29 Kasım 2007
BUGÜN AKP’nin Kızılcahamam’daki 11. İstişare Toplantısı’nın havasını yansıtacak üç anekdot aktarmak istiyorum. Birincisi, milletvekillerinin moralini de oldukça bozan, kapanış oturumunda, medyanın önünde yapılan yoklama.
Oysa, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, katılımı çok önemsediğini bildiklerinden milletvekilleri, günde iki kez imza toplanmasını hiç yadırgamadılar.
Ama bakın Genel Sekreter İdris Naim Şahin, isimleri tek tek okuyarak yoklama yapınca keyifler nasıl kaçtı, ne tepkiler verildi?
GÜNDE İKİ İMZA VERİLDİ
Rahatsızlıklarını ilk belli eden, homurdananlar arka sıralarda oturan, aralarında bakanların da bulunduğu AKP’nin ağır topları oldu.
Ama Milli Eğitim Bakanı olduğu ve Başbakan’a da yakın isimler arasında sayıldığı için Hüseyin Çelik’in tepkisini aktarmakla yetineceğim.
Çelik, yanında, önünde ve arka sıralarda oturan milletvekillerinin de duyacağı şekilde yoklamayı içine sindiremediğini şu sözlerle gösterdi:
"Bu ne ya; yanlış bu, ayıp bu. Biz bu yoklamaları ilkokullarda bile yapmıyoruz artık. Bunlar tarihe karıştı. Bunu kim düşündü?"
Çelik’in sorduğu gibi kim bu yoklamayı düşündü bilinmiyor; ama milletvekillerinden aldığım hava, bunun hem moral bozduğu, hem de "sadece birer sayı olarak görülüyoruz" izlenimi yarattığı yönünde.
KAYNAŞAMAYANEŞLER
İkinci anekdotum, Erdoğan’ın cesaret kıran tepkileri üzerine.
Yozgat Milletvekili Osman Coşkun’un, herkesin, "Ne komik, uçuk şey" dediği "Ağrı’da Nuhun Gemisi Hayvanat Bahçesi" projesini Erdoğan "ti"ye aldı.
Rize Milletvekili Ali Bayram da gerçekçi bulunmayan bir öneri yaptı.
Vali ve belediye başkanlarının koruması, şoförü bulunduğunu belirterek, illerine gittiklerinde kendilerine de koruma ve şoför verilmesini istedi.
Erdoğan’ın yanıtı, "Kardeşim, tabii ki onların koruması ve şoförü olacak, görevleri ortada. Sen niye bunu istiyorsun? Milletten korkun mu var?" oldu.
İki öneriye de katılan tek vekil olmasa bile Başbakan’ın yüz ifadesiyle kullandığı üslubun çok sert bulunduğunu söylemeli.
Erdoğan’ın cesaret kıran asıl çıkışı, bölgede istihdamı geliştirme önerisi yapan bir Güneydoğu milletvekiline gösterdiği tepkiydi.
Milletvekili hazırlık yaptığı için önerilerini yazılı metinden okudu.
Okuması devam ediyordu ki Erdoğan, "Kardeşim" diye araya girdi.
"Geçmişte kalmışsın; bunları zaten yapıyoruz, bilmiyor musun, başka öneri getir?" diye devam edince yüzünün kızardığı görülen milletvekili çaresiz susup oturdu.
Vekillerin, sık sık "Bürokratik oligarşi var" diye yakınan Erdoğan’ın, "Bürokrata gitmeyin" çıkışını da çelişki olarak gördüklerini belirterek eşlerle ilgili son anekdota geçeyim.
Toplantı yine gösterdi ki türbanlı eş sayısı çok açık ara önde.
Ama AKP’de türban takmayan yüz kadar milletvekili eşi bulunmasına karşın, koridorlarda görünenlerin sayısının 15 dolayında kalması dikkat çekti.
Daha dikkat çekeni, iki grubun ayrı ayrı oturmayı yeğlemesiydi.
Kaynaşmayı sağlaması beklenen Emine Erdoğan ise (tespit ettiğim) tek "çay sohbeti" düzenledi; ama katılan 30 kadının tamamı da türbanlıydı.
Emine Hanım’ın tercihi bu olmayabilir; ama göze oldukça battı.
