11 Mart 2006
Daha düne kadar kemiğini kemirtmeyen, haklarını sonuna kadar savunan kızıma bir haller oldu. Arkadaşlarının yaptıklarını sessizce kabulleniyor, karşı gelmiyor, savunmuyor, susma hakkını kullanıyor. Benim de canım fena halde sıkılıyor.
İki hafta kadar önce Nehir’in sınıfta "kardeşim" dediği arkadaşının evine gittik. Biz iki anne salonda sohbet ederken, Nehir de Melis’le onun odasında oynuyordu. 10 dakika sonra Nehir, yüzü bembeyaz olmuş bir vaziyette yanıma geldi. "Ne oldu?" diye sordum, yanıt vermedi.
Meğer, bir gün önce babası Melis’e kibrit yakmayı öğretmiş, Melis de bunun tatbikatını yapmış. Ancak, yanan kibritin ucunu Nehir’in eline değdirmiş. Bizimki gıkını bile çıkarmamış. Kibrit aleviyle, Nehir’in elinin üstündeki deri parçası (pulun dörtte biri kadar bir bölüm) yanmış.
Neden buna izin verdiğini soruyorum, yanıt yok... Neden canı yandığı halde ağlamadığını soruyorum, yine yanıt yok...
Geçen akşam serviste bir arkadaşı "Ya dediklerimi yaparsın ya da seni öldürürüm" demiş. Bizimki tırsmış. Kız arkadaşı "Saçını karıştır" demiş, saçını karıştırmış, "Ellerini poponun altına koy" demiş, denileni yapmış. Sordum, korktuğunu söyledi.
Son iki ay içinde buna benzer bir iki olay daha yaşadı. Bu çocuk en küçük bir haksızlıkta sesini yükselten, istemediği bir şeyi yapmamak için direnen biriydi. Ne oldu da böyle 360 derece değişti?
Psikiyatr devrede
Sonunda bir çocuk psikiyatrının kapısını çaldım. Uzman doktor "Ne zamandan beri bu değişikliği yaşıyor" sorusunu sordu. "Son iki aydır" dedim. Arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle iletişiminin nasıl olduğuna dair bilgiler verdim. Sonra "Peki babasıyla arası nasıl?" dedi.
Bu soru 10 puanlık uzmanlık sorusu gibi geldi. "Çok iyi" desem abartmış olurum, "Kötü" dersem haksızlık ederim, ben de "Limoniden biraz iyi" yanıtını verdim.
Nehir de, babası da karşılıklı beklenti içindeler. Her iki taraf da ötekinin kendisini aramasını, sormasını istiyor. Araya giren günlerin sonunda babası Nehir’e "Neden beni aramıyorsun, babanı özlemiyor musun’ diye sitem ediyor.Telefon konuşması ise genellikle "Söz veriyorum, arayacağım babacığım" şeklinde bitiyor. Sonra değişen bir şey olmuyor. Psikiyatr,
"Nehir babasının karşısında kendini savunamıyor, sessiz kalıyor. Böylece olayın büyümesini engelliyor. Ama babasına karşı geliştirdiği bu tepkisiz kalma davranışını genelleştirmiş olabilir. Biri istemediği bir şey yapsa bile, aynı tepkisizliği onlara göstererek, olaydan kurtulmayı istiyor..."
Peki ben ne yapacağım? Önce, Nehir’i haklarını koruması konusunda motive edeceğim. En yakınındaki biri ısrar etse bile istemediği bir şeyin yapılmasına müsaade etmemesini örneklerle anlatacağım. Hakkını koruduğunda takdir edeceğim. Ama şimdi, Nehir’in geliştirdiği sessiz kalma şeklindeki savunma mekanizması canımı fena halde sıkıyor.
Yazının Devamını Oku 4 Mart 2006
Aman dikkat! Çocukluk döneminde aileleri tarafından dışlanan, duygusal açıdan ihmal edilen, cinsel istismara maruz kalan çocukların aileleri de travmatik çocukluk geçmişine sahipler. Yani bu durum bulaşıcı hastalık gibi sirayet ediyor.
Çok çocuklu bir ailenin üyesiydi. Ailesiyle ilişkilerinde zaman zaman anlayamadığı şeyler oluyordu. Anne ve babasının kendisini diğer kardeşlerinden daha az sevdiği konusunda şüpheleri vardı. Ağzıyla kuş tutsa takdir edilmiyordu. En küçük bir hatasında her türlü aşağılanmaya maruz kalıyordu. Onun saçları kardeşlerininki gibi okşanmamış, sırtı sıvazlanmamıştı. Gelecekle ilgili planlar yaptığında kendi kendine şu sözleri tekrarlıyordu; "Benim çocuklarım olduğunda onlar arasında ayrım yapmayacağım, hepsini çok seveceğim."
Ama çocukları olduğunda anne babasının yaptığını kendi çocuğuna yaptı. Ezilen tarafını çocuklarından birini kurban seçerek okşamaya, yarasını iyileştirmeye çalıştı.
Bu hikaye çoğumuza yabancı değil. Neden ailenin en az sevilen üyesi olduğunuzun yanıtını hálá bulamadıysanız, içinizde çocukluğunuza ait ezik bir tarafı hálá muhafaza ediyorsanız ’çocukluk çağı travması’ yaşamış olma ihtimaliniz yüksek. Çocukluk döneminize ait bu duygular bugünkü yaşantınızı etkilememişse, yüzde 5’lik şanslı grubun içindesiniz. Ama ya diğer yüzde 95’lik oranın içindeyseniz...
Kurban seçiliyor
Yaşamın ilk dönemlerinde (1-18 yaş) karşılaşılan travmalar, kişi üzerinde çok büyük olumsuz etkiler bırakıyor. Çocukluk çağı travmaları, Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi Psikiyatri Kliniği’nden Uzman Psikolog Erdinç Öztürk’ün de doktora tezi oldu. Kliniğe gelen çoğul kişilik vakalarından 24 hastanın ailesini de inceleyen Dr. Öztürk’ün en önemli teorisi, çocukluk çağı travması yaşayanların, aynı travmayı kendi çocuklarına yaşatmaları. Yani travma kuşaklar arası bir geçiş yaşıyor. 18 yaşına kadarki dönemde yaşanan duygusal, fiziksel, cinsel istismarlar travmaya neden oluyor. Kişi travmadan kendini korumak için çoğul kişilik geliştiriyor. 6-12 yaş dönemindeki çocuklar travmalardan daha çok etkileniyor. Dr. Öztürk, travmanın gelişim sürecini şöyle açıklıyor:
"Yeni doğan bebek ana ya da babasına bağlanır ve temel güven duygusunu bu ilişki içerisinde edinir. Anne veya baba istismara başvurduğunda, çocuk için buna tahammül etmek dışında bir seçenek yoktur. Çünkü bağlanma gereksinimi yaşamsaldır. Bağlanmanın sürdürüldüğü bir durumda istismara katlanmak ise ancak çoğul kişilikle mümkündür. Çocukluk çağı travması geçirenlerin çok azı bununla bir şekilde baş edebiliyor. Ama bu oran yüzde 5’i geçmiyor. Bütün yaşamı etkiliyor."
