Paylaş
BİR film vardı. “Hayallerim Aşkım ve Sen...” EXPO güzel bir hayaldi. İkinci defa kaybettik. Sanki “acıların çocuğuyuz”.
Olsun biz yine işe olumlu yönden bakalım.
Neticede İzmirimizi tanıttık. Bazen “galip sayılır bu yolda mağlup”. Az değil 183 ülkenin gündemine kentimizin adını soktuk. Böylesi organizasyonlar için “boyumuzun nasıl yeteceğine” dair giderek tecrübeleniyoruz. Kahpe dünya, bize bu işlerin “bütçe” meselesi olduğunu öğretiyor.
Bir gün mutlaka. Ama farklı organizasyonlarla. Lütfen, artık EXPO defterini kapatalım.
Pragmatizm bir yere kadar
BAŞBAKAN’ın dershaneler konusundaki tavrı en çok “laik kesim” insanlarını mutlu etti.
Hep varsayılırdı ki AK Parti ile Cemaat, İslami duyarlılıkları üst noktada yapılardır, hiçbir şekilde birbirlerinin ayağına basmazlar, gerginlik ve çekişmeleri söz konusu olsa bile, “kol kırılır yen içinde” kalır yaklaşımıyla koalisyonlarını sürdürürler.
Ama, işte öyle olmadı.
Demek ki, siyasette “toptancı” yaklaşımlar her zaman geçerli olmuyormuş.
Cemaati yakından izleyen uzmanlara göre, “hizmet hareketi”nin kritik konularda öteden beri yerleşik tavırları vardır. Uluslararası toplumla, özellikle Batı dünyası ile olan ilişkilerinde, önceden belirlenmiş tutumlarına paralel, çatışmacı bir üslubu benimsemiyorlar. Örneğin Mavi Marmara olayında İsrail’e çok katı yaklaşmadılar.
Kuşatılmışlık duygusu
Yine üç büyük semavi dinin ortak paydaları için pek çok çalışma yürütüyorlar. Kürt meselesine esnek bakışları var, sanki daha “dünyevi”ler, ticareti çok önemsiyorlar, kendi içlerinde dayanışıyorlar, ama halkalarını genişletmek hususunda da asla katı değiller…
Neticede dış bakışla, bu devre dair bir cazibe merkezi hissiyatı oluşturuyorlar.
Hizmet hareketine dahil olmanın, bugün olmasa da yarına dair bir güvence oluşturacağı duygusunu bir biçimde topluma geçirdikleri için giderek büyüyorlar.
Tamam, “doğrudan siyaset bizim işimiz değil” diyorlar ama artan güçlerine paralel iktidar üzerinde ağırlıkları sürekli artıyor. Devlet içinde güçlerine dair çok şey konuşuluyor.
Gelinen nokta da AK Parti ve sayın Başbakan nezdinde bir “kuşatılmışlık” duygusunu net bir şekilde hissettirmeye başladılar.
Bu durum mutlaka bir tepkiyi gerektirecekti.
Nitekim sayın Başbakan’ın “dershane” çıkışını böyle anlamak yanlış olmaz.
Sayın Başbakan ve AK Parti’yi değerlendirmek gerekirse, onlar en başından beri hep “pragmatist” oldular.
Başbakan ticaretten gelen bir insan. Ticaretin “al-sat” ve o ana dair “en optimumu yakala” kültürü gereği, iç siyasetten dış politikaya hiç konuda kendini asla esnemeyecek şekilde angaje etmiyor.
İktidarımı paylaşmam
Şüphesiz dindar kimliğinden gelen bazı hayalleri var. Cemaatten farklı olarak bir “ihvan” sempatisi açık olarak gözleniyor. Bu yüzden zaman zaman sınırlarını zorlayan söylemlerde bulunuyor ama iktidarına tehdit oluşturacak bir boyutu hissederse o bilinen pragmatist ve paylaşımcı tutum doğal olarak “kontak” yapıyor.
