezleri olduklarından ve bu alanda daha da gelişmeleri düşüncesiyle, Ağrı, Bingöl ve Van EBK’larına yaptırma kararı aldı.
Din adamlarının duasıyla yapılan kesimde, bir noter, hisse sahibi adına tutanak tutarken bütün süreç de CD’ye kaydediliyor.
CD, noter belgesi ve bir teşekkür mektubu hisse sahibine gönderilirken, et kavurma yapılarak 1 ve 2.5 kiloluk teneke kutulara konuyor.
Kutuları dahi Tarım Bakanlığı’ndan ruhsat olan bu kavurmalar, ramazan ayında veya buzdolabı olmayan evlerde bozulmasın diye, yaz dışında dağıtılıyor.
Kızılay, geçen yıl 26 bin vekaletle 135 bin kutu kavurma yaptı.
Bunun 87 binini ramazanda dağıtan Kızılay, vekalet verenin, "Şu adreslere de gönderin" talebini de yerine getiriyor.
Sonuçta tablo ortada; etin tamamını dağıtan, bu işi tek kuruş kár karşılığı yapmayan Kızılay gibi kuruluşlar bir yanda, diğerleri öbür yanda.
Yazının Devamını Oku 17 Aralık 2007
DIŞİŞLERİ Bakanı Ali Babacan, AB konusunda herkesi şaşırtacak reformlar yapacaklarını söylemişti. Her ne kadar AB zirvelerinden olumsuz sinyaller gelse de Babacan’ın şaşırtmasını beklemeye devam edeceğiz.
Ancak, Babacan’ın bugüne değin bizi şaşırtacak bir eylemi olmadı.
En azından bakanlık yapma tarzı bakımından bunu rahatlıkla savunabilirim.
SEVGİLİ ALİ, AMA
Babacan, 5 yıldır bakan; ama hálá gazetecilerin neredeyse tüm sorularını, "Ayaküstü konuşmam" diyerek yanıtsız bırakma geleneğini sürdürüyor.
Bunca tecrübe sahibi bir bakanın bu tutumunun sadece gazetecilere yönelik olmadığını da Dışişleri Bakanlığı bütçesi görüşülürken anladık.
Babacan, bütçe görüşmelerinde milletvekillerinin yönelttiği hemen hemen tüm soruları, "Yazılı yanıtlayacağım" diye geçiştiren ilk Dışişleri Bakanı olarak tarihe geçti.
Vekiller, alışık olmadıkları bu tutuma tepki koyunca, oturumu yöneten AKP’li Cenap Gülpınar, "Zorla mı yanıt verdireceğiz" deme gereği duydu.
Belki de anlayışlı olmalı; Babacan’ın bu tutumunu, hazır cevap olamamak veya önceden hazırlanmayan bir konuşmada hata olasılığı görmesine bağlamalı.
Dış temaslarında da bu yönde bazı işaretler vermiyor değil.
Örneğin; 29 Kasım’da Atina’da Yunan-Türk İş Konseyi toplantısında kürsüye, önce Yunanlı muhatabı Dora Bakoyanni, sonra Babacan çıkıyor.
Bakoyanni, "Sevgili Ali" diye başladığı, onun gençliğine iltifatı unutmadığı konuşmasında, gayet güzel siyasi değerlendirmeler yapıyor.
"Net ve açık konuşmalıyız" dedikten sonra, Türkiye ile ilişkileri masaya yatırıyor; karakteristik bir örnek diye Ekümenik Patrikhane konusunu gündeme getiriyor.
"Patrikhane Türkiye için tehdit oluşturmadığı gibi, bilakis onun için bir kuvvet kaynağı oluşturabilir" diyen Bakoyanni, Kıbrıs sorununa da atfı ihmal etmiyor.
VİZYONSA KIYAS GEREK
Babacan, Bakoyanni’den sonra kürsüye çıktığı için salondaki Türkler, gereken yanıtın verileceği beklentisine giriyor.
Ama yanılıyorlar; Babacan, Hazine Bakanlığı dönemindeki bir Atina gezisi için hazırlandığı izlenimi bırakan konuşma metnine sadık kalıyor.
