4 Kasım 2005
Bayramın ikinci günü Atatürk’ü anma törenlerinin tekdüzeliğinden şikayet edenlere, iyi bir haberim var. 9 Kasım Çarşamba akşamı bir ilke imza atılıyor. Milli Saraylar Dairesi ile Bilfen Okulları, o gün Dolmabahçe Sarayı’nda çok özel bir gece tertip ediyor.
Gece yarısını çoktan geçmişti. Acil servis, sıradanlaşan koşuşturmalara sahne olurken, kızım ateşler içinde yanıyordu. Yüksek ateşe dayanamayan dudakları patlamış, tombiş yanakları pembeden mora dönmüştü. Arada bir vücuduna uyguladığımız soğuk kompreslerle ateşini düşürmeye çalışsak da ateşinin inmeye hiç niyeti yoktu.
‘Çocukların ne yapacağı belli olmaz’ kuralı, hasta da olsa Nehir içinde geçerliydi. Kucağımda ateş gibi yanan çıplak bir çocuk, acil servisi bir baştan bir başa kaç kez kat ettiğimi hatırlamıyorum bile. O günlerden miras kalan bir fıtığım var.
Ateş zaman zaman 40’a dayandığı için eve de gidemiyorduk. İki üç saat sonra sıkıldık. Oyun oynama şansımız olmadığı için Nehir kendini eğlendirmeyi seçti. Anaokuluna başladığı o yıl ‘Saat dokuzu beş geçe, Atam Dolmabahçe’de, gözlerini kapadı, bütün dünya ağladı’ şiirini ezberlemişti.
Her ilkokul çocuğunun bildiği o tanıdık şiiri yüksek sesle okumaya başlayan kızım, şiirin son bölümündeki ‘Doktor doktor kalksana, lambaları yaksana’ sözlerini şiirden çok şarkı gibi söyleyince acil servisteki tüm görevlilerin yüzünde bir gülümseme oluştu. Tabii ki Nehir bu fırsatı kaçırmadı. Tüm engellemelerime, ağzını kapatmaya çalışmama rağmen, bir taraftan kıkırdadı, diğer yandan yükselen bir tonda aynı şiiri en az 10 kez okudu. Bence, o gece acildeki görevliler, gülümsediklerine ve ilgi gösterdiklerine bin pişman oldular.
Özel bir akşam
Aradan dört yıla yakın bir süre geçti. O geceyi hep gülümseyerek hatırlıyorum. Belki de el kadar çocuğun Atatürk şiirini bu kadar içten okuması hoşlarına gittiği için hiç uyarı almadık. Kızımın tam bir Cumhuriyet çocuğu olarak büyümesini isterim. O yüzden bu konulara karşı özel bir hassasiyetin var.
10 Kasım Atatürk’ü anma gününün hep aynı görüntülere sahne olmasından şikayet edenlere güzel bir haber veriyorum. Milli Saraylar Dairesi ile Bilfen Okulları, 9 Kasım Çarşamba akşamı Dolmabahçe Sarayı’nda çok özel bir program gerçekleştirecek.
O akşam Dolmabahçe Sarayı’na davet edilecek 250 kişinin çok şanslı olduğuna inanıyorum. O gecenin her anında Cumhuriyet günlerine dönülecek, Atatürk’ün son dönemlerine gidilecek. Milli Saraylar Dairesi, çok özenli bir program hazırlamış.
Bilfen Okulu öğrencilerinden oluşan koro, Atatürk’ün sevdiği şarkılarda ünlü sanatçı Emel Sayın’a eşlik edecek. Emel Sayın’ın söyleyeceği ‘Yemen Türküsü’nden sonra Sarı Zeybek eşliğinde öğrenciler zeybek oynayacak.
Atatürk’ün beğenilerine uygun hazırlanmış aperatifler, öğrenci orkestrasının çaldığı klasik müzik eşliğinde ikram edilecek. Aperatif olarak, peynirli kuğu, kaşar peynirli ve jambonlu kanepe, taramalı kanepe, zeytin ezmeli kanepe, leblebili boza verilecek.
Atatürk’ün son 6 ayının konu edildiği dia gösterisinden sonra sevdiği yemekler ve sofrasına dair hatıraların yer aldığı barkovizyon sunumu yapılacak.
Emek verdiler
Ata’nın sofrası ünlüdür. Ama yapılan araştırmalara göre boğazına düşkün değildi ve sade bir yemek zevkine sahipti.
Böyle bir tercihte bir halk çocuğu olarak dünyaya gelmesi ve o şartlarda büyümesinin, yaşamının büyük bir bölümünü de ‘karavana’ yemeklere talim etmek durumunda kalan bir asker olarak geçirmesinin payı büyük olmalı. Dolmabahçe’de kaldığı süre içinde konukları olmadığı zamanlarda mütevazı sofra geleneğini sürdürdüğü biliniyor. Bir anlamda politikanın ve aktüalitenin ziyafet sofrası olarak tanımlanan Ata’nın sofrası, 9 Kasım akşamı Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesine kurulacak dev çadırda, konuklarının beğenisine sunulacak.
Mönüde ne var diye sorarsanız, ne yok ki... Kuru fasulye, bulgur pilavı, labadalı pilav, karnıyarık, pirzola, enginar, fava, irmik helvası, kavun, portakal, ayran ve limonata... Bilfen öğrencileri ayrı bir masada, cooking derslerinde yaptıkları pratik sayesinde isteyen konuklara sucuklu yumurta, kaşar peynirli omlet hazırlayacak.
Milli Saraylar Dairesi’nin bu organizasyonda payı büyük. Anma törenlerinin tekdüze geçtiğinden şikayetçi olanlar, Milli Saraylar Dairesi’nin gerçekleştirdiği bu geceyi bir yere not etsinler. Bence, Atatürk yaşasaydı, bu çocuklarla gurur duyardı.
Zeka oyunları
Kök Yayıncılık, Ferit Avcı imzasıyla ‘Zeka Oyunları’ adlı iki kitap yayınladı. Bu iki kitap bir beyin jimnastiği kitabı da sayılır. Bulmacalar ve bilmeceler arasında beyinleriniz hoplayıp zıplayacak. Ferit Avcı bu kitabı hazırlarken, sekiz-on üç yaşları arasındaki tüm çocukların şıp diye çözebilecekleri kadar kolay bulmacalar olmasına çalışmış. Tatillerde zamanınızı değerlendirmek için, okul zamanı da derslere ara verip beyinlerinizi hoplatıp dinlendirmek üzere bu kitaba başvurabilirsiniz. Kitabın fiyatı
8 YTL.
Kendi başına düşünen çocuklar
Başkalarını anlayan, özgüveni yüksek, kendi başına düşünen, ahlaklı çocuklar yetiştirmeyi amaçlarız.
Hiç kimse çocuğunun hep dışarıdan yönlendirilen birisi haline gelmesini istemez. Çünkü dış etkiler ve başkaları tarafından yönlendirilen çocukları genellikle mutsuz ve başarısız bir yaşam bekler. Optimis’ten çıkan ‘Kendi Başına Düşünen Çocuklar’ kitabı, çocuk eğitimine ışık tutuyor.
Beş çocuk annesi olan yazar Dr. Elise Medhus hem bilimin hem de kendi deneylerinin ışığında hazırladığı kitapta, 100 önemli problem ve çözümleri de yer alıyor.
UNUTMAYIN
Bu kez çocuklar seçecek
Almanya, Birleşik Krallık, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya dahil olmak üzere, Avrupa’nın pek çok ülkesinde düzenlenen, çocukların büyük ilgisini çeken Jetix Çocuk Ödülleri projesi, Türkiye’de ilk defa Jetix ve Pınar Kido işbirliği ile gerçekleşiyor. Jetix ve Pınar Kido’nun çocukları daha iyi anlamak ve çocukların tercihleri hakkında daha fazla bilgi edinmek amacıyla düzenledikleri oylama, ülke çapında yapılacak. Çocuklar en sevdikleri ünlüleri belirlemek için oy verecek. Çocuklar www.jetix.com.tr sitesini ziyaret ederek müzik, spor, film, TV ile ilgili toplam dokuz kategoride oy verecek. Kazananların ödülleri Jetix Kido Çocuk Ödülleri , 4 Aralık 2005 günü Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda verilecek.
