6 Ocak 2006
Çocuğunuzun matematik yüzünden hayatı kararanlardan biri olmasını istemiyorsanız, bu yazıya bir göz atın. Matematiği seven bir çocuk için NLP uzmanı Cengiz Eren’i dinlemekte yarar var. Nehir’in sayılarla arası pek iyi değil. "3 ile 2’yi topla" diyorum, gözlerini tavana dikip havada toplamaya çalışıyor. Bu zaman kazanma numarasını çarpım tablosunu sorulduğunda ben de yapardım, ama işe yaramıyor. Toplama işleminin sonucu ne yazık ki tavanda yazmıyor. Nehir, matematik ödevlerini abaküsle yaptığında sorun yok ama devreye parmaklar girince işler karışıyor.
Bir aya yakın zamandır panik durumdayım. Nehir’in sadece sağ beyninin iyi çalışmasını istemiyorum, sol beyni de en az sol beyni kadar iyi olursa LGS imiş, ÖSS imiş hepsi vız gelir. Matematik ödevini yaparken sabır taşım çatlamak üzere. Sayılar, Nehir için bir şey ifade etmiyor. 4’ün ya da 8’in hiçbir karşılığı yok. Keşke Nehir, bu konuda biraz dayısına çekseydi. Kardeşim, resmen sayılarla dans ediyor, arkadaşlık yapıyor ve üstüne üstlük bundan mutlu oluyor.
Matematiği sorun haline gelmeden nasıl çözerim diye düşünürken aklıma NLP uzmanı Cengiz Eren geldi. Nehir’in bebekliğinde Cengiz Eren’in önerilerini uygulamıştım. Galiba sadece sol beynini ve sözel algılarını fazla açtım. Konuşmaya gelince Nehir’in dili bir karış, ama iş sayılara gelince ortada dil mil kalmıyor.
İnsanların en zorlandığı konulardan biri matematik. Sayılarla işlem yapıyorsunuz ve sonucunu hemen alıyorsunuz. Yani matematik, hayata göre basit ve yorumsuz. Cengiz Eren’e "Matematik neden sevilmez?" diye soruyorum. Eren, "Matematikte sonuçlar nettir. Bir çocuğun karnesinde bütün dersler beş ise çocuk sınıf birincisi olabilir. Buradaki karmaşık durum notların çok olması, kendisinin önde olmasını sağlıyor. Az olabilmek için çok gereklidir. Derslerde bu durum böyle iken, parasal konularda tersine işliyor. Çok para var ise çok şey alınabilir. Yukarıdaki sistem burada çalışmıyor. Çok sermaye sahibi çok vergi verir. Çok kişi çalıştıran çok kazanır. Bu karşıtlık tabii ki çocukların kafasını karıştırıyor. Birinci olabilmek az olan bir durumdur ve çok ders çalışmayı gerektirir" yanıtını veriyor.
AnlamasI bİle zor
Sayılarla aram hiç iyi olmadı. O yüzden para hesabını da iyi yapamam. Para gelir ve gider. Bundan şikayetçi miyim? Hayır. Matematikle arası iyi olanların hayata daha farklı yaklaştıklarını görüyorum. Sorunları fazla detaylandırmadan, yorum katmadan sanki 2+2’nin sonucunu bulur gibi sorunları hallediyorlar.
Nehir’in sayılarla arasının iyi olmasını sadece matematik dersinden yüksek not alsın diye istemiyorum. O hatayı bir kez okumayı sökme sırasında yaptım, sağolun ağzımın payını verdiniz, bir daha asla yapmam.
Nehir, rakamlarla kardeş kardeş geçinse, ben "8+15" dediğimde yüzüme bön bön bakmak yerine "23" dese, ben gerilmesem, o oflayıp puflamasa... Ama matematik işlemleri hayatımızı zorlaştırıyor. Şimdi birinci sınıfta verilen matematik ödevlerini sanki bizler üçüncü sınıfta mı yapıyorduk ne?
Kardeşim, üçüncü sınıfa giden oğluna verilen bir matematik sorusunu yapmakta zorlandığını anlattı. Sonucu bulmuş ama nasıl yaptığını Ateş’e bir türlü anlatamamış. Of ki ne of... Nice çocuklara verdiği derslerle üniversiteyi kazandıran kardeşim, üçüncü sınıf ödevinde zorlanıyorsa, ben ayvayı yedim. Basit doğal sayıların toplaması, çıkarması, çarpması ve bölmesi dışında bir şey bildiğim yok.
HayatI kolaylaŞtIrabİlİr
NLP uzmanı Cengiz Eren, matematiği zorlaştıran bir başka nedenin işlemler olduğunu söylüyor. Hayata bakıldığında para kazanabilmek için çalışmak gerekiyor. Harcamalar ise çıkarma işlemi ile sonuçlanıyor. Çocuk ailesinde para isteyerek toplama yaparken, baba veya anne para verirken çıkarma işlemi yapıyor.
Cengiz Eren’e göre, ekonomik durumu yetersiz olan aileler, çocuklarına harçlık verirken yüzlerini buruşturuyor veya kızıyorsa, farkında olmadan çocuğun matematikten soğumasına neden oluyormuş. Toplumda çoğunluk toplamayı daha fazla seviyormuş. Bu nedenle de çıkarma işlemini yaparken zorlanıyorlarmış.
Cengiz Eren, matematiğe farklı bir yaklaşım getiriyor. Eren "Bilgi açısından bakıldığında ders çalışmak toplama işlemidir. Sınav ise bilgileri kağıda dökme, yani çıkarma işlemidir. Bu mantık, hayatımızda birçok içeriğe uygulandığında matematik sevilir hale gelebilir. Sevmek toplama ise sevilmek çıkarma, çalışmak toplama ise harcamak çıkarma, birlikte olmak toplama ise ayrılmak çıkarma, düşünmek toplama ise yazmak çıkarma şeklinde düşünülebilir."
Bebeklikten itibaren sayılarla ve formüllerle karşılaşan çocuklar matematiği severmiş. Bebeklikten itibaren çocuklarınızın odasına sayılar, karşılaşacağı formüller asarsanız, bu gelecek için alt yapı oluşturabilir. Bu bilgileri farkında olmadan algılayan bebek, okulda sayılar veya formüllerle karşılaştığında daha az zorluk çekecektir. Zaten NLP’nin temel felsefesi de var olan kaynakları kullanmaya dayalıdır.
Bütün bu bilgileri alt alta koyduğumda matematik gözümde ete kemiğe büründü. Kelimelerin anlamı gibi rakamların da anlamını çözmek lazım. Kendi hayatımızda toplama ve çıkarma işlemlerini dengeli yaparsak, yaşam daha kolaylaşacak gibi görünüyor.
Matematik neden sevilmez
l Çocuklar sayılarla geç karşılaşıyorlarsa...
l Sayısal sonuçlar kendilerini iyi hissettirmiyorsa...
lAile içindeki para ile ilgili sonuçlarda sürekli çatışma çıkıyorsa...
lAile sayısal değerleri anlatırken sayıları değil de az, çok gibi kelimeleri kullanıyorsa; matematiğin sevilmesi kolay değildir.
Rakamları sevsin
Küçük yaşta matematikle arası iyi olan çocuklar, gelecekte zorlanmıyor. Çocukların matematiği yapması değil sevmesi de şart.
