Sıtkı Şükürer

Buzdan jetonun mucitleriyiz biz

15 Nisan 2012
FUTBOLDA şike tartışmaları heyecanını kaybetmiş gözüküyor.

Özerk federasyon kanunla kendisine verilmiş yetkileri kullanmayı tercih etmedi.
Kararsızlığın getirdiği belirsizlikle futbol gemisinin her tarafından çatırtı sesleri yükselirken siyaset işe el koydu.
Anlaşıldığı kadarıyla ilk etapta federasyona yeni bir başkan “atandı”.
Bilahare takımların tüzel kişi olduklarından bahisle, “ortada bir suç varsa suçlu kulüpler değil, gerçek kişi yöneticilerdir” şeklinde, pek de hukuk mantığına uymayan bir yaklaşım geliştirildi.
Şimdi beklediğimiz, özerk federasyonumuzun bu çerçeveye uygun kararlar alması.
Yani, “küme düşme yok, yöneticiler cezalandırılacak, uluslararası kupalardan yasaklanırsak bu durumu dert etmeyeceğiz, kendi kendimize oynadığımız futbolun heyecanı bize yetiyor. Mert’e namert’e muhtaç değiliz.”
Buraya kadar tamam. Emir demiri keser, siyasi iradeye saygı duyarız.

Yazının Devamını Oku

Müslüman mahallesinde salyangoz satılmıyor

8 Nisan 2012
BU coğrafyada batılılaşma hareketleri Tanzimat’dan itibaren devam eder.

Hukuktan teknolojiye “Batı” hep model olmuştur.
Şüphesiz bu süreç kültürel anlamda da “Batılı” gibi düşünen, oraların değerlerini içselleştirmeye çalışan insanların sayısı azımsanmayacak boyutlara getirmiştir.
Ancak doğuda yaşamak, Anadolu’nun sosyolojik özellikleri ile nefes alıp-vermek, ister istemez kendini en Batılı zanneden bireyler de dahi “hibrit” bir kişilik profili oluşturur.
Toplumun büyük çoğunluğunu açısından böylesi bir “kişilik karmaşası” gündemde dahi değildir.
Onlar muhafazakardır, gelenekçidir, vaka şimdilerde yeni yeni zengin olmaya heveslenmişlerdir, ama esas itibariyle hayata karşı duruşlarından memnundurlar, emindirler, olaylara karşı tepkilerini belirleyen zihinsel altyapılarını tartışmaya açma gereğini hissetmezler.
Bugünün Türkiye’sinde siyasi iktidarları belirleyen işte bu büyük çoğunluktur.
Onlar son 150 yıldır kendileri için “iyi” olacak şeyler hakkında karar veren, onlara çağdaşlık adı altında batı değerlerini empoze eden insanlara karşı mesafeli ve ilgisizdirler.