Yazının Devamını Oku 26 Kasım 2007
İKİ yıl önce, İbrahim Selçuk’un yine ana sanık olduğu "Beyaz Enerji operasyonunu" defalarca yazdım, o nedenle bazı AKP’lilerin sitemlerini aldım, davalarıyla uğraştım; Selçuk da her fırsatta tehdit kokan sözler sarf etti.
Yazının Devamını Oku 22 Kasım 2007
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün, tutumunun en önemli göstergelerinden ikisi rektörle yüksek yargı üyelerini hangi kriterlere göre atayacağıdır. Gül, ilk tavrını, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’ne en çok oyu alan ikinci adayı atayarak ortaya koymuştu; ama tek atama kalıcı gösterge olamaz.
Şimdi Gül’ün önüne birden fazla üniversiteye rektör ataması geliyor.
Konuyu Gül seçilir seçilmez araştırdığımda, "İlkesel tutum alacak; oya önem verdiğinden birincileri yeğleyecek" izlenimi edinmiştim.
Halen de aynı izlenime sahibim, ama Osmangazi’deki tercih düşündürücü.
ARKADAŞ TAVSİYESİ
Bu nedenle Osmangazi’deki tercihte etkisi olabileceğini tahmin ettiğim bir AKP’li siyasetçi ile geçen gün aramızda şu konuşma geçti:
- Osmangazi’ye rektör seçimini Sayın Cumhurbaşkanı ile konuşabildiniz m?
- Evet.
- O zaman tercihte de etkiniz oldu.
- Olmuş olabilir, benim tercihim de ikinciden yanaydı; ama Cumhurbaşkanı’na YÖK’ünkü de dahil birçok rapor gönderiliyor, onlar ne demiş bilemem.
- Peki neden birinci değil de ikinci olan aday?
- Doğrusu eski Rektör bile, ’Birinci yanlış olur’ dedi.
Gül’ün objektif kriterlere göre karar vereceğine hálá inandığım için bu arkadaş etkisinin geçici olduğunu düşünüyorum.
Ancak, birkaç gündür Gül’ün arkadaşı da olan hükümete yakın bazı yazarlar, rektör seçimlerini gündeme taşıyor, ikinci veya üçüncü olmuş adayları övüyor, birincilerin YÖK etkisindeki isimler olduğunu yazıyorlar.
Övdükleri bir aday da, "Seçimde yegane meşruiyet öğretim üyelerinin tercihidir. Bu tercihe aykırı atanmayı meşru kabul etmeyeceğim" dediği halde.
Hem Gül, hem de bu yazarlar geçmişte de Ahmet Necdet Sezer’i, "Birinci dururken ikinci veya üçüncüyü atadı" diye eleştirmişlerdi.
Şimdi bakacağız, diğer bir siyasi arkadaşı Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın, "Yeni reformların gündeme gelmesiyle Köşk onayı arasındaki süreç mümkün olduğunca kısa tutulacak" diye iradesine ipotek koyma anlamında sözler ettiği bir süreçte, Cumhurbaşkanı Gül, yine arkadaş etkisinde mi kalacak, yoksa ilkesel tutum mu alacak?
KÖŞK PERSONELİNE MADALYA!
Çankaya’dan söz etmişken restorasyon çalışmalarına da yeniden değinelim.
Çünkü, Gül’ün seçildiği günden beri Köşk yönetimi varsa yoksa, "Burası ne kadar virane, oturulacak yer değil" anlayışını kanıtlama derdinde.
Köşk yönetiminin son röportajlarında da okuduk ki durum vahim!
Her ne kadar konuyu görüştüğüm 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, "Orada sistem saat gibi işler. Öyle telefon kesilmelerini söylüyorlarsa abartmışlar. Orası dünyadaki en güzel cumhurbaşkanlıklarından biridir, devletin şanına uygundur" dese de Gül’ün ekibinin sergilediği tablo çok farklı.
Eğer anlatılanlar doğruysa, bence, evindeki TV’yi Köşk’e getiren memura devlet nişanı verilmeli; son 7 yılı bir zindanda geçirdikleri için tüm personel hem on maaş ikramiye ile ödüllendirilmeli hem de Abant’ta toplu terapiye alınmalı; bu zindanı yaratan eski yöneticiler de işkenceci diye tutuklanmalı!!!
Demem şu ki, artık bu "virane" söylemi kabak tadı verdi, gereken ne restorasyon varsa onu yapma zamanı gelmedi mi?