Bölünen yaşamlar
Kişinin yaşamı ’travmadan öncesi’, ’travmadan sonrası’ olarak iki döneme bölünüyor. Bazıları bu durumu kaldıramıyor ve ölümü tercih ediyor. İşte bu noktada çalışmayı gerçekleştiren Dr. Öztürk sosyal durum teorisi üzerinde durduğunu anlatıyor:
"Aileler kendilerini iyi hissetmek için aile bireylerinden birini kurban olarak seçiyor. Bu genellikle çocuk oluyor. Çok çocuklu ailelerde travmaya sadece bir çocuk hedef oluyor. Bu seçim şuna hizmet ediyor; aile, diğer çocuklarını korumak adına bütün patolojiyi bir çocuk üzerinde yaşatma yoluna gidiyor."
Peki, çocukluğunda travma yaşamış ebeveyn kendi çocuğuna bu travmayı neden yaşatıyor? Sorunun yanıtı şöyle:
"Ebeveyn zaten travmatize olan gruptan geliyor. Yani travmaya karşı nötrleşmiş, duyarlılığı azalmış oluyor. Bu tavırları, çocuklarını travmaya karşı korumalarını engelliyor. Travma yaşandığının farkına bile varamayabiliyorlar. Mesela anne, babanın çocuğuna cinsel tacizini görmezden geliyor. Gerçek o kadar rahatsız edici ki, anne bunu görmezden gelmeyi tercih ediyor. Büyük oranda anne de çocukluğunda duygusal ya da cinsel bir travmaya maruz kalmış oluyor."
Bu bilgilerin ışığında şu söylenebilir: İstismarı yapan ebeveyn ile istismara göz yuman ebeveyn arasında suç bakımından önemli fark yok. İkisi de eş derecede travmatik durum içeriyor. Çocukluk döneminde travma yaşayanlar, bunun yansımalarını yetişkinliklerinde açığa çıkarıyorlar.
Çok çocuklu bir ailenin üyesiydi. Ailesiyle ilişkilerinde zaman zaman anlayamadığı şeyler oluyordu. Anne ve babasının kendisini diğer kardeşlerinden daha az sevdiği konusunda şüpheleri vardı. Ağzıyla kuş tutsa takdir edilmiyordu. En küçük bir hatasında her türlü aşağılanmaya maruz kalıyordu. Onun saçları kardeşlerininki gibi okşanmamış, sırtı sıvazlanmamıştı. Gelecekle ilgili planlar yaptığında kendi kendine şu sözleri tekrarlıyordu; "Benim çocuklarım olduğunda onlar arasında ayrım yapmayacağım, hepsini çok seveceğim."
Ama çocukları olduğunda anne babasının yaptığını kendi çocuğuna yaptı. Ezilen tarafını çocuklarından birini kurban seçerek okşamaya, yarasını iyileştirmeye çalıştı.
Bu hikaye çoğumuza yabancı değil. Neden ailenin en az sevilen üyesi olduğunuzun yanıtını hálá bulamadıysanız, içinizde çocukluğunuza ait ezik bir tarafı hálá muhafaza ediyorsanız ’çocukluk çağı travması’ yaşamış olma ihtimaliniz yüksek. Çocukluk döneminize ait bu duygular bugünkü yaşantınızı etkilememişse, yüzde 5’lik şanslı grubun içindesiniz. Ama ya diğer yüzde 95’lik oranın içindeyseniz...
Kurban seçiliyor
Yaşamın ilk dönemlerinde (1-18 yaş) karşılaşılan travmalar, kişi üzerinde çok büyük olumsuz etkiler bırakıyor. Çocukluk çağı travmaları, Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi Psikiyatri Kliniği’nden Uzman Psikolog Erdinç Öztürk’ün de doktora tezi oldu. Kliniğe gelen çoğul kişilik vakalarından 24 hastanın ailesini de inceleyen Dr. Öztürk’ün en önemli teorisi, çocukluk çağı travması yaşayanların, aynı travmayı kendi çocuklarına yaşatmaları. Yani travma kuşaklar arası bir geçiş yaşıyor. 18 yaşına kadarki dönemde yaşanan duygusal, fiziksel, cinsel istismarlar travmaya neden oluyor. Kişi travmadan kendini korumak için çoğul kişilik geliştiriyor. 6-12 yaş dönemindeki çocuklar travmalardan daha çok etkileniyor. Dr. Öztürk, travmanın gelişim sürecini şöyle açıklıyor:
"Yeni doğan bebek ana ya da babasına bağlanır ve temel güven duygusunu bu ilişki içerisinde edinir. Anne veya baba istismara başvurduğunda, çocuk için buna tahammül etmek dışında bir seçenek yoktur. Çünkü bağlanma gereksinimi yaşamsaldır. Bağlanmanın sürdürüldüğü bir durumda istismara katlanmak ise ancak çoğul kişilikle mümkündür. Çocukluk çağı travması geçirenlerin çok azı bununla bir şekilde baş edebiliyor. Ama bu oran yüzde 5’i geçmiyor. Bütün yaşamı etkiliyor."
Bölünen yaşamlar
Kişinin yaşamı ’travmadan öncesi’, ’travmadan sonrası’ olarak iki döneme bölünüyor. Bazıları bu durumu kaldıramıyor ve ölümü tercih ediyor. İşte bu noktada çalışmayı gerçekleştiren Dr. Öztürk sosyal durum teorisi üzerinde durduğunu anlatıyor:
"Aileler kendilerini iyi hissetmek için aile bireylerinden birini kurban olarak seçiyor. Bu genellikle çocuk oluyor. Çok çocuklu ailelerde travmaya sadece bir çocuk hedef oluyor. Bu seçim şuna hizmet ediyor; aile, diğer çocuklarını korumak adına bütün patolojiyi bir çocuk üzerinde yaşatma yoluna gidiyor."
Peki, çocukluğunda travma yaşamış ebeveyn kendi çocuğuna bu travmayı neden yaşatıyor? Sorunun yanıtı şöyle:
"Ebeveyn zaten travmatize olan gruptan geliyor. Yani travmaya karşı nötrleşmiş, duyarlılığı azalmış oluyor. Bu tavırları, çocuklarını travmaya karşı korumalarını engelliyor. Travma yaşandığının farkına bile varamayabiliyorlar. Mesela anne, babanın çocuğuna cinsel tacizini görmezden geliyor. Gerçek o kadar rahatsız edici ki, anne bunu görmezden gelmeyi tercih ediyor. Büyük oranda anne de çocukluğunda duygusal ya da cinsel bir travmaya maruz kalmış oluyor."
Bu bilgilerin ışığında şu söylenebilir: İstismarı yapan ebeveyn ile istismara göz yuman ebeveyn arasında suç bakımından önemli fark yok. İkisi de eş derecede travmatik durum içeriyor. Çocukluk döneminde travma yaşayanlar, bunun yansımalarını yetişkinliklerinde açığa çıkarıyorlar.
İstismarcı ebeveyn özellikleri
Narsistik eğilimler
Dürtü zayıflığı
Kontrol zayıflığı
Aşırı kaygı
Depresyon
Empati kuramama
Travma nasıl anlaşılır?