Karne destek hattı
Ekho Psikoterapi Merkezi, kurduğu Karne Destek Hattı ile, karne döneminde gelen zayıf notlar veya olumsuz değerlendirmeler sonucu, çocuk ile ebeveyn arasında yaşanan ve zaman zaman oldukça olumsuz sonuçlara yol açabilen çatışmaları önlemeyi, karne dönemlerinin temelde değerlendirme ve ileriye dönük planlama süreci olduğu bilincini topluma yerleştirmeyi amaçlıyor. Karne konusunda problem yaşıyorsanız, 4-7 Ocak tarihleri arasında saat 10.00 ile 21.00 arasında kesintisiz hizmet verecek olan (0212) 351 35 35 numaralı telefonu arayabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 23 Aralık 2005
10 ay önce çıkan ‘Annelik Halleri’ kitabından sonra çiçeği burnundaki yazarınız ‘çılgın Türklerin’, ‘çılgın torunlarını’ yazdığı ‘Şu Çılgın Çocuklar’ kitabıyla huzurlarınızda. Annelik serüvenimde yedi yılı geride bırakırken şu gerçekle yüz yüze gelmiş bulunuyorum: Kızım da dahil olmak üzere yeni nesil çocuklarla baş etmek için yeni stratejiler geliştirmek, bulduğumuz taktikleri birbirimizle paylaşmak durumundayız. Hatta yeraltında örgütlenip, gizli toplantılar düzenleyerek bu canavarlarla baş etmek için ‘Yeni nesil çocuklarla baş etmenin el kitabı’ şeklinde yeni bir anayasa yazmak hiç fena bir fikir değil.
36 yaşında biri olarak, son yedi yılın hayatımdaki anlamını çözmeye çalışmaktan bitap düşmüş durumdayım.
Aramızdaki anne-çocuk bağındaki gelgitlere çoğunuz yabancı değilsiniz. Ama ben bu çılgın çocukla zaman zaman baş etmekte güçlük çekiyorum. Ama ben bu çılgın çocuğu çok seviyorum.
Çocuk sahibi olmak mı?
Servisteyim, kızımın kokusu burnumda tütüyor. Bu yol da bir türlü bitmek bilmiyor. Oysa sabahları aynı yollardan daha farklı bir ruh haliyle geçiyorum. Akşam saatleri benim için eziyete dönüyor. Kızımı özlüyorum.
Biliyorum ki, zili çaldığımda kapının önünde beni sıcacık bir gülümsemeyle karşılayacak. Bu sıcaklığı bir an önce hissetmek için evime koşuyorum. Nehir henüz küçüktü ve ben onun yanında bir iki saat daha erken olabilmek için üç-dört araç değiştirerek, eve ulaşırdım. Bu koşuşturmadan yorgun düştüğüm günlerde, bende doping etkisi yaratan tek şey onun kokusu ve sıcaklığıydı.
Çocuk sahibi olmak aslında bir delilik. Varlığını öğrendiğin andan itibaren son nefesine kadar süren, bitmek bilmeyen uzun bir maratonu gönülden koşuyorsun. Kendiniz söz konusu olduğunda erteledikleriniz, çocuk söz konusuysa ‘yapılabilir, olabilir, alınabilir, sevilebilir’ kategorisine dahil oluyor.
Okula başladığı günden beri Nehir’le aynı saatte evden çıkıyoruz. Evimiz ana caddeye paralel. Nehir’i servise bindiriyorum, koşar adımlarla ana caddeye çıkıp, servisin önümden geçmesini bekliyorum. Nehir bana servisten el sallıyor, ben öpücük gönderiyorum. Her sabah aynı koşuşturma. Birileri beni izliyorsa ve servisteki kızımı görmüyorlarsa, içlerinden ‘Deli mi ne, arabalara el sallayıp, öpücük gönderiyor’ diye geçiriyorlardır. Dışardan bakıldığında akıllı bir insanın yapacağı bir davranış değil. Ben bu delilik halini çok seviyorum.
Çılgın Türklerin çılgın torunları
Tüm bekarlara, çocuklu, delilik günleri yaşamalarını tavsiye ediyorum. İnanın tadına doyulmuyor. Tadına doyamayanlar ikinciyi, üçüncüyü yapıyor. Eğer bu dünyaya çakacak bir çiviniz olsun istiyorsanız, bir çocuk yapın.
Tanıdıklarım, kitabın adının nereden çıktığını soruyorlar. Kitabımın adını ‘Şu Çılgın Çocuklar’ koymayı planladığımda Turgut Özakman’ın ‘Şu Çılgın Türkler’ kitabı listeleri alt üst ediyordu. Turgut Özakman’ı arayıp ‘Efendim, şu çılgın Türklerin torunları olan yeni nesil çocuklar çok farklılar. Bu nedenle kitabımın adını ‘Şu Çılgın Çocuklar’ koymayı düşünüyorum. Bu sizi rahatsız eder mi?’ diye sordum. Özakman, çılgın bir Türk olarak, çılgın genç bir yazarı, çılgın çocukların hikayesini yazma konusunda gönülden desteklediğini söyledi.
İlk kitabım ‘Annelik Halleri’nde, kızım Nehir’i büyütürken yaşadıklarımı anlatmıştım. ‘Şu Çılgın Çocuklar’da ise kızımla verdiğimiz yaşam mücadelesinde karşılaştığım olayları ironik bir üslupla okuyacaksınız. Bu kitabın her sayfasında kendinizi bulacağınızı garanti ederim. Çünkü siz de bunları yaşıyorsunuz. Tek farkı, bu bizim hikayemiz...
Gençlere özel kayak kampı
8-16 yaş arasındaki gençlere yönelik ‘Geleceğin Yıldızları Kayak Kampı’, 15-22 Ocak ve 22-29 Ocak tarihleri arasında düzenleniyor. Uludağ Alkoçlar Club Voyage Otel’de düzenlenen kamplarla ilgili detaylı bilgiyi www.kayakkampi.com ya da www.geleceginyildizlari.com sitelerinde bulabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 16 Aralık 2005
Ebru Şallı ‘Kocam, oğlumdan önce gelir’ diye açıklayınca ünlü annelerin tepkisiyle karşılaştı. Ünlü anneler, ünlü mankeni ‘daha iyi anne’ olmaya davet etti. Ebru Şallı’ya kızanlara soruyorum, siz ne kadar annesiniz? Anneliği ölçmenin bir yolu varsa, bana da öğretin.
İki hafta önce Kelebek’te Sema Denker’in ünlü manken Ebru Şallı ile yaptığı röportaj enteresandı. Ebru Şallı, o röportajında şunları söylemişti; ‘Harun’a hálá deliler gibi aşığım. Beren benim bebeğim, her şeyim, onu çok seviyorum ama Harun benim için oğlumdan daha önce gelir. Bunu da bir anne olarak tüm içtenliğimle söylüyorum. Bir annenin bunu söylemesi herhalde yürek ister. Benim için Harun çocuğumdan önce geliyor!’
Ebru Şallı’nın bu sözlerine ünlü anneler tepki gösterdi. Kimine göre Ebru Şallı, bir anne olarak talihsiz bir açıklama yapmıştı, kimine göre bir anne için önce çocuğu gelmeliydi. Bu ünlü anneye neden kızdıklarını anlamış değilim.
Sonuçta, Ebru Şallı anneliği bu şekilde algılıyor, yaşıyor ve bundan da tatmin oluyor. Kime ne? Ayrıca anneliğin bir ölçü birimi var mı? Uzunluğu ölçülüp, ağırlığı tartılabiliyor mu?
Ebru Şallı, bugün sürpriz, şaşırtıcı bir açıklama yapmadı ki!