Yazının Devamını Oku

Kemeraltı bir İzmir rüyası

1 Nisan 2012
İZMİR’i marka kent yapma gayreti içindeyiz. Bu kentin tarihi kimliğinden söz ederiz. “Nedir bunların somut göstergeleri” diye sorulduğunda, antik eserleri bir tarafa koyun, “Saat Kulesi, Pasaport İskelesi...” deyip, tık nefes kalıveriyoruz.
Birkaç harap köşk ya da gayri faal gayrimüslim tapınağı bu fotoğrafı değiştiremiyor.
Elimizdekilerin envanterini çıkardığımızda bir yer pırıl pırıl bir potansiyel vaat ediyor.
O yer Kemeraltı’dır.
Allah’ın her günü en az 80 – 90 bin kişinin ziyaret ettiği, özellikli günlerde bu sayıların 10’la çarpıldığı, dünyanın en büyük açık hava çarşısıdır burası.
Tamam, ekonomik gücü olan müşterilerin ilgisi azalmıştır, güvenlik problemleri vardır, işportacıdan çığırtkanına bir keşmekeş ve karmaşa ortamı vardır, binalar döküktür; şudur, budur.
Ancak tüm bunlara karşın içinde binbir bilinmezi barındırmaya devam etmektedir. En eski Kemeraltı esnafını bile sürpriziyle şaşırtma özelliğini korumaktadır.
Kemeraltı bunca boş vermişliğimize, bunca dağınıklığına karşın hala bir vakadır, öyle ya da böyle için için yaşamaktadır.
Şimdilerde, “Expo” diyoruz, otoyol, hızlı trenden bahsediyoruz, kentin nihayet rüzgarı arkasına aldığından söz ediyoruz. Tüm bu morallenmeler beraberinde elimizin altındakilerine ilave cazibeler yaratılmasını bizlere adeta dayatıyor.
Diyeceğim odur ki, bizler bu “Kemeraltı” meselesi üzerine hep birlikte düşünelim ve laf değil somut bir proje oluşturalım.
Sayın dertlenenler, Kemeraltı mümkün olduğunca tek elden planlanmalıdır.
Kemeraltı esnafının, valiliğin, belediyelerin, yatırımcıların, taşın altına elini koyduğu dev bir gayrimenkul yatırım ortaklığıdır başlangıç hayalimiz.
İster uzun vadeli kiralama, ister satın alma yoluyla, asgari 500 – 700 gayrimenkul edinilip restore edildiği, profesyonel destekle mekan ve dükkan kompozisyonunun belirlendiği, bu aşama sonrasında kurumsal perakendecilerle ciro bazlı ön antlaşmalarla fizibilitesine ulaşıldığı, bir anlamıyla ülkenin en büyük AVM’sini hayata geçirebiliriz.
Böylesi bir proje hiç kuşkunuz olmasın Türkiye’nin en önemli AVM işletmecilerinin de ilgisini çekecektir, dünyanın önde gelen kreditörlerin de.
Yapının GYO şeklinde örgütlenmesi beraberinde müthiş vergisel teşvikler getirecek, hisseleri halka arzedilmiş şirket, perfomansına paralel, ortaklarını mutlu edebilecektir.
Bakınız proje, bu ham haliyle bile, tamamen sivil toplumculuk ruhuyla hareket eden 20 civarında İzmir gönüllüsünün “Sinerji Grubu” adıyla oluşturduğu enstitümüzde hepimizi heyecanlandırdı.
Bu nevi projeler bir kültürü sahiplenirken ticari karakterde de olmak zorundadır.
Kemeraltı’nın bağrında açacak kurumsal işletmeler kalite çıtasını yükseltirken, beraberinde çarşıyı çarşı yapan otantik değerlerinin üzerindeki tozu silkeleyerek, mücevher niteliklerini herkesin istifadesine sunar hale getirecektir. 
Konunun daha geniş platformlarda tartışılmasını ve icraat ateşinin bir an önce yakılmasını temenni ediyoruz.
Yazının Devamını Oku

Futbolun idam fermanı

31 Mart 2012
Futbolda şike meselesinde enteresan bir yere gelindi.

Hele işin içine siyasilerde girince tam bir “üçüncü dünya” çözümü oluşturuluverdi. Efendim, İngiliz Başbakanı Thatcher, İngiliz kulüplerine 5 yıl Avrupa’yı yasaklamış, kendi aralarında bir güzel oynamışlar, dönüşlerinde Avrupa şampiyonu olmuşlar, biz de 5 yıl gitmeyelim.
Söylem bu.
Tamam da Tatcher’ın yasaklama nedeni, şike değil holiganizmdi. Onun deyimiyle “hayvanların” cezalandırılmasıydı. Özünde bir keyif oyunu olan futbolu şirazesindan çıkartarak şiddet odağı haline getirilmesine engel olmaya yönelik önlemdi.
Yani bir özeleştiriydi, çuvaldızı kendine batırmaktı, uluslararası camiaya karşı kendini cezalandırmaktı.
Biz de ise şike şüphesi ayyukada. Neymiş, 8 takım küme düşerse futbol bitermiş, “Bize ne FİFA’dan UEFA’dan, kendimiz çalar, kendimiz oynarız, herkez işine baksın”.
Allah’ınızı seversiniz bu mantıkla İngilizlerin mantığın bir alakası var mı? Hani Thatcher örnek alınacaksa, buradan şike yapan bir değil, iki küme düşsün kabilinden bir tutum ortaya çıkması gerekir.
Bu yaklaşım, olsa olsa, küme düşen Ankaragücü’nü talimatla birinci lige aldıran Kenan Evren mantığı ile örtüşebilir.

Yazının Devamını Oku

Nargile filozofisi

25 Mart 2012
Olaylara ve insanlara sessiz ve sakin yaklaşabilmek, telaştan arınmış tutum ve tavırlar oluşturabilmek, iş ve sosyal yaşam için bir avantajdır.