Okul başarısında düşme
Uyum problemleri
Madde kullanmaya başlaması
Öfke patlamaları
İntihar girişimleri
Kaygı bozuklukları
Kendine zarar verme
Cinsel kimlikte belirsizlik
Bir kurban
Çok çocuklu ailelerde genellikle bir çocuk kurban seçiliyor. Nedeni bilinmez ama sadece o çocuk eziliyor, istismar ediliyor ve sevgiden yoksun büyütülüyor.
Yazının Devamını Oku 24 Şubat 2006
Doğduğu günden itibaren kızımla aramda değişen grafiklerde çekişme yaşarız. Banyo yapması, yemek yemesi, ev işlerinde işbirliği yapması, arkadaş seçimi konuları çatışmaların temelini oluşturur. Bugün sözü fazla uzatmayacağım; uzmanların çeşitli alanlarda çatışma sanatı üzerine önerilerini sizinle paylaşacağım.
Banyo zamanında önerebileceğiniz 6 seçenek
1- Küvete hangi oyuncaklarını almayı istersin?
2- Hangi lifi ya da havluyu kullanmak istersin?
3- Küvette iken sana hangi hikayeyi okumamı istersin?
4- Küvetin içini doldurarak mı yoksa duşta mı yıkanmak istersin?
5- Banyodan sonra hangi programı izlemek istersin?
6- Hangi sabun ya da şampuanı tercih edersin?
Yemek konusunda çatışmaları önlemenin 16 yolu
1- Çocuğunuza fikrini sorun. Belli bir gün yemek listesini onun hazırlamasına izin verin.
2- Her ay belli bir gün hangi lokantada yeneceğine çocuğunuz karar versin.
3- Çocuğunuzun tercihlerine önem verin. Belli beslenme gereksinimlerinin karşılanabilmesi için farklı yollar deneyin. Daha az sevilen yemekleri farklı şekillerde hazırlayın.
4- Az miktarlarda servis yapın ve ikinci tabağı almak isteğe bağlı olsun.
5- Yemek yeme konusunda direnen bir çocuk ise kendi tabağını doldurmasına izin verin.
6- Sevmediği yiyecek olduğunda ya da doyduğunda, aç olmadığını söylediği zamanlarda onu yemeğe zorlamayın.
7- Sofraya gelmek istemeyen çocukla güç mücadelesine girmekten kaçının.
8- Belli bir süre sonra masayı kaldırın.
9- Çocuğunuzu alışverişe, planlamaya, hazırlamaya ve servise yardıma teşvik edin.
10- Ara sıra en sevdiği yemekleri hazırlayın.
11- Yemeği ödül ya da ceza olarak kullanmaktan kaçının.
12- Sevmediği yemeklerle karşılaştığında "öhhhğğğ" yerine "Hayır, teşekkür ederim" demesini öğretin.
13- Yemeği, çocuğunuz mutsuz olduğunda neşelendirmek, hüzünlü ya da heyecanlı olduğunda sakinleştirmek için kullanmayın.
14- Yemek saatlerini mümkün olduğunca stresten uzak, rahatlatıcı anlar yapmaya çalışın.
15- Sofrayı savaş alanı haline getirmeyin.
16- Damak zevkinin zamanla değiştiğini unutmayın. Sabırlı olun.
Çocuğunuza nasihat etmemeniz için 6 neden
1- Nasihat vermek, çocuğunuzun olası çözümleri kendi başına bulma fırsatını kaçırmasına neden olur.
2- Sorun çözmede güven ve uzmanlık geliştirmesine engel olur.
3- Kendi sorunlarının sorumluluğunu üstlenmesine engel olur ve sorunların çözümü için başkalarına dayanmayı öğretir.
4- Sorunlarını kendi başına çözme becerisine güvenini sarsar.
5- Verdiğiniz nasihat yanlış olabilir ve çocuğunuz için ek sorunlar yaratabilir.
6- Eğer önerdiğiniz işe yaramaz ise çocuğunuzun bu nedenle sizi suçlamasına neden olur.
Ev işinde işbirliği sağlamanın 8 yolu
1- Küçükten başlayın. Okul öncesi çocukları bile toz alma, ortalığı toplama, eşyaları yerine kaldırma konularında yardımcı olabilirler.
2- Ev işlerine ve evdeki sorumluluklarına öncelik tanıyın.
3- Büyük işleri, küçük ve yapabilecekleri birimlere bölün.
4- Ev işleri tamamlandıkça üzerine işaret koyabileceği "ev işleri tablosu" hazırlayın. Yapmaktan hoşlandığı işleri listeye eklerseniz, başarı duygusunu tatmasına yardımcı olursunuz.
5- Ona iş vermeden önce hangi işleri yapmayı tercih ettiğini öğrenin. Mümkün olduğu kadar onun tercihlerine uymaya çalışın.
6- Belli bir işe karşı direnç gösteriyorsa, sizin yapmayı sevmediğiniz bir işle değiş-tokuş önerin.
7- İkinizin de sevmediği işleri beraber yapıp kurtulmayı deneyin.
8- İşleri zamanında tamamlamayı teşvik etmek için bir etkinlik ayarlayın, onu ödüllendirin.
Sorular sormanın 9 yararı
1- Sorular, çocuğunuzun sorunun değişik boyutlarını görmesine yardımcı olur.
2- Çocuğunuzun olası çözümler görmesine yardımcı olur.
3- Çocuğunuzun hedef ve eğilimlerini saptamasına yardımcı olur.
4- Çözümlerin çocuğunuz tarafından geliştirilmesini sağlar.
5- Sorun çözme becerisine güvendiğinizi gösterir.
6- Çözümler bulma sorumluluğunu çocuğunuza yükler.
7- Değişik seçimlerin olası çözümlerini öngörmesine ve seçimleri değerlendirmesine yardımcı olur.
8- Sorular, sorun çözme konusunda güven ve bağımsızlık geliştirir.
9- Doğrudan cevaplar vermek yerine soru sormak, sizi kurtarıcı rolünden yardımcı ve rehber rolüne sokar.
Yazının Devamını Oku 21 Şubat 2006
Amerika, 0-2 yaş grubu çocukların organik gıda tüketmesini zorunlu kılan bir düzenlemeyi hayata geçirmek üzere. Peki Türkiye’de neler oluyor? Ekolojik tarımın babası sayılan Doçent Ahmet Altındişli’nin anlattıkları, soframıza gelen ürünlerin başrolünü oynadığı gerilim dolu bir filmi andırıyor.
Geçen hafta Lütfi Kırdar Kongre Salonu’nda Bebek ve Çocuk Fuarı vardı. Fuardan bir gece önce 200’ün üzerinde çocuk doktoru, Milupa’yı üreten Numil Gıda’nın konuğu olarak Hilton Convention Center’ın konferans salonunu doldurmuştu. Çocuk beslenmesi üzerine bir seminer verilecekti.
Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği kurucularından, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Bölümü öğretim üyesi Doçent Ahmet Altındişli bir saati aşan bir konuşma yaptı. Hocayı dinledikten sonra eve büyük moral bozukluğu içinde döndüm. Kendimi bir gerilim filminin içindeymişim gibi hissettim.
Yaşı 30’un üzerinde olanlar hormonsuz ve ilaçsız gıdalar tüketti ama bizim çocuklarımızın durumu çok fena.