Hamileliği sırasında formu bozulmasın diye yemek yemedi. O dönem ünlü mankeni bebeğini yeterince besleyememekle suçlayanlar olmuştu. Şallı, kendisini eleştirenlere ‘Sekiz ayda tam 240 kilo kivi yedim. Hatta bebeğime o kadar iyi baktım ki bebek gelişimini çabuk tamamladığı için sekiz aylıkken doğuverdi’ yanıtını vermişti. Hastaneden çıktığında ise sadece ve sadece iki kilo fazlası vardı.
GECELERİ UYANMIYOR
Ebru Şallı, oğluna olan bağlılığını ve sevgisini göstermek için oğlunu 7 ay sütüyle beslediğini söylüyor. Hatırladığım kadarıyla, doğumdan hemen sonra kocasıyla birlikte gece gezmelerine çıkmıştı. Magazin muhabiri arkadaşlar, Ebru Şallı’ya oğluyla arasının nasıl olduğunu, çocuk bakımının altından kalkıp kalkamadığını sorduklarında ‘Akşamları yatmadan önce sütümü makine yardımıyla sağıp biberonu evdeki kadına veriyorum. Sonra da bebeğin bakıcısı, küçük Beren her ağladığında fırlayıp bu biberonla karnını doyuruyor. Böylece bizim uykumuz bölünmüyor. Evdeki kadın izinli olduğu günlerde Harun’la birlikte bebeğimizin altını değiştiriyor, hatta beraberce banyosunu bile yaptırıyoruz’ demişti.
Tamam, Ebru Şallı’nın söylediklerini ve yaptıklarını alt alta koyduğunuzda size komik ve eğlenceli gelebilir. Ama o kadar. Komik ve eğlenceli...
Ben, ‘çocuğundan önce kocasının’ geldiğini söyleyen Ebru Şallı’yı eleştiren ünlü annelere katılmıyorum. Çünkü, Ebru Şallı, annelikten ne anladığını, kendisi için ne ifade ettiğini, hamileliğinin ilk günlerinden itibaren açıkça ortaya koydu. Bundan da sapmadı. Bebeğinin beslenmesi için her şeyi yemek yerine formunu ön planda tuttu. Yani kocasından da önce, kendisi çocuğundan önce geliyordu. Geceleri uykusunu bölmedi. Bunları da açık yüreklilikle anlattı.
Ebru Şallı’ya kızanlar önce etraflarındaki annelere ya da kendilerine dönüp bir baksınlar. Herhangi bir nedenden (başka bir erkek, kariyer, daha refah bir yaşam v.s.) dolayı çocuklarını terk eden bir anne, Ebru Şallı’dan daha mı anne? Ya da hiçbir sağlık sorunu olmadığı halde, sadece maddi imkansızlıkları öne sürüp çocuklarını yurtlara bırakan annelerin durumuna ne ad vermeli? Kusura bakmayın ama annelik ne zamandan beri kiloya vurulur, boyu ölçülür hale geldi?
KİM ALİYE’Cİ
Bir yılı aşkın süredir, herkes Aliye dizisini nefesini tutarak izliyor. Çocuğundan ayrılan her anneye artık ‘Aliye’ deniyor. Aliye, kadınlar arasında bir simge oldu. Son dönemde sanat camiasında bir çok kişi ‘Ben de Aliye’yim’ diye ortaya çıktı. Artık nereye dönsem bir Aliye’ye çarpıyorum. Çocuğundan ayrılan bu kadınların neden, kendilerine ‘Aliye’ denmesine tepki göstermediklerini anlamıyorum. Benim ölçülerime göre de Aliye iyi ve yeterli bir anne değil.
Senin iki çocuğun elinden alınacak, aynı şehirde yaşadıklarını bileceksin, onları bulmak, bağrına basmak, hem kendi hem çocuklarının acısını dindirmek yerine depresyona girmeyi tercih edeceksin...
Yok ya... O kadar uzun boylu değil. Ben Aliye’nin yerinde olacağım, o adamın iki ciğerini yerinden söker, çocuklarımı alırım. Görüldüğü gibi anneliğin bir ölçüsü yok. Kimin kime göre daha anne olduğuna karar vermek zor.
Bu kararı en doğru verecek olanlar, etrafımızdaki insanlar olamaz. Ne zaman, çocuğunuz, iki elinizi avucunun içine alıp, gözlerinizin içine bakarak ‘Canım annem, sen benim her şeyimsin. Sen iyi bir annesin’ der, işte o zaman anneliğiniz tavan yapmış demektir.
Annelikleri tartışılır
Ebru Şallı, oğlundan önce kocasının geldiğini söyledi. Aliye ise çocuklarını aramak yerine depresyona girdi. Şimdi sizce hangisi ‘daha anne?’. Bu konudaki yorumlarınızı bekliyorum.
Bu yılbaşında bir çocuğa hediye verin
Kalyon Hotel, bu yılbaşının, Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı Bolluca Çocuk Köyü’ndeki 0-18 yaş arasındaki çocuklar için özel olması için desteğinizi bekliyor. Otelin lobisinde yılbaşı ağacının kurulmasıyla başlayan hediye kampanyası 25 Aralık’a kadar sürecek. Ağacın altında toplanan hediyeler, 26 Aralık günü küçük dostlar için düzenlenecek yeni yıl partisinde sahiplerine ulaşacak. İsteyen, partiye katılıp, çocukların sevinçlerini paylaşabilecek.
Ev hanımları da İngilizce öğreniyor
Yurtdışına çıktığında rahat alışveriş yapmak, yabancı TV kanallarındaki programları anlayabilmek, İngilizce eğitim alan çocuğuna yardımcı olmak ya da iş arayışı döneminde İngilizce dil bilgisi eksiğini ortadan kaldırmak isteyen ev hanımları, 5 ay gibi kısa bir süre içinde ‘elementary’ seviyesinden ‘upper-intermediate’ seviye sonuna kadar İngilizce öğrenebiliyor.
NLP Değişim tarafından verilen bu İngilizce eğitimleri, ev hanımlarından yoğun ilgi gördüğü için, program kapsamında Ocak 2006’da yeni bir sınıf daha açılıyor. NLP Değişim Kurucu Başkanı Tamer Dövücü tarafından geliştirilen ve bugün yalnızca Yeditepe Üniversitesi Acıbadem İSTEK Vakfı tesislerinde uygulanan yöntemin başarısı, bireylerin yabancı dil öğrenme konusundaki engellerini ortadan kaldırmasında.
TEL: 0216 327 88 44
Yazının Devamını Oku 9 Aralık 2005
Bir çocuk kolay büyümüyor. Düşüyor, yaralanıyor, hastalanıyor... Bunun gibi olumsuz durumlarda anne babanın insiyatif kullanması, içgüdüleriyle karar vermesi, bazen en iyi kitaplardan bile daha yararlı olabiliyor. Hamileliğimin dördüncü ayında bebeğimizin cinsiyetini öğrenmek için muayenedeyim. Doktorum Prof. Mustafa Bahçeci ‘Koca kafalı bir kızınız olacak’ diyor. O günden sonra, cinsiyetini soranlara ‘koca kafalı bir kız’ diyoruz.