Yazının Devamını Oku 19 Kasım 2007
DİYARBAKIR milletvekili, Güneydoğu’da siyasetin etkin ismi Tarım Bakanı Mehdi Eker ile bölge ve terör üzerine sohbet ettim. "Sözlerim hükümetimi bağlamaz, bir siyasetçi olarak konuşacağım" vurgusunu özellikle yapan Eker’e göre PKK, gerileme sürecini yaşıyor.
Değerlendirmesini daha çok yatırım-bürokrasi-hizmet üçgeninde ve son üç seçime paralel yapan Eker, görüşmemizin başında AKP’nin, programında soruna yer veren ilk parti olmasına dikkat çekti, "Soruna farklı bakan, farklı analiz koyan ilk parti de biz olduk" dedi.
TERÖRÜ TIRMANDIRAN SEÇİMLER
Tahlillerinin birinci bölümünü AKP’nin Diyarbakır’da yüzde 15 oy aldığı 2003 seçimleri sonrasına göre yapan Eker, bu dönemde demokratikleşme ve sivilleşmenin yansımalarının günlük hayatta görülmeye başlandığını, bölgeye daha özel kamu görevlilerinin gönderildiğini anlattı.
Sözlerini, "Örneğin daha önce bölgeye genelde emniyet kökenli valiler gönderildi, biz göndermedik" diye destekledi; Kürtçe yayına ve Kürtçe kurs açmaya izin verildiğini, Kürtçe isim ve konuşma ile ilgili yasakların da fiiliyatta kaldırıldığını vurguladı.
"Kürt sorununun varlığının kabul edilmesi, buna göre adım atılması, vatandaşın bize farklı bakışını getirdi. Sonuçta da 28 Mart seçimleri, AK Parti’nin, Türkler kadar Kürtlerin de umudu olduğunu kanıtladı" dedi.
Diyarbakır’da bile AKP’nin yüzde 32’ye çıkmasının şokunu yaşayan PKK’nın, sürecin aleyhine geliştiğini ilk o gün gördüğünü anlatan Eker’e göre, PKK’nın o seçimin hemen ardından eyleme başlaması tesadüf değil.
Eker, tahlillerinin ikinci bölümünü ise 28 Mart sonrasına dayandırdı:
"Köydes’le çok iyi bir çalışma yaptık. Diyarbakır’ın bin 300 köyünün bin 180’ine şebekeli içme suyu götürdük. 4 bin kilometre köy yolu, 29 sağlık ocağı, her ilçeye acil yardım ünitesi, üç büyük ilçeye diyaliz merkezi, 59 sağlık evi, bütün ilçelere diş ünitesi ve yüzlerce tarımsal proje, yatırım teşvikleri... Diğer illerde de aynı tablo çıktı."
Bakana göre, bu süreç entegrasyon ve aidiyet duygusunu artırdığı için 22 Temmuz’da, AKP oyları 67 binden 197 bine çıkarken, DTP’ninki 256 binden 199 bine düştü; ardından da PKK terörde yeni bir dalga yarattı.
TAZMİNAT İSTEMEYEN ESNAF
Terör dalgasına rağmen trendin PKK aleyhine geliştiğine inanan Eker, bu nedenle demokratikleşmeye devam derken, olağanüstü yöntemlere ve MHP’nin dokunulmazlıkları kaldırma önerisine karşı çıkıyor.
Gerekçesi de, "Körün istediği bir göz, biz veririz iki göz" oldu.
Eker, DTP’li belediyeleri başarısız gördüğü için, "8.5 yıldır belediye kendilerinde; ama Suriçi sokakları hálá çöpten geçilmiyor. Bugün seçim olsa Diyarbakır’da belediyeyi kesin biz alırız" iddiasında bulunuyor.
DTP Genel Başkanı Nurettin Demirtaş’a da, "Madem silah bıraktırma iraden var; bıraktır o zaman, neyi bekliyorsun" diye sormayı ihmal etmiyor.
Eker, bölgenin son fotoğrafını ise şu iki örnekle çekiyor:
Diyarbakır’da birçok dükkanda hálá şehit Gaffar Okkan’ın posterleri asılı. Çünkü, vatandaş emniyet müdürü böyle olmalı, diyor.