Aslında organik gıdayı bugün altın değerine getiren sürecin hikayesini bilmekte yarar var. 1950 yılında tüm dünyada 20 yıl sürecek ’Yeşil Devrim’ devreye sokuluyor. Gerekçesi ise çok basit; daha fazla gübre ve pestisit kullanarak ürün artışı sağlayıp, dünya üzerindeki açlığın önüne geçmek.
MODERN TARIM TERÖRÜ
Yeşil Devrim, tüm dünyada aynı anda devreye girmiyor. Mesela Türkiye’de Yeşil Devrim 1960’da başlayıp, 80’de bitiyor, Hindistan’da ise 1970’de başlayıp 90’ların başında sona eriyor. O dönem, gübre ve tarım ilacı ne kadar yüksek miktarda kullanılıyorsa, tarımın o kadar modern olduğuna inanılıyor. Yeşil Devrim, hedefe ulaştı mı? Dünyadaki açlığın önüne geçildi mi? Hayır.
Türkiye’de ekolojik tarımın babası sayılan Doçent Altındişli, gübre dışında, tarlada kullanılan DDT ilacının tüm ekolojik dengeyi bozduğunu söylüyor. Ve yıllar içinde kullanılan ilaçların insan sağlığı üzerindeki etkileri görülmeye başlıyor. 50 yıl önce ’Yeşil Devrim’i önerenler bu kez bozulan çevreyi düzeltmek, insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri ortadan kaldırmak için arayışa giriyor.
Denetimler geliyor, analizler yapılıyor. Ancak şunu hatırlatmakta yarar var. Ülkelere göre gıda alışkanlığı ve günlük alınan gıda miktarı değiştiği için, bir ülkede tehlike sayılan sınır bir başka ülke için geçerli olmuyor. Mesela İngiltere’de kiraz 5-10 adet yendiği için kirazda kullanılan ilacın insan sağlığı üzerindeki etkisi yüksek olmuyor. Ancak Türkiye’de bir oturuşta 1 kilo kiraz yiyenler var. Bu ilacın yapacağı etkiyi kimse hesaplamıyor.
Üründe bulunan ilaç için saptanan sınır olan MRL değeri 70 kilo üzerindeki insana göre hesaplanıyor. 20 kilo ağırlığındaki bir çocuk üzerinde ilaçlı gıdanın ne tür etki bıraktığının yanıtı yok.
Ayrıca genetik yapısı bozulmuş gıda (GDO) meselesi de çok can sıkıcı. Türkiye, her yıl 1 milyon ton GDO’lu soya, 1,5 milyon ton GDO’lu mısır ithal ediyor. Yetkililer her ne kadar genetiği bozulmuş bu ithal gıdaların hayvan besini olarak kullanıldığını söylese de Doçent Altındişli’nin bu konuda tereddütleri var. Bence biz tüketicilerin de tereddüdü olmalı. Bu ithal gıdalar gerçekte nerede kullanılıyor?
SERA ÜRÜNLERİNE DİKKAT
Türkiye’de kullanılan ilaçların kalıntı denetimleri yapılmıyor. Ürün analizleri yapılmıyor. Kanun var, ama uygulanmıyor. Özellikle seralarda üretilen sebze ve meyvelere dikkat! Doçent Altındişli, seralardaki sebze ve meyvelere haftada 5-6 kez ilaç atıldığını söylüyor. Oysa iki ilaç atımı arasında en az 15-20 gün olmalı. İlacı yiyen ürünler ertesi gün toplanıyor, oradan da mutfağımıza giriyor. Arılı domateste hormon riski yok, ama ilaç riski var. 10 yıl içinde tarım ilaçlarının özellikleri değiştirilmiş. Bu değişikliğin etkilerinin ne olacağı konusunda soru işaretleri var.
Doçent Altındişli, haftada bir kez de olsa organik gıda tüketilmesini öneriyor. RTÜK, yakın zamanda televizyon kanallarına yarım saatlik organik tarımı anlatan program zorunluluğu getirecekmiş.
Bebeklere kavanozda satılan organik mamaları gönül rahatlığıyla çocuklarınıza yedirebilirmişsiniz.
Hangisi sağlıklı
Tarladan mutfağımıza giren sebze ve meyvelerde kullanılan ilaçların sağlımız üzerinde ne tür etkiler bıraktığını bilemiyoruz. Hem bizim hem çocuklarımızın sağlığı, biraz da üreticinin insafına kalmış durumda.
Uzmanından hayati öneriler
Sebze ve meyveleri mevsiminde tüketin.
Meyveleri kabuklu yemeyin.
Sebze ve meyveleri tüketmeden en az yarım saat suda bekletin.
Suda bekleyen ürünlerde ilaçların etkisi azalıyor. Her sebze ve meyve için bunu alışkanlık haline getirin.
Roka ve marul alırken dikkat! Daha yeşil görünsün diye azotlu gübre kullanılıyormuş. Denetimlerde normalin üç katı nitrat çıkıyor.
Yazının Devamını Oku 10 Şubat 2006
Çocuk sahibi olan her ebeveyn, zaman zaman "nasıl bir anne-baba olduğu" konusunu gündemine alır. Bu konuda kendinizi değerlendirmek istiyorsanız, aşağıdaki testi yapın. Ancak, değerlendirme kısmına bakmadan, eşinizden kopya çekmeden testi yanıtlayın.
Çocuğunuzun küçük yaşından itibaren kendi işlerini kendisi yapması için nasıl bir yol izlersiniz?
a- Ben çocuğuma yapacağı işi önce öğretirim, daha sonra kendi işini yapması için ısrar ederim. İşlerinin çoğunu kendi yapabiliyor, ama daha iyi yapması gerektiğini söylerim.
b- Çocuğum kendi yapmak isteyene kadar her işini ben yaparım. O bizim için o kadar değerli ki, onun yorulmasına dayanamam.
c- Çocuğumun zihinsel ve fiziksel olarak yapabileceği işleri yapması için onu teşvik ederim. Önce küçük sorumluluklar veririm. Zaman zaman benden yardım istediğinde yardımcı olurum, ama her seferinde değil. Zamanla daha iyi yapacak.
d- Çocuğum benim yaptığım işleri nasıl yaptığımı görüyor. Zamanı gelince kendi kendine öğrenmesi ve yapması gerekir ama bu konuda yetenekli değil.
Çocuğunuzu küçük yaşından itibaren sevip, öper, onu çok sevdiğinizi söyler misiniz?
a- Çocukları fazla sevip öpmenin onları şımartacağını düşünüyorum. Küçükken severdim ama büyüdüğü için sevgimi göstermemeye çalışırım.
b- Onu o kadar çok seviyorum ki, her fırsatta bunu söylemeden duramam. Ne kadar büyüse de o her zaman benim bebeğim olarak kalacaktır.
c- Küçükken daha çok sevip öperdim. Şimdi ise konuşuyor. Ona ne kadar değer verdiğimi söylüyorum. Zaman zaman bağrıma basıp, şefkatle sarılmayı ihmal etmem.
d- Çocuğumu okşayıp öptüğümü hiç hatırlamıyorum.