İlk hamilelik evham demektir. Herkes kulağınıza bir şeyler söyler. Öyle hassas bir dönemdir ki, söylenenlere kulak tıkamak hiç de kolay değildir. Mustafa Bahçeci, kızımın çok sağlıklı bir bebek olduğunu söylese de ben 28. haftada ayrıntılı ultrason yaptırmakta ısrar ettim. Normal muayene ücretinin en az üç katı bir para ödeyerek ayrıntılı ultrason yaptırdım. Yaptırdım da başım göğe mi erdi? Yooo. Aksine doktorumun söyledikleri tekrar edildi, hem de hemen hemen aynı cümlelerle. Muayeneden ‘koca kafalı bir kızımız’ olacağını teyit edip, eve döndük.
Sonra Nehir doğdu. İki kilo ağırlığında, çirkin mi çirkin bir bebek... Kafası vücuduna göre büyük mü büyük... Ama ben bu koca kafa ayrıntısını sevimlilik işareti olarak algılıyorum. Aylık rutin muayenelerimizde boy ve kilonun yanı sıra kafa çevresi de ölçülüyor.
Her muayenede Nehir’in kafası üst sınıra daha da yaklaşıyor. Benim evhamım artıyor, içimi kurtlar kemiriyor. 1,5 yaşına geldiğinde kafa çevresi üst sınırı bir santim kadar geçince, doktorumuz bizi Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne sevk etti.
Ölçümler yapıldı ve MR çektirmemiz istendi. Öyle kötü bir durum ki! Ertesi gün özel bir hastanedeyiz. MR çekilecek ama Nehir’in uyutulması gerekiyor. Dört denemeden sonra damar yolu bulunuyor. Sonunda kızım uyutuluyor. İlacın etkisiyle sersemleyen Nehir ilk dakikalarda etrafına gülücükler saçıyor, gözleri baygın baygın bakıyor.
BOŞUNA PANİKLEMİŞİM
Onun o bakışları, gülüşleri beni daha da yaralıyor. Kızım elimden gidiyor. Ben onunla birlikte MR odasına giriyorum. Annem ve Canan abla (bakıcısı) dışarıda bekliyor. Üçümüzün de iki gözü iki çeşme, ağlıyoruz. Yarım saat mi, kırk dakikamı geçiyor bilmiyorum. Bildiğim tek şey MR odasındaki her şeyin üzerime geldiği... Kızımı alıp eve dönüyorum. Sonuçlar ertesi gün verilecek.
O gece bitmiyor, kafamdan bin türlü senaryo yazıyorum. Paranoyalarım, senaryolarımı güçlendiriyor. Sonucun verileceği saati beklemeye tahammülüm yok. Hastaneye gidiyorum, doktor raporunu beklemeden filmleri alıp bir taksiye atlıyorum. İstikamet Amerikan Hastanesi.
Yaptığı çalışmaları dünyaca kabul görmüş beyin cerrahi uzmanı Ali Zırh’ın kapısından içeri girdiğimde gözlerim ağlamaktan kızarmış durumda. Ali Zırh önce beni sakinleştiriyor. Filmleri inceliyor. Duymak istemediğim şeyleri söylememesi için içimden sürekli dua ediyorum. Daha önceki tanışmışlığımıza dayanarak Ali Zırh durumuma gülüyor:
‘Kızının hiçbir anormal durumu yok. Sadece kafası büyük. Tıpkı Süleyman Demirel gibi. Niye bu kadar endişelendiğini anlamıyorum. Mutlaka ailenizden birilerinin kafası büyüktür’ diyor. Doğru ya, babasının kafası büyük. Elimde filmler tırıs tırıs hastaneden ayrılıyorum.
İÇGÜDÜLERİNİZ DOĞRUYU SÖYLER
Bu çocuğun tepkileri normal, gelişimi normal, refleksleri normal, davranışları normal... Peki ben niye bu kadar endişelendim? Sadece bir soru işareti nedeniyle 1,5 yaşındaki çocuğa narkoz verilip MR çekilmesine müsaade ettim? O günden itibaren anne olarak insiyatif kullanmaya karar verdim. Paniklemeyi kendime yasakladım. Bu kararı hala uyguluyorum.
Ama, insiyatif kullanmak sadece hastalıkta olmuyor. Hayatın her alanında içgüdülere güvenmek gerekiyor.
Nehir, yemek yemediğinde inatlaşmadım, üzerine düşmedim, ipleri daha çok germedim. Ağladığında, sinirlenmek yerine kendime çekip öpüp kokladım. Bu tür davranışların kızımın üzerinde güzel etkiler yaptığını gördükçe, insiyatif konusunda kendimi daha geliştirmeye çalışıyorum.
Sonuçta, okul seçimi yaparken, çocukları tatile veya yaz kampına gönderirken, arkadaşlarıyla ilişkilerinde, ders çalıştırırken, sınavlara hazırlanırken, alışverişte ve en önemlisi de ikili ilişkide insiyatif kullanmak çok önemli.
Doğru yerde doğru hamleyi yapmak için yazı tura atmaya gerek yok. Kararlarınızın sağlamasını yapmak çok kolay; Yüreğinizin söyledikleri aklınızdakilerle çelişmiyorsa doğru yoldasınız demektir.
Don’t panik
Anne-baba olmak dünyanın en zor Şeyi. Sorumluluk demek. Kendi çocuğunuz söz konusu olduğunda paniklememek çok zor ama panik, yanlıŞ kararlar almanıza neden olabilir. Çocukla ilgili doğru karar vermek için içgüdülerinizin sesini dinleyin.
Yazının Devamını Oku 3 Aralık 2005
Güzin Abla’nın 15 aylık torununun yaşadığı ciddi beslenme problemi meğer çoğunluğun da problemiymiş. O günden sonra hem bana, hem Güzin Abla’ya onlarca mail geldi. Ben de sorularınızı Profesör Hilal Mocan’a ilettim, yapılan yanlışları öğrendim. Banvit’in sponsorluğunda çıkan ‘Çocuğum ve Ben’ dergisinin sorumlusu Nur Öztürk İlk, ‘Güzin Abla’nın da bir derdi var’ yazım üzerine beni, Güzin Abla Feyza Algan’ı, çocuk hastalıkları uzmanı Profesör Hilal Mocan’la bir araya getirmek istediklerini söyledi. Geçen cuma günü hocanın muayenehanesinde bulaşacaktık. Ancak, Feyza Hanım çok ağır bir gribal enfeksiyon geçirdiği için gelemedi.
Ben Hilal Hoca ile baş başa sohbet ettim. Sohbetin sonunda şunu anladım; 7 yıl boyunca içgüdülerimle aldığım kararlar ve uyguladığım yöntemlerin hepsi doğruymuş. Hocaya göre, doktorunuzun söylediklerini dinlemek çok önemli ama içgüdülerinizin yönlendirmesiyle insiyatif kullanmanız her şeyden daha önemli...
MEYVELERİ CAM RENDEDE RENDELEYİN
Profesör Hilal Mocan, 5. ve 6. aydan itibaren ek gıdaya geçildiğinde sebze çorbalarının önce tek sebzeyle yapılmasını öneriyor. Çocuğun bu gıdalara alerjisi olup olmadığı ancak bu yöntemle tespit edilebilir. 1 yaşına kadar inek sütü verilmemeli. Süte başlarken sabah saatinde vermeyin. Az miktarda verin ve reaksiyon olup olmadığını iyi gözlemleyin.
Elma, armut, siyah üzüm, havuç, tatlı mandalina veya portakalın suyunu karıştırıp bebeğinize vermelisiniz. Meyve suyu elde etmek için bu meyveleri cam rendede rendeleyip, tülbentte sıkmanız gerekiyor. Püreye geçtikten sonra tülbentten geçirmenize gerek yok. 6. aydan sonra bu meyvelere 1 dilim muz veya çekirdeksiz kivi ilave edebilirsiniz. Eğer bebeğinizde deri döküntüsü, kızarıklık, ishal, kusma, kabızlık gibi belirtiler varsa herhangi birine karşı reaksiyon göstermiş olabilir.