Bakoyanni’nin ne Kıbrıs, ne Ekümenik Patrikhane, ne de azınlık söylemine tek bir yanıt gelmiyor; Batı Trakya’daki duruma hiç atıf yapılmıyor.
Hani, o salondaki Türklerin en azından bir bölümünün, "Bir Bakoyanni’nin konuşmasındaki vizyona bak, bir de bizimkinin" demiş olduğunu da belirtmeliyim.
Babacan, dün de Paris’e giderken, gazetecilerin Kandil Operasyonu ile ilgili sorularını yanıtladı; daha doğrusu yanıtlamadı.
Oysa dış dünyaya yönelik mesajları Dışişleri Bakanı vermeliydi.
Şaşılacak bir şey değil; ama diplomasi muhabiri arkadaşlarımız ısrarla, bir gün Babacan’ı konuşturacaklarını düşünüyorlar.
Amaç da az konuşan bir bakanı çok konuşturmak değil, sadece bilgilenmek.
Ama milletvekillerinden dahi esirgenen, gazetecilerle paylaşılır mı?
Yazının Devamını Oku 13 Aralık 2007
PAZARTESİ günkü "DP’de Cindoruk dönemi" başlıklı yazım üzerine DP Genel Başkanı Mehmet Ağar aradı. Bazı DP’lilerin, göreve gelmesi halinde Hüsamettin Cindoruk’un akçeli konulardaki iddialar için soruşturma açmasını beklediklerini yazmıştım.
Ağar’ın telefon etmesinin asıl nedeni bu satırlarla ilgiliydi.
Konuya çok hassas yaklaştığı için de oldukça sert ve sitemkárdı.
Sessizliğini bozması da bunun göstergesi zaten.
500 bin YTL ile devraldığı partiyi, 11.3 milyon YTL ile bıraktığını, parti muhasebesinin devlet hazinesi titizliğinde yönetildiğini anlatan Ağar, "Harcamalar büyük bir hassasiyetle yapıldı. Buna laf söyletmem, söylenmemeli; çünkü her şey açık" dedi.
DİLİNİ KESERİM
"Kim, hangi iddiayı biliyorsa ortaya çıkıp açık açık konuşmalı. Kim kime para vermiş?" diye soran Ağar, iddialar üzerine beş kişiyi görevlendirdiğini; ama ortaya bir olumsuzluğun çıkmadığını söyledi.
Bazı şahsi harcamalarının parti kasasından karşılandığı yönündeki iddiaları anımsatınca, çok üzüldüğünü vurgulayarak şöyle konuştu:
"Bakın, artık genel başkanlık görevimi fiilen yapmıyorum. Bu nedenle koruma araçları da dahil, benzin parasını cebimden veriyorum. 3 bin YTL tutuyor. O kadar hassas davranıyoruz ki, Celal Bayar Köşkü’nün çay, kahve, yemek paralarını da cebimden ödüyorum. 3 aydır böyle yapıyorum. Ben böyle davranır, böyle düşünürken birileri neler düşünüyor? Yakışmaz. Böyle şeyleri ağzına alanın dilini keserim."
Evinin tefrişatının parti parasından yapıldığı iddialarını da anımsattım.
"Yazık yani" diye söze başlayan Ağar devam etti:
"Açık söylüyorum, ben bağımsız milletvekiliyken göğsümün kıllarına kadar araştırdılar, bir şey bulamadılar. Şimdi de baksınlar, bakalım ne görecekler? Utanır insan."
İddiaları ve bunların yazı konusu yapılmasını da uygun görmediğini söyleyen Ağar, "Hani biz bu kadar hassas davranıyoruz, dostlarımızdan gül beklerken, o gelmiyor, ok geliyor. Bu da üzüntü verici tabii" dedi.
GERİ DÖNMÜYORUM
Görüşmemizde Ağar, Hüsamettin Cindoruk’a genel başkanlık teklifini genel eğilimin sonucu olarak götürdüğünü de söyledi.
"İyi de olur. Bu parti şuurlu bir parti, şuurlu bir tabanı var. Onlar gerekeni yapar, yapacaktır" diyen Ağar’a, "Kongreye yakın bir süreçte istifadan vazgeçeceğinizi açıklayacağınız da ileri sürülüyor" anımsatmasını da yaptım.