Ağaçlar arasında huzur evi
Ağaçlarla çevrili bahçesi, kapalı yüzme havuzu ve konforlu odalarıyla çok özel bir huzurevi hizmete girdi. Bakım Ünitesi ve Huzurevi olmak üzere iki bölümden oluşan Doğa Huzur ve Bakımevi, günlük yaşamlarını bağımsız sürdüremeyen Alzheimer hastalarını, felç gibi hastalıklara bağlı olarak geçici veya sürekli yatağa bağımlı yaşayan kişileri, 55 yaşın üzerindeki sağlıklı ve yaşlı bireyleri kabul edecek.
Sağlık hizmetini en yüksek hijyen koşullarıyla sunmak üzere oluşturulan bakım ünitesi, yatağa bağımlı olarak yaşamını sürdüren hastaların hemşire ve hasta bakıcılar tarafından 24 saat gözetiminin ve bakımının yapıldığı bir bölüm olarak tasarlandı. Doktor, psikolog, hemşire ve hasta bakıcıların görev yaptığı Doğa Huzur ve Bakımevi’nde hasta ve yaşlı bireylerin sağlık kontrolleri nöroloji ve dahiliye hekimleri tarafından gerçekleştirilecek.
Tel: 0 216 517 12 12
www.dogahuzurevi.com
Yazının Devamını Oku 29 Ekim 2005
Elektronik posta kutumu dolduran mesajların çokluğundan derin bir yaraya parmak bastığım anlaşılıyor. Bu toprağın havasından mı, suyundan mı bilinmez, kız-baba ilişkisinde mutlu grafik yakalayanların sayısı azdır. Mutlu azınlık bana göre bu grafiği yakalayan baba ve kızlardır.
Beş yaşındaki kızıyla üç yıldır yalnız yaşama mücadelesi veren 30’lu yaşların başındaki bir okurum ‘Eski kocam iki yıldır ortalıkta yok. Arada bir geliyor, kızını görüyor sonra yine kayboluyor. Kızımın dengesi alt üst durumda. Babası ne var, ne de yok. Kızların babalarıyla barışmasını, onları sevmesini öneriyorsunuz ama bizim durumumuzda kızımın babasıyla barışması mümkün mü?’ diye soruyor.
Açıkçası bu soruya nasıl bir yanıt vermem gerektiğini uzun uzun düşündüm. Sorumluluk söz konusu olduğunda erkekler neden kaçak güreşmeyi tercih ediyorlar bilmiyorum. Babalık meselesi oldukça derin ve sorunlu bir konu.
Başka bir okurum, 10 yıl önce ayrıldığı eşinin kızıyla olan ilişkisini kendisiyle olan iletişimine göre yönlendirdiğini anlatıyor. Adam, duygularını bastıramadığı için eski eşine olan öfkesini kızından çıkarıyormuş. Bu adama şöyle seslenmek gerekir:
Model olmalı
Bre gafil, madem babalık sorumluluğunu kaldıracak bir karaktere sahip değilsin niye çocuk sahibi oluyorsun? Bu dengesizliğinin yaratacağı duygusal travmanın sorumluluğunu üstlenmeye hazır mısın? Kızın büyüdüğünde, sende göremediği baba sevgisini kendinden yaşça büyük adamlarda aradığında kafanı vuracak duvar mı arayacaksın? Gerçekten aynı durumda olan kadınların işi çok zor.
Eski defterleri kapatan, kendine yeni bir yaşam kurmaya hazırlanan genç bir okurum da kızına babalık yapacak biriyle evlenmeyi düşündüğünü ama kafasında soru işaretleri olduğunu söylüyor. Kızının babası ve eşi arasında ikilemde kalmasından korkuyormuş. ‘Korkuyorum ama kızımın saçını okşayacak bir babaya ihtiyacı olduğunu da görüyorum. Babası bu boşluğu dolduramıyor. Aramıyor, sormuyor. Kızım sağlıklı mı, hasta mı, mutlu mu, mutsuz mu haberi yok. Benim yerimde olsanız ne yaparsınız?’ diye soruyor.
Siz olsaydınız ne yapardınız? Benim aklıma ‘Selvi Boylum Ak Yazmalım’ filmi geldi. Asya’nın yaptığı tercihi hatırladım.
Karar verirken her yönüyle düşünülmeli. Ama bir çocuğu babasız büyütmek de kolay değil. Eğer biyolojik babası sadece biyolojik baba olarak kalmakta ısrar ediyorsa yapacak bir şey yok. Ben, kızınızı, bir babanın sıcaklığından mahrum etmeyin derim.
Doğru karar verin
Küçük çocukların ve ergenlik sonrası büyük çocukların ikinci eşi daha kolay kabul ettikleri biliniyor. Çocuğa baba bulacağım derken kendinizi daha büyük sorun içinde bulmayın.
Ama umutsuzluğa da kapılmayın. İkinci evliliğini çok iyi götüren, çocukların çok mutlu olduğu deneyimler yok değil. Sadece doğru seçim yapmak önemli. Biyolojik babalar, babalığı layıkıyla yapma konusunda ayak diriyorsa, zorlamayın. Bu durumdaki kadınlara ‘Doğduğun değil doyduğun yere aitsin’ atasözünü hatırlatırım:‘Kızları babalarıyla barıştıramıyorsanız üzülmeyin. Doğurtanın değil, doyuranın peşinden gidin.’
Umutsuzluğa kapılmayın
Her çocuğun bir baba sıcaklığına ihtiyacı olduğunu unutmayın. İdeal olan biyolojik babanın sevgisiyle çocuk büyütmek. Ama biyolojik baba yan çiziyorsa, alternatif aranabilir.
BİR OKUR MEKTUBU
9 yaşında karşılıksız aşk
Şimdi 9 yaşında olan kızıma hamileliğimin son günlerinde eşim, genç asistanına aşık oldu. İyi eğitimli de olsam kadınlık gururuna yenik düştüm. Kavgalı gürültülü ama tek celsede anlaşarak boşandık. Hiçbir maddi destek istemediğim gibi neredeyse üstüne bazı birikimlerimi vererek ayrıldım. Hayat kavgasına 6 aylık bir bebekle yalnız olarak devam ettim.
Bana, salaklık yapmışsın demeyeceğinizden emin olduğum için yazıyorum. Zaten herkes yeterince söyledi. Yaşadıklarımı atlatmam kolay olmadı ve zaman aldı. Ama bugün kızımdan gözyaşları eşliğinde soru gelince yazmak istedim.
Kızım bana dedi ki; Anne neden beni sevmeyen birini seviyorum?
İşte o zaman asıl sorunla karşılaştığımı anladım. Ben kendi sorunlarımı aşmıştım. Ama kızım... Babasının kendisini sevmediğine ve değer vermediğine inanan kızıma nasıl yardım edebilirim? Üstelik babası buna zemin hazırlarken.
Sizin gibi zaman zaman patlamalar yaşasam da sonunda ona dönüp her şeyi düzelterek, ‘Baban sadece beni sevmekten vazgeçti, seni değil’ diye konuşuyorum. Babası, ‘etraf ne der’ kaygısıyla yüzeysel bir ilgi gösteriyor.
Üvey anne konumuna yükselmiş asistan hanım ‘Baban sen olmadan ayrılmıştı’ iğnelemeleriyle kızımı etkilerken ben ne yapabilirim?
Açıkçası, artık yeni nesil rol de yemiyor. ‘Babandır’ sözlerime, mantıklı bir açıklaması oluyor kızımın...
İyi desem olmuyor, kötü desem olmuyor. Son olarak, ‘babanı böyle kabul et kızım’ dediğimde bana ‘Anne neden beni sevmeyen birini seviyorum?’ diye sordu.