Hilal Hoca, beslenmede en büyük yanlışın davranışlardan kaynaklandığını söylüyor ve ‘Çocuğunuzla inatlaşmayın’ diyor. Çocuklar bir yetişkinden daha inatçı. Yemek sırasında çocuğunuz yemiyorsa ısrar etmeyin, ikram etmeyi deneyin. Yemeyi reddediyorsa kaldırın. Öteki öğüne kadar abur cubur yiyecekler vermeyin.
Beslenme konusunda yaşadığınız problemi gerçekten halletmek istiyorsanız kararlı olacaksınız. Yan odada ağlasanız bile bunu çocuğunuza göstermeyeceksiniz.
Hilal Hoca, bu sorunla kendisine gelen ailelere ve çocuklara 3-7gün arası bir süre tanıyormuş. Çocukların inadı genellikle 24 saat içinde kırılıyormuş. Ama, anne babanın doktoru dinlemeleri şart. Aile büyükleri çocukları şımartmayacak. Anne babanın rest çektiği durumlarda anneanne, dede, büyükanne devreye girip ‘gel bakalım’ deyip çocuğu yanına çekmeyecek.
Baskı ve stres altında, depresif, panik atağı olan anneler çocuklarda beslenme problemi yaratıyor.
ÇOCUK YEMEDİKÇE ANNE DEPRESİF OLUYOR
Çocukların sağlıklı beslenmesi için aile huzuru çok önemli. Çocuk çoğunlukla, evdeki huzursuzluk ve annenin gerginliği yüzünden yemek yemeyi reddediyor.
Çocuk yemeyi reddettikçe anne daha çok geriliyor, çocuk yemekten tamamen uzaklaşıyor. Ev içindeki elektrik, beslenmeyi olumlu ya da olumsuz etkiliyor. Aile içi yaklaşımda sorun varsa, çocuğunuzu suçlamak yerine kendinize dönüp bakın. Çalışan anneler, çoğunlukla suçluluk duyuyor. Suçluluğunu bastırmak için eve döndüğünde tüm konsantrasyonunu çocuk üzerine yönlendiriyor. Çocuk kilitleniyor. Anne yemesi için zorluyor ve sonuç ortada.
Hastalık döneminde çocuklar genellikle iştahsız olur, bu dönemde çocuğu zorlamayın.
Fast food yedirmeyin
Hilal Hoca’nın en önemli uyarısı fast food yiyeceklerle ilgili oldu. Anne ve babalara ‘kesinlikle çocuğunuza hamburger, dışarıda patates kızartması yedirmeyin’ diyor. Buna asitli içecekler de dahil. Ayda bir belki ama daha fazlası zararlı.
2 yaşına kadar fındık büyüklüğünde tereyağ öneriyor. Bu da gelecekte kolesterol kontrolü için gerekli. 2 yaşından sonra tüm yemeklerinde zeytinyağı kullanın.
Çocukları yemek yemeye ikna etmek için televizyon karşısına geçmeyin. Çoğu bebek, reklam eşliğinde yemeğini yemeye o kadar alışmış ki, reklam olmadığında ağzını bile açmıyor.
Yeni bebek sahibi olan annelerin, başlangıçta not alması önemli. Hangi gıdayı reddettiğini, sütü sevip sevmediğini, hangi meyve için ağzını daha çok açtığını ya da bir gıdanın yarattığı alerjiyi not alırsanız, doktorunuzun işini kolaylaştırmış olursunuz.
Güzin Abla’nın sorununa gelince; Öyle evde pişen her yemeğe çocuk iştirak ettirilmemeli. Ne de olsa, aileye pişirilen yemeklerin içinde salça, baharat, tuz oluyor. Çocukların yemeklerinde ise bu maddeler yer almamalı. Patlıcan, bakla, beyaz lahana da vermeyin.
Bazı annelere şaşırıyorum. Ağzının etrafı acı biber nedeniyle kıpkırmızı olan bebekler görüyorum. Bir lokma yemek veriyor, bir yudum su içiriyor. Çocuğun ağzı böylece yanmayacak.
Ben çorbaya 4 aylıkken geçtim. Nehir’in minik bir tenceresi vardı. Her öğün için taze çorba hazırlardım. Beslenmesi konusunda hiç üşenmedim ama taviz de vermedim. Son iki yıldır biz ne yiyorsak, o da onu yiyor. Sağlıklı beslenme kurallarına uygun yemek pişirdiğimiz için gönlümüz rahat.
Nehir, kahvaltı ve öğle yemeği saatlerinde okulda oluyor. Açıkçası, kızıma doğru bir yeme alışkanlığı kazandırdığım için gözüm arkada kalmıyor. Darısı her annenin başına.
Yazının Devamını Oku 27 Kasım 2005
Aile içi şiddetin bu kadar yaygın olduğu bir ortamda bu şiddetten çocukların muaf tutulduğunu düşünmek iyi niyetten öteye gitmez. Ne yazık ki, çocuklar, anne babaları dışında öğretmenleri, bakıcıları, arkadaşları tarafından da şiddete maruz kalıyor.
Türkiye, son iki haftadır aile içi şiddetin ne yaygın olduğunu, bunun kültür, eğitim, gelir seviyesi dinlemeden her kesimde var olduğunu öğrenmiş bulunuyor.
Kadınların çoğu bu şiddeti saklamak yerine, şiddeti uygulayanlarla yargı yoluyla hesaplaşmayı tercih ediyor. Ne yazık ki çocuklar, anneleri gibi hak arayamıyor. Çoğunluk, sadece ebeveyninden değil, bakıcısından, öğretmeninden, arkadaşından de şiddet görüyor.
Bu hafta Türkiye’nin en ünlü kaynanası Semra Hanım’ın yazdığı, benim de editörlüğünü yaptığım ‘Ben Semra’ piyasaya çıkıyor. Semra Hanım, evliliğinin ilk gününden itibaren kocasından dayak yemiş.
Bir gün 40 derece ateşle yatan Seçil, babası odaya girdiğinde ayağa kalkamamış. Babası, kızının saygısızlığını kemerle döverek cezalandırmış. Ata ise, üniversiteye gitmek istediği için babası tarafından merdivenlerden itilerek, bayılana kadar dövülmüş.
KARA PEDAGOJİ
Yeni nesil anne babaları, çocuklarına vurma düşüncesi bile rahatsız ediyor. Rahatsız olmayan da çoğunlukta. Bazı ebeveynler ise kendilerini çocuğunun efendisi gibi görebiliyor. Psikanalist Alice Miller, ‘kara pedagoji’ olarak adlandırdığı bu eğitimi benimseyen ailelerin, çocuklarını saygıyı hak etmeyen, yapması gereken ödevleri zamanında yapması gereken, eğitilmesi gereken köpek yavruları gibi gördüğünü söylüyor.
Anne ve babasından bu tip bir eğitim alan, bu şekilde şiddet gören çocuklar, ebeveyn olduklarında bu tip davranmaktan utanç duyup, kesinlikle çocuklarına el kaldırmıyor. Çocuklar sınırı aştığında da akıllarından dayak atma fikrini hızla uzaklaştırıyorlar.
Bazı anne babalar ise aşırı hoşgörünün çocuğun yaratıcılığını artırdığına inanıyor. Engelleme, ele yada popoya vurulan bir tokadın çocuğun yaratıcılığını engellediğini düşünenler de var.