Açık ve net bir yanıt verdi:
"Ben siyasetten uzak kalıyorum. Millete söz verdim. İlk kez bir siyasetçi bunu yapıyor. Kimse bizden korkmasın."
TEŞEKKÜRLER Mahsun Kırmızıgül, "Beyaz Melek" filmi ve o güzel mesajlarla dolu senaryo için. Teşekkürler, filmde rol alan, bize yıldızlar geçidini yaşatan, saygıyı sonuna kadar hak eden tüm sanatçılar. Teşekkürler, filmin konusu nedeniyle gençlere daha çok olmak kaydıyla, salonları dolduran tüm seyirciye.
Yazının Devamını Oku 10 Aralık 2007
SEÇİMLERDEN hezimetle çıkan DP’de, öyle görünüyor ki "geçici Hüsamettin Cindoruk dönemi" başlayacak. Cindoruk, işe sıkı sarılacağının ilk işaretini de geçirdiği göz ameliyatı için, "İleriyi, geriyi daha iyi görmek için" diye espri yaparak verdi.
Ancak, Cindoruk’un, asıl mevcut durumu en iyi şekilde tespit ederek işe başlamasında daha büyük yarar var gibi.
İlk sorun da kendisinin de hissettiğini sandığım, "emanetçilik" konusu.
Bunun nedenini açabilirim.
AKÇALI SORUŞTURMA
Mehmet Ağar’ın yeni bir sitemine neden olacak; ama DP çevrelerinde, "Cindoruk seçeneği, Ağar’ın yeni bir manevrası. Göreceksiniz, Ağar, kongre yaklaşırken adaylığını açıklayacak" tezinin ciddi bir şekilde dillendirildiği görülüyor.
Bense aksini, Ağar’ın dönemini bitirdiğine inandığını düşünüyorum.
Ancak, bu çevrelerin, Ağar’ın seçim gecesi açıkladığı istifasını geri aldığını anımsatması manidar tabii ve bu gerekçeyle, "Demirel’in emanetçiliğinden Ağar’ın emanetçiliğine görüntüsü veriyor" diyerek Cindoruk’u iğneliyorlar.
Cindoruk’un birinci sorunu bunu aşmak.
İkinci sorun ise kendisinin tutum almaktan kaçınan, durumu idare eden bir yapıya sahip olduğu tezine dayandırılıyor.
Bunun "eski tas, eski hamam"ın devamı olasılığını yaratacağına dikkat çeken DP’liler, gerçek bir muhasebeden yana.
"Muhasebe de öncelikle DP muhasebe servisinden başlamalı" diyorlar.
Açık söyleyelim, DP’nin seçim dönemi harcamalarının mutlaka masaya yatırılması; gerektiği hallerde, gereken kişilerden hesap sorulması, bunlarla partinin yollarının ayrılarak işe başlanmasını isteyenler çok.
Cindoruk’tan beklenen, hiç değilse, DP kulislerinde dillerden düşmeyen bu akçalı iddialarla ilgili bir soruşturmayı hemen açmasıdır.
Gerçekten de bu iddialara inanacak olursak, tablo vahim.
Bu vahim tablonun, dedikodularla daha fazla genişlemesini önlemenin tek yolu güvenilir bir ekibin yapacağı incelemedir.
İTİRAZ YOK
Sıraladıklarım dışında Cindoruk’a, geçici olacağından, pek itiraz yok.
Mesut Yılmaz’ın desteğine sahip olması da avantaj görülüyor.
Bununla DP’de bütünleşmenin fiilen sağlanacağına inanılıyor.
Bu bağlantının merkez soldaki bazı önemli isimlerin kazanılmasının yolunu açacağı da düşünülüyor.
DP’nin, AKP tabanına kaymış olan kendi ılımlı muhafazakar seçmenini geri kazanmak yerine, yönünü öncelikle sol isimlere çevirmesi ne kadar gerçekçi bilemem; ama Cindoruk’un başlangıçta bu konuda önemli adım atacağı beklentisi yaygın.