Zavallı kızım daha 9 yaşında karşılıksız aşk acısı çekiyor. Zor bir durum biliyorum ama belki birkaç sözünüz olabilir...
Yazının Devamını Oku 22 Ekim 2005
Kız çocuklarının baba ile olan ilişkisi gelecekteki yaşamını belirliyor. Babalarıyla pozitif ilişki içinde olan kız çocukları ileriki yaşlarda daha az psikolojik bozukluk yaşıyor. Babalarından övgü alan ve değer gören kız çocukları ise daha bağımsız, özgüveni yüksek kadınlar olarak yaşamlarını sürdürüyor.
Karşısında oturduğum psikiyatr, gözümün içine baka baka ‘Eğer gelecekte Nehir’in iyi bir evlilik yapmasını istiyorsanız, babasıyla arasının iyi olması için elinizden geleni yapın’ dedi. Bu cümleyi öyle vurgulu söyledi ki, kendimden şüphe duydum. Acaba baba-kız ilişkisine darbe vuracak bir portre mi çiziyorum diye düşündüm.
Son 6 yılı gözümün önünden bir film şeridi gibi geçirince derin bir nefes aldım. Bu konuda engelleyemediğim negatif sinyal yüklü birkaç duygusal patlamayı saymazsak gümüş bir madalya hak edecek kadar iyi bir grafik çizdiğimi iddia edebilirim. Ancak böyle alengirli, derin işleri sağlıklı yürütmek zor, dışardan konuşmak kolay. Sanıyorum herkes, ideal bir baba-kız ilişkisinin tek taraflı sağlanamayacağını biliyor.
Tam babalar ve kızları konusunu düşünürken telefonum çaldı. 10 yaşında bir kız annesi olan arkadaşımın canı fena halde sıkkındı. ‘Hayırdır’ demeye fırsat bile vermedi. Konuşmasına ‘Ben bu adamla ne yapacağım söyler misin?’ cümlesiyle başladığına göre hiç de iyi şeyler olmamıştı;
‘Melis, geçen hafta kuzeninin doğum günü nedeniyle babasına gitmedi. Bu hafta ne oldu dersin? Babası hafta sonu alacağını söyledi ama ne geldi ne de aradı. Anlayacağın kızım babası tarafından cezalandırıldı. Aslında arayıp aramaması benim umurumda bile değil. En azından yüz yüze gelip muhatap olmuyorum diye seviniyorum. Ama kızım babasını özlüyor. Bütün öfkem, kızım üzülecek diye. Ancak adama bir kafa atarsam rahatlayacağım.’
Vallahi içim daraldı. Kız haklı. Melis’in babasıyla arasının iyi olması için atmadığı takla kalmıyor. İki yıldır kendini yiyip bitirdi. Bir anne olarak elinden geleni yapıyor. Anlayacağınız, o da bizim kulüpten.
Bizim kulübün anneleri, ayrılma kararının sorumluluğuyla çocukların babalarıyla olan ilişkisinin sağlam temele oturması için ellerindeki tüm tuğlaları konması gereken yerlere yerleştiriyor. Mesela ben, Nehir, babasını her özlediğinde, her görmek istediğinde, gece demedim, gündüz demedim, müsait değilim demedim, götürdüm, getirdim, bekledim. Arkadaşım anlatınca bende galeyana geldim. Artık benden de bu kadar.
SORUMLULUĞUNU BİLİR
Bundan sonra kızım ve babası ilişkilerinin hangi düzeyde ve nasıl yürüyeceğine kendileri karar verecek. Nehir, benimle çata çat kavga etmesini biliyorsa, hakkını arıyorsa, babası karşısında da aynı performansı göstermeli. Biliyorum ki, babası kızını üzecek bir adım atmaz. O da benim gibi kızının mutlu olması için Fizan’a gitmesi gerekiyorsa, gider. Zaten dünyanın anneden ibaret olmadığını gösteren baba değil midir?
Bence babalık, çocuğun dünyasında kendi yerini keşfetmeyle başlıyor. Bu yolculuğun keyif verici ve heyecanlı bir yolculuğa dönüşmesi için kızların babayla barışmaları kadar babaların da kızlarıyla barışması şart.
Boşanma oranlarının katlanarak arttığı günümüzde aynı evde yaşamak, aynı evde çocuk büyütmek lüks oldu. Çoğu baba, ayrı evde yaşamalarını öne sürerek çocuklarıyla ilişkilerinde ipe un seriyor. Çocuğuyla yeteri kadar ilgilenmeyen babalara Amerikan Maryland Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmayı vicdanlarına sürecekleri merhemleri olmasın diye hatırlatmak istiyorum.
Çocuğuyla ilgili olan babaların çocukları, diğerlerine oranla çok daha az ‘problemli’ oluyor.
Boşanmış babalar ‘İlgilenelim ama nasıl? Yan yana geldiğimiz zaman kısıtlı’ gibi bir gerekçenin arkasına sığınmasınlar.
Bu araştırmanın en ilginç sonucu bu gerekçeyle hareket eden babaların iddiasını çürütüyor;
İlgili babanın çocuğu, çocukla aynı evde yaşamasa bile (burada boşanmadan söz ediyorum) aynı gelişimi gösteriyor. Önemli olan babanın çocuğu ne kadar sıklıkta gördüğü değil, çocukla ne sıklıkta iletişim içinde olduğu.günlük aktivitelerinden bire bir haberi olan ve çocuğuyla günlük yaşamını paylaşan babaların çocukları okulda çok daha başarılı oluyor. Demek ki ilgilenmek için aynı evde yaşamak gerekmiyor.
İlgili baba ne demek? Tanımını yapıyorum; Çocuğuna kitap okuyan, çocuğun eğitimiyle ilgilenen ve çocuğun günlük yaşamında ona annesi kadar yakın olan babadır.
Kız çocukları doğru kurulmuş baba-kız ilişkisinin avantajını ömür boyu yaşıyor. Uzmanlara göre doğumdan 5 yaşında kadar babasıyla pozitif ilişki içinde olan kız çocukları ileriki yaşlarda daha az psikolojik bozukluk yaşıyor. Babalarından övgü alan ve değer gören kız çocukları ise daha bağımsız, özgüveni yüksek kadınlar olarak yaşamlarını sürdürüyor.
Halk arasında yaygın olarak kullanılan ‘kaderi annesine benzemesin’ sözü bütün bu araştırmaları nasıl da iyi özetliyor. Demek ki, gelecekte iyi bir evlilik yapmak için babalarla barışmak gerekiyor. Haydi kızlar, babalarınızla barışın.
Şimdi okuma zamanı
Bir grup yayıncının hayata geçirdiği ‘bedavakitap.com’ sitesiyle herkes kitabı bedava okuyacak. Özellikle Atatürk’ün Nutuk kitabı ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilköğretim ve lise öğrencileri için önerdiği ‘100 Temel Eser’, www.bedavatakitap.com adresinden ücretsiz olarak temin edilebilecek. ‘Okumanın önündeki engelleri kaldırdık’ sloganıyla hareket eden proje yöneticileri, okurların istedikleri kitaba Türkiye’nin her noktasına sadece kargo ücreti ödeyerek sahip olacaklarını belirtiyor.
NOT DEFTERİ
‘Eve organik gıda hizmeti
Çoğunluk hormonlu gıdalara karşı teyakkuzda. Zamansızlık, istediği ürünü bulamama gibi problem yaşayanlar için City Farm yeni bir hizmet başlatmış. ‘Eve Organik’ hizmetiyle, beslenme alışkanlıklarınıza ve zevkinize göre, her hafta, farklı bir paket hazırlatabilirsiniz. Mevsimine göre yetişen organik sebze ve meyveleri almak için her hafta salı günü saat 12.00’a kadar siparişinizi vermeniz gerekiyor. Siparişiniz, çarşamba günü istediğiniz saatte adresinize ücretsiz olarak teslim ediliyor. Ödeme, teslimat sırasında peşin veya kredi kartıyla yapılabiliyor. Eve hizmetten yararlanmak isteyenler 0212 345 03 60 numaralı telefonu arayabilir.