Tokadın, anne-baba ile çocuk arasındaki ilişkide mağlubiyet işareti olduğu bir gerçek. Aslında tokat, anne babanın çocuğuna sınırları ve yasakları yeteri kadar açıklamamasının bir sonucu sayılabilir.
Günümüzde çocuklar ya nerede durmalara gerektiğini gerçekten bilmiyorlar ya da sınırları zorlamak onların çok hoşuna gidiyor. Ama uzmanlara göre, şiddetli olmayan, kalçaya vurulacak bir tokat, sinirlendiren ve çekilmez söze ya da eyleme ‘dur’ der. Bunu da 5-6 yaş altındaki çocuklara yapmak lazım. 5-6 yaş üzerindeki çocuklara vurmak yerine ceza vermek daha doğru.
Bazı anne babalar bu sınırı tutturamıyor. Oysa yüze vurulan bir tokat, kalçaya atılan bir tekme çocuğu küçük düşürdüğü gibi çok derin izler bırakır. Kemerle dövülen bir çocuğun ne kadar aşağılandığını söylemeye gerek var mı?
Mesela akşam işten dönen bir ebeveynin, çocuğunun bakıcısına tükürdüğünü öğrendiğinde vurmasının bir anlamı yok. Böyle bir durumda cezalandırmak ya da bakıcısından özür dilemesini sağlamak daha mantıklı bir yol.
BAKICI ŞİDDETİ
Bazı anne babalar da kızdıkları zaman ‘Eve dönelim, o zaman yiyeceksin tokadı’ diye çocuklarını tehdit ediyor. Olay soğuduktan sonra vurulan gecikmiş bir tokat, sadist duygular taşır.
Bir de bebeklere bakıcıların uyguladığı şiddet var. Geçen hafta bir okurum, 22 aylık oğluna bir yıldır bakan bakıcısından ilk zamanlar memnun olduğunu söylüyor. Çalışan bir okurum ‘Her şeyin yolunda olduğunu zannediyordum, ta ki dün akşama kadar. Dün akşam oğlumu almaya gittiğimde, ‘çocuktan al haberi derler’ sözüne uygun bir durum yaşadım. 8 yaşındaki torunu ‘Teyze bugün Ozan uyumak istemedi. Anneannem de omuzlarından tutup yastığa attı. Ozan hemen uyudu’ dedi. Beynimden vurulmuşa döndüm.
Bakıcı, oğlumun o gün huysuz olduğunu, çok ağladığını, inatçılık yaptığını’ anlattı. Sabaha kadar uyumadım. Vicdan azabım da cabası. Çocuğumun her suratına baktığım ağladım. Kim bilir o evde neler oluyor?’ diyor.
22 aylık bir bebeğin bunu sözel olarak ifade etmesi çok zor. Ama beslenmesindeki değişiklikler, uykusunda sıçramaları, şiddet uygulayan kişiyi gördüğünde korkması gibi tepkilerle sinyal verebilir.
Hayat çok zor, siz evde herhangi bir şiddet uygulamasanız bile okula gidiyorsa öğretmeni tarafından dövülebilir. Öğretmeninden dayak yemiyorsa, bu kez arkadaşlarından şiddet görebilir.
Bir keresinde Nehir’e tepkimi göstermek için parmak uçlarımda omuzlara dokunup, şöyle bir ittirivermiştim. Ağlaması bir tarafa, ne hainliğim, ne dayakçılığım ne de onu döverek cezalandırmam kaldı. O günden sonra tartıştığım anlarda yarım metreden daha yaklaşmadım. Allah Nehir’in iftirasından korusun, bu çocuk insanı ipe götürür.
Vurulabilir durumlar var mı
n Uzmanlar, çocuğun kalçasına ya da ellerine bazı durumlarda vurulabilineceğini söylüyorlar.
n Mesela, size küfretti ve küstahça davrandı. Ya da kurallara bırakın itaat etmeyi kulak bile asmadı, sınırı çoktan aştı.
n Sizi düş kırıklığına uğrattı. Birazdan alçaltıcı sözler söyleyeceksiniz. Bütün bunları giderecek bir hareket sizi ve onun daha fazla öfkelenmesinin önüne gelebilir.
n Çok tehlikeli bir şey yaptı. Uyarınıza rağmen kırmızı ışıkta geçti, kardeşini yaralardı. Çok korktunuz ve kendinizi kaybettiniz. Kalçasına vurulacak bir tokat onu önce şaşırtacak sonra kendine getirecektir.
n Eğer ona vururken size el kaldırdığında şiddeti arttırmayın. Elini sıkıca tutun. Çocuğunuzun kendi onurunu kurtarmak için başvurduğu hınca izin vermek önemlidir.
Şiddete hayır!
Çocuklara şiddet uygulamak kabul edilemez bir davranış şeklidir. Hele çocuk kendi anne ve babasından şiddet görüyorsa, bu daha yıkıcı ve aşağılayıcıdır, çocukta derin izler bırakır.
Yazının Devamını Oku 18 Kasım 2005
İki haftalık aradan sonra anne-baba ayrılığından etkilenen çocuklardan tekrar söz edeceğim. Bu arada anne ve babalarını sevmekten, beklemekten vazgeçen çocuklarınızın hikáyelerini benimle paylaştınız. Ve ben gördüm ki, biyolojik ebeveyn olmak babalara mahsus değil. Anneler de biyolojik anne olabiliyor.
Çok özel bir sorunu anlattığımı düşünürken aslında çok genel bir soruna dokunduğumu anlamış bulunuyorum. Sizlerden gelen elektronik postaları içim cız ederek okudum.
Ebeveynler olarak aynaya bakmanın, ‘ben nerede yanlış yaptım?’ demenin zamanı çoktan geldi de geçiyor. Gözümüzden sakındığımız çocuklarımıza bilerek ya da bilmeyerek ne kadar derin yaralar açtığımızı görmek için, bu mektuplardan birkaçını bu hafta sizinle paylaşmak istiyorum.
Adam, bugün 3 yaşını bitirecek olan kızını altı aylıkken bırakıp gitti. 2,5 yıl içinde kızını gördüğü saatleri toplasanız bir günün yarısı etmiyor. En son görüştükleri günün üzerinden tam tamına 14 ay geçti. Babaya sorsanız belki bu tavrını açıklayabilir. Ama minicik bir kalbin ‘Benim babam gelmiyor’ demesine tanıklık etmek gerçekten zor.
Bu durumda anne ne yapsın? ‘Biliyorsun, baban bizden uzakta yaşadığı için gelemiyor’ bahanesinin arkasına daha ne kadar sığınabilir? Bir gün geride bir çocuk bıraktığını hatırlayıp, onu görmeye gittiğinde üç yaşındaki bu çocuğun nasıl bir tepki vereceğini merak ediyorum. Galiba, anneler büyük bir sorumluluk altında. Çünkü, babaların arkalarında bıraktıkları enkazları kaldırmak çoğunlukla annelere düşüyor.
Bu kız çocuğunun annesi, kızının bir erkeği karşılıksız sevmenin acısını yaşamasına engel olamamanın sancısını çekiyor. Bu çaresiz anne ‘Yeni bir evlilik düşündüğümde kızım gözümün önüne geliyor. Sadece beni seven bir adam bulmam artık yeterli değil. Kalbinde iki kadını sevebilecek yeri olan bir adam bulmam gerekiyor’ diyor. İki kişiyi birden sevecek olan var mı?