Cindoruk için Tansu Çiller’e yakın kadroları DP ile nasıl yeniden bütünleştireceği de sorun olarak görülüyor; ama unutulan bir konu var gibi.
Partinin yeni ve genç isimlerle donanması konusunda konuşan az.
Oysa, bu saatten sonra DP’nin dirilişinin ne kadar zor olacağı ortada, bu operasyon da yapılmazsa hiç şans kalmaz gibi.
Yazının Devamını Oku 6 Aralık 2007
SİYASİ hayatının büyük bölümünü Deniz Baykal ile kol kola geçirmiş olan Eşref Erdem’in, "Baykal da dahil parti yönetimi A’dan Z’ye değişmeli" demesi CHP’de yeni bir döneme girildiğinin göstergesidir. Erdem’le uzun görüşmemde bu çıkışın nedenlerini de bulmaya çalıştım.
Erdem’in CHP yönetiminden istifasını, sadece Genel Sekreter Önder Sav’la Çankaya ilçe örgütü üzerindeki çekişmeye bağlamak çok basit olur.
İzlenimim; üç yıldır CHP’nin sol kimliğiyle ilgili kaygılarını dile getiren Erdem’in, kararını 22 Temmuz sonuçları üzerine verdiği yönünde.
TOPLU İSTİFADAN VAZGEÇİŞ
Şunu belirtmeliyim, seçim sonrası belediye ve il başkanlarıyla yapılan toplantı öncesinde de kendisiyle, yazılmamak kaydıyla sohbet etmiştim.
O görüşmemizde, beraber hareket ettiği arkadaşları da vardı.
Erdem, CHP’nin aldığı sonucu başarısızlık olarak niteledi; kendi nedenlerini sıralayıp, bunlara karşı zamanında yapmış olduğu önerileri aktardı.
Bunun üzerine, "Bunca öneriniz kabul edilmemişse, 22 Temmuz sonrası toplu istifa da vermişken, kalma ısrarınız neden?" diye sordum.
Erdem, "Belki de haklısınız" dediğinde istifa izlenimi edinmiştim.
Şimdi öğreniyorum ki seçim sonrası CHP MYK’sının toplu istifasını öneren de kendisi olmuş, Baykal da o toplantıda bunu olumlu karşılamış.
Toplantıda karşı çıkan tek isim ise Genel Sekreter Önder Sav olmuş.
Bilindiği gibi istifa girişimi daha sonra Baykal’ın talebiyle ertelendi.
Buna rağmen Erdem, bir ay sonra MYK’da talebini yineleyip, "Kurultaya yeni bir genel sekreter ve yeni bir MYK ile girmemiz doğru olur" demiş.
Çünkü, seçimin sorumluluğunun kolektif olduğunu belirtmiş.
Eşref Erdem, bugün dile getirdiği tüm eleştirileri MYK toplantılarında defalarca dile getirdiğini anlattı ve "Böyleydiyse neden daha başından istifa etmedi" yönündeki eleştirilere, "Haksız" da demedi.
Sadece, "Genel Başkan’ın tutumu, benim ona saygım bunu engelledi" dedi.
Umudunun tükendiği noktada da istifasını, parti yönetiminin tamamen değişmesini sağlayacak bir gelişmeye neden olması beklentisiyle verdiğini söyledi.
ŞİMDİ NE YAPACAKLAR
Erdem ve arkadaşlarının, Haluk Koç ve Mustafa Sarıgül önderliğindeki muhalif gruplarla hiçbir teması olmadığını; DTP ile dirsek bağı bulunduğu yönündeki söylentilerin ise sadece etik dışı siyasi dedikodular olarak görülmesi gerektiğini rahatlıkla aktarabilirim.
Peki, bundan sonra ne yapacaklar, sorusu akla geliyor.
Erdem, yeni bir kadro hareketiyle, CHP’nin yeni ve genç bir liderle sol açılım yaparak başarıya ulaşılabileceğine inanıyor.
Bunu önümüzdeki kurultayda da olası görüyor.
İlginçtir, delege seçimlerinin genel merkez baskısı altında geçmesinin bile buna engel olamayacağını düşünüyor.
