Paylaş
BİR an için düşünün. İstanbul’da, Süleymaniye Camisi’nin iki minaresi arasına, acar bir müteahhitlik anlayışıyla devasa bir sac levha monte edilmiş olsun.
Akabinde bu levhayı boyayın ve üstüne, mesela “Güzel İstanbul” yazın.
Ne kadar hoş, ne kadar estetik ve yaratıcı olur!
Bizim sahil bandında bin tane tarihi binamız yok. Elde kalan, gözümüz gibi baktığımız sınırlı sayıdaki binalarımızdan biri de Pasaport İskelesi.
Hangi inattır bilemiyoruz ama, birkaç ay önce EXPO tanıtımı için iki bölümden oluşan tarihi yapının arasına aynen bu ucuz reklam panosu yerleştirildi.
Hadi, “EXPO’dur dedik, anlamaya çalıştık, tanıtım yapıyorlar, bilahare kaldırırlar” diye düşündük.
Fakat, heyhat, EXPO bitti, pano tüm ihtişamıyla benzer kullanımlar için kalıcı hak dönüştürülmüş gibi.
Tebrikler, sayın ilgililer. Kültürel değerlere saygınız adeta tavan yapıyor.
Kağıtlar yeniden mi karılıyor?
SEVGİLİ Ertuğrul Özkök’le bir sohbetimizde, “ama büyük fotoğrafa bakıldığında” diye bir giriş cümlesi sarf etmiştim. Hemen itiraz etti. Bu “moda klişeyi” sevmediğini, genellemenin ayrıntıların toplamından hareketle yapılması gerektiğini ifade etti.
Doğrudur. Onun bu öğüdünü dinleyerek, deyimi değiştiriyorum.
Efendim, “Büyük okuma”da (!), meselelere baktığınızda, “ağaç-orman” örneğinden hareketle bazen değerlendirmeleriniz daha sağlıklı olabiliyor.
Yaklaşık 6-7 ay önce, sayın Başbakan’ın, özellikle Mısır ve Suriye politikasıyla ilgili olarak ABD ile uyumunu kaybettiğini, yine aynı ABD’nin “ılımlı İslam” stratejisine dair tereddütler yaşamaya başladığını ve buna benzer sebeplerle AK Pparti ve sayın Başbakan’dan artık aynı heyecanı duymadığını, “necip basınımız” çok yazdı, çizdi.
Hatta, bazılarımız daha ileri giderek, hüküm cümleleri tesis etti:
“ABD Tayyip Erdoğan’ın üstünü çizdi!”
Bakın, böyle “iddialı” yorumlara ihtiyatla yaklaşmak gerekir.
Her şeyden önce AK Parti’nin pragmatist bir yapısının olduğunu unutmamak icap eder.
İktidarı belirleyenler
Nitekim, son dönemlerde sayın Başbakan ve Dışişleri’nin “mezhepçi” bir duyarlılığı yansıttığı izlenimi veren açıklamaları büyük ölçüde hız kesmiştir.
Yanı sıra AB sürecine yönelik ilave bir “gayretlenme” gözlenmektedir.
Barış süreci, kim ne derse desin, belirli bir kararlılıkta götürülmektedir.
Tamam, iç siyasette, biraz da seçim düzlemine girdiğimizden olsa gerek, özellikle laik kesime yönelik “çakmalar” devam etmektedir.
Ama “Batı” ile ilişkilerin “rehabilite çabası” da açık olarak gözlenmektedir.
Bu aşamada, bir anda “Hizmet Hareketi” ile karşı karşıya gelinmiştir.
İşte bu noktada biraz durmak gerekiyor.
Türkiye siyasetinde bizim gördüğümüz 6 kesim önemli rol üstleniyor.
Bunlar sırasıyla, ABD ya da daha zarif ifadesiyle “uluslararası toplum”, herşeye rağmen “Askerler”, muhafazakar iktidar, ana muhalefet partisi, Kürt hareketini temsil eden, PKK demeyelim, BDP ve nihayet Fetullah Gülen’in liderliğinde “Hizmet Hareketi” .
Bu kesimler arasındaki koalisyonlar, büyük ölçüde ülke iktidarını belirler.
Şayet ABD, denildiği gibi AK Pparti’ye yönelik desteğinden vazgeçmişse, diğer beş kesimi dikkatle izlemek gerekir.
Bugüne kadar, AK Parti, ‘Hizmet Hareketi’, ABD, hatta Kürtler ve dahi yeni komuta kademesi ile ‘Askerler’ uyumlu bir görüntü çiziyordu.
Ancak, şmdilerde CHP’in Amerika seyahati, Kemal Derviş’in tekrar CHP’ye ısındırılması, Hizmet Hareketi’nin sert muhalefete başlaması, HDP, CHP seçim flörtleri, sanki ABD’nin yeni tavrına dair iddiaları güçlendiriyor.
Diyeceksiniz, birileri istedi diye herşey “şıp” diye olur mu?
Şüphesiz olmaz ama, bu gelişmeler de hiç kaale alınmaz diye bir durum da yok.
Şayet böylesi bir durum varsa, fazla meraklanmamız gerekmiyor.
Şunun şurasında yerel seçimlere birkaç ay kaldı.
Belki de sert “itibarsızlaştırma” yöntemlerine tanık olacağız ve neticede mart ayında kim daha dayanaklıymış, test edeceğiz.
Peki, cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde ne olur? Mart fotoğrafı bize büyük ölçüde fikir verecektir.
Cami-kışla-karakol
ÇETİN Altan’ın çok bilinen bir tesbitidir. Bu ülkenin kaderinin yüzyıllar boyunca “Cami-Kışla” çekişmesine parelel biçimlendiğini söyler.
Caminin elindeki güç “din kartıdır”, bu sebeple halk desteği temininde güçlük yaşamaz.
Kışla ise “silahın” sahibidir. Güce dayalı bir iktidar oluşturur.
Şimdi iktidar sırası muhafazakarlarda olduğuna göre, onların bu durumu devam ettirebilmeleri için, her halükarda, “sandığı”, diğer deyişle demokrasiyi savunmaları beklenir.
Bunun da pratikteki anlamı AB vizyonuna sıkı sıkıya bağlanmaktır.
Yine bu çerçevede, mesela Mursi’yi savunmak, Suriye’de seçim istemektir.
Zira bugünün dünyasında “sandık” meşrutiyetin sigortasıdır. Fakat o ne? Sayın Başbakan “bizi Şangay Beşlisi”ne alın, diye Rusya’ya dilekçe veriyor.
Şangay Beşlisi dediğiniz, düpedüz liberal otokrasidir.
Madem demokrasiyi ikinci plan almaya razı oluyoruz, o halde soru şudur?
“Kışla” bu durumda iktidarı neden “Cami”ye bıraksın.
Diyeceksiniz, Kışla’da silah varsa, Polis’te de olabilir. Cami-Polis el ele muhtemel handikapları aşarlar.
İyi de, zaten Polis uzunca bir süredir “güç”lendiriliyor, ama bir başka tür muhafazakârların kontrolünde.
Mevcut iktidar yönünden, gönlü otokraside ise bu kabul edilebilir mi?
İşte bu da, diğer bir yönü itibariyle AK Parti-Hizmet Hareketi çekişmesi ne sebep arayanlar için bir spekülatif yorumdur.
Paylaş