Çocuğunuzla beraber onun sevdiği bir oyunu oynama sıklığınız nedir?
a- Nadiren
b- Sık sık
c- Zaman zaman
d- Hiçbir zaman
Tatile çıkma, eve mobilya alma gibi çeşitli konularda çocuğunuzun fikrini sorar mısınız?
a- Bazı konularda görüşünü aldığımız olur.
b- Ona fikrini mutlaka sorarız. İstediğinin olması için kendi isteğimden bile vazgeçerim.
c- Fikrini sorarız, fakat şartlara göre son kararı eşimle birlikte veririz.
d- Ona fikir sormayı gereksiz görürüm.
Çocuğunuza ders çalıştırırken hangi yolu izlersiniz?
a- Ders çalıştırırken hata yapmasına tahammül edemem. O da benimle beraber çalışmak istemiyor.
b- Onun ödevlerinin çoğunu bizzat ben yapıyorum.
c- Benimle çalışmaktan çok hoşlanıyor. Fakat, kaynak göstererek düzenli çalışma alışkanlığı kazandırmaya çalışıyorum.
d- Çocuğumun dersleriyle hiç ilgilenmem.
Aile sofrası hakkında size en uygun ifade hangisidir?
a- Sofrada konuşulmaz. Ancak büyükler konuşabilir.
b- Sofrada çocuklar istedikleri gibi davranabilirler.
c- Sofra edep öğrenme yeridir. Çocukların yemeklerini yerken söz isteyerek soru sorup sohbete katılmaları, onların eğitimine, zihinsel ve sosyal gelişimine yardımcı olur.
d- Rahat yemek yemek için genellikle çocuklar ayrı sofrada oturtulmalıdır.
Bir toplantı için telefon görüşmesi yapacaksınız. O sırada çocuğunuz sizinle konuşmak için ısrar ediyor. Hangi tepki size daha uygundur?
a- Telefonda konuştuğumu görmüyor musun?
b- Söyle evladım, önce konuşalım sonra telefon ederim.
c- Birkaç dakika bekleyebilir misin? Sonra daha rahat konuşuruz.
d- Zaten her zaman beni rahatsız edersin.
Çocuğunuz yaşıtı bir çocuğun, onun yapamadığı bir becerisi var. Çocuğunuza ne dersiniz?
a- Çocuğumun da aynısını öğrenip yapması gerekir.
b- O da bir şey mi, benim yavrum daha güzel şeyler yapabiliyor.
c- Çocukları kıyaslamaktan hoşlanmam. Hepsinin ayrı özelliği var.
d- Zaten benimki her şeyde geri kalır.
Evde disiplini sağlarken koyduğunuz kurallar konusunda çocuğunuza karşı izlediğiniz yol hangisidir?
a- Kuralları söylerim, uymazsa cezalandırırım.
b- Kuralları yerine getirirse mükafatlandırır, uymazsa da ceza vermem.
c- Önce kuralı neden koyduğumuzu anlatırım. Kuralları alışkanlık haline getirene kadar unutmaması için hatırlatırım. Kurala uymamakta ısrar ettiğinde benzer bir şeyden mahrum ederek ceza uygularım.
d- Kuralları anlatmaya ne gerek var? Aklını kullanıp nasıl davranılacağını bilmelidir. Ama nerede o anlayış...
Eşiniz ve çocuğunuzla birlikte dışarı çıkmak için hazırlanıyorsunuz ama odası darmadağınık. Eşiniz onunla birlikte çıkmayacağını, evde büyükannesiyle kalması gerektiğini söylüyor. Bu fikri nasıl karşılarsınız?
a- Kurallara uymayan cezayı hak eder.
b- Çocuğumun üzülmesine dayanamam. Eşime onu affetmesini söylerim, ısrar ederse eşimle tartışabilirim.
c- Bazı alışkanlıkların kazanılması için bu tür cezanın son çare olarak verilmesi konusunda eşime katılır, sebebini çocuğuma izah ederim.
d- Çocuğumla çarşıya gitmekten zaten hoşlanmam.
DEĞERLENDİRME
a’lar çoğunluktaysa
Siz çocuğunuz üzerinde baskı kurarak onu eğitmeye çalışan bir ebeveynsiniz. Halbuki ona güzel örnek olduğunuz, şartları hazırladığınız takdirde baskı kurmadan da onu disipline edebilirsiniz. Baskının, çocuğunuzu ya aşırı pasif ya da saldırgan davranışlara itebileceğini unutmayın.
b’ler çoğunluktaysa
Siz de çocuğuna çok düşkün bir anne-baba özelliği gösteriyorsunuz. Her anne ve baba çocuğunu sever ama bu çocuğunuzu aşırı derecede kendinize bağımlı yapar. Onu kendi işlerini yapması için teşvik edin. Ona değer verdiğinizi gösterin ama dünyada ondan yeteneklisi, ondan güzeli olmadığı şeklinde bir duyguya kapılmasına da fırsat vermeyin. Yoksa ya bağımlı olur ya da herkesten sizin gösterdiğiniz ilgiyi göremeyince sıkıntıya girebilir. Aman ölçüyü kaçırmayın.
c’ler çoğunluktaysa
Çocuğuna gösterdiği ilgi ve sevgiyi dozunda verebilen, onu belli alışkanlıklar kazanabilmesi için disipline ederken, yaşının özelliklerini yaşamasına da fırsat veren bir ebeveynsiniz. Zaman zaman bazı problemlerle karşılaştığınızda, ne derecede ölçülü olduğunuz konusunda kendinizi sorgulamanız doğaldır. Fakat sevgi ve disiplinde kararlı olup, eşinizle aranızda metot ve fikir birliği olduğunu gösteren bir tutum izlemeye devam ettiğiniz takdirde, çocuğunuzun endişe verici davranışları zamanla düzelecektir.
d’ler çoğunluktaysa
Çocuğunuza karşı çok olumsuz duygu ve davranışlar içindesiniz. Belki bunu siz fark edemiyor veya böyle olmasını istemiyorsunuz. Muhtemelen çocukluğunuzda aileniz tarafından yeterli sevgi ve ilgi görmediğinizden, onun kendi işlerinize engel olduğunu düşündüğünüzden, soğuk ve sevgisiz bir tutum içindesiniz. Bu tutumunuz hem size, hem çocuğunuza, sonuçta topluma zarar verecek sonuçlar doğurabilir. Değişmek isterseniz değişebilirsiniz.
Yukarıdaki testi yaptınız, sonuç istediğiniz gibi çıkmadı. Olsun. Hiçbir şey için geç değil, Kimse mükemmel değil. Önemli olan değişimi istemek. Hele bunu çocuğunuz için yapmak keyif verebilir.
Yazının Devamını Oku 3 Şubat 2006
Yıllarca ağzımdaki lokmayı çıkarmaya çalışan cimri kızımın kafasına bir şey düştü ve birden bonkörleşti. Biz onun cimriliğine o kadar alışmıştık ki, şimdi söyledikleri ve yaptıklarıyla ağzımız bir karış açık kalıyor.
Elindeki paketten aldığım cipsi ağzıma atmamla çığlığı koparması bir oldu. Ne olduğunu ben de anlamadım. Etrafıma şöyle bir göz attığımda, farklı olan tek şey benim ağzımdaki cipsi mideme göndermek için öğütme eylemimdi. Küçük, dolma parmaklarını bana doğru uzatıp ağzımı açmamı isteyerek "Çıkar" dedi.