Çünkü, delegenin bu yapının sürmesi halinde yerel seçimlerde neler olacağını görüp ona göre karar vereceğine inanıyor.
Bunlar edindiğim izlenimler, ama Erdem’in bu çıkışının CHP’de nasıl bir yankı yapacağını görmek için beklemek dışında bir seçenek yok.
Yazının Devamını Oku 3 Aralık 2007
ÇARŞAMBA günü, bir arkadaşımla Fransa Büyükelçisi Bernard Emie’nin tanışma kokteylinde yaşadığımız olay beni bu başlığı atmaya itti. Resepsiyonda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e çok yakın bir AKP milletvekiliyle karşılaşınca biraz sohbet edip yakındaki başka bir konuğa yöneldim.
Arkadaşım ise bu milletvekilinin olduğu grupta kaldı.
Benden sonra gruba bir kişinin katıldığını gördüm.
Bir atama işi konuşulmaya başlandı.
Mesafeden dolayı ne olduğunu anlayamadım; ama arkadaşım konuyu bana aktarınca yazımın bu başlığı ortaya çıktı.
ABDULLAH BEY’E DE İLETİN
Önce, karşılıklı, "Nasılsınız" muhabbetinden sonraki sohbeti aktarayım.
- Efendim tayin dönemim geldi.
- Hayırlı olsun.
- İnşallah Strasbourg’a giderim. Bu konuda yardımlarınızı bekliyorum.
- Tabii, tabii yaparım.
- Daha önce büyük bir merkezde üçüncü isimdim, şimdi küçük bir merkezde ikinci isim olmak istemiyorum.
- Tabii, bu işi olmuş bil.
- Abdullah Bey’e (Cumhurbaşkanı Gül) de iletirsiniz değil mi efendim?
- İletirim tabii.
Anladığınız gibi bir diplomatımız torpil arayışına çıkmış.
Bu işi hangi ortamda ve kimlerin yanında yaptığını bile umursamıyor.
Bir siyasiden böyle yardım isteyen, bununla da yetinmeyip ta Cumhurbaşkanı katına kadar torpil arayışına girişerek meslektaşlarına da saygısızlık eden geleceğin bu büyükelçisinin adını gizlemeyeceğim.
Kendisini büyük bir merkeze, özellikle de Strasbourg’a layık gören bu zat, AB Genel Sekreterliği Siyasi İşler Dairesi Başkanı Cem Kahyaoğlu.
Ne demeli; Kahyaoğlu, gerçek Dışişleri Bakanı’nın hálá Abdullah Gül olduğuna emin, doğru adrese ulaşmaya mı çalışıyor, yoksa Cumhurbaşkanı’nın artık bir torpil makamına dönüştüğünü mü göstermek istiyor?
Veya Dışişleri’nde bu işler böyle yapılıyor da biz bilmiyoruz!
AKP’DE ROCKEFELLER BÜLTENİ
Perşembe günkü yazımı AKP’nin Kızılcahamam toplantısına ayırmış, milletvekillerinin isim okunarak yapılan yoklamadan rahatsızlıklarını aktarmıştım.
AKP grubu her gün, onları ilgilendirdiğini düşündüğü haber ve yazıları bülten haline getirip milletvekillerine dağıtıyor.
Bir milletvekilinin uyarısı üzerine, perşembe günkü bültene baktım.
AKP ile ilgili yazım bültende yoktu.
Herhalde milletvekillerinin bu yazıyı okuması istenmedi.
Belki, "Nasılsa milletvekillerimiz Hürriyet okumuyor" diye düşünen AKP yöneticileri olabilir; ama yanıldıklarını bilmeliler.
Üstelik milletvekilleri bu yazıdan çok da memnun kaldılar.
O nedenle, bülteni çıkaranlar, son günleri mutlu geçsin diye Rockefeller için özel basılan gazeteyi vekiller için de yapacaklarsa yazım başa konmalıydı.
Ayrıca, bu dönem AKP için mutlu haber dolu Rockefeller bülteni çıkarmak kolay; ama Allah’tan Rockefeller gibi ölüm döşeğinde olan milletvekili yok.
Yazının Devamını Oku