Yazının Devamını Oku 14 Ekim 2005
Çocukların konuşma, şarkı söyleme, iletişim, konsantrasyon, okuma becerisi, sözlü ve yazılı ifade yeteneği, kendi kendine yetebilme, anlama ve kavrama yeteneklerinde ilerleme sağlaması için geliştirilen ve Mozart’ın müziklerinin kullanıldığı Tomatis Metodu’nu anne-kız denedik. Konuşma ve anlama yeteneği konusunda annemle beni ters yüz etmeyi çocuk oyuncağı haline getiren Nehir’in bu yeteneklerini bir kademe daha artırması halinde ne olacağını merak ettiğim için, cumartesi cumartesi Üsküdar’dan kalkıp Tarabya’ya gittim. Sevgili kızımı da yanımda sürükledim.
İkimizde uykucuyuz. 07.00’da ayakta olma gibi bir işkenceyi haftada beş gün yaşayınca, hafta sonundaki iki günlük uykuyu bozacak hiçbir randevu ve öneriye sıcak bakmıyoruz. Bu yüzden Tomatis Dinleme Merkezi’ndeki randevumuzu 15.00’e aldık.
Merkezin kurucusu, Avusturyalı Psikiyatr İris Steinfeld Akıncı, öyle pozitif bir kadın ki, elinden tutup test odasına götürdüğünde, Nehir itiraz etmeden tıpış tıpış peşinden gitti.
15 dakika sonra kapı açıldı, Nehir yüzünde gülücüklerle çocukların oyun odasına daldı. Kızım, Mozart dinlerken bu kez aynı odaya ben girdim. İç ve dış kulağın frekans ölçümüyle gelmişiniz, geçmişiniz kısaca ruh röntgeniniz çekiliyor. İris hanım, Nehir’in algılarının çok yüksek olduğunu, duymak istemediği konularda kendini iletişime kapattığını, böylece savunma mekanizmasını harekete geçirerek kendini koruduğunu söyledi.
KORKULARI VARMIŞ
Nehir’in uyku kalitesinin ameliyattan sonra yükseldiğini düşünüyordum ama hala tam kaliteli bir uyku uyumuyormuş. Parmak emme konusunun temelinde de korkuları yatıyormuş. Bebeklik ve daha ileriki yaşlarda yaşadığı travmalar nedeniyle korkuları besleniyor, böylece parmak emmeye devam ediyormuş.
Özgüveni yüksek olan kızımın çok fazla kafasıyla iş yaptığını söyleyen İris hanım, biraz bedensel aktivitenin artırılması gerektiği konusunda öneride bulundu. Okulun rehberlik ve psikoloji bölümünü arayarak fen kulübünden modern dans kulübüne geçmesini rica ettim. Artık Nehir, bedenini de en az beyni kadar aktif kullanacak.
İris hanımın, 15 dakika içinde bu kadar bilgiyi arka arkaya sıralaması beni çok şaşırttı. Zaten Tomatis Metodu’nda test aşaması ve yorumu çok önemli. Çünkü, bu teste göre kürler düzenleniyor. Ancak bu test 6 yaş üstü çocuklara yapılabiliyor.
Nehir’le aramda bir paralellik olup olmadığını görmek için ben de teste girdim. Bende duygusal bir yorgunluk varmış. Pozitif enerjim yüksek, işten zevk alıyorum, nefes yollarımda tıkanıklık var, omuriliğim dengesizmiş ve enerji kanallarımın da açılması gerekiyormuş. Geçmişte yaşadığım travmalarım da var. Tomatis Metodu’yla tedavi olan 17 yaş altı çocukların anneleri de ücretsiz olarak tedaviye dahil ediliyor. Çünkü paralel yapılan tedaviden daha hızlı sonuç alınıyor.
Psikiyatr İris Akıncı, Tomatis Metodu’nun, algılama potansiyelimizi ve iletişim yeteneğimizi en optimal şekilde kullanmamızı sağladığını, bu teknikten yararlanan kişilerin özgüven kazandıklarını, iletişim sorunlarının üstesinden gelerek tercihlerini sağlıklı olarak yapabildiklerini söylüyor.
ÜÇ KÜRDEN OLUŞUYOR
Alfred Tomatis’in1940’lı yılların sonunda gerçekleştirdiği araştırmaları baz alan metodu deneyen aileler, çocuklarının konuşma ve şarkı söyleme kalitesinde artış, iletişim, konsantrasyon, anlama ve kavrama yeteneklerinde ilerleme olduğunu belirtiyor.
Temel program üç kürden oluşuyor. 10 günlük kürden sonra bir ay ara veriliyor, sonra 8’er günlük iki kür ve yine birer ay ara ile sorunların üstesinden geliniyor. Nehir’in korku problemi için hem Mozart hem de Gregoryan müziği dinlememiz gerekiyor. Tabii, frekanslarıyla oynanmış müziklerden bahsediyorum.
İris hanıma her akşam Nehir’e hikaye okuduğumu söylediğimde bana ‘Kitabı okurken sağ tarafında oturun, sizi sağ kulağından dinlesin. Sol tarafında olursanız, kitabın heyecanına kapılır, hayal kurar ve uykuya zor geçer’ tavsiyesinde bulundu.
Demek ki çocuklarına hikaye okuyan, masal anlatan anne babalar bundan böyle sağ tarafı rezerve edecekler. İris hanımın bebek bekleyen annelere iki ayrı tavsiyesi var:
Birincisi, bir el fenerini karnınızın üzerinde gezdirin. Anne karnındaki bebek, o ışığı gözüyle takip ediyormuş. Ayrıca yüksek sesle şarkı söylemeyi, kitap okumayı da ihmal etmeyin.
Tomatis Metodu özellikle doğuma hazırlanan anne adayları için öneriliyor. Kulak, gebeliğin 18. haftasında oluşumunu tamamlayarak, beyin gelişimini destekleme gibi çok önemli bir rol üstleniyor. Çocuğun dinleme isteği henüz anne karnındayken başladığı için annenin sesi bir nevi duygusal besin ve yaşam enerjisi kaynağı oluyor.
Yetişkinlerde huzursuzluklar, başkaldırılar, kırgınlıklar, gerginlikler yok oluyor. Ancak, merkezin önemli çalışma grubunu çocuklar oluşturuyor. Ters okuma ve yazma sorunu, disleksi başta olmak üzere hiperaktivite, ileri iletişim bozukluğu, otizm gibi sorunlarda ilerleme kaydediliyor. İris hanıma göre onların doktoru Mozart. Neden Mozart derseniz, ince ve kalın titreşimleri bir arada barındıran besteler sadece Mozart’a ait. Başka hiçbir bestede ve kainattaki hiçbir seste bu özellik yokmuş. Mozart, bestelerinin böyle bir tedavide kullanıldığını görse eminim kendisi de şaşırırdı.
UNUTMAYIN
Anaokulu ve kreş rehberi
İki çocuk sahibi Psikolog Ayşe Güner, anaokulu ve kreş çağında çocuğu olan ebeveynleri düşünerek kapsamlı bir çalışma yapmış. ‘Anaokulu ve Kreş için Anne Baba Rehberi’ adlı kitap Optimist Yayınlarından çıktı. Çocukların bedensel, bilişsel, sosyal ve duygusal gelişimi konusuna da ışık tutan kitabın ‘Anılar’ bölümü, hem eğlenceli hem de eğitici yaşanmış öykülerden oluşuyor. Çocuğunu anaokulu ve kreşe göndermiş olanlar, planlayanlar için hazırlanmış bir kitaba göz atmanızı öneririm.
Annelik Halleri
Yarın, saat 14.00-15.00 arasında Beylikdüzü’ndeki TÜYAP Kitap Fuarı’nda 3. salonda, 212/C’deki Selis&Elest Yayınevi standında ‘Annelik Halleri’ kitabımı imzalayacağım. Psikoterapi öykü meraklıları da aynı yerde Füsun Saka’ya ‘Yeter ki Sen İste’ kitabını imzalatabilir. Yarın görüşmek dileğiyle...