2006’daki olaylarda esnafa, zararını karşılayacağız, dedik. Altı ay sonra sordum, tek başvuru olmuş, o da gelip almamış. Yani vatandaş, ’Siz beni anladınız, önemli olan bu, gerisini ben çözerim’ mesajını veriyor.
Yazının Devamını Oku 15 Kasım 2007
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Kuzey Irak açılımı büyük yankı bulunca, ben de "Nerden çıktı bu, kim etkiledi?" sorularıyla sık sık karşılaştım. Varsayımlar, Baykal’ın "bir yerlerden" etkilendiği üzerineydi.
Öncelikle, bu haberin çıktığı sabah kahvaltısı "sohbet" amaçlıydı.
Ama sohbet sırasında Baykal oldukça ilginç şeyler söyleyince, "Bunları mutlaka yazmalı, bunların sizin ağzınızdan çıkması çok önemli" dedim.
Bir süre, "Dur şimdi, sohbete geldik" dedi, ama ısrar edince onay verdi.
TALABANİ’YE ANINDA TERCÜME
Sonrasında araştırdım; Baykal, pek çok kişiyle konuşmuş, çok rapor okumuş; ama komplo teorisyenleri yanılmasın, asker ilişkisi hiç yok.
Zamanlama ise sorunun geldiği boyuttan kaynaklanıyor.
Sonuçta Baykal’ın yaklaşımı çok olumlu yankı buldu; yüzlerce makale yazıldı, TV programlarına konu edildi.
Baykal’ın çıkışı, Kuzey Irak’ta da büyük etki yarattı.
Pazar gecesi Habertürk’te de Baykal, 3.5 saat sorularımızı yanıtladı.
Baykal’ın sözlerini, Irak Devlet Başkanı Celal Talabani’ye, Ankara Temsilcisi Bahroz Galali, anında cümle cümle aktarmış.
Bu bilgiye, açılımdan çok memnun kalan Talabani’nin, memnuniyetini belirtmek için ertesi gün hemen CHP’ye gönderdiği Galali’nin, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’e aktardığı sözlerden ulaştım.
Talabani, bir CHP heyetini Kuzey Irak’a daveti de ihmal etmemiş.
Öymen-Galali buluşmasının detayına inmeyeceğim; sadece, Galali’nin, soru üzerine, Talabani’nin "Hiçbir Kürt’ü Türkiye’ye teslim etmem" demediğini, "Hiçbir Irak vatandaşını vermem" dediğini; "Peki Kürt kedi nereden çıktı" sorusunu ise yanıtsız bıraktığını belirteyim.
GÜNEYDOĞU PAKETİ DE GELİYOR
Baykal ile dün de konuştum, aldığı yankılardan çok memnun.
Bursa’dan bir grup işadamı aramış, MHP’li olduklarını, CHP’ye hiç oy vermediklerini söyleyip kendisine destek vermişler.
Bununla açılımını eleştiren MHP Lideri Devlet Bahçeli’ye mesaj gönderdiğini düşündüğüm Baykal, DTP’yi de ihmal etmedi.
Çünkü, Batı’daki bir ilden arayan Kürt kökenli bazı işadamları da teşekkür edip, "Kalbimize girdiniz" diyerek cesaretlendirmiş.
Baykal, "Batı’ya entegre olmuş Kürt kökenli yurttaşlarımız terörden çok rahatsız. Bence en olağanüstü güzel mesaj budur" dedi.
Bir radyonun, "Baykal doğru mu yaptı, yanlış mı" anketine katılanların yüzde 80’inin, "Doğru" demesini de ufak bir ayrıntı olarak aktardı.
Sohbetimiz, sınırın içine yönelik önerilerin sırada olduğunu da gösterdi.
GAP’ın ve sulama kanallarının ihmal edildiğini düşünen Baykal, "GAP ve hayvancılığı geliştirecek projeler açıklayacağız" dedi.
Parti grubunun yaptığı bu çalışmayı, "Büyük projeler" diye aktaran Baykal’ı dinlerken, TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın da Meclis Büro Şefimiz Nuray Babacan ile bana yaptığı açıklamada, "Diyarbakır Bağlar Beldesi’nin hiç sorunu yok mu?" diye seslendiği DTP’li milletvekillerini anımsamadan edemedim.
DTP milletvekilleri, GAP’ı bölgenin en önemli sorunu olarak görüp acaba konuyu kaç kez TBMM zeminine taşıdılar?