Başbakan, bir siyasetçi için asla ayıplanmayacak bir meziyetle, her koşulda “bir çılgın at” olan iktidarın üzerinde kalmayı hedefliyor.
Bizim gördüğümüz, cemaatle olan ilişkilerde işte tam bu noktada bir rahatsızlık oluştu.
AK Parti, tıpkı ANAP gibi, esasında büyük bir koalisyondur.
Ancak koalisyonunun bileşenleri, bütün içerisinde kendisine biçilen faydayla sınırlı muteberdir.
Burada çizginin aşıldığı anlaşılıyor.
Başbakan’ın tutumu “ben iktidarımı paylaşmam arkadaş” mesajını içeriyor.
Bu yönü itibariyle o alıştığımız pragmatik tutumlara, net bir şekilde, kapalı gibi gözüküyor.
Dolayısıyla, hizmet hareketinin bundan sonrasına dair yeni bir tavır belirlemesi sürpriz olmayacaktır. Buralardan CHP’ye bir ekmek çıkar mı? Diyelim Cemaat sandığa gitmeme kararı aldı, bu halde bile “kan kaybı” söz konusu olacak ve muhalefet mutlu olacaktır.
Büyük laflara herkesin karnı tok
YAŞAMDA ya da siyasette pragmatist olmak iyi bir şey midir?
Hepimiz zaman zaman “omurgalı” olmanın gereğinden dem vururuz.
Hatta bu fazla çiğnemiş kelimeyi, son dönemlerde sayın Başbakan da kullanıyor.
Bu kabil kavramlar ancak çok temel konular söz konusu olduğunda geçerli olmalıdır.
Örneğin, sıradan bir insan için, iyi olmaya çalışmak, dürüst kalabilmek, yaşamın her alanında muhatabının göz bebeklerine çekinmeden bakabilme keyfinden vazgeçmemek omurgalı olmaya kifayet eden özelliklerdir.
Bunun ötesinde, “dava adamı olmak”, “sorgulamalara kendini kapatmak”, “devinim içindeki dünyada durağan kalmak”, günün sonunda “zihinsel esareti” tercih eden “paslı çivi” konuma düşmektir.
Şeffaf ve duru olmak
Omurgalı olmaktan bahsediyorsak, meşrebinize göre tercih edeceğiniz kavramlarla; “vicdanlı ve merhametli” olmanız, “Allah rızası için” davranmanız, “şefkat” hissine sahip olmamız, özetle kendinizi azaltarak şeffaf ve duru olmanız yeterlidir.
“Büyük laflara herkesin karnı toktur çünkü”.
Ölçeği büyütüp, meseleyi ülkeyi yöneten siyasetçi açısından da irdelediğimiz de, esasen çok şey değişmez.
Bu çağ kendi dünya görüşünüze göre siyaset yapma şansını size vermiyor.
Hele bakan, başbakan konumunda iseniz, devletler arası ilişkileri belirleyen ana ilke “karşılıklı menfaatler” ise, yine uluslararası dengeler mütemadiyen değişiyorsa, kulağa hoş gelen laflarla bezenmiş omurgalı tutum söylemlerinizle ihtiyatla yaklaşılır. Hayatın gerçekleri, samimi de olsanız sizi bir biçimde büker.
Dolayısıyla, hakikaten “omurgalı” bir siyasetçi izlenimi bırakmak istiyorsanız, hedefi mümkün olduğunca yalınlaştırmamızda fayda vardır. Bu noktalarda “Amerika’yı yeniden keşfetmeye” gerek yoktur. Bizce muteber omurgalı söylem, sizin ne kadar demokrasiye inandığınız, pratikte samimiyetinizi halka nasıl geçirdiğiniz, temel hak ve özgürlüklere, ayrım gözetmeksizin nasıl sahiplendiğinizdir.
Paylaş