Yazının Devamını Oku 7 Ekim 2005
Bu hafta, sanal alemin gücü ile bir araya gelmiş, başlangıçta tek ortak noktaları anne olmak, kendini anne hissetmek olan bir grup koca yürekli kadından söz etmek istiyorum. Belki siz de bir çocuğun yüzüne kocaman bir gülücük kondurmak isteyebilirsiniz.
Okul açıldıktan beş gün sonra yaptığımız ilk veli toplantısında, çocuklarımızın oturduğu küçük sandalyelere sığmaya çalışırken, yaşları 30’un üzerinde olan veliler olarak, sanki ilkokula biz başlıyormuş gibi garip bir heyecan içindeydik.
Sınıf öğretmenimiz Hülya hanımın ‘Toplantıya başlamadan önce sizden çok önemli bir ricam var’ cümlesiyle başlayan sözlerinin arkasından ne geleceği konusunda hiç birimizin bir fikri yoktu. Sayısını hatırlayamayacağı kadar çocuk yetiştiren Hülya hanım, tüm velileri şaşırtan bir istekte bulundu;
‘Bugüne kadar sadece birer evladınız vardı. Ancak bugünden sonra 22 evladınız var. Bundan sonra atacağınız her adımda, söyleyeceğiniz her sözde 22 çocuğunuz olduğunu hatırlayarak, hareket edin.’
Bu sözler tüylerimi diken diken etti. O güne kadar çevremdeki, sokaktaki çocukların hiçbirine bu düşünceyle yaklaşmadığımı fark ettim. Yere düşen bir çocuğa (paranoyaklığımdan dolayı) belki annesinden daha hızlı hamle yapıp müdahale etmişliğim, ağlayan bir çocuğu şefkatle sarıp kucaklayışlarım olmuştur. Ama gözümün nuru, bir tanecik kızım yerine ikinci bir çocuk bile düşünmezken, 22 çocuk fikri beni gerçekten sarstı ve daha sorumlu bir anne olarak hayata devam etme konusunda duygularımı tetikledi.
HEPSİ BİZİM ÇOCUĞUMUZ
Tam ben bunları düşünürken, Ankaralı bir grup annenin yaptıklarından haberdar oldum. Onlardan sizin de haberiniz olsun istedim. Belki patlamış mısır tanelerinden biri de siz olursunuz.
Onlar, tek tekeri kırık bir araba, elbisesi biraz eskimiş oyuncak bir bebek, bir torba patlamış mısırla çıktılar yola. Tek ortak noktaları anne olmaktı. Kimi zaman kendi çocuklarının zamanından çaldılar, kimi zaman işe geç kalmayı göze aldılar, bir saatlik öğle tatiline sığdırıverdiler her şeyi.
‘Marifet doğurmak değil, anne olmak’ dediler. Tüm çocukların akan burnunu silecek kadar yüce yürekli, dertlerine çare arayacak kadar güçlü olmaktan bahsettiler. Ve bunu başardılar da.
Sanal alemin gücü ile bir araya gelmiş, başlangıçta tek ortak noktaları anne olmak, kendini anne hissetmek olan bir grup koca yürekli kadından söz ediyorum.
Bir yılbaşı öncesi, çocuk yuvası ziyareti yapmak geliverdi akıllarına. Bir çocuğu mutlu edebilecek, hafızasına o günü kazıyacak her türlü detayı düşündüler. Pastalar, süslemeler, hediyeler, palyaçolar.
Tıpkı kendi çocuklarını besler gibi tek tek elleriyle beslediler bütün kuzuları. Sonra Hacettepe Üniversitesi Pediatrik Onkoloji Bölümü’ndeki masum yavrulara, dertli ana babalara uzandı elleri ve yürekleri... Saçları dökülmüş, gün yüzleri solmuş, bir çift zeytin göze umut verdi bakışları.
SİZ DE KATILABİLİRSİNİZ
Bir küçük torba patlamış mısır, rengi umut dolu bir pembe balonla güldürdüler hiç gülmeyecek sanılan o yüzleri. Sonra bu da yetmedi, daha neler yapabiliriz nerelere uzanabiliriz diye düşünürlerken, SSK Çocuk Hastanesi’nde buldular kendilerini. Patlatıp götürdükleri mısır taneleri gibi arttı bir bir sayıları...
Her ziyarette yaptığı işten memnun, hasta çocukların şansına isyan eden bir anne daha eklendi aralarına. İçlerine, yüreklerine ağladılar çoğu kez... Evlerine gidip şükürle sarıldıklarında kendi çocuklarına dert ettikleri şeylerin anlamsızlığına ağladılar. Hayat etraflarındaydı aslında, sadece görmesini öğrendiler.
Kendi çocuklarının sıkılıp ya da yıprandı diye ellerinin tersiyle ittiği oyuncakların yarattığı mucizeyi gördüler. Kurumuş bir şişe ojenin, kollarını kaldırmaya hali olmayan süslü bir kuzunun tırnaklarında canlandığını, onu hayata bağladığını fark ettiler. Tüm bunları yaparken, arkalarında ne bir kişi, ne bir kuruluş vardı. Arkalarına aldıkları tek şey koca yürekleri, ‘bugün daha fazla neler yapabiliriz?’ düşünceleriydi.
Şimdi, tüm aslan yürekli anneleri, annesiz çocuklara, bir kucak hasta ve çaresize dayanacak bir omuz olmaya davet ediyorlar.
Eğer siz de minik bir kuzunun yüzündeki o umutsuzluğu umuda döndürmek, ne işe yarar ki dediğiniz bir şeyle bir yavruyu sevindirmek, hastane koridorlarındabekleyen ana babalara sarılıp biz de anneyiz ‘her şey güzel olacak’ demek istiyorsanız;
Patlamış mısır efsanesiyle başlayan, birer mısır tanesi gibi sayıları artan annelerden, kendinde anne yüreği taşıyanlardan biri olun, www.ankaradakianneler.com sitesinden yardımları takip edip, bir gülücük de siz ekleyin hayata.
UNUTMAYIN
Zevkli giyinin
Hamilelik döneminde zevkinize uygun kıyafet bulmakta zorlanıyorsanız, sadece anne adaylarına yönelik hazırladığı özel koleksiyonuyla birbirinden değişik seçenekler sunan Mom-To-Be’yi deneyin. Mom-To-Be günlük, iş ve abiye kıyafetlerle hamilelere renkli, modern ve şık seçenekler sunuyor.
Bu dönemde modayı yakından takip etme olanağından yoksun kalmıyorsunuz. Yeni sezonun hamile modasında yeşiller ve kahve tonları göze çarparken, kiremit rengi de dikkat çekiyor.
NOT DEFTERİ
Bebeğim büyüyor
Ebeveynlerin ve anne baba adaylarının 0-30 ay arası bebeklerin gelişim evrelerini deneyimlemeleri ve bebeklerinin ihtiyaçlarını daha iyi anlamalarını sağlamak amacıyla hayata geçirilen ‘Prima Bebek Dünyası’, 4-9 Ekim tarihleri arasında da İstanbul Metrocity girişinde ziyaretçilerini ağırlayacak.
Bebeğin 0-30 ay arasında geçirdiği evrelere göre tasarlanan Prima Bebek Dünyası, 4 farklı aşamadan oluşuyor; ‘Henüz Doğmadım Anne Karnı’, ‘Artık Dünyaya Geldim Yeni Doğan (0-2 Ay)’, ‘Etrafımdaki Dünyayı Keşfediyorum Aktif Bebek ( 2-12 Ay), ‘Dünyayı Tanımak İçin Yola Çıktım İlk Adımlar (12-30 Ay)’. Farklı bir gün için çocuklarınızı alın, bu deneyimi yaşayın.