ÇOCUĞUNU TERK EDEN ANNELER DE VAR
Almanya’da yaşayan bir okurum, annelerin de biyolojik anne olabildiklerini, bu durumun sadece babalara mahsus olmadığını kendi hikayesinden yola çıkarak anlatıyor;
‘Annelerin veya çocukların babalarıyla olan sorunlarını çok güzel yazmışsınız. Ama ben size erkek kardeşimin yaşadıklarını aktarmak istiyorum. Belki kardeşimin başına gelenleri yaşamış olan başka babalar da vardır.
Kardeşim 20 yaşında kendi isteğiyle sevdiği kızla evlendi. Ailesi olarak evlilik için erken olduğunu söyledik ama ikisi de kararlıydı. Aradan çok geçmeden tartışmalar başladı. Bu arada ilk çocukları oldu. Aralarda darılıp barışmalarla bir dört, beş yıl geçirdiler. Ve ikinci çocuğu yaptılar. Bebek dört aylıkken, gelinimiz bir başka adam ile tanıştı. Kardeşimden habersiz boşanma davası açtı, çocukların velayetini babaya bırakıp, onları terk etti.
Bu iki çocuk, babaanne ve dedelerinin yardımıyla bugünlere geldi. Büyük on bir, küçük altı yaşında. Küçücük yaşlarında terk edip giden anneleri üç yıldır Almanya’da yaşıyor. Biz ise 1,5 yıldır mahkemelere gidip gelmekten bıktık. Çünkü anneleri, birdenbire iki çocuğu olduğunu hatırladı. Almanya’nın sosyal yardımlarından yararlanmaktan başka düşüncesi olmadığına inanıyorum.
İnanın bir gazeteciye ilk kez yazıyorum. Yazmamın nedeni ise anne olacak o insanı şikayet etmek değil. Bazen erkekler de kötü şeyler yaşayabiliyor. Tabi kadınlar kadar değil.’
Her şey çocuklar için
Ebeveynlerin omuzlarındaki en büyük sorumluluk, attıkları her adımda çocukları düşünerek hareket etmeleri. Yapılan küçük bir hata, çocukların yaşamlarında tamir edilmez yaraların açılmasına neden olabilir. Ebeveynlerin bıraktıkları enkazı kaldırmak hiç kolay değil. Ebeveynler ortak sorumluluk duygusu geliştirmeli, sorunları çocuklara yansıtmamalıdır.
Bir baba anlatıyor
Babaların da kötü tecrübeler yaşadığını söyleyen Almanya’daki okurumu, bir başka babanın mektubu destekliyor. Bir yaşında dünya tatlısı kızı olan bu baba, üç yıllık evlilikten sonra eşiyle anlaşarak ayrılmış. Karakterlerin uyumsuzluğu, hayat görüşlerindeki farklılık, çocuk yetiştirme konusunda farklı görüşlere sahip olmalarına, ailelerin müdahalesi de eklenince ayrılık kaçınılmaz olmuş.
Bu baskı ve sorumluluklardan kaçmak için ayrılmışlar ama baba, adam gibi babalık yapmaktan kaçmamış. Okurum, ‘Eşimle ayrıldık demek çocuğumdan ayrılmam anlamına gelmesin. Başından beri hep kızıma karşı çok iyi bir baba olmak için uğraşıyorum. Köşenizde çocukların üzerinde hep ihmali ve sorumsuzlukları babaların üzerine atan yazılar yazıyorsunuz. Mağdur olan hep annelermiş, babaların hiç mağduriyeti yokmuş gibi gösteriyorsunuz’ diye sitem ettikten sonra şunları söylüyor:
‘Kimse boşanmak için evlenmez. Koşullar oraya doğru götürüyor insanı. Kızımız olduktan
sonra eşim kızımızı kimseyle paylaşmak istemedi. Kızımı severken, ihtiyaçlarını karşılarken benden bile kıskandı. Şimdi ise kızımı hafta sonu ve bayramlarda alma hakkım var. Anlayacağınız hafta sonu babası oldum. Aslında bu çok zor bir olay. Kızını al, büyük alışveriş mağazalarında gezdir, arada sıra sevsinler diye babaannesine götür .
Hep mağduriyet annelerdeymiş gibi gösteriyorsunuz. Bir baba olarak yeni bir hayat kurmak için ne zamanım var, nede maddi ve manevi gücüm. Ben de böyle bir şanssızlık yaşamış bir babayım.
Ezilen, mağdur olan, şanssız evlilik yapan tüm erkeklerin, babaların ve yürütmesi zor olan bir evliliği yürütemeyen, ama bir o kadar da iyi bir baba olabilecek erkeklerin ve babaların hakkını hiç yemeyelim.’
Haklısınız Osman Bey, haksızlığa uğramış kimsenin hakkını yemeyelim. Durum artık 1-1 sayılır. Anne-baba maçında durumu eşitlemeye çalışırken, çocuklara gol atmamak gerektiğini de unutmayalım.
Yemeyen çocuk aileye tepki gösteriyordur
Çocuklarınız beslenme sorunu yaşıyorsa, Dr. Mehmet Çelikel’in uyarılarını dikkate almanızı öneririm.
‘Bilim ‘o daha çocuk, anlamaz’ deyiminin yanlışlığını ispatlamıştır. Yetişkinler, bu deyişin tesiriyle çocukları, özellikle 12 aylıktan küçük çocukları, farkında olmadan küçümser. Süt çocuklarının iletişim dilinin ve tepkilerinin olduğunu göz ardı ederler. Modern psikiyatrinin kurucularından Prof. Dr. Med. Eugen Bleuler’in 1920’lerde verdiği vaka örneği var;
13 aylık bir bebek 5 aylıktan beri yeme bozukluğu gösterir ve 13 aylıkken ağzına verilen hiçbir şeyi yutmadığından mideye salınan sonda ve serumla beslenmek zorunda kalır. Aylarca süren tetkik ve terapiler sonuçsuz kalır.
Konuyu araştıran Profesör Bleuler, çocuk yerine aileyi ve bakıcıyı terapiye alır. Bu terapilerin sonunda gelişimi durma noktasındaki bebek normale döner. Bazı durumlarda annenin yerini bakıcı alırsa ya da annenin davranışları çeşitli nedenlerle birden değişirse, bu bebeklerde davranış bozukluğu, fiziksel gelişim bozuklukları görülebilir. Zihinsel ve fiziksel gelişimi tamamen durma noktasına gelebilir.
Bir çocuğun yemek yememe davranışını, yetişkinlerin sorunlar karşısında kendilerine zarar verme düşüncesiyle (ölüm oruçları gibi) tepki vermek şeklinde yorumlanabilir.
Çocuğu zorlamak yerine, kendini ifade etmesine olanak tanımak, bu davranışıyla ne istediğini, neyi protesto ettiğini iyi analiz etmek gerekir.
Yazının Devamını Oku 11 Kasım 2005
Türkiye’nin Güzin Abla’sı Feyza Algan, geçen hafta ‘Bir derdim var Nilüfer hanım’ diye başlayan uzun bir mektup gönderdi. Önce birinin benimle dalga geçtiğini sandım, sonra gerçek Güzin Abla’dan geldiğini anladım. ‘Sevgili Nilüfer Kas, Eee Güzin Abla olmak, dertsiz olmak değil. Aslında binlerce kişinin derdini dinlemekten kendi derdime bakacak gücüm kalmıyor. O da başka bir mesele...
