ÇALIŞKAN bir siyasetçiyseniz, koca bir ülkeyi yönetiyorsanız, yerleşik tutumları değiştirmeye hevesliyseniz, yeni vizyonlar oluşturma iddianız varsa, yüksek büyüme rakamları yakalamayı istiyorsanız, büyük yatırımlar, çılgın projeler hoşunuza gidiyorsa, tüm bunları kıt imkanlarla, sınırlı kaynaklarla yapmaya çalışıyorsanız, üstelik, bir de toplumun genelini kucaklamayan siyasi referanslarınızdan pek taviz vermez bir görüntü veriyorsanız ve 12 yıldır iktidardaysanız.
Çoğu kabullenemez
Kaçınılmaz olarak yıpranırsınız, eskirsiniz, her türden söylentinin odağı haline gelirseniz, “icraat yapan hata yapar” ilkesi tüm katılığıyla devreye girer, çoğu kesimler nezdinde “yorucu” ve “yorgun” bir siyasetçiye dönüşürsünüz.
Bu “kader”, operasyon vardır yoktur tartışmalarının ötesinde, dünyanın her yerindeki, her siyasetçi için geçerlidir.
Ancak çoğu siyasetçi bu gerçeği kabullenmez.
Onca fedakarlığın, çabanın toplumun takdirini sürekli kılacağını varsayar.
SAYIN Binali Yıldırım’ın çok başarılı bir bakanlık kariyeri var.
Yanı sıra, kamuoyunda “teknisyen” kimliği ile tanınıyor. Hiçbir zaman sert ve gergin siyasi polemiklerin içinde yer almadı.
Bildiğiniz gibi, şimdi İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı adayı.
Normal bir siyasi atmosferde, kentimize hizmet için böylesi bir adayın talip olması son derece olumlu değerlendirilir.
Ancak ne var ki garip bir dönemden geçiyoruz.
Bir kere, her türlü siyasi mülahazadan bağımsız olarak şu tespiti yapalım.
AK Parti 12 yıldır iktidarda.
BİR an için düşünün. İstanbul’da, Süleymaniye Camisi’nin iki minaresi arasına, acar bir müteahhitlik anlayışıyla devasa bir sac levha monte edilmiş olsun.
Akabinde bu levhayı boyayın ve üstüne, mesela “Güzel İstanbul” yazın.
Ne kadar hoş, ne kadar estetik ve yaratıcı olur!
Bizim sahil bandında bin tane tarihi binamız yok. Elde kalan, gözümüz gibi baktığımız sınırlı sayıdaki binalarımızdan biri de Pasaport İskelesi.
Hangi inattır bilemiyoruz ama, birkaç ay önce EXPO tanıtımı için iki bölümden oluşan tarihi yapının arasına aynen bu ucuz reklam panosu yerleştirildi.
Hadi, “EXPO’dur dedik, anlamaya çalıştık, tanıtım yapıyorlar, bilahare kaldırırlar” diye düşündük.
Fakat, heyhat, EXPO bitti, pano tüm ihtişamıyla benzer kullanımlar için kalıcı hak dönüştürülmüş gibi.
EXPO’nun kaybedilmesinden sonra, herhalde bozulan moraller yüzünden olsa gerek, sağda solda, kendimize dair düşük profilli öneriler icat edilmeye başlandı.
Yok efendim İzmir festivaller kenti olmalıymış, ana vizyonunu bu esasa göre belirlemeliymişiz…
Bu “ateş-böcek” romantiklerine sadece gülümsemek gerek.
Bakınız, İzmir ili 4 milyonu aşan nüfusu, tarihten gelen bölgenin metropol gücü sebebiyle hiçbir şekilde “Karamürsel sepeti” muamelesini hak etmiyor.
İzmir, her şeyden önce bir liman kentidir. Bu ülkenin dışarıya açılan en önemli kapılarından birisidir ve bu özelliği İzmir’in “taşıyıcı kolonu” olmaya devam edecektir.
İzmir aynı zamanda bu ülkenin en önemli tarım kentidir ve bu alanda alacağı daha pek çok mesafe vardır.
