Paylaş
EXPO’nun kaybedilmesinden sonra, herhalde bozulan moraller yüzünden olsa gerek, sağda solda, kendimize dair düşük profilli öneriler icat edilmeye başlandı.
Yok efendim İzmir festivaller kenti olmalıymış, ana vizyonunu bu esasa göre belirlemeliymişiz…
Bu “ateş-böcek” romantiklerine sadece gülümsemek gerek.
Bakınız, İzmir ili 4 milyonu aşan nüfusu, tarihten gelen bölgenin metropol gücü sebebiyle hiçbir şekilde “Karamürsel sepeti” muamelesini hak etmiyor.
İzmir, her şeyden önce bir liman kentidir. Bu ülkenin dışarıya açılan en önemli kapılarından birisidir ve bu özelliği İzmir’in “taşıyıcı kolonu” olmaya devam edecektir.
İzmir aynı zamanda bu ülkenin en önemli tarım kentidir ve bu alanda alacağı daha pek çok mesafe vardır.
Bu kent, bazı “uçuklar” fark etmese de çok ciddi bir sanayiye sahiptir.
İlimizin her bir tarafını saran organize sanayi bölgeleri ve sınai sahalarında her taraf fabrikadır ve bunlar durmaksızın üretim yapıyor.
İzmir aynı zamanda kıyı kasabaları ile bir turizm cennetidir. Potansiyelinin farkında ve gün geçtikçe, Çeşme örneğinde olduğu gibi, kendini geliştiriyor.
Bu arada hizmetler sektörü boş durmuyor. Otellerimizin sayısı sürekli artıyor, pek çok fuar ve kongreye ev sahipliği yapıyoruz, bir üniversiteler kenti olmaya başladık. Kentin moralitesine doğrudan etki yapan “temiz körfez”, “olmazsa olmaz” bir kararlılıkta çözüm sürecine girdi.
Bayraklı yöresinde dev iş merkezlerinin olacağı bir Manhattan yükseliyor.
Dünyanın en büyük açık hava alışveriş merkezi olan Kemeraltı birkaç yıl içerisinde “olağanüstü lezzetli” bir “eski şehir” niteliğinde tekrar kavuşacak.
Yani, hangi cepheden bakarsanız bakın İzmir yürüyor, yürüyecek.
Dolayısıyla, hiç kimse İzmir’e dair “sınırlı reçete” yazmaya kalkmamalıdır. Bu kent bir yılda en az 60 milyar ABD dolarlık katma değer yaratıyor.
Şüphesiz, festivaller olsun, daha fazla olsun, hep birlikte keyiflenelim, ama sadece bu seçeneğe bel bağlarsak, “fakir sirk soytarısından” öteye geçemeyeceğimizi de bilelim.
Ters makas
Belediye seçimleri yaklaşıyor. Şurada Mart’a kaç ay kaldı.
AK Parti’nin İzmir’de en ağır topunu aday göstermesi kesin gibi.
Binali Yıldırım CHP için çok çetin ceviz bir aday.
Makro siyasete dair faktörler söz konusu olmasa hiçbir sonuç kimseyi şaşırtmaz.
Ancak CHP yine de kendine çok güvenmesin.
Nasıl “AK Parti artık yıpranmaya başladı” diyoruz, aynı şey İzmir özelinde CHP için de geçerlidir.
Kaldı ki kimin büyükşehir adayı olacağı konusunda, maşallah partiyi yıpratan kazanlar eksiksiz kaynatılıyor.
Demokratik mücadele ile belden aşağı vuruşlar aynı şey değildir.
Şu aşamada, Binali Bey’in sıkletinde tek bir seçenek var. O da Aziz Kocaoğlu.
CHP, günün sonunda Aziz Bey’in üzerinde mutabık kalacaksa bu derin kulis nedendir, anlamakta zorlanıyoruz.
Bu arada bir ironik ihtimali belirtelim. Hani, bu lüzumsuz patırtılar sebebiyle CHP seçimleri kaybetti ve bir yıl sonraki genel seçimlerde de sandıktan AK Parti iktidarı çıkmadı.
İşte o zaman tam gülmek lazım.
İzmir, ne yapıp ne edip yine “ters makas”a düşmüş olur.
Olur mu? Bakın siz olacağına.
Acemi nalbantlar
Demokrasilerde belediye başkanlığı gibi teknik bir göreve talip olmanın pek bir engeli yoktur.
Belediye başkanlığı, esasında çok ciddi bir hazırlığı olmayanların heves edeceği makamlar olmamalıdır.
Yönetimine gelmek istediğiniz beldenin sorunlarını, biliyor ve çözüm önerileri, sahibi oluyor olmanız icap eder.
Hatta, dürüst olmak gerekirse, bir şehir plancısı, mimar, mühendis formasyonu, bizce bu tip makamlar için gerekliliktir.
Mamafih, şayet böylesi bir formasyonunuz yoksa bu eksikliğinizi kapatacak ölçüde uzun bir hazırlık sürecinden geliyor olmanız beklenir.
Aday adaylarına baktığımızda, maalesef bu durumu gözleyemiyorsunuz.
Bazen bir anda ortaya çıkan popüler isimler, bir an seçildikleri düşünülürse, bırakın kendilerini, seçilecekleri beldeyi ne ölçüde risk altına sokacaklarının farkında bile değiller.
Şüphesiz karar vericilerin basiretlerine güvenmek gerekir.
Ancak geçmişe baktığımızda bunun da bir garantisi yok.
Ne diyelim, “Tanrı İzmirliyi korusun”.
Paylaş