Önce güldüm, "Saçmalama Nehir" dedim. Ama kızım saçmalamadığını, yarısı mideme gitmiş olan cipsin ağzımda kalanını alacağını söyledi. Önümde iki seçenek vardı, ya çıkaracaktım ya da yutacaktım. Çıkarmak iğrenç geldiği için yuttum. Cipsin boğazımdan mideme gittiğini bir röntgen cihazı gibi gören Nehir ağlamaya başladı. Anladım ki, benim her şeyimi dibine kadar paylaştığım kızım, bir cipsi bana layık görmemişti. Bu kız kime çekti? Bu sorunun yanıtını bilmiyorum ama Nehir’in bu özelliğini olduğu gibi kabullenme kararı aldım.
Ancak yakın akrabalarım için aynı şey geçerli değildi. Onlar Nehir’in cimriliği karşısında zaman zaman dillerini tutamaz "Annenin eli bu kadar açıkken, sen nerden çıktın" derlerdi. Kaş göz işaretiyle devamını getirmesinler diye kırk takla atardım. Sonunda bugünlere geldik.
Yılbaşı nedeniyle Nehir, okula süs götüreceğini söyledi. Evde, kullanmadığımız bir iki parça süsü torbaya koydum. Nehir’in "Daha fazla, daha fazla, bir torba dolusu yılbaşı süsü" gazına gelerek akşam akşam alışverişe gittim. Birkaç kutu süs, Nehir’i susturdu.
Ertesi gün, akşam yemeğinde sınıflarının bir duvarını götürdükleri süslerle süslediklerini anlattı. Sonra da "Anne, Melis bugün çok üzgündü. Neden üzgün olduğunu sordum. Meğer yılbaşı süsü getirmeyi unutmuş. Arkadaşımın üzülmesini istemediğim için torbamı açıp, bir paket süsü ona verdim" dedi.
ANNEANNESİNİ DE DÜŞÜNÜRMÜŞ
Nehir’i, bu güzel davranışından ötürü kutladım "Seninle gurur duyuyorum bebeğim" dedim. Nehir gururla yemeğini bitirdi. Sonradan Melis’in annesinden öğrendim. Melis, Nehir’in verdiği süsleri vermeye kıyamamış, eve götürmüş. Bizim süsler, yılbaşında Melisler’in çam ağacını süslemiş.
Nehir’le mutat okul dönüşü telefon görüşmemizi yaparken hep aynı klasik soruyu yanıtlamak durumunda kalırım; "Anne bu akşam ne getireceksin?"
Bu kez yanıtım hazırdı. "Nehirciğim bir lego, bir de çikolata var" dedim. "Peki anneanneme bir şey yok mu" diye sordu. "Ne yazık ki ona bir şey yok bebeğim" deyince, Nehir gözlerimi yaşartan cümleyi kurdu; "Sen çikolatayı anneanneme getirdiğini söyle. Sonra üzülür, ben nasıl olsa ondan alır yerim."
Nehir’deki büyük değişim ve gelişim karşısında hayretler içindeyim. Körle yatan şaşı kalkar misali... Nehir’in cimrilikten bonkörlüğe geçişi yedi yılımızı aldı.
Şimdi yavaş yavaş parayla tanışma zamanı geldi. Kızım parasını çok dikkatli kullanıyor. Çevremdeki çoğu anne ve baba, çocuğuna ne zaman cep harçlığı vermesi gerektiği konusunda tereddüt içinde. Çocuklar iki-üç yaşlarında biraz bozuk paraya sahip olmaktan mutluluk duyarlar. Yedi yaşına doğru çocuk sayı saymayı öğrenir. Uzmanlar, haftada bir cep harçlığı verilmesini öneriyorlar.
İlk baştaki tavırları nedeniyle onu cimri ya da müsrif olarak damgalamayın. Çocuğunuz cimrilerin en beterine ya da müsriflerin en dramatik olanına dönüşmeyecektir. Aklınızda soru işareti varsa Nehir’in yedi yılda geldiği noktayı hatırlayın, gözünüz yaşarsın.
Sakınılması gereken tuzaklar
- Çocuğunuz ıvır zıvır şeyler almak istediği zaman ona "hayır" diyemediğinizde başınızdan savmak için cep harçlığını kullanmayın.
- Cep harçlığını, okuldaki başarıları ya da evdeki yardımları ile hiçbir zaman bağdaştırmayın. Çocuğunuzun evin genel temizlik işlerine katkıda bulunması normaldir.
- Cep harçlığını bir ceza olarak kesinlikle kesmeyin. Cezanın amacı çocuğu büyümekten tiksindirmek değildir.
- Bütün çocuklarınıza aynı miktarda harçlık vermeyin. Yaşa göre bir artışa itaat edin.
- Dedeler ve büyükannelere bu tuzaklar hakkında brifing verin.
Hasta çocuklara özel sergi
Hastanede tedavi gören lösemi hastası çocukların morallerini düzeltmek için çalışan ’Palyaço doktorlardan’ Yasemin Osman’ın resim sergisi 17 Şubat’a kadar Mövenpick Otel’de.
Yazının Devamını Oku 27 Ocak 2006
Yukarıdaki başlığa bakıp sakın ayrılırken dost kalmanın formülünü vereceğimi sanmayın. Aksine, ayrılırken nasıl dost kalınabileceğinin yolunu öğrenmek istiyorum. Kuzenimin bu formüle acil ihtiyacı var da... Sen 32 yaşına kadar doğru adamı bulacağım diye bekle... O adamın karşına çıktığını düşünüp "evet" de, bir yıl sonra dünyalar güzeli oğlunu kucağına al, daha çocuk bir yaşını doldurmadan kocan boğazına yapışıp "Senden boşanacağım, seni öldüreceğim" desin...
Geceyarısı çalan telefonlardan hiç haz etmem. Mutlaka altından bir çapanoğlu çıkar. O gece de telefonun ucundaki ses, ağlamaktan bitap düşmüş kuzenime aitti. Hıçkırarak "boşanıyoruz" dedi. "Kapat telefonu, geliyorum" dedim. Sömestr tatili nedeniyle Nehir henüz uyumadığı için annemi de alarak kuzenimin evine gittim.
Bir gece önce yaşadığı kabusu anlattığında tüylerim diken diken oldu. Her evde tartışma yaşanır ama nerede duracağını bilmek lazım. Aylardır diken üzerindeydik. Halka bir kez kopunca ne kadar uğraşsan da eski haline getirmek mümkün olmuyor. Görüntüde halkalar düzgün görünse bile en ufak bir gerilmede yerinden çıkıyor. Bunların evliliği de o hesaptı. Birkaç kez halka kopmuş, aile büyükleri bir araya getirmişti. Ama olmadı.
Kız o gece iki gözü iki çeşme ağladı. Anne olduktan sonra iş hayatına birkaç yıl ara vermeyi düşünmüştü. Ama işler planladığı gibi gitmeyince bir ay önce çalışma hayatına döndü. Bebeğini bıraktığı için psikolojisi derinden etkilendi. Evdeki huzursuzluk ise bunun üzeri tuz biber oldu.
O gece şunu fark ettim; bebeği küçük olmasına rağmen o da artık ayrılmanın kendileri için en iyi çözüm olacağına inanıyor. Ancak, anne ve babasız olmak daha fazla yıpranmasına neden oluyor. Onlar yaşasaydı, durum daha farklı olurdu. Şimdi ablalardan, eniştelerden medet umuluyor.