Bu kent, bazı “uçuklar” fark etmese de çok ciddi bir sanayiye sahiptir.
BİR film vardı. “Hayallerim Aşkım ve Sen...” EXPO güzel bir hayaldi. İkinci defa kaybettik. Sanki “acıların çocuğuyuz”.
Olsun biz yine işe olumlu yönden bakalım.
Neticede İzmirimizi tanıttık. Bazen “galip sayılır bu yolda mağlup”. Az değil 183 ülkenin gündemine kentimizin adını soktuk. Böylesi organizasyonlar için “boyumuzun nasıl yeteceğine” dair giderek tecrübeleniyoruz. Kahpe dünya, bize bu işlerin “bütçe” meselesi olduğunu öğretiyor.
Bir gün mutlaka. Ama farklı organizasyonlarla. Lütfen, artık EXPO defterini kapatalım.
Pragmatizm bir yere kadar
BAŞBAKAN’ın dershaneler konusundaki tavrı en çok “laik kesim” insanlarını mutlu etti.
KÜRT politikası öyle kolay bir şey değil. PKK var, PYD var, Barzani var, Talabani, Pejak ve diğerleri var.
Üstüne üstlük, altı petrol denizi olan topraklar var, cari açığımız var. Hepsinden önemlisi bu ülke vatandaşı 15 milyon Kürt var, milyonlarca ortak aile var...
Yani, siyaset, sosyoloji, ekonomi, kültür, evrensel demokrasi... Akla gelebilecek ne kadar konu varsa Kürt meselesi ile ilintili.
Dolayısıyla, kestirmeden çözümler, köşeli tutumlar, sihirli formüller yok.
Uzun ince bir yoldayız. Anladığımız, tarihin yeniden şekillendiğidir. Sancılı bir süreç kaçınılmazdır.
Şu aşamada en önemli şey şiddetin durmuş olmasıdır.
Amaç Türk-Kürt kardeşliği ve dayanışmasını temin etmektir.
SİYASETİN zaptedilmekte zorluk çekilen bir “öfke” üzerinden yapılmaması gerekiyor.
Açık söyleyelim, bu yaklaşımlardan “rasyonalite” çıkmaz, demokrasi hiç çıkmaz, buram buram ötekileşme yeşertilir, daha ileri aşamaları “kaos”tur.
Bir tıp doktoru olduğunu bildiğimiz CHP İzmir Milletvekili sayın Aytun Çıray’ın yeni yayınlanan “İzmir Medeniyeti Yükselirken” isimli kitabını okurken bu düşünceleri içinizden geçiriyorsunuz.
Sayın Çıray, belki de muhalefetin başka türlü yapılamayacağını düşündüğünden, siyasi iktidarı hemen her icraatı üzerinden eleştirdikçe eleştirmiş.
Sayın milletvekilinin kendi bakış açısı yönünden fikirlerini açıklaması son derece olağan bir şey.
Ancak, kendince önemli düşüncelerini “İzmirlilik” paydasına oturtmaya çalışarak, bir “biz” kampı oluşturmaya gayret göstermesi, bana “kutuplaştırmaya” hizmet etmek gibi geliyor.
Hep söylüyoruz. Ne CHP, ne AK Parti, ne de diğer partilerin mensupları ve onlara oy veren kitleler çok farklı insanlar değil.
Sağlıklı bakış açınız dumura uğramamışsa “her koşulda” lafının sınırlarını tespit etmeye çalışırsınız.
Örneğin tuttuğunuz takımın sportmence mücadele etmesi gerektiğini düşünür, şikeyle gelebilecek başarılara itirazınızı baştan koyarsınız.
Siz böyle düşünmekte beraber, bazen üzerine toz kondurmadığımız “değer”inizi yönetenler, size rağmen, belki sizi de mutlu etmek için “altına bakır karıştırmayı” tercih edebilir.
Bu tutumları bir biçimde ortaya çıkınca, size düşen büyük bir “şok” yaşamaktır.
İlk anda, kabullenemezsiniz, isyan edersiniz, başka ihtimallerden medet ummak, rahatlamak istersiniz.
Esasında derinlerinizde ciddi bir şekilde “incinmişsinizdir”.