Anne babalarını sevmekten vazgeçen çocuklar var

İki haftalık aradan sonra anne-baba ayrılığından etkilenen çocuklardan tekrar söz edeceğim.

Bu arada anne ve babalarını sevmekten, beklemekten vazgeçen çocuklarınızın hikáyelerini benimle paylaştınız. Ve ben gördüm ki, biyolojik ebeveyn olmak babalara mahsus değil. Anneler de biyolojik anne olabiliyor.

Çok özel bir sorunu anlattığımı düşünürken aslında çok genel bir soruna dokunduğumu anlamış bulunuyorum. Sizlerden gelen elektronik postaları içim cız ederek okudum.

Ebeveynler olarak aynaya bakmanın, ‘ben nerede yanlış yaptım?’ demenin zamanı çoktan geldi de geçiyor. Gözümüzden sakındığımız çocuklarımıza bilerek ya da bilmeyerek ne kadar derin yaralar açtığımızı görmek için, bu mektuplardan birkaçını bu hafta sizinle paylaşmak istiyorum.

Adam, bugün 3 yaşını bitirecek olan kızını altı aylıkken bırakıp gitti. 2,5 yıl içinde kızını gördüğü saatleri toplasanız bir günün yarısı etmiyor. En son görüştükleri günün üzerinden tam tamına 14 ay geçti. Babaya sorsanız belki bu tavrını açıklayabilir. Ama minicik bir kalbin ‘Benim babam gelmiyor’ demesine tanıklık etmek gerçekten zor.

Bu durumda anne ne yapsın? ‘Biliyorsun, baban bizden uzakta yaşadığı için gelemiyor’ bahanesinin arkasına daha ne kadar sığınabilir? Bir gün geride bir çocuk bıraktığını hatırlayıp, onu görmeye gittiğinde üç yaşındaki bu çocuğun nasıl bir tepki vereceğini merak ediyorum. Galiba, anneler büyük bir sorumluluk altında. Çünkü, babaların arkalarında bıraktıkları enkazları kaldırmak çoğunlukla annelere düşüyor.

Bu kız çocuğunun annesi, kızının bir erkeği karşılıksız sevmenin acısını yaşamasına engel olamamanın sancısını çekiyor. Bu çaresiz anne ‘Yeni bir evlilik düşündüğümde kızım gözümün önüne geliyor. Sadece beni seven bir adam bulmam artık yeterli değil. Kalbinde iki kadını sevebilecek yeri olan bir adam bulmam gerekiyor’ diyor. İki kişiyi birden sevecek olan var mı?

ÇOCUĞUNU TERK EDEN ANNELER DE VAR

Almanya’da yaşayan bir okurum, annelerin de biyolojik anne olabildiklerini, bu durumun sadece babalara mahsus olmadığını kendi hikayesinden yola çıkarak anlatıyor;

‘Annelerin veya çocukların babalarıyla olan sorunlarını çok güzel yazmışsınız. Ama ben size erkek kardeşimin yaşadıklarını aktarmak istiyorum. Belki kardeşimin başına gelenleri yaşamış olan başka babalar da vardır.

Kardeşim 20 yaşında kendi isteğiyle sevdiği kızla evlendi. Ailesi olarak evlilik için erken olduğunu söyledik ama ikisi de kararlıydı. Aradan çok geçmeden tartışmalar başladı. Bu arada ilk çocukları oldu. Aralarda darılıp barışmalarla bir dört, beş yıl geçirdiler. Ve ikinci çocuğu yaptılar. Bebek dört aylıkken, gelinimiz bir başka adam ile tanıştı. Kardeşimden habersiz boşanma davası açtı, çocukların velayetini babaya bırakıp, onları terk etti.

Bu iki çocuk, babaanne ve dedelerinin yardımıyla bugünlere geldi. Büyük on bir, küçük altı yaşında. Küçücük yaşlarında terk edip giden anneleri üç yıldır Almanya’da yaşıyor. Biz ise 1,5 yıldır mahkemelere gidip gelmekten bıktık. Çünkü anneleri, birdenbire iki çocuğu olduğunu hatırladı. Almanya’nın sosyal yardımlarından yararlanmaktan başka düşüncesi olmadığına inanıyorum.

İnanın bir gazeteciye ilk kez yazıyorum. Yazmamın nedeni ise anne olacak o insanı şikayet etmek değil. Bazen erkekler de kötü şeyler yaşayabiliyor. Tabi kadınlar kadar değil.’

Her şey çocuklar için

Ebeveynlerin omuzlarındaki en büyük sorumluluk, attıkları her adımda çocukları düşünerek hareket etmeleri. Yapılan küçük bir hata, çocukların yaşamlarında tamir edilmez yaraların açılmasına neden olabilir. Ebeveynlerin bıraktıkları enkazı kaldırmak hiç kolay değil. Ebeveynler ortak sorumluluk duygusu geliştirmeli, sorunları çocuklara yansıtmamalıdır.