Benim bildiğim yok; arkadaşlara sordum, onlar da aynı yanıtı verdi.
Yazının Devamını Oku 12 Kasım 2007
SALI günü yayınlanan AB İlerleme Raporu’nun inanç ve ibadet özgürlüğü ile ilgili bölümünde şu paragraf dikkat çekti: "Nüfus cüzdanı gibi idari belgelerde, doldurulabilen veya boş bırakılabilen bir din hanesi bulunuyor. Bu da ayrımcı uygulamalara yol açabiliyor. Buna ek olarak tanınmamış dinlerle ilgili hálá endişeler söz konusu."
Paragrafa neden olan uygulama, İçişleri Bakanlığı’nın, Nüfus Hizmetleri Yasası’nın Din Kodları Tablosu’yla ilgili 30 Ocak 2003 günlü 155/11519 sayılı valiliklere gönderdiği genelgeyle ekinden kaynaklanıyor.
Genelge ekinde, Din Kodları Tablosu iki bölüme ayrılıyor.
"1 Nolu Bölüm" altında, "(Eski Din Kodu Tablosu) Kişinin beyanı ile girilen şekli", "2 Nolu Bölüm" başlığı altında da, "(Yeni Din Kodu Tablosu) Nüfus Cüzdanı ve Nüfus Kayıt Örneğinden Çıkan" yazıyor.
KODLARIN KARŞILIĞI DEĞİŞTİ
1 Nolu Bölüm’de, kodları ile birlikte şu dinler sıralanıyor:
11 İslam, 20 Hrıstiyan (doğru yazım Hıristiyan), 21 Katolik Hristiyan, 22 Ortodoks Hristiyan, 23 Protestan Hristiyan, 24 Gregoran Hristiyanlar, 41 Süryani, 42 Süryani Kadim.
Sıralama bir çizgi çekilerek devam ediyor:
31 Musevi, 43 Hinduizm, 44 Konfüçyanizm, 45 Teoizm, 46 Zerdüşt, 51 Budizm.
Sonra bir çizgi daha çekilerek şu üç madde sıralanıyor:
66 Dinsiz, 98 Diğer Dinler, 99 Bilinmeyen Dinler.
(Bu teknoloji ve bilgi çağında bilinmeyen din ibaresi ilginç olsa gerek.)
2 Nolu Bölüm’ün birinci kısmında kodlar aynı tutuluyor, ama "İslam" dışında tüm seçeneklerin karşısına "Hristiyan" yazılıyor.
İkinci bölümde bir değişiklik yok; ama son bölümde üç seçeneğin de karşısına "Boşluk Çıkar" deniyor.
DİNLİYE DİNİ YOK MUAMELESİ
İşte sorun ve itiraz da bu "Boşluk Çıkar" ibaresinden kaynaklanıyor.
İtirazın Bahai dinine mensup Türk vatandaşlarından, "Bu boşluk bizi de dini yok gibi gösteriyor" gerekçesiyle geldiğini öğrendim.
Bahailik, ilahiyat fakültelerinde öğretildiğine göre, "Bilinmeyen Dinler" kategorisinde olamaz; ama Konfüçyanizm, Teoizm gibi din olarak da kabul görmeyen, belki tek tük Türk vatandaşının talebi olabilecek akımlara bile yer verilirken, on bini aşan Türk vatandaşı Bahailerin görülmemesi pek anlaşılır gibi değil.
Ayrıca, nüfuz cüzdanı yenileyen Bahailere de güçlük çıkarılıyor; din hanesine, babadan dolayı "Bahai" yazdırmış olanlara, ki bu 1990’a kadar mümkünmüş, "Dini hanesini boş bırakırız" deniyor.
Anladığım, "Diğer Dinler" seçeneğinin özel olarak kendileri için açıldığına inanan Bahailer, bu nedenlerle sorunu AB zeminine taşıdılar.
Anlamadığım ise dini özgürlük, dendiğinde yeri göğü inleten AKP iktidarının, konu başka bir din olunca zorluk çıkaran uygulamalara sessiz kalması.
EFKAN ALA’DAN AÇIKLAMA: Perşembe günkü yazım için arayan Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala, "Bürokrat atamalarında MİT raporlarının da Çankaya Köşkü’ne gönderilmesi eskiden beri devam eden uygulamadır" bilgisini verdi.
