Paylaş
Esas itibariyle, bugün Türkiye toplumunun sıkıştığı ikilem budur.
Bu toplumun münevverleri, örneğin, “Avrupa Birliği yolculuğuna medeniyet projesi olarak inandı, çaba sarf etti” ediyor.
Böylelikle bu ülkenin her alanda averajının yükselebileceği hayal ediliyor.
Bu yaklaşım, özünde “evrenselden yerele” diyebileceğimiz bir kabulden kaynaklanıyor.
Öyle ya, birileri bizden önce bizim geçeceğimiz yollardan geçmiş, günün sonunda çağa en uygun toplum modelinin parametrelerini adeta “hap” şekline getirmiştir.
Atatürk, cumhuriyeti bu anlayış üzerine yapılandırdı. Çetin Altan, tenis kortlu, piyanolu köyleri bu yüzden hayal etti.
Şüphesiz herkes iyi niyetliydi, ama aynı zamanda jakobendi, reçeteciydi, bağlı olarak sosyal mühendisti.
70’li yılların kadim tartışması da aynı ayrımlaşmayı işaret ediyordu. Sosyalist devrimin ‘kır’dan kent’e mi, kent’ten kır’a mı başlaması gerektiğine’ müthiş kafa yorardık. Jakoben genler sebebiyle, birinci görüşün mahkum edildiğini hatırlıyorum.
Bakınız, her toplumun kendine özgü sabitleri vardır. Rusya farklıdır, İngiltere farklı, Türkiye farklıdır, Arabistan farklı.
Şüphesiz insanlığın ortak bölenleri vardır ve fakat aynı zamanda her coğrafyanın binlerce yılda teşekkül etmiş ayrı dili, inancı, etnik mayası kendisine özgüdür.
Bu tablo tüm insanlığı kapsayıcı ortak bir şablonun imkansızlığına işaret eder bizleri.
Başbakan, “Dindar nesil istiyorum” dedi. Ona bu cümleyi söyleten mantığı anlamaya gayret ediyorum.
Acaba klasik aydın tavrımızın bir kesin kabulü mü sorgulanıyor? Toplumların realitesinin esasında yerelden evrensele doğru işlemesi antitezi mi tartışma ortamına getiriliyor?
Bakınız bu iktidara yönelik birinci algımız onların “dindar” olduklarıdır.
Batı ezberinde din algısı onun zamanla bir kültür kimliğine iade olacağı ve büyük ölçüde bireyselleşeceğidir. Bunun böyle olduğunu Hıristiyan tarihi bize göstermiştir. Din üzerinden ve dini kullanarak iktidar tariflemek insanlara ikna edici gelmemiş, bedeller ödenerek Hıristiyan toplumları sekülerleşmiştir.
Yine aynı toplumlar, ırkçılık heyecanlarına kapılmışlar, ajite edilmişler ancak sağduyu ve makul kavramları bu anlayışları da olmaları gereken seviyeye püskürtmüştür.
Dikkat ederseniz tüm bu evrilmeler, o toplumların kendi dinamikleriyle, kendi yüzleşmeleriyle, acılarına katlanarak, maliyetlerini üstlenerek, aşağıdan yukarıya gerçekleşmiştir. Toplumlar doğrularına yanlışlarını ayıklayarak ulaşmışlardır.
Şimdi kritik soru şudur?
Türkiye toplumunun çıplak gerçeği nedir. Bu toplumun yüzde 70’i türbanı da, imam hatipleri de benimsemektedir. Aynı zamanda, Türk veya Kürt milliyetçisidir, muhafazakardır, refahı yeni yeni talep etmeye başlamış ve fakat bunu kendi kültür anlayışına uygun bir yaşam gustosu içinde şekillendirmektedir.
Elimizdeki beş kartı açınca, dördünün manzarası budur. Biz istedik diye bu gerçeklerin değişeceği yoktur. Toplum bu duyarlılıkları karşılayanları iktidar yapar. Gün gelir kendi değişim dinamiği ve temposu ile uyuşanla yola devam eder, uyuşmayanı silkeler. Alt kimlikler hazmedilmeden bir üst vites hayaldir, zaman yerelden evrensele kendi bildiğince ama genelde ağır ağır akar gider.
Paylaş