Patlamış mısır gibi
Patlamış mısır efsanesiyle başlayan, birer mısır tanesi gibi sayıları artan Ankara’daki anneler, başka şehirlerde de çoğalmak, çocukların yüzlerine birer gülücük eklemenin peşindeler.
Yazının Devamını Oku 30 Eylül 2005
Çocuğunuz arkadaş grubunda seviliyor, arkadaşları hep onu arıyor ve onlar arasında sözünü dinletiyorsa, lider ruhlu bir çocuğa sahip olduğunuzu düşünebilirsiniz. Zaten şimdiki çocuklar liderlik özelliklerini küçük yaştan itibaren gözümüzün içine sokuyor.
Anaokulundan mezun olduğunda, sınıf arkadaşlarından üçünün annesi okul yönetimine verdikleri dilekçeyle, çocuklarının Nehir’le aynı sınıfta olmasını istedi. Bu talepleri annelerin ağzından duyduğumda kızım adına gurur duydum. Nehir, arkadaşları arasında hep popülerdi ama son bombasını önceki akşam patlattı!
Turgut ve Barış, Nehir’in yanında güvenliğini ‘Sen sağlayacaksın, ben sağlayacağım’ diye kavga etmişler. Neyse ki kızım, iki yakın arkadaş arasındaki sorunu kendine özgü yöntemle çözmüş; ‘Kavga etmeyin, biriniz sağımda, biriniz solumda dolaşabilirsiniz’ demiş. Çocuklar kabul etmişler.
Nehir bir balık kızı olmasına rağmen genelde hassas bir portre çizmiyor. Hep dışa dönük, hep sosyal, hep lider olmak için çabalıyor. Annesi olarak ben de önünü kesmiyorum, aksine isteklerini gerçekleştirsin diye yol gösteriyorum. Nehir liderlik yolundaki ilk adımlarını anaokulunda atmıştı. Sınıftaki diğer çocuklar arasında lider olmak isteyenler çıkınca çatışma kaçınılmaz olarak yaşandı.
Öğretmeni, Nehir’in bu noktada çok kıvrak davrandığını, başka birinin lider olarak karşısına çıkması durumunda ‘açık açık’ kendini belli etmek yerine, alttan alarak yine sınıfı peşinden sürüklediğini söylerdi.
ARKADAŞLARI ONU DİNLİYOR
Özellikle drama dersleri, çocukların liderlik özelliklerini parlatıyor. Çoğu aile, drama derslerinde çocuklarının bir gösteriye hazırlandığını düşünür. Oysa çocuklar hayata hazırlanıyor.
Her farklı drama çalışmasında çocuklar açık ya da bilinçaltındaki bir mesajı karşı tarafa iletiyor. Nehir, bu tip drama çalışmalarında genellikle anne rolünü üstleniyor. Anne rolünde beni taklit ettiğini biliyorum. Eline telefon alarak sınıfı bir köşeden bir köşeye yürüyor, telefonu başı ile omzu arasına sıkıştırıp aynı anda başka bir iş de yapabiliyor.
Kızım, liderliğini bu çalışmalarda herkese rol vererek gösteriyor. Bazen grupta itiraz eden olduğunda demokratik bir yaklaşımla ‘Peki sen ne olmak istiyorsun?’ diye fikrini sorup, işine gelmiyorsa, neden arkadaşına o rolü verdiğini açıklıyor. Ama evde durum farklı.
Anaokulunda sürdürdüğü hükmünü aile içinde sürdüremeyince mücadele alanından geri çekilmeyi tercih eden Nehir’e bazen öyle çok kızıyorum ki!
Özel bir günde akrabalarla bir araya geldiğimizde sevgili kızım önce havayı kokluyor. Çocuklar yanına gelip onu çağırmıyorsa dizimin dibinden ayrılmıyor. Bekliyor hem de hiç sabırsızlanmadan. Öylesine yapılmış davete prim vermiyor. Genellikle ilk yarım saat aramızda şöyle bir konuşma geçiyor;
- Kızım hadi çocuklara katılsana...
- Bana ne!
- Niye?
- Onlar kendi oyunlarını oynuyor. Şimdi benim istediğim oyunu oynamazlar.
- Sen de onların oynadığı oyuna katıl.
- Ben niye onlara katılıyormuşum? Onlar bana katılsın!
Çocuktaki özgüvene bakar mısınız? Kendisinden üç-dört yaş büyük, beş altı çocuk, oyunlarını bırakıp, Nehir ne istiyorsa onu yapacakmış. Nerede böyle bolluk?
Nehir’in duygularını, beden dilini de kullanarak ifade etme yeteneğini de yok sayamam. Tempo’nun sinema eleştirmeni Çiğdem Kömürcüoğlu, uzun zamandan beri Nehir’in farklı bir yüzü olduğunu, o yüzün çok şey ifade ettiğini söyler.
Gerçekten de Nehir, rol yaparken hiç zorlanmaz. Son dönemde yeni bir oyun çıkardı. Şımarıklıktan ağlıyorsa ve ben onu ciddiye almadığımı gösteriyorsam, yanaklarından şıpır şıpır damlayan gözyaşlarına aldırmadan gülümser, ‘yağmur yağdı ama şimdi güneş açtı’ diye pişkin pişkin sırıtır.
Sanıyorum, liderlik özelliğine bu rol yeteneği de büyük katkı sağlıyor. Empati yapmayı Nehir’e ben öğrettim. Bir gün bana ‘Anne lütfen kendini benim yerine koy ve ne düşündüğümü anlamaya çalış’ dedi. Dondum kaldım. Peşinden gittim, ne dediyse yaptım. Liderlik böyle bir şey olsa gerek diye düşünüyorum.
Aslında onlar için bir şeyler yapmak istiyorsanız, onu iyi bir şey yaptığında yakalayın ve takdir edin. Bu davranış, onların özgüvenlerini sağlamlaştırıyor. Tabi aldıkları sorumlulukları yerine getirme meselesi de var. Herhangi bir sorunda çözüm aşamasına çocukları dahil etmek fena bir fikir değil. İnanın, o parlak beyinlerden sizin aklınızın köşesinden bile geçmeyecek ne çözümler çıkıyor.
Nehir’in popülerliliği okulla sınırlı değil. Mahalle parkına gittiğinde de kendini belli ediyor. Çocuklar onunla yarışıp, onunla oyun oynamak istiyor. Bazen ‘Bu çocuk herhalde ışıldıyor. Herkesi çevresine topluyor’ diye dalga geçiyorum.
Nehir, yeni sınıfında, yeni arkadaşlarıyla ne yapacak bilmiyorum. Sanıyorum, ilk günden itibaren herkesi tek tek tanımaya çalışıyor. Benim bildiğim Nehir, rakiplerinin gücünü görmeden, onların ne yapacakları konusunda fikir sahibi olmadan hareket etmez. Aslında 7 yaşındaki bücürü kıskanmıyor değilim. Keşke, ondaki liderlik özelliğinin dörtte biri bende olsaydı. Ne mi yapardım? ‘Korkun benden’ diye ortalarda salınmam yetmez mi?
Lider çocukların özellikleri
n Arkadaşları arasında en popüler olan çocuklardır
n Sosyal faaliyetlere katılmaktan zevk alırlar
n Kulüplerde, organizasyonlarda yer almayı severler
n Birden fazla yakın arkadaşları vardır
n Başkalarına önem verirler
n Arkadaşları için endişelenirler
n Girdikleri yerde fark edilmek isterler
n Giyimleri, davranışları ve sözleriyle dikkat çekerler
n Sorunlara karşı duyarlıdırlar
n Sorumluluk alırlar ve uygularlar
Yaz lekelerine veda edin
Yaz boyunca güneşin cilt üzerinde yaptığı tahribatı yok etmek isteyenler için Eker Lazer Merkezi, garantili ve güvenilir yeni teknikler geliştirdi. Özellikle vakum ve inci pudrası ile kalınlaşmış, matlaşmış lekeli ciltlerin ölü hücrelerden oluşan üst tabakasından arınmayı sağlayan mikro-dermabrasyon ile iddialı olan merkezde, konusunda deneyimli dermotolog doktor, biokimya uzmanı ve estetisyenlerden oluşan bir ekip görev yapıyor.