Yazının Devamını Oku 8 Kasım 2007
DİYARBAKIR Valiliği’nden Başbakanlık Müsteşarlığı’na atanan Efkan Ala, iki aydır sessiz sedasız, kendi anlayışını bürokrasiye yerleştirmeye çalışıyor. Ömer Dinçer dönemini de zaman zaman mercek altına almış bir gazeteci olarak, Ala’nın icraatına baktığımda farklı bir manzara görüyorum.
Başbakanlık Müsteşarlığı, bürokrasinin en tepe makamı ve en önemli görevi Başbakanlık ile Çankaya, Genelkurmay, TBMM ve istihbarat örgütleri arasında koordinasyonu sağlamaktır.
Dinçer’in ideolojik konumu nedeniyle geçen dönem Başbakanlık, Köşk ve TSK ile ciddi sorunlar yaşadı; Dinçer, bu kurumlara girip çıkamadı.
KOMUTANLARLA TEMAS VAR
Köşk’te değişiklik oldu tamam; ama Ahmet Necdet Sezer de olsaydı, Ala, yine bu ilişkiyi rahatlıkla kurabilecek biri isimdi.
Diyarbakır Valisi’yken tanıştığı komutanlarla yeni görevinde daha yakın ilişki içinde olan Ala’nın TSK ile temasta ise hiçbir sorunu yok.
Göreve geldikten sonra, tüm komutanlarla telefonla ve yüz yüze görüştüğünü öğrendiğim Ala, terör ve bölge ile ilgili tecrübesi yüksek bir bürokrat.
O nedenle yeni makamından konuya bakışını araştırdığımda gördüğüm şu:
- Tecrübe ile bilgi pahalı bir yöntem; ama Türkiye’nin bugüne kadar uyguladığı yöntemin öğrenme ile sonuçlandığını söylemek güç.
- Çünkü, sorun sistem sorunu; sistem çıktısı da çözüm vermiyor.
- Sistemin çözüm çıktısı vermesinin birinci koşulu, açık tartışma. Açık tartışma yoksa doğrular yıllar sonra söylenebiliyor; (Emekli Org. Aytaç Yalman’ın Fikret Bila’ya açıklamasına atıf) ama iş işten geçmiş olabiliyor.
- Demokrasiyle ilgili sorunlar da var; buna rağmen o sorunları giderirken terör ve teröristle mücadele de mümkün.
- Birkaç çözüm önerisi sunmak mümkün; ama önkoşul, tüm kurumların bu çözümlerin arkasında durmasıdır; aksi takdirde çözümün kendisi sorun oluyor.
- Bölge halkının teröre karşı duruşu netleşti; o nedenle "taban buluyor, bulmuyor" tartışmasından önce, örgütün silahlı unsurları etkisizleştirilmeli; bunun için teröristle mücadele yöntemi değişmeli (profesyonel kadro iması), değişirse 3-5 bin teröristin etkisizleştirilmesi neden sorun olsun ki?
BTK SÖNDÜRÜLÜYOR
"Konuşacaklar siyaset tarafına geçmeli, iş yapacaklar bürokraside olmalı" anlayışındaki Ala, sanırım Dinçer dönemi sıkıntılarından alınan deneyimle, bulunduğu makamı kişisel inisiyatif alanından çıkarıp kurumsal inisiyatif alan kurum haline getirme hedefinde.
Bunun 3-4 yılda sağlanacağı, sonrasında ise o makama kim gelirse gelsin, kişi eksenli bir tartışma olmayacağı kanısında.
Ala, bu noktada atamalar konusundaki hassasiyeti anlıyor; ancak yapılacak birkaç yanlış atamanın sistemi tıkamaması gerektiğini düşünüyor.
Dinçer döneminde, "Nasılsa Köşk araştırma yapıyor" gerekçesiyle Başbakanlık, MİT raporu uygulamasını sona erdirmiş.
Ama daha önce yazdım, Abdullah Gül’den sonra Köşk, Başbakanlığa, "Atama kararnamelerine MİT raporlarını da ekleyin" yazısı gönderdi.
Ala, Köşk’ün talebini ise haklı bulmuş, hemen uygulamaya koymuş.
Peki; Ala, başkanı olduğu, irticai faaliyetlere katılmış bürokratları izlemek üzere kurulan Başbakanlık Takip Kurulu (BTK) için ne düşünüyor?