Çocuklar zarar görüyor
Kuzenim, boşanma davası açtı ama eşi evi terk ettiği günden beri yapmadığını bırakmadı. Her dakika cep telefonundan ve ev telefonundan arayıp rahatsız ediyor. Bu rahatsızlığın ne anlama geldiğini açmayacağım, anlayan anladı. Adam aradıkça, kızcağız altüst oluyor. Üzüntüden sütü kesilmek üzere. Eşi, kendi çocuğuna büyük zarar verdiğinin farkında bile değil. Çocuk şimdiden uykusunda defalarca sıçrıyor. Evde yapılan olumsuz mesaj yüklü konuşmaların bini bin paraya gidiyor.
Acaba iki kişi boşanma kararı alırken dost kalmaları mümkün olabilir mi? Bunu başaranlar var mı? İlla, her iki tarafta da tırnak izi mi kalmalı? Bu soruların yanıtını bilmiyorum. Formülü mutlaka vardır ama uygulamak için iyi niyet gerekiyor. Boşanmak zaten başlı başına yıpratıcı bir süreç. Takınılan tavır, bu süreci daha zorlaştırıyor. Ailece "İnşallah kazasız belasız bu işten kurtulur" diye dua etmeye başladık.
Ayrılığa rağmen arkadaş kalmayı başarabilen nadir insanları hep kıskanmışımdır. Boşanmanın sancılı olmasının nedeni karı kocanın boşanmayı aynı anda istememeleri. Genellikle bir taraf, diğerinin aldığı kararın şaşkınlığı içinde başına geleni tam kavrayamadan, yalnız kalır. Ya da boşanmayı istese de sırf karşı taraf huzurlu olmasın diye bilerek sıkıntı yaratan tipler vardır. Bizim örneğimizde olduğu gibi...
Ne yapmalı ne yapmamalı?
Bu süreci çocukların az hasarla atlatması her şeyden önemli. Uzmanların, boşanma durumunda yapılması ve yapılmaması gerekenler konusunda önerileri var. Mesela boşanmak üzere olduğunuz eşinize yönelik kendi duygu ve düşüncelerinizi, çocuğunuzun ona yönelik duygu ve düşüncelerinden ayırmalı, birbirine karıştırmamalısınız. Bazı ebeveynler "Bize bütün bu yaşattıklarından sonra babanı ya da anneni nasıl sevebilirsin? Bütün bu yaptıklarından sonra anneni ya da babanı görmeyi nasıl isteyebilirsin?" diyebiliyor. Bu cümleleri sarf etmeyeceksiniz.
Bu dönem en büyük tehlikelerden biri evlilik süresince paylaşılmış sırların deşifre edilmesiymiş. Hayatın uzun olduğunu, eski eşinizle birlikte mezuniyetlere, düğünlere katılmak zorunda olduğunuzu unutmayın.
Evlilik hayatınız içindeki iyi günleri çocuğunuzdan saklamayın. Eğer evliliğinizin geçmişinde bir aşk hikayesi varsa, çocuklar bundan haberdar olmalı. Her çocuk kendisinin bir aşk ilişkisinin meyvesi olduğuna inanmak ister. Çocuğun referans noktası anne babadır. Boşanma sırasında ya da sonrasında eşlerin birbirlerine yönelik karalama kampanyası, çocuğun olumlu bir kimlik bütünlüğüne ulaşmasını engeller. Çünkü çocuk hem anneden hem babadan parçalar taşır.
Boşanmadan en az hasarla sıyrılan çocuklar, çocuk kalmayı sürdürebilen ve anne babalarının üzüntüsünü göğüslemek zorunda bırakılmayanlardır. Çocuklarının ruh sağlığını düşünen, kendi bencilliklerini öne çıkararak ortalığı dağıtmayan tüm eski eşlerin önünde saygıyla eğiliyorum.
Ayakkabı tutkunlarına bir adres
Her gün yeni bir ayakkabı alsam bile bu tutkumun törpüleneceğini sanmıyorum. Evde dolabın biri ayakkabı kutularıyla ağzına kadar dolu, bütçem ciddi zarar içinde ama ben içimdeki ayakkabı canavarını durduramıyorum. 1,5 yıl önce keşfettiğim bir ayakkabıcı beni ancak paklıyor. Bu adresi özellikle ayakkabıya servet yatıran, içindeki canavarla baş etmekte zorlananlarla paylaşmak istiyorum. İkitelli’deki Vip Stok mağazası. Ünlü markalar beşte bir fiyatına satılıyor. Yani bir ayakkabı yerine beş ayakkabı alıp çıkıyorsunuz. Yerim az, adres için (0212) 549 65 84 numarayı aramanız gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 20 Ocak 2006
Karnesi kırık dolu olan çocuğunuza başarının formülünü öğretebilirsiniz. Ona alternatif sunun; "Hayatta ya tozu dumana katarsın ya da tozu dumanı yutarsın. Seçim senin!" Uzun sömestr tatilinin iki haftasını geride bıraktık. Almanya seyahatim nedeniyle okula başladığı ilk gün Nehir’in yanında olamadığım için dinmeyen vicdan azabımı karne günü sonlandırmak istedim.
Park yeri bulamadığım için okulun etrafında deli danalar gibi üç tur attıktan sonra sınıfa ulaştığımda bütün veliler çoktan gelmişti. Koca kafamı velilerin arasından uzatıp Nehir’e varlığımı hissettirmemle birlikte, kızımın yüzünde güller açtı.
Karnesi güzeldi ama daha yolun başındayız. Zannediyor ki, önündeki okul hayatı, bu yıl olduğu gibi kolay geçecek ve dersleri hep böyle olacak. Olmama ihtimali yüksek. Çünkü acele ediyor, kendine fazla güveniyor, yaptıklarını kontrol etmiyor, hızla bitirmeyi marifet sanıyor, anlamadan okuyor, soruyasoruyla karşılık veriyor...
Başarısızlık için bunlar yeterli sebepler. İki hafta boyunca Nehir’in fren sistemini çalıştırma alıştırmaları yapacağım. Bunun için yararlandığım bir kitap var.
MÜTHİŞ SLOGANLAR VAR
Kişisel gelişim uzmanı Mümin Sekman’ın ’Her Şey Seninle Başlar’ adını taşıyan kitabından öğrendiklerimi uygulayacağım.
İnsanların çoğu yaşadığı hayattan memnun değil ama bunu değiştirmeye dönük güçlü bir çaba içerisinde de değil. Peki, onları durduran ne?
Mümin Sekman, işte bu sorudan yola çıkarak, öğrenilmiş başarısızlığı nasıl başarıya çevireceğinizin formülünü veriyor. Bu tavsiyeleri önce kendiniz öğrenin, sonra çocuğunuza öğretin.
Her birimiz nedense içimizdekini söylemeyi değil, kendi kendimize söylenmeyi öğreniyoruz. Oysa hayatta başarılı olmak için sloganımız şu olmalı:
"Hayatta ya tozu dumana katarsın ya da tozu dumanı yutarsın. Seçim senin!"