TEL: (212) 280 5582
NOT DEFTERİ
Haydi çocuklar Parkorman’a
Okul öncesi kurumu eğitimcileri, anne-babalar, 2-7 yaş arası çocuklar, 1-2 Ekim tarihlerinde Parkorman’da buluşacak. 2-7 yaş arası okul öncesi çocuklara yönelik organize edilen şenlikte; daha kaliteli bir eğitimin kapılarını açacak yeni yaklaşım olanaklarını tanıma fırsatı veren, okul öncesi eğitim programları yer alıyor. Sabah 10.00’dan akşam 18.00’a kadar sürecek olan şenlikte ayrıca; tiyatro, çocuk filmleri, illüzyon, kukla, müzik, sağlık taraması, seramik- kolaj, doğa sporları yarışmaları, yaratıcı drama var. Ayrıca bu şenliğe katılan herkes UNİCEF’in desteklediği ‘Haydi Kızlar Okula’ kampanyasına katkıda bulunacak. Giriş ücreti, büyükler için 5 YTL, minikler ücretsiz.
Yazının Devamını Oku 23 Eylül 2005
<B>Sürekli başı ağrıyan biriyle hayatın tadını çıkarmak ne kadar mümkün olabilir? Annenin sağlık durumu en çok çocukları etkiliyor. Hayat kalitesini yarı yarıya düşüren baş ağrıları anne-çocuk iletişimini de bozuyor.
Ne zaman anneannem alnını tülbentle sıkı sıkıya bağlasa, ev halkı tülbendi başından çıkarıncaya kadar sesini yükseltmez, attığı adıma dikkat eder, evi dağıtmaz, zamanı gelmeyince yemek istemez, normal gidişatın dışında bir talepte bulunmazdı.
Anneannemin başı ağrıdığında sanki gizli bir sözleşme yapılmış gibi davranırdık. 30 yıl önce şeker taneleri şeklindeki pembe ağrı kesiciyi her zaman yanında taşıyan anneannem, pembe haplardan o kadar sık içerdi ki, bir zaman sonra etkisi kalmazdı. Anneannem, özellikle çocuklarının moralini olumsuz etkileyen migrenden menopozla birlikte kurtuldu. Ama o migrenden kurtulduğunda zaten dört çocuğu da evlenip, yuvadan ayrılalı çok olmuştu.
PERFORMANSIMIDÜŞÜRÜYOR
Benim migrenle tanışmamın üzerinden ise dört-beş yıl geçti. Tam tarihi hatırlamıyorum çünkü iş hayatıyla birlikte zaman zaman başım ağrırdı. Ağrılar, hayat kalitemi yüzde 50’ye yakın bir oranda düşürdüğünde bir nörologun kapısını çaldım. Yapılan tetkikler, hastalığımı doğru tarif etmem sonucunda migren teşhisi kondu. Verilen ilaçlarla denemeler yaptık. Ama hayatımda değişen bir şey yoktu. Ben yine haftanın üç-dört gününü ağrılı geçirir oldum.
Ağrı eşiği yüksek biriyim. Bir başkasını yatağa düşürecek ağrıya bana mısın demem. Ama beni bile tuş eden ağrılar karşısında bazen yapacağım bir şey kalmazdı. İşte o ağrılı günlerde Nehir de çok üzülürdü. Çünkü oyun oynayamaz, neşe içinde faaliyetlerde bulunamazdık. Her ani hareket ağır bir taşın beynimde yer değiştirmesi gibi hissetmeme neden olurdu. Nehir, ağrım geçsin diye, başıma masaj yapar, yüzüm güldüğünde sevinirdi.
Migrenim tutunca, ne yüksek ses, ne ışık isterdim. Ama akşama kadar beni özleyen kızıma bu haksızlığı yapmak istemediğimden karanlık oda yerine, salonu tercih ederdim. Ağrım şiddetlendikçe benim performansım düşerdi. Nehir bebekken bir şey anlamazdı ama bu durumum annemi perişan ederdi. Annem, odama gidip dinlenmemi ister, ben ısrarla annelik görevimi yerine getirmeye çalışırdım. Kısacası annem bana, ben kızıma kıyamazdım.
MİGRENDEN KURTULMAK MÜMKÜN
Nehir artık büyüdü, neyin ne olduğunu gayet iyi biliyor. Ben onu ne kadar iyi tanıyorsam, o da beni o kadar iyi tanıyor. Akşam merdivenlerde beni gördüğünde, yüzüme bakıp ‘Anne yine migrenin mi tuttu?’ diye soruyor. Sürekli başı ağrıyan biri olarak algılanmak istemediğimden Nehir’in bu sorusuna ‘Hayır’ yanıtını veriyorum. Ama annemden kaçamıyorum. O, bir şekilde dinlenmem, ağrımdan kurtulmam için ortam hazırlıyor.
Kiminle migren konusunu konuşsam aileden bir kadında mutlaka olduğunu öğreniyorum. Bu kadınlar, çocukluk dönemlerinde anneleri, teyzeleri, halaları ya da kız kardeşlerinin çektiği ıstıraptan ne kadar olumsuz etkilendiklerini dile getiriyorlar. Bir kişinin baş ağrısı tüm ev halkını olumsuz etkiliyor.
Ama ben menopoza kadar beklemeden bu işin çözümünü buldum. Nöral terapi adı verilen, dünyada sık, Türkiye’de ise yeni yeni uygulanan bir yöntemle migrenimden kurtulduğumu söyleyebilirim. Ağrılarım ayda bire düştü. O kadar ağrılı yaşamaya alışmıştım ki, ağrısız bir yaşamın ne olduğunu görünce, yeniden doğmuş gibiyim.
Tedavimi yapan Nörolog Emel Gökmen, beni yeniden hayata döndürdü. Yıllarca kendisi de migrenle yaşayan sevgili doktorum, ağrılı birini görünce dayanamıyor. Bu nedenle doğumuna bir hafta kalana kadar hastalarını yalnız bırakmadı. Derin’i doğurduktan bir ay sonra da işe döndü.
20 yıldır migrenle yaşayan bir tanıdığım beşinci seanstan sonra ağrısız yaşamla tanıştı. Bu işe en çok çocukları ve eşinin sevindiğini söylüyor. Çocuklar haklı. Ağrı çeken biriyle yaşamın tadını çıkarmak mümkün değil. Son günlerde şu slogan dilimden düşmüyor; Elveda ağrı, hoş geldin yaşam...
Hayata İlk Adım
Gazeteci Nora Romi, ‘Anne & Trend’ dergisinden sonra ‘Hayata İlk Adım’ dergisini yeni içeriğiyle okurlarla buluşturacak. 4 yıldır üç ayda bir yayınlanan ve jinekologlarda anne adaylarına hediye edilen Hayata İlk Adım dergisi yenilenen içeriğiyle artık her ay bayilerde anne adayları ve yeni annelerle buluşacak. Ekim ayından itibaren piyasada olacak derginin satış fiyatı 2,5 YTL. Ayrıca derginin içinde e-bebek.com’dan 150 YTL’lik indirim kuponları da olacak.
Kaçırmayın
Alman Hastanesi Tüp Bebek Merkezi - Bahçeci Kliniği Bilgilendirme Toplantıları devam ediyor. Ücretsiz düzenlenen Sonbahar Halk Toplantısı’nın konusu ‘Doğurganlığınızın üç düşmanı! Nasıl yenebilirsiniz? Nasıl tedavi olacaksınız?’
Profesör Mustafa Bahçeci başkanlığında 24 Eylül Cumartesi saat 11.00- 13.00 arasında düzenlenen toplantı adresi, Alman Hastanesi Konferans Salonu.
