Bu cümleden, “Esasında doğal olanı desteklememiz ama...” gibi bir anlam çıkıyor.
HDP, askeri vesayet dönemi sonrası Türkiye’sinin beklenen bir oluşumuydu.
Bilindiği gibi, eski Türkiye’nin mağdurları arasında iki kesim ön plana çıkmıştı.
Muhafazakarlar, kuyudan ilk çıkan oldu ve 2002 yılından beri iktidarlar.
Kürtler, biraz da şiddeti yöntem olarak seçmişliğin dezavantajı nedeniyle ülkenin yeni yönetim profilinde içlere sindirilmekte zorluk yaşıyorlar.
PKK ve onun lideri Abdullah Öcalan bu gerçeğin farkında.
Doğru bir proje
Örneğin CHP’liler İstanbul için Sırrı Süreyya Önder’e BDP ve türevi bir partiden aday olmasın diye baskı yapıyor.
CHP denilince akla, ulusalcı mirasa sahiplenme, Kürtlerin taleplerine karşı duruş geliyor. Aynı CHP, seçimlerde AK Parti’ye karşı Kürt seçmenin kendilerine yöneleceğini düşünüyor ve bu pek çoğumuza garip gelmiyor.
Böyle bir şey nasıl olabilir? Bu ‘dilemma’yı tartışmak gerekiyor.
Akıl karıştıranlar
Gelecekte Türkiye’de siyasi pozisyonlar, giderek yumuşayacak olsa da, “muhafazakar” ve “laik” eksenler üzerinden şekillenecek.
Kürtleri siyasi tavır yönünden homojen bir yapı olarak kabul etmek, hele silahlar sustuktan sonra, çok ciddi bir yanılgı olur.
İSTANBUL; doğası, sinerjisi ile müthiş bir yer.
Kentin, içinden kaynayan, adeta agresif bir temposu var.
İlk etapta bu havadan etkileniyorsunuz.
Ancak bir müddet sonra çok “yorucu” bir şehirde olduğunuzu hissediyorsunuz.
Biz İzmirliler genelde İstanbul’a hayranlık ve hasetle karışık bakarız.
Her nedense mukayeseler ve eksiklenmeler bu kent üzerinden yapılır.
Oysa yerleşim yerlerinin yaşam kalitesini değerlendirirken böylesi “koşuşturmalı” bir düzene sahip kentler muteber addedilmezler.
İyi niyeti tartışmıyorum. Kentimizde oldukça geniş bir kitle, laik, ulus devlet modelimizin elimizden kaydığı, ülkenin bölüneceği ve giderek bir din devletine dönüşeceği endişesi yaşıyor.
Bu yaklaşım özellikle, İzmir kıyı yerleşim yerlerinde çok baskın.
Mesela Kütahya’ya bakıyorsunuz, oraların sivil toplum kuruluşlarının yöneticileriyle konuştuğumuzda, AK Parti’nin her icraatına derin bir şüpheyle bakmadıklarını gözlüyorsunuz. “Beyim” diyor, kentin önde gelen bir ismi, “Biz öteden beri sağ partilere oy veririz. Zamanında Adalet Partisi’ni, sonrasında ANAP’ı, Doğru Yol’u destekledik, şimdilerde AK Parti var. Buralardan Halk Partisi’ne oy çıkmaz.”
Mesele, Anadolu’nun pek çok yerinde bu kadar basit.
Demoktar İzmir
Oysa İzmir bambaşka bir ruh halinde.
Bir kere baştan söyleyelim, Türkiye 21. yüzyıla uyum anlamında, derin kaygılarla biçimlenen ruh halini değiştirmeye çabalıyor.
Bazı şeyler böyle gidemezdi.
Hiç kimse, geçen yüzyılın başlarında oluşturulmuş toplum nizamını bugünden bakarak mahkum etmek istemiyor.
O çağların, o dönemin yöneticilerini ikna eden koşullarını hepimiz anlıyoruz.
Ancak şimdilerde paradigmalar değişiyor, değişti. Atatürk hepimizin sahiplendiği en özel değerimiz.
Şayet o özlediğimiz “muassır medeniyet” seviyesinden vazgeçmediysek, 25-30 yıl geciktiğimiz cesur demokratikleşme adımlarını atmamız gerekiyordu.
Paket eksikmiş, hayal kırıklığı yaratmış, nalıncı keseriymiş... Geçin bunları.
Yine bir Ankara akşamında, Meclis koridorlarında dolaşırken bir Adalet Partili vekil arkasından, “biraz kül, biraz duman, o sensin işte” diyerek laf atmış. Bunun üzerine Üstad, “biraz anan, biraz ben, o sensin işte” diye cevabı yapıştırmış ve bermutat yine kafasını gözünü yarmışlar.
Fatih Terim de biraz kül, biraz duman, işte o hepimizin bildiği farklı ve özellikli bir kişilik.
Fatih Terim demek, adrenalin, gurur, yüksek ego, huysuzluk, çalışkanlık, yetinmeme, bilgi, şefkat… Hulasa “ateş topu” bir sentez demektir.
Tüm bu terkipten, aksini kimse söyleyemez, futbola dair “başarı” çıkıyor.
Şayet başarıya talipseniz, onu tolere etmeyi ve yönetmeyi bilebiliyor olmanız gerekir.
Galatasaray yönetimi bunu becerememiştir.
İşin tuhafı, galiba Fatih Terim’i başlangıçtan itibaren istememişlerdir.
UZUN yıllardır Yunan Adaları sık sık gittiğimiz kapı komşumuz oldu. Özellikle Sakız Adası’na 40 dakikalık feribot yolculuğu ile ulaşmak mümkün.
Biraz ada yaşantısı, biraz da Yunan kültürünün etkisiyle Sakız ahalisi inanılmaz telaşsız insanlar.
Esasında tembel diyeceğim ama bu “incitici” bir tanımlama olacağından bir haksızlık da yapmak istemiyorum.
Ortalama bir Rum, tarihin hiçbir döneminde para kazanayım diye kendisini kahredici bir tempoya sokmamıştır.
Şüphesiz, yaslanacak bir yer bulduklarında bu fırsatları hiç tepmemişlerdir. Bu anlamda son otuz-kırk yıllarında AB’den epey istifade ettiklerini biliyoruz.
Hayatın anlamı üzerine kafa yorduğunuzda belki de en iyisini onlar yapıyor.
Yaşam keyiflerinin asgari bir çıtası var. Dünya yansa onun altına düşmeye razı olmuyorlar.
Olimpiyat neden olmadı acaba?
Yoksa “değerli yalnızlık” politikalarının bu işte az da olsa bir etkisi var mı?
Arap ülkeleri kime oy verdi?
Mesela iki-üç yıl önce olsaydı bu oylama, Arap ya da Avrupa ülkelerinden daha fazla destek mi çıkardı?
Tüm bunlar birer vaka.
Ancak bir şeyi kabul etmek mümkün değil.