Ayrıca çocuğunuz elinden geleni yaptığı ama sonucun değişmediği konusunda ısrarlıysa ona şunu söyleyin:
"Sınırsız sayıda denemeyi göze alabildikten sonra, başaramayacağın şey çok azdır. Denediğin zaman kazanabilir ya da kaybedebilirsin. Ama denemediğinde kesinlikle kaybetmiş olursun."
SEN TAVUK DEĞİLSİN
Mümin Sekman, başarılı olmanın adımlarını şöyle özetliyor; Mevcut hayatınız ne durumda? Yaşadığınız hayat ile yaşamak istediğiniz hayat arasındaki farklar neler? Bu farkları kapatmak için yapılması gerekenleri yapın. İlk adımı atın. Kişisel kurtuluş savaşınızı başlatın.
Başarmanın, kazanmanın nasıl bir şey olduğunu ve beraberinde neler getireceğini çocuğunuza iyi anlatın. Ona şu Kızılderili hikayesini anlatın:
Bir kartalın yumurtası tavuk yumurtalarına karışmış. Yumurtadan çıkan yavru kartal, tavuk olduğunu zannederek onlar gibi yürür, yem yermiş. Bir gün gökte süzülen bir kartal görmüş. Hayranlıkla söylenmiş.
’Ne muhteşem bir kuş! Ne kadar yüksekten uçabiliyor. Keşke ben de onun gibi olabilsem!’
Yanındaki civcivler ona gülmüşler. ’Biz bir tavuğuz, o ise bir kartal. Boşuna hayallere kapılma. Onun gibi yükseklerde uçamazsın.’
Kartal yavrusu çok üzülmüş. Ona bir kartal olduğunu söyleyen çıkmayınca, hayatı boyunca tavuklar arasında bir tavuk olarak yaşamış.
Siz çocuğunuza bir kartal olduğunu hatırlatın.
Her şey seninle başlar
Kişisel gelişim uzmanı Mümin Sekman, başarının öğrenilebilir bir şey olduğunu savunuyor. Anne baba olarak bunu çocuğunuza öğretmek için harekete geçin. Başkaları yapabildiyse, siz, hatta çocuğunuz da yapabilir.
Başarının anlamı
4 yaşındayken başarının anlamı: Altına kaçırmamaktır.
12 yaşındayken başarının anlamı: Kalabalık bir arkadaş grubuna sahip olmaktır.
20 yaşındayken başarının anlamı: Cinsel hayatınızın aktif olmasıdır.
35 yaşındayken başarının anlamı: Zengin olmaktır.
60 yaşındayken başarının anlamı: Cinsel hayatınızın aktif olmasıdır.
70 yaşındayken başarının anlamı: Kalabalık bir arkadaş grubuna sahip olmaktır.
80 yaşındayken başarının anlamı: Altına kaçırmamaktır.
İlk çocuklukta hareketli çocukla yaşamak
(1-3 yaş)
Enerjik çocukla nasıl verimli bir şekilde başa çıkılabilir?Öncelikle unutulmamalıdır ki bu dönemde çocuk anne-babasını memnun etmek ve onlarla ortaklık oluşturmak için isteklidir. Ancak, keşfetme ihtiyacı çok güçlü olduğundan, istediği halde kendini durdurma konusunda yetersizdir. Ebeveynlerin oluşturmaları gereken strateji, kabul edilemez davranışların etrafında kademe kademe kontrol geliştirme şeklinde olmalıdır.
Bunu başarabilmek için öncelikle ne yapması gerektiğini bilmeyen çocuğunuza yaptıkları için öfkelenmemeyi başarmalısınız. Sürekli başınıza dert açtığı yolundaki inanç ya da söylemler, başa çıkmanızı zorlaştırır ve çocuğunuzun kendini kötü hissetmesine neden olur. Çocuğun belli bir hareketini ufak bir açıklama ile durdurmasını söyleyerek çocuğun davranışları ve etkileri arasındaki bağlantıyı öğrenmesine yardımcı olabilirsiniz. Örneğin;
- "Başına bir şey gelmesinden çok korktum. Seni çok seviyorum ve başına bir şey gelmesini istemiyorum."
- "Sana söylediğim bir şeyi yapmamandan hoşlanmıyorum"... "Sana durmanı söylediğimde durmalısın."
Sözcükler genellikle yeterli değildir ve çocuğu durdurmak için kararlı bir hareket yapmanız ve aynı anda neden yaptığınızı kısaca açıklamanız gerekir. İlk çocukluk döneminde çocuklar, ebeveynlerinin sözlerinden çok koruyucu hareketlerinden daha iyi öğrenirler.
Çocuklar dürtülerini deneyimleriyle dengelemek için kararlı ebeveyn duruşuna ihtiyaç duyarlar. Belirsiz bir şekilde söylenen "Bunu yapma" komutu, çocuğa inandırıcı gelmez. Eğer ebeveyn hareketle desteklenmiş net komutlar verebilirse, çocuk bunu ciddiye alır. İtaat için tehdide gerek yoktur, çünkü anne-babanın onayı yeterince etkili bir teşviktir.
Çocukla çekişmeyi en aza indirgerken aynı anda çocuğun ihtiyaçlarını takip etmenin pek çok yolu vardır.
- Evin içinde ve dışında çoğunun enerjisini harcamasını mümkün kılan oyun alanları yaratın.
- Sessiz anların ve kısa sarılmaların tadını çıkartın. Çocuk dinlendiği zaman siz de dinlenmeye çalışın.
- Aktif çocuk, yeniliği arzular. Sizi ve çocuğu sıkılmaktan kurtaracak yeni fikirler bulmaya çalışın. Siz yemek yaparken, ona da salata yapması için malzemeler verebilirsiniz ya da su ve unu karıştırıp ona bu hamurla "ekmek" yapabileceğini söyleyebilirsiniz. Oynamaktan sıkıldığı oyuncaklarını saklayın ve bir hafta sonra tekrar ortaya çıkarın.
- Özel hayatınızda eğlence, yemek ve ev işleri hatta eğer kaldırabilirseniz iş hayatındaki standartlarınızı olabildiği kadar düşürün. Çocuğunuz diğer uğraşlarınıza engel teşkil etmediği dönemde, bu aradaki açığı kapatabilirsiniz.
- Çocuğunuzla olan çekişmelerinizde dikkatli olun, konu saçma bir hal alırsa geri çekilmekten korkmayın. Ne de olsa çatışma ve geri çekilme ortaklığın bir parçasıdır. Çekişmenin ortasında kendinize sorun: Bunun amacı ne? Bu soruya cevabınız "doğru bir şey yapıyorum" ise, bu kararınızdan dönmeyin. Eğer soruya cevabınız "uyumlu olmaya çalışıyorum" ise bundan vazgeçmeye çalışın.
Ara sıra geri çekilmeniz alışkanlık haline gelmediğinde, çocuğunuzu şımartmaz. Tam tersine, çocuğunuza anlatmak istediği konuyu dile getirmesi için gereken güvene sahip olabilmeyi öğretirsiniz. Ayrıca ilerdeki daha ciddi savaşımlarınız için, enerjinizi boşa harcamamış olursunuz.
Çocuğunuzda iç gerginlikleri azaltmak için yani oyun dilini kullanın.
Yazının Devamını Oku