Yazının Devamını Oku 9 Eylül 2005
Yeni müfredattı, yeni ders programıydı, yeni ÖSS sistemiydi, liselerin dört yıla çıkmasıydı derken herkesin kafası karıştı. Okula başlayacak 1 milyonun üzerinde çocuk, bu yıl okuma yazmayı farklı bir sistemle öğrenecek. Bu işin içinden anne babalar olarak bakalım nasıl çıkacağız? Pazartesi okula başlayacak 1 milyon öğrencinin arasında kızım da var. Aslında içim biraz da buruk. Nehir’in okula başlayacağı ilk gününde yanında olamayacağım. Frankfurt’ta P&G Kadın ve Bebek Sağlığı Araştırma ve Geliştirme Laboratuvarları’nı geziyor olacağım. Bunun için ayrı vicdan azabı duyduğumu söylememe bilmem gerek var mı?
İki haftadır hummalı bir hazırlık içindeydik. Nehir, önce babasıyla okul formasını, sonra da benimle kırtasiye ve okul kitaplarını aldı. Denemek için jilesini giydiğinde kızımın ne kadar büyüdüğüne şahit oldum.
En sıkı pazarlığı okul çantasında yaptık. Nehir, büyüdüğünü, bu nedenle Barbie’li çanta istemediğini söyledi. Ben kızımı tanıyorum. Ben onun aklına uyup, koyu renk çanta alacağım, sonra okul başladığında kızların hepsinde pembeleri görünce benden ikinci çanta isteyecek!
Ben bu filmi anaokuluna başladığı yıl bir kez daha görmüştüm. O zaman yedim ama artık yemem! Sonunda çantada karar kılmışken, okulun tek tip portföy çanta kuralını öğrendik. Yani bir hafta boşuna tartışmışız...
Değişiklikler üst üste geldi
En büyük derdiğimiz kulağındaki sallantılı küpeler. Nehir, ne olursa olsun küpelerinden vazgeçmek istemiyor. Sahi ilkokulda küpe takmak yasak mı? Biz okula hazırız ama sistem hazır mı?
`Milli Eğitim Bakanlığı sistemi baştan sona yeniledi. Geçen yıl pilot okullarda uygulanan yeni müfredat, bu yıl tüm okullarda uygulanacak. Ders kitapları değişti, ders planları değişti, seçmeli dersler değişti.
En önemlisi okuma-yazma öğrenme konusundaki değişim. Çocuklar, bizim öğrendiğimiz dönemdeki gibi ses çıkararak okumayı öğrenecek. Bu tatilde Nehir’in okumasına en büyük katkıyı Türk televizyonları yaptı.
Meraklı kızım, programların saatlerini bize sormamak için televizyondan okumayı söktü. Hatta alt yazılı sinema filmlerinde kısa kelimeleri bile okur duruma geldi.
Gazeteciyiz ya, her türlü dedikodu önce bizim kulağımıza geliyor. Milli Eğitim Bakanlığı geçen yıl yeni ders kitaplarının yazılımıyla ilgili bir yarışma açmıştı. Yarışmayı, lideri yurtdışında yaşayan cemaate yakınlığıyla bilinen iki üç yayınevi kazanmış. Diğer yayınevlerinden itiraz gelince kitapların basımı gecikmiş.
Talim ve Terbiye Kurulu’na göre kitaplar hazır. Ama okullara sorduğunuzda henüz kitaplar gelmemiş. Okullar açıldıktan en erken bir hafta sonra kitapların dağıtılacağı iddia ediliyor.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da eğitime sorunlu giriyoruz. Yine de pozitif düşünerek, her şeyin iyi olacağına inanmak lazım. Yağmur duasına çıkmasak bile sorunsuz bir eğitim yılı için dua etmenin zararı yok.
Zihinleri açık olsun
1 milyona yakın çocuk, bu yıl okulla tanışacak. Çoğunluğu ilk kez sosyal hayatın içinde olmanın heyecanını yaşarken, şanslı olan çocuklar anaokulu deneyiminin getirisinden yararlanacak.
10 soruda değişiklikler
Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ziya Selçuk, bu yılki değişikliklerle ilgili sorularımı birinci ağızdan yanıtladı
1- Yeni müfredatta ders saatleri ve sayıları değişecek mi?
Yeni müfredata göre hazırlanan ders çizelgelerinde ders saati toplamında bir değişiklik yapılmadı. Ancak satranç, sanat etkinlikleri, spor etkinlikleri, halk kültürü, düşünme eğitimi gibi yeni dersler konuldu.
2- Yeni müfredatta uygun kitaplar hazır mı?
Ders kitabı, öğrenci çalışma kitabı ve öğretmen kılavuz kitabı, bu yıl da öğretmen ve öğrencilerimize ücretsiz dağıtılmak üzere basıldı.
3- Liselerin dört yıla çıkarılması yeni müfredatın sonucu mu?
Liselerin dört yıla çıkarılması, uluslararası diploma denkliği, iş piyasasının gerektirdiği kalifiye iş gücü ve ortaöğretimle yükseköğretimin uyumunu sağlama ihtiyaçlarından kaynaklandı.
4- Yeni müfredatla birlikte ders sayısı arttı mı?
İlköğretimde ilk üç sınıfta seçmeli ders hiç yok iken yeni düzenlemede ikişer saat seçmeli ders konuldu. 4 ve 5. sınıflarda üçer saat olan seçmeli ders saati sayısı dörde çıkarıldı. Ayrıca bazı yeni seçmeli dersler de konuldu.
5- Anadolu Liselerinde eskiden olduğu gibi yabancı dil eğitimine önem verilecek mi?
Hem saat sayısı, hem de yöntemsel bakımdan yabancı dil eğitimine daha fazla önem verilecek. Ancak, yabancı dille eğitim ikinci plana alındı. Bu çerçevede yabancı dil dersi müfredat programı değiştirilecek. Hazırlık sınıfının yabancı dil ders saatlerinden bir kısmı da lisenin bütün sınıflarına dengeli dağıtıldı.
6- Süper ve Anadolu liselerinin birleştirilmesi şu an süper liselerde kayıtlı olan öğrencileri nasıl etkileyecek?
Liselerin 4 yıla çıkarılması ile Anadolu Liseleri ve süper liselerin (Yabancı Dil ağırlıklı Liseler) birleştirilmesi 2005-2006 öğretim yılından itibaren kademeli olarak uygulanacağından şu anda bu okullarda okumakta olan öğrencileri herhangi bir şekilde etkilemeyecek.
7- Yeni müfredat yeni öğretim yılında nasıl uygulanacak?
Bilindiği gibi yeni müfredatın pilot uygulaması yapıldı ve müfredata uygun kitap setleri hazırlandı. Örnek ders filmleri hazırlandı. Öğretmen kılavuzları basıldı.
8- Bu pilot okullardaki uygulama sonucunda müfredatta ne gibi değişiklikler yapıldı?
Pilot okullardan alınan aylık izleme ve değerlendirme raporları sonucunda programı değişen ve pilotlaması yapılan derslerden bazılarının kazanımlarında çok sınırlı sayıda ilaveler, eksiltmeler ve/veya birleştirmeler yapıldı.
9- Liselerin 4 yıl olması derslik açığı problemini doğuracak mı? Bu açığı gidermek için neler yapılıyor?
Orta öğretim süresinin 4 yıla çıkarılması kararı alınırken ortaya çıkabilecek ihtimaller de göz önünde bulunduruldu ve gerekli tedbirler alındı. Söz konusu karar 4 yıl içinde kademeli olarak uygulanacağından, önümüzdeki üç yıl zaten bu uygulamadan kaynaklanan derslik ihtiyacı bulunmuyor.
10- Yeni müfredat 2006 yılında ÖSS’ye girecek öğrencileri nasıl etkileyecek?
Yeni müfredat 2005-2006 öğretim yılından itibaren kademeli olarak uygulanacak. Bu programa devam eden öğrenciler 4 yıl sonra yani 2008-2009 eğitim öğretim yılında ÖSS sınavına girecek. Dolayısıyla 2006 ÖSS’ye girecek öğrenciler yeni müfredattan herhangi bir şekilde etkilenmeyecek.
Yazının Devamını Oku