Böylesi bir kişilik yapısı inşa edebilmek bazı durumlarda, farkında olmadan sahip olduğumuz kimi alışkanlıklarımızdan beslenir, bu alışkanlıklarımız terbiyevi bir fonksiyon icra eder.
Bu duruma örnek “nargile” olgusudur.
Nargile hadisesi başlı başına bir kültürdür. Bu kültür, durmuş oturmuş bir ritüele sahiptir.
Nargile erbabı her şeyden önce asla “geveze” birisi değildir. Zira, nargile bizatihi kendisini başkalarıyla paylaşıma pek müsaade etmez. Şayet ilgi ve alakanızı nargileniz üzerine yöneltmezseniz size küser, yani söner. Bu nedenle bir nargileci diğerine “nasılsın” dediğinde cevabını epey bir suskunluk sonrası alır. Hele bir de “daha daha nasılsın” diye sormaya kalkarsa muhatabından “çenen düştü” fırçası yiyeceği kesindir.
Buradan hareketle kime ve neye yönelmişseniz başarının mutlaka “odaklanmadan” geçtiği dersini alırsınız.
Nargile anlık yoğunlaşmalarla iktifa eden, mutlu olan bir musibet değildir. Onu elde tutabilmeniz için konsantrasyonunuzun sürekli olması gerekir. Nargile kıvamına “tav” denir. Tav, nargile şişesinin devamlı dumanlı kalması halidir. Bu hal tütünün iyi ateş aldığı ve sorunsuz işlediği bir durumu gösterir.
Çapkın erkeğin kızı “tavlaması, tava getirmesi” deyiminin de buradan geldiği söylenir. Pek tabii maharet, tavı anlık zirvelerde yakalamak değil, mütemadiyen devam ettirebilmektir. Bu durumun beşeri hayata yönelik dersi ise başarının sadece konsantrasyonla olmadığı, yanı sıra maraton koşucusu da olunması gerektiğidir.

Yazının Devamını Oku

Krala çıplak demek

18 Mart 2012
“Olması gereken”, “olanı” belirlemeli midir, yoksa “olan”, “olması gerekene” kendi bildiğince mi akmalıdır?

Esas itibariyle, bugün Türkiye toplumunun sıkıştığı ikilem budur.
Bu toplumun münevverleri, örneğin, “Avrupa Birliği yolculuğuna medeniyet projesi olarak inandı, çaba sarf etti” ediyor.
Böylelikle bu ülkenin her alanda averajının yükselebileceği hayal ediliyor.
Bu yaklaşım, özünde “evrenselden yerele” diyebileceğimiz bir kabulden kaynaklanıyor.
Öyle ya, birileri bizden önce bizim geçeceğimiz yollardan geçmiş, günün sonunda çağa en uygun toplum modelinin parametrelerini adeta “hap” şekline getirmiştir.
Atatürk, cumhuriyeti bu anlayış üzerine yapılandırdı. Çetin Altan, tenis kortlu, piyanolu köyleri bu yüzden hayal etti.
Şüphesiz herkes iyi niyetliydi, ama aynı zamanda jakobendi, reçeteciydi, bağlı olarak sosyal mühendisti.

Yazının Devamını Oku

Asil ve oğlu

11 Mart 2012
ÇOCUKLUK anılarımda ilk hatırladığım meyhaneydi Celal’in yeri. Karşıyaka Çarşısı’ndan içeri girince, fazla ilerlemeden sağ koldaydı.

Mekanın önünde her daim bir midyeci dururdu.
Sonraları çarşının sağındaki sokaklarda ilk gençlik yıllarımızın meyhanelerini hatırlıyorum.
Bakınız, meyhane bizim hep gördüğümüz içkili restoranlardan çok daha farklı bir şeydir.
Bu yerlere tadını veren en önemli faktör işletmecilik anlayışıdır. Her meyhane sahibi, meyhane işletmeciliğinin genel ritüellerine sadık kalarak kendini özgü bir şov dünyası oluşturur mekanında.
Sınıf ve kariyer farklarının bilerek terk edildiği bu dünya, meyhanecinin keyif odaklı mütehakkim tavrıyla özel bir büyü oluşturur.
Bir hafifleme ve azalma mekanı olan bu ortamlar futbolun ve hafif muhabbetlerin taşıyıcı kolonluğunda, ülkenin mutlaka kurtarılması ihmal edilmeden, müdavimlerine keyif ve mutluluk sunar.
Meyhane, Ege’de bir Rum kültürüdür.

Yazının Devamını Oku

CHP’ye yeni kredi

4 Mart 2012
CHP kabuk değiştirmeye çalışıyor.

Türk demokrasisi yönünden tarihi bir süreç başlıyor.
Demokrasilerde marifet, iktidarların seçim yoluyla el değiştirme esnekliğini korumasıdır.
Geçmişte yaşanan iktidar değişiklikleri bu endişemize tam örnek teşkil etmez.
Bu ülke 1946 yılından itibaren, ortada sandık olmasına rağmen askeri ve bürokratik vesayetin ağır gölgesi altındaydı.
27 Nisan bildirisine konulan tavırla birlikte “seçilmişlerin” direksiyona geçtiğine tanık olmaya başladık.
AK Parti, bilindiği üzere son seçimlerde oyunu yüzde 50’ye ulaştırdı.
Seçilmiş iktidar sıfatıyla hemen her alanda kendi programını yürürlüğe koymaya çalışıyor.

Yazının Devamını Oku