Dinçer döneminde etkisizleşen BTK, yeni dönemde söndürülecek, diyebilirim.
Yazının Devamını Oku 5 Kasım 2007
ABDULLAH Gül’ün cumhurbaşkanı olmasının ardından Köşk’ten büyük bir halkla ilişkiler ve imaj atağı başlatıldı. Bu amaçla önce medya mensupları oda oda dolaştırıldı, görüntüler verildi.
Sonra da Köşk’ün "ne kadar içler acısı", "yaşanılmaz bir mekan" olduğu işlenmeye başlandı, basına bu yönde sayısız haberler fısıldandı.
İstenmese de eski cumhurbaşkanlarının ve kadrolarının halktan, dünyadan, teknolojiden, vizyon sahipliğinden ne kadar uzak oldukları görüntüsü yaratıldı.
Ahmet Necdet Sezer’in "kabalık yaparak(!)" yürüyen iki makam otosunu götürdüğü, geriye kalanların da Gül’ü yolda bıraktığı açıklandı.
Sezer, iki aracı bir an önce teslim ederek Gül’e yaptığı bu "kabalığı" ortadan kaldırır mı bilemeyiz; ama yeni dönemde Köşk’ten, "Aslan yattığı yerden belli olur" ilkesinin önde tutulduğu mesajı veriliyor.
Gül ile Genel Sekreter Mustafa İsen’in mütevazılıklarını bilmesek, tam da ifratla tefritin karıştırıldığını söyleyeceğiz.
NORMALİ ANORMAL YAPMAK
Köşk’te her cumhurbaşkanıyla birlikte restorasyonlar yapılır. Kamu binalarının 15 yılda bir restore edilmesi de son derece doğal.
Süleyman Demirel döneminde Köşk, neredeyse bir şantiyeye döndü; Sezer döneminde de Köşk Müzesi on yıllar sonra ilk kez restore edilirken Pembe Köşk ile Camlı Köşk de baştan aşağı yenilendi.
Bu kez de bazı düzenlemelerin yapılacağı belliydi ve normal de.
Ama TBMM’deki bütçe görüşmelerinde de "acınası Köşk halleri" öne çıkarılınca milletvekilleri, isyan etti; İsen de özür imasında bulundu.
Bundan sonra daha dikkatli gidileceğini düşünebiliriz. Oysa Köşk, yeni dönemdeki uygulamaları ile değerlendirilmeli.
Örneğin, Gül’ün, hukukçuların çok tartışmalı bulduğu, doğrudan kendisini de ilgilendiren Anayasa değişikliğini hiç bekletmeden gece yarısı onaylamasının, Köşk’ün ciddi çalışma tarzı ile ne kadar bağdaştığı tartışmalıdır.
Gül’ün önüne, değişiklikle ilgili Köşk hukukçularının raporlarının konulup konulmadığı, bu raporların okunup okunmadığı dahi merak konusu.
BUİMAJA NE DEMELİ
Köşk’li ilgili tartışmaların Hayrünnisa Hanım etrafında yapılmasını; Hanımefendi’nin türbanının, türbanı şöyle ya da böyle bağlamasının gündemde tutulmasını anlamayanlardanım.
Ancak, madem Köşk imajı bu kadar önemli, ilk gördüğümde Bayan Gül’ü üzmemek adına yazmadığım bir konuya değinme gereği duyuyorum.
Hayrünnisa Hanım’ın ilk yurtdışı gezisi KKTC’ye oldu. Bu nedenle bütün gözler Türk "First Lady"sinin üzerinde olacaktı.
Hayrünnisa Hanım’ın ilk gezide bırakacağı imaj çok önemseniyordu.
Buna rağmen, Hanımefendi’nin, Girne Kalesi gezisini iptal edip, jaluzilerin çekildiği dükkanlarda alışverişi yeğlemesinin, Türkiye için doğru bir imaj bıraktığını söyleyebilir miyiz?
Hadi Kıbrıs’ı geçtik; ikinci gezi Avrupa’nın başkentine, Strasbourg’aydı.
Hayrünnisa Hanım, burada da alışverişe çıkma gereği duydu.
Bunları, Gül Ailesi’nin o günkü evlilik telaşı ile açıklamak yeterli değil.
Çünkü bu görüntüler Köşk’ün de, Türkiye’nin de imajını etkiliyor.
Yazının Devamını Oku