Bir baba anlatıyor

Babaların da kötü tecrübeler yaşadığını söyleyen Almanya’daki okurumu, bir başka babanın mektubu destekliyor. Bir yaşında dünya tatlısı kızı olan bu baba, üç yıllık evlilikten sonra eşiyle anlaşarak ayrılmış. Karakterlerin uyumsuzluğu, hayat görüşlerindeki farklılık, çocuk yetiştirme konusunda farklı görüşlere sahip olmalarına, ailelerin müdahalesi de eklenince ayrılık kaçınılmaz olmuş.

Bu baskı ve sorumluluklardan kaçmak için ayrılmışlar ama baba, adam gibi babalık yapmaktan kaçmamış. Okurum, ‘Eşimle ayrıldık demek çocuğumdan ayrılmam anlamına gelmesin. Başından beri hep kızıma karşı çok iyi bir baba olmak için uğraşıyorum. Köşenizde çocukların üzerinde hep ihmali ve sorumsuzlukları babaların üzerine atan yazılar yazıyorsunuz. Mağdur olan hep annelermiş, babaların hiç mağduriyeti yokmuş gibi gösteriyorsunuz’ diye sitem ettikten sonra şunları söylüyor:

‘Kimse boşanmak için evlenmez. Koşullar oraya doğru götürüyor insanı. Kızımız olduktan

sonra eşim kızımızı kimseyle paylaşmak istemedi. Kızımı severken, ihtiyaçlarını karşılarken benden bile kıskandı. Şimdi ise kızımı hafta sonu ve bayramlarda alma hakkım var. Anlayacağınız hafta sonu babası oldum. Aslında bu çok zor bir olay. Kızını al, büyük alışveriş mağazalarında gezdir, arada sıra sevsinler diye babaannesine götür .

Hep mağduriyet annelerdeymiş gibi gösteriyorsunuz. Bir baba olarak yeni bir hayat kurmak için ne zamanım var, nede maddi ve manevi gücüm. Ben de böyle bir şanssızlık yaşamış bir babayım.

Ezilen, mağdur olan, şanssız evlilik yapan tüm erkeklerin, babaların ve yürütmesi zor olan bir evliliği yürütemeyen, ama bir o kadar da iyi bir baba olabilecek erkeklerin ve babaların hakkını hiç yemeyelim.’

Haklısınız Osman Bey, haksızlığa uğramış kimsenin hakkını yemeyelim. Durum artık 1-1 sayılır. Anne-baba maçında durumu eşitlemeye çalışırken, çocuklara gol atmamak gerektiğini de unutmayalım.

Yemeyen çocuk aileye tepki gösteriyordur

Çocuklarınız beslenme sorunu yaşıyorsa, Dr. Mehmet Çelikel’in uyarılarını dikkate almanızı öneririm.

‘Bilim ‘o daha çocuk, anlamaz’ deyiminin yanlışlığını ispatlamıştır. Yetişkinler, bu deyişin tesiriyle çocukları, özellikle 12 aylıktan küçük çocukları, farkında olmadan küçümser. Süt çocuklarının iletişim dilinin ve tepkilerinin olduğunu göz ardı ederler. Modern psikiyatrinin kurucularından Prof. Dr. Med. Eugen Bleuler’in 1920’lerde verdiği vaka örneği var;

13 aylık bir bebek 5 aylıktan beri yeme bozukluğu gösterir ve 13 aylıkken ağzına verilen hiçbir şeyi yutmadığından mideye salınan sonda ve serumla beslenmek zorunda kalır. Aylarca süren tetkik ve terapiler sonuçsuz kalır.

Konuyu araştıran Profesör Bleuler, çocuk yerine aileyi ve bakıcıyı terapiye alır. Bu terapilerin sonunda gelişimi durma noktasındaki bebek normale döner. Bazı durumlarda annenin yerini bakıcı alırsa ya da annenin davranışları çeşitli nedenlerle birden değişirse, bu bebeklerde davranış bozukluğu, fiziksel gelişim bozuklukları görülebilir. Zihinsel ve fiziksel gelişimi tamamen durma noktasına gelebilir.

Bir çocuğun yemek yememe davranışını, yetişkinlerin sorunlar karşısında kendilerine zarar verme düşüncesiyle (ölüm oruçları gibi) tepki vermek şeklinde yorumlanabilir.

Çocuğu zorlamak yerine, kendini ifade etmesine olanak tanımak, bu davranışıyla ne istediğini, neyi protesto ettiğini iyi analiz etmek gerekir.
Yazarın Tüm Yazıları