Sizinle görüşmelerimizde de söylediğim gibi, köşenizin sıkı takipçisiyim. Üstelik yazılarınızı kesip kızıma yolluyorum, kitabınızı da alıp verdim, ama okudu mu, garanti edemem.
Şimdiki gençleri biliyorsunuz... Benim bir derdim var. Anneanne olarak 15 aylık torunumla sorun yaşıyoruz. Bebeğimiz hiç ama hiç yemek yemiyor. Bir lokma yemek (gerçekten bir tek lokmadan söz ediyorum) yedirmek bile mümkün değil. Çocuğun yemeğe karşı anormal bir tepkisi var. Hani neredeyse psikolojik denebilecek bir tepki.
Elleriyle mama kaşığını itip, başını geriye atarak avaz avaz bağırıyor. Bunun nedenini artık hiç güvenmediğim çocuk doktorlarına bağlıyorum. Bugüne kadar 4-5 doktor değiştirdik. Ancak ilk doktoru Dr. K. Bey pek meşhur olmuş.
Bebeğimize bizim alıştığımız ve bildiğimiz tarzda yemek yemeye alıştırmadı. Bizim dönemimizde, belki siz de bilirsiniz, sebze çorbaları vardı. İçine her şeyi atar, biraz da tatlandırır, et parçası da koyardık. Sonra da püre haline getirip çocuğa verirdik.
Efendim ne demekmiş sebze çorbası... Bu Amerikalı kadınlar için yapılmış bir öneriymiş. Çünkü Amerikalı kadınlar yemek yapmayı bilmezlermiş. Bu yüzden kızıma ‘Bebeğine her şeyi yedir. Evde ne pişiyorsa yedirin’ dedi. Bizim kız da Allah sözü gibi inandı.
Şaşırmış durumdayız
8 aylık bebeğe günlük, normal yemek yedirilir mi? Çocuk bu yemeklere tepki verdi. Şimdi ballı süt dışında hiçbir şey yemiyor. Doktor kan tahlili yaptırdı, demir eksikliği buldu. Ayrıca torunum çok küçük kaldı. Dişleri henüz tamamlanmadı. 15 aylık ama sadece iki dişi çıktı, diğerleri ortada yok.
Sizden bir ricam var. Bu konuda ne yapmamızı önerirsiniz? Bildiğiniz bir yöntem var mı? Karpuzu sevdiği için kendi isteğiyle yiyor. Çok az meyve suyu içiyor, o da biberonla. Birkaç tane bebe bisküvisi dışında sabah ve akşam 200 gram ballı süt içiyor. Bütün yediği bu...
Annesiyle birlikte bütün gün deliriyoruz. Üstüne fazla düşmüyoruz ama artık inanın çok üzülüyorum.
Doktorların diline düştüm. Doktorlar ‘Siz anneannelere bakmayın, onlar tombul çocuk severler’ deyip işin içinden çıkıyorlar. Öyle bir isteğim yok. Aksine zamanında şişmanlamasın diye çocuğuma grisini yedirmiş bir anneyim. Ama bu çocuk, felaket bir şekilde yemeğe tepkili...
Sizin bir öneriniz olabilir. Bana güvendiğiniz bir doktor ya da çocuk psikoloğu önerirseniz sevinirim.
Başınızı ağrıttım, bağışlayın. İhtiyacım olduğu için sizi rahatsız ettim. Siz genç bir annesiniz. Elbette bizim dönemimizden daha bilgilisinizdir. Size güveniyorum. Sevgi ve saygılarımla...’
Feyza Algan
BİR MERKEZ VAR
Sevgili Güzin Abla;
Aynı yollardan geçmiş bir anne olarak sizi çok iyi anladığımı söylemeliyim. İki kilo doğan bir çocuğu adam etmek hiç kolay değildi. Hele diş çıkarma ve hastalık dönemlerinde yemek yedirmek bir işkenceye dönüyordu.
Eminim, anne ve anneanne olarak siz de elinizdeki tüm olanakları kullanmışsınızdır. Eğer mama sandalyesi kullanıyorsanız, bir süreliğine farklı köşelerde ve ilgileneceği oyuncakları, kitapları eline vererek yemek yedirmeyi deneyin.
Yemek seçenekleri farklı. Sonuçta hepimizin bir damak tadı olduğu gibi sizin torununuzun da bir damak tadı var. Bence önce onu keşfedin. Çok basit bir yöntemle bunu öğrenebilirsiniz. Üşenmeden, aynı anda dört farklı çeşit çorba hazırlayın. Hangisine daha çok ilgi gösteriyor, hangisi için daha iştahla ağzını açıyor, bakın. İlgisi konusunda size bir ipucu verdiyse, o çorba çeşidini geliştirin.
Kendi için beslensin
Ayrıca yemek yemeyen çocuklar için Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde bir merkez açıldı. Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’nın kurucusu Profesör Benal Büyükgebiz ve ekibi, buraya bağlı olarak bir de Büyüme ve İştahsız Çocuk Merkezi oluşturdu.
Bu merkezde önce çocuklara ‘iştahsız’ tanısı konuyor. Sonra soruna yol açan faktörler saptanıyor. Tanı konulurken, teknolojiden yararlanılıyor. ‘Elektro gastrografi’ yöntemini çocuklara uyguluyorlar. Çocukların karın bölgelerine bağlanan elektrotlarla sindirim sisteminin çalışması izleniyor.
Ayrıca torununuza ‘benim için değil, kendin için besleniyorsun’ mesajını verin. Öyle ‘hadi bu kaşık baban için, bu kaşık halan için’ taktiğini uygulamayın! Yemek istemediği zaman burnunu tutup, zorla ağzını açtırmayın. Bu sinir harbinden zararlı çıkan siz olursunuz. O anda verdiğiniz yemeği yutar ama sonra kusar. İnşallah siz, bu kısırdöngüye girmemişsinizdir.
Eğer çocuk doktorunuzla torununuzun iletişimi iyi değilse, başka bir doktor bulun. Çünkü doktor-çocuk iletişimi çok önemlidir. Anneannesi olarak kendinizi yeterince üzmüşsünüz, artık üzülmeyin. Ayrıca bazı şeyleri kızınıza rağmen düzeltmek zordur. Her şey yoluna girer. İyi gidişatı hızlandırmak adına anne-kız torununuz için ittifak yapın. İyi dileklerimle...
18 yaşına kadar büyürler
Büyüme ile beslenme arasındaki ilişki çok belirgindir.
Yeterli ve dengeli beslenemeyen çocuklar sağlıklı büyüyemezler.
Büyüme; enerji, protein, mineral ve vitamin gerektiren bir biyolojik olaydır.
Bunlar ağızdan alınan yiyeceklerden sağlanır.
Büyüme sürecinde yeteri kadar protein alamayan çocuklarda büyüme geriliği gelişir.
Benzer şekilde A vitamini veya çinko alımı kısıtlanmış çocukların da büyümeleri geri kalır.
Yeterli ve dengeli beslenemeyen çocuk yeterli büyüyemez.
Sarımsaklı taşından heykel yaptı
Edebiyat öğretmeni Fikret Alural, emekli olduktan sonra hobi olarak sürdürdüğü seramik serüvenini profesyonel boyuta taşıdı. Alural’ın ilkini 59 yaşında açtığı kişisel sergilerinin ikincisi dün Atatürk Kültür Merkezi Küçük Salon’da açıldı. Fikret Alural’ın, Ayvalık Sarımsaklı taşından ürettiği yapıtlardan oluşan sergi 26 Kasım 2005 tarihine kadar gezilebilir.
